© 26 Mayıs 18 Akşam Sahife 7 Masal olanlar: Eski bohçacıldr Bohçacı madamalar başlı başına birer tiptiler, gaga türkçe söylerlerdi. Kaş gözle işaretten sonra yanaşır, anaşır, koynundan çıkardığı kokulu, çiçekli zarfı veriverirlerdi! Eski bolıçacı- ların iki çeşidi vardı: Biri boh- çacı kadın, öteki bohçacı madama, Bohçacı kadın müslümandır. Ba- şından, omuzla- rından pelerin gibi sarkmış başörtüsü, sırtın- da yeldirmesi, kolunun altında sıkılmış sıkılmış ta tarbura telleri gibi gerilmiş bohçası, ayağın- da el örgüsü be- yaz yün çorapları vardır. Yaşı 40 ile 60 arasında- dır. Sesi gevrek- tir; radyoda ha- fız Burhan B.in tiz perdeye 'çı- karkeni sesinin notasını biraz andırır. Ekseriyetle iki üçü birlikte, Istanbul içindeki sokaklarda ve sayfiyelerin (o önlerinde (yollarda dolaşırlar. — Haniya çözmeler, Şile bez- leri, Bursa malları!.. Diye bağı- rırlar. Mahallelerde herkes evinin için- de; kafesler inik, pençereler ka- palı; kimse göze görünmez. Bu sebeple oralarda pek bağırmazlar. Bir sokak içine sapmışlar da geçiyorlarken, aşı boyalı evin büyük hanımı, kapıyı aralamış, köpeklere ekmek doğruyor, yahut cumbalı odada bulunan gelin, kafesi biraz kaldırmış ta cıgara tablasını silkiyor. Derhal nida hazırdır: — Haniya dokumalar ! lih... Muayyen müşterileri (o vardır. Semte her yol düşüşte; kapıyı çalıp taşlığa girer girmez zemin malta, mermer, çini herne olursa olsun, derhal yere bağdaş kurar- lar. Baş örtüsünü enseye indirip, göğsü bağrı da açıp pancar gibi olmuş yüzlerinin terini kurularlar. Ölmüşlerin cani için maşraba ile su isterler; avucu tepeye bas- tırıp, ayakta iseler, çömelip suyu dikerler. Biraz soluk alır almaz bohça açılır. İçinde şunlar vardır : Çözme , dokuma, Şile bezi, yazma yorgan, Bursanın hamam takımı, havlusu, bürümcüğü; uçları sarma işlemeli, ipekli, kılaptanlı, simli çevre; hesap işli uçkurlar, mendiller, taharet bezleri... Ev halkı, büyüğünden küçüğüne, Çangırılı beslemeye kadar etrafa üşüşür. Birer birer bohçadan çı- kanlar sıra ile ele alınır, dikkat ve itina ile bakılır; aydınlığa tutularak ve gerilerek atkıları, örgüleri sayılır. Hamam takımının kekuletesindeki sırmanın sim olup olmadığı münakaşa edilir. Taha- ret bezinin etrafındaki sıçandişi- nin pek kaba yapıldığı zikredilir. Alış veriş hemen hemen nadir gibidir. Bu zavallıların talileri mi bağlı, yoksa nasipleri mi bere- ketsizdir, nedir, bu kadar çene, patırdı kuru gürültü. Bir kuruşa bir bardakaltı bile alınmaz. Hiç bir şey satamadan, arkalarına baka baka, somurta somurta, kapıdan çıkarlar, İ Eski iki bohçacı kadın Bohçacı omadamaya gelince, işte bakınız bu başlı başına bir tip idi. Bunların alayı Avusturya yahudisidir. Gaga Türkçe söyler- ler; esasen kendi dillerini de öyle konuşurlar yal Yaşları 40 ile 50 arası. Başla- rında hasırdan bir siyah şapka; üstünde gerdana kadar siyah vual; arkada yine siyahken nefti- ye dönmüş tayyör; elde siyah tirelen yarım eldiven; bilekte çanta, belden aşağı uzun etek; ayakta 45 numara ıskarpin. Hemen hepsi, değirmi çehreli, yanaklı, Çilli, sarı saçlı (ağarmış ise yine sarıya boyanır), güneşten yanmamak için hafif podralıdır. Meğerse o zamanlarda manikür- lü parmak varmış ta farkında değilmişiz. Serçe parmaklarda karga ga- gası gibi bir tırnak. Önde madama, arkada semer- li, kelli felli bir hamal, semerin üstünde, ikisi kallâvi, biri küçü- rek yelken bezinden üç bohça. Hamal mmadamın emektarıdır; ona daima: — Ahmet burada gel! Meh- met sen bura otur! (Hasan karnın su isteyoğ ? Yollu hitap eder. Madama, Istanbul içinde tanı- madığı, bilmediği sokaklarda, hiç görünmez. Kibar semtlerde, yaz- lık köşkler civarında gezer. Onun müşterileri baştan aşağı muayyen; hepsi aşina ve ahpap kimseler. Babasının evine gidiyormuş gibi sellemehüsselâim tanıdıkları- nın evini sıralar. Kapıdan içeri girip bohçalarını gene alt kattaki taşlığa taşıtır taşıtmaz hamalını selâmlığa, se- lâmlık yoksa sokak kapısının önüne gönderir. Madama öyle de güçlü kuv- vetlidir ki, bohçanın en irisini bile top gibi kaldırınca yandaki penbe odaya atar. Arkadan altına bir sandalye çeker. Çantasındaki yelpazesini çıkarır. Bazılarında yaylı, vantila- tör gibi dönen bir nevi yelpaze de bulunur. Madama dahi, sandalyeye çö- ker çökmez, su ister fakat hemen içmez. Ziyade terli olduğundan korsajını koituk altlarını sallıyarak havalanır. Beslemenin getirdiği bardağı iyice tetkik eder. Kendi kendine, kimsenin anlamadığı firenkçe bir kaç söz söyledikten sonra su tortulu yahut bardağın kenarında ağız yeri vari diye bir başka bardakla gene ister. Bu bohçalarında etrafına top- lanılır. Büyük bohça: Yünlü kumaşlar, şayak eteklikler, kazmir ceketlik- ler yani mevsimlik ve kışlık şeyler. Ortanca bohça: Ipekli fularlar atlaslar, krepdöşinler, çarşaflıklar, yeldirmelikler, gazlar. En küçük bohçada tuvalet levazımı: Kolonya, levanta, düzgün allık, kozmatik, krem, diş tozu, taşlı tarak, saçın altına konan tel pompon, topuza takılan sırça sor- guç, renkli taşlardan ve mercan- dan kolye, küpe, iğne, yüzük. Madama, o gaga dilile bir bül- büldür. Bilmediği, sarf etmediği türkçe kelime yoktur. — Nasıl diyoğlar? Türkçesini ben bilmiyoğ! dediği asla ve kat'â vaki degildir. Sanki Istanbul Kazan o kepçe- dir. Her tarafını karıştırmış, her konağın iç yüzüne agâh olmuştur. Onun daha ne marifetleri var- dır; neler sağlık vermez? Gelin olacak kız, evlenecek delikanlı, yatalak karısı üzerine hanım arayan zengin bey, sinire ) doktor, romatizmaya ilâç, yıllan- mış eski şarap, Adada say- fiye, Büyükderede yalı, satılık kupa arabası... Zemini ve karşısındakini müsait görürse bir kolayını bulup yanına yaklaşır; kulağına eğilip neş'eli neş'eli bir şeyler fısıldar. Bir nevi postacılığı ve muha- bere memurluğu da vardır. Senli benli olduğu bazı candan tanıdıklarına iki göz arasında, kaş gözle işaretten sonra, yanaşır; bir iki fısıltıyı müteakip koynun- dan çikardığı kokulu, çiçekli zarfı veriverir. Yawaşçacık : Cevabı çabuk yazl deyip hiç belli etmeden yine boğ- çasının başına geçer. Sermet Muhtar Bir araba kazası Muhterem gazetenizin dünkü nüshasının (o beşinci Şsahifesinde eci bir kaza- başlığı altında yazılan vakayı okudum. keyfiyetin şu suretle tavzih ve tashihini rica ederim: Cuma günü saat on —. bu- çukta hemşirem ve iki çocuğum Edirnekapı sur haricinde gezer- ken hüviyetsiz arabacılardan Meh- met (Berlin) tabir ettikleri ara- baya acemi iki hayvan koşmuş ve o kalabalık arasında aşağı yukarı talim ve tecrübe yapmağa başlamıştır. Yüzlerce kişinin bulunduğu bir yerde arabayı koştururken hay- vanları idare edememiş ve 13 yaşında kızım Saadete şidetle çarpmıştır. Yüzünden ve başından ağır surette mecruh olan yavrum, evimde tahtı tedavide bulunuyor; Mehmet caka yapmak yüzünden yavrumu ezmiştir. Buna şahit olan yüzlerce (o halk fazla (O heyecana kapılmış ve jandarma devriyesi Mehmedi Halkin elinden güçhal ile kurtara bilmiştir. £ Velhasıl yavrum şuursuz bir ocakanın mecruh bir kurbanidır efendim. 23 mayıs 932 - Istanbul telgraf semi kerii babası Murat Zeki Mekteplerde tedris ve terbiye sistemleri hakkında muallimleri- mizin fikirlerini meşre devam ediyoruz. Bugün de Galatasaray lisesi muallimlerinden şair Mehmet Faruk beyle görüştük. Muallimlik hayatınızda şimdiye kadar talebe üzerinde ne gibi tetkikatta bulundunuz? Elde ettiginiz müsbet neticeleri söyler misisiz? Muallimlik demek, talebe üzerinde her günün tetkikle geç- mesi demektir. Her gün, her saat bir çocuk bizim alâkamızı celbeder. Ben talebem üzerinde müsbet neticeler hasıl etmesini istediğim şeyleri aşağıdaki prensiplerimle tatbik etmekteyim : 1 — “Etrafınızdaki güzel şey- lere dikkat ediniz ,, talebelerime hergün tabiatin güzelliklerini söy- ler, sevdiririm, onlar da buna yavaş yavaş alışırlar. Meselâ: tahrir derslerimde (o talebeme serbest mevzu veririm. Yazacak bir şey Bulamazlar. Şöyle (o etrafınıza bakınız... Derim. Pencereden iki dağ arasında kıvrıla kıvrıla görülen Boğaziçi, Çamlıca: onlara inşirah verir, çocuklar bu mem- leket o güzelliğini böyle duya- bilirlerse, vatan sevgisi kalp- lerinde derin, derin kökleşir. Musikiyi çok sevdiririm. Beş altı sene evvel Balmumucu yatı mek- tebinde idim. Talebeme hergün gramofonumda en yüksek parça- ları çalardım. Onlar birşey anla- mazlardı. Fakat sonra, sonra mu- sikiyi çok sevmeğe başladılar. 7-8 yaşında küçüklerim vardı, gözlerini kapayıp Bethofenin sen- fonilerini öyle derin bir zevkle dinlerlerdi ki... 2 — Vazife ve hak... Çocuk bilmeli ki, vazifesini oyapacak olursa hakkını tamamile alabilir. Yarın arzu ettiği gayeye vusul için vazifesini yapmalı. Hakkını, hak olârak gördükten sonra iste- melidir. o Maalesef o bugün bazı gençler görüliyor ki daha lise veya bir yüksek mektebi biti- rince kademenin en yükseğine çıkmak istiyorlar. Bir banka mü- dürü, bir müfettiş, bir lise mü- dürü olmak havesindeler. Bu fikri ortadan kaldırmak için vazife ve hakkı çocuklara daha küçük- ten telkin etmeyi, muallimin aziz ve esas vazifelerinden biri; bil- mekteyim. 3 — Iyilik ve yardım.. Gerek kendi arkadaşlarına, gerek muh- taç olanlara ve gerek hayvanlara iyilik ve yardım etmeği ve birbir- lerine hürmeti de daimu telkin ederim. 4 — Okuma hususunda onlara son derece müsait davranmalı. kitaplar aldırmak, kütüphaneler tesis ettirmek, alamadıkları kitap- ları bulup onlara okumak yegâne zevkımdır. — Tedrisatta bazı kimseler grup usulü takibinde faide tasavvur ediyorlar. Tedrisatta grup usulü mü, Sınıf usulümü tatbik edilmelidir? — Sınıf usulü talebe üzerinde en muvaffakıyetli tesirler bırakır. Mürebbiye daha çok çalışma şevk ve hevesi verir. Her ders üzerinde meşğul olduğu için fikri durğun- luğu giderir. Sınıf usulünde talebe Muallimlerin fikirleri Muallim feragati nefs sa- hibi olmalı! doğru, fakat.. Sınıf usulünde talebe muallimi, muallim de talebeyi çek iyi anlar ve sever ( Galatasaray lisesi muallimlerin- den şair Mehmet Faruk bey muallimi, muallim talebeyi çok iyi anlar ve sever. —Bugünkü ilk tedrisat usullerinde ne gibi ıslâhat ve tadilâta lüzum görüyorsunuz?.. — Bugünkü tedrisat usullerinde hiç ıslahat ve tadilâta lüzum gör- miyorum. Çünkü o kadar mükem- meldir. Fakat iş bu usulleri iyi tatbik edebilmektedir. Yalnız programlarımızda biraz tadilâta lüzum vardır. Bu da ilk üç kısımdaki hayat bilgisi tedrisa- tında olmalıdır. Bugün ilk sınıftan üçüncü sınıfa kadar tatbik edilen hayat bilgisi her sınıfta biraz daha hududunu genişleten ayni mevzulardan ibarettir. Bu sınıflarda çocuk müşahede- ye ve müşahede ile düşünmeğe alıştırılmaktadır. Bu çok güzel. fakat, bunu elde etmek için müşahede zemini olacak yerler lâzımdır. Alât lâzımdır. Müzeler lâzımdır. lik üç sene içinde hayat bilgi derslerinin oâfaki omüşahedeleri arasında kalan çocuklarımız, dör- düncü ve beşinci sınıfların ağır tedrisatı (arasında (o birdenbire bocalayıp kalıyorlar. Bu sınıf mu: allimleri çok güçlük çekiyorlar. Ve bir çok çocuklar sınıf dönü- yorlar. Bunun için üçüncü sınıf rogramları biraz daha ağırlaştı- rılmalı, derslerde ve sınıflarda bu suretle müvazene temini mümkün olur kanaatindeyim. — Ik mektep muallimlerinin yüksek tahsil görmesine taraftar mısınız? lik mektep muallimlerinin yük- sek tahsil görmeleri mektep için çok faidelidir. Buna şüphesiz tarftarım. Yalnız bu yüksek tahsil (o darülfünunun (o bugünkü şubelerinde ( olmayabilir. Bence ilk mektep muallimlerinin yüksek tahsili, muallimlikle alâkadar ders- ler üzerinde olmalıdır. Muallim, feragati nefis sahibidir! Doğru.. fakat, yüksek tahsil gör- mek istiyenleri mennetmek doğru değildir kanaatindeyim. Maarif vekâleti bugün degilse bile yarın (muallimlerin tahsil meselesini düşünecektir. Herşeyi görerek değil, bir az da icat ede- rek yapmalıyız. Iskender Fahreddin m e İl