26 Mayıs 1937 — — 2 Tefrika No. 72 * 25 Mayıs 1932 — — C— — o | SEBA MELİKESİ | BELES Dağların oğlu, dağlarda Yazan: ISKENDER FAHRETTİN ölmeği, kanlı ve kamçılı saltanatların verdiği saadetlere tercih ediyordu. Vatanına kavuşunca kuşlarla konuşmağa başlamıştı. — (Hükümdarın mezarlığı ) na müntehi olan bu yolu tehlikesiz geçtik.. Fakat, ben mezarlıktan sonraki yolları bilmiyorum. Orada hükümdarın nöbetçilerine tesadüf eder miyiz? — Hayır.. Hassa askerleri sur dahilinde gezerler, mezarlıkta ölü kemiklerinden ve karğalardan baş- ka bir kimseye tesadüf edeceği- mizi zannetmiyorum. Yolun sonuna gelmişlerdi. Dağların oğlu birden güneşi ve | ziyayı görünce, - hayat.. Hayat.. Diye bağırırken, Sam derhal elini uzatarak şairin ağzını kapattı: — Sus.. Yerin kulağı vardır. Buradan çıktığımızı kimse görme- sin. Enverano etrafına bakındı. — Meydanda kimseler yok... Korkma... Şu mezar taşlarının arasında bir az dinlenelim! Gizli yoldan temamile çıkmış- lardı, İki büyük mezarın taşları ara- sında durdular. Sam sordu: — Buradan nereye gideceğiz? — Ben şu karşıdaki zeytunluk- tan geçip giderim, Sam! Artık senin bana refakat etmene ihti- | yaç yok. Sen saraya avdet et. Ve beni kaçırdığını kimseye söy- lemel — Sen nereye gideceksin? — Geldiğim yere.. Dağdaki yuvama.. — Peki amma, senin kaçtığını duyunca, hassa askerleri seni ara- mağa çıkmazlarmı? — Ben şu dağın yamacını tu- tarsam, izimi kimse bulamaz. — Zaplon senin ikametgâhını bilmiyor mu? — Denize düşen bir katre suyu bulmak mümkün müdür, Sam? Ben dağların en gizli kovuklarında yaşayan bir adamım. — Seni gelip görmek istersem, nasıl bulurum? — Hebron yamaçlarından tır- manırken, şarka doğru yarım saat kadar yürürsün.. Sonra karşına kule gibi yüksek bir sarı kaya gelir. Bu kayanın dibinde ince bir yola tesadüf edeceksin. Bu yol seni bana getirir. Zaten sen bu sarı kayanın etrafında dolaşırken, ben seni daha yükseklerden, kendi yuvamdan görürüm. Mezarlıkta iki kardeş gibi'öpüş- tüler ve ayrıldılar. *» .. Sam geldiği yoldan dönmek istedi. Fakat, mahpeste saray Tefrika No: 38 muhafızlarıyla karşılaşmak endi- şesi onu mezarlıkta fazla düşün- dürmedi. Durup dururken neden yakayı ele versindi? Ona: — Sen Enveranoyu kaçırdın? Diyebilmek için, altın kapıdan ! çıkarken, mutlaka birinin görmesi lâzımdı. Halbuki onları'yer altın- daki gizli yola girdikleri zeman - şeytan bile görmemişti. Sam, şairin firar hadisesini kim- seye söylememeğe karar verdi... Mezarların arasından yürüyerek, şehre giden en kısa yolu buldu. Saraya gider gitmez evvelâ Roditi görecek... Ona şairi nasıl kaçırdığını anlatacaktı. * #» Idam mahkümu mahpesten firar ettikten sonra, iki saat mütema- diyer koştu.. Uzun kayanın önüne geldiği zaman dizlerinde derman kalmamıştı. Kayanın dibine oturdu.. Kamçı darbasından vücudunun her tarafı sızlıyordu. o Kollarının kemikleri dayaktan pelteleşmiş gibiydi. O esnada karşısına bir çocuk bile çıksa, boğuşmağa kudreti yoktu. Uzaktan görünen Kudusun mu- | azzam binalarına daldı. Bir gece evvelki meşale eğlen- cesini düşündü. Şehire inerken yazdığı medhiyeyi ne hazin nağmelerle bestelemişti. Enverano şiirlerini yazarken, ku uzun kayanın gölgesinden ilhamlar alır, onunla bir arkadaşa hitap eder gibi konuşurdu. Dağların oğlu, kayanın dibinde biraz dinlendikten sonra, kulübe- sine giden yoldan oyürümeğe başladı. Güneş dağların arkasına çekil- mişti, Zeytin ağaçlarının gölgelediği bu dar yolda, kendisinin birgün evvel bıraktığı ayak izlerinden başka bir iz yoktu. Enveranonun yuvasına yaklaştı- kça sevinci artıyordu. Bu yolculuk onun için çok ba- halıya mal olmuştu. Dağların oğlu, şehre gidince, bütün iradesini, zekâsını, hasılı bütün mevcudiye- tini orada.. Sarayın korkunç ve yüksek dıvarları içinde bırakmış gibiydi. Mağrur ve mütekebbir asilzadelerin eğlence esnasında, suratına kara bir tamga basar gibi: — Piç... Diye haykırdıklarını düşündü. (Arkası var) 26 Mayıs 1932 Küçük H ilker EÇ Zal “Bilmem sizden bir şey rica etsem yapar mısınız?.. Bu kadar tarif, benim gibi inzivada yaşıyan | bir insanı tatmin edemez. Bana bir resminizi göndermez misiniz?. “Işte Kleopatra odaya girdi. Dikdik yüzüme bakıyor. Ben bu bakışlardan usandım. Eğer masa- mın üzerinde, gülümsiyen nizi görmezsen, deli olacağıma kanaat getiriyorum. Bir dost çeh- resine ibtiyacım var. Kadınlardan yalnız dostluk bekliyorum. Ondan ötesini reddettim. Eh, siz de be- | nim dostumsunuz. “Herhalde insan bir dostundan resim isteyebilir değil mi? Hele bu dest, sizin gibi sarışın, kara gözlü olursa.. çehre- | “Hörmetler ederim kara gözlü | sarışın Beyza hanım... Hidayet Belma mektubu bağrına bas- tırdı. Resmini nasıl gönderecekti ? Herhalde © tanınmıyacak Okadar değişmemişti. (o Filvaki (| tabiatı değişmişti, fakat buna Hidayet'i nasıl inandırabilirdi ? Akşam Ferhundeye koştu: — Gördün mü başıma gelen- leri? — Ne oldu? — Al da oku. Ferhunde mektubu okudu: — İyi ya işte, mükemmel! Belma hayret etti: Her akşam | bir hikâye | Saracettin Nafiz bey avukatların ziyafetinde oparlak bir nutuk söyledi. Nutku beğenilip alkışlan- dı. Sözlerinden dolayı, kimi sami- mi, kimi gayri samimi onu tebrik etti. Biraz sonra ayağa kalktı. Bu derece yüksek mevki sahibi bir adamın böyle zinde, böyle genç vücutlu olması şayanı hayretti. Fakat bunun sebebi, avukat Saraceddin Nafiz beyin yalnız fikriyatına değil, spora da, hıfzıs- sıhhaya da meyletmesiydi. Otomobiline binip evine gitti. Şoförüne : — Yarın saat dokuzda hazır olun! - diye emir verdi. Evinde, uşağı kendisini karşı- ladı. Şapkasını, bastonunu elinden aldı. Saraceddin bey sordu: — Hanımlar geldi mi? — Hanımefendi geldi efendim.. Fakat küçükhanım gelmedi.. Ha- nımefendi, yukarıda tuvalet oda- sında... — Peki, söyle de lütfen buraya gelsin... Saraceddin bey, ceketini çıka- rp ev ceketini giydi. Masanın başına oturdu. Bir takım evraka göz atarak mühim yerlerini mavi kurşun kalemile çizmeğe başladı. — Beni istetmişsin, Sarac. Başını kaldırdı. Karısı ... Her halde kendinden daha yaşlı ve hayli yıpranmış görünen bir kadın... Güzelliği vaktile var- mış; belli... Lâkin şimdi artık kaybolmuş... — Ne o, Hamide ?.. Sen erken dönmüşsün... Çocuk nerede? “Çocuk,, dediği, 20 yaşlarında kadar olan kızları Veciheydi... —Benim başım 'ağrıdı da dön- düm... Malüm baş ağrım... Baktım Vecihe eğleniyor; kalması için ısrar ettim... Varsın oyalansın çocuk... — Sana verecek bir havadisim var, Hamide! Avukat Necati Fuat bey, Vecihe'yi istiyor... Ben, bu adamı pek beğeniyorum... Gayet zeki, faal, tahsilli, çalışkan... Gerek avukatlıkta, gerek siya- sette fevkalâde istikbali açık... Otuz yaşlarında olmasına rağmen, İşimdiden bütün Türkiyede meşhur. Beş on sene sonra, memleketin ileri gelen adamlarından olacağına şüphe yok... Kızımızı ona vermeği pek muvafık buluyorum. Saraceddin Nafiz bey, gayet bâkim tabiatlı bir insandı. Esasen sözlerinden de ahlâkı belliydi: Her cümlesini, çekici örse indirir gibi kuvvetle söylüyordu. Hamide hanım: — Peki, yarın sabah bu mese- leden O Veciheye (o bahsederim! - dedi. Saraceddin bey : — Ben bu akşam geç yataca- ğım ! - cevabını verdi. - Veciheyi ben karşılâyıp havadisi veririm. — Nasıl mükemmel, . benden resim istiyor. — Mükemmel, gönder. — Çıldırdın mı? — Aklım tamamiyle başımda.. — Resmimi görünce Beyzanın i Belma olduğunu tanır. — Zannetmem. — Ben o kadar değiştim mi? — Çok değiştiğin muhakkak.. Seni tanımak için gözlerine bak- mak lâzımdır. Halbuki çok gö'geli ve yandan bir resim çıkartırsan çok güç tanınırsın.. — Acaba? — Muhakkak. Bir kere yüzün hayli uzadı. . Eskiden O çehren müdevverdi. Saçların bukle buk- leydi. Şimdi odüz tarıyorsun. Perçemin vardı, şimdi yok. — Öyleyse fotoğrafçıya bera- ber gidelim. — Olur. Yüksek meziyetli koca.. > Haydi, Allah rahatlık versin... Avukat, yazı odasında, iki saat kadar meşgul olduktan sonra, bir otomobili evin önünde durdu- ğunu farketti. Bahçede kızının sesi ve başka sesler işitildi. — Allah rahatlık versin | .— Allah rahatlık versin. Sa- miye... Kapı çalındı. Saraceddin bey, bizzat giderek açtı. Eşikte kızı belirdi. Hiç te anası gibi silik, manasız ve yıpranmış değil. Diptiri, zinde, son derece güzel bir genç kız. — Ab, babacığım, kaluyı siz mi açtınız? Vallahi rahatsız ol- dunuz.. — Hayır, rahatsız olnadım yavrum.. Zaten seni bekliyordum.. Biraz konuşacaklarım var.. Şayet yorgun değilsen yazı odama azı- cık gel.. — Peki babacığım! - diyerek, genç kız Saraceddin beyin peşin- den yürüdü Odaya girdiler. Avukat, yerine oturdu. Kendi bir sigara yaktı. Kızına da, tek- lifsizlikle: — İçer sordum. — Hayır, babacığım... Söyleye- ceğiniz nedir? Merak ediyorum. — Sana talip çıktı, kızım. Vecihe gülmeğe başladı: — Etti dört... Demekki bu iki ay içinde dört kişi bana talip oldu. Ikisi benden, biri annemden, biride, şimdi, sizden!.. — Gülme, kızım... Bundan evvelki taliplerle, şimdiki taliplerin arasında münasebet yok... Bundan evvelki talipler gayet kıymetsiz misin, kızım! - diye insanlardı. Halbuki, bu, Necat Fuat bey... Kendisini şahsen tanıyorsun... Bu, meziyetleri hak- kında da ben sana malumat vereyim... Necat Fuat bey... Avukat, karısına anlattığı şe- kilde, Necat Fuat beyi kızına da methü sena etti. Fakat, genç kız, babasınınkine benziyen hâkim bir sesle: — Hayır, - dedi.- ben Necat Fuat beyle evlenmek istemiyorum. Avukat, şaşırdı : — Niçin 2... Onu beğenmiyor mısın ? — Beğenmemezlik değil, baba. Bilâkis, onun cazip pek çok hasletleri (olduğunu biliyorum. Kendisini ihtimalki sevebilirdim... Şayet bu hasletlerinden bir çok- ları kendisinde mevcut bulun- masaydı... — Anlamıyorum... — Dinleyin anlatayım: Bu ada- mım içtimai hayatta bir çok ihtırasları var. Çalışıyor, didiniyor, çabalıyor, zekâsı ve kuvvetine ulaşmak için sarfediyor. Mesle- ğinde ve siyasiyatta yükselecek! Fakat, bunun için de vaktini bu hunde tembih etti: — Öyle birrötuş yapacaksınız, ki görenler bu hanımın! resmi olduğunu anlıyamiyacaklar. — Peki efendim. Resim mükemmel oldu. Hem güzel bir resimdi, hem de Bel maya andırıyor, fakat benzemi- yordu. Belma heyecan içinde, titreye- rerek resmini zarfa. koydu ve kısa bir mektup yazdı. “Hidayet bey, aşka tövbe ettiğinizi o söylüyorsunuz, daha doğrusu söylemek istiyorsunuz. Sevdiniz de, bu sevda sizi çok mu muazzep elti? “Bana bu iztırabınızı, sevdiğinizi yazamaz mısınız? “Yazın, derdini dökmek, kalbini boşaltmak insan için ne büyük bir tesellidir... kimi Gittiler. Resmi çıkarttılar. Fer- i Sahife 11 YENİ NEŞRİYAT: Gazinin destanı Türkün göz bebeği (Gazi) nin, Selânikteki odoğduğu evinden, Çankayaya kadar, bütün hayatını muhtevi üç bin mısralık manzum bir şaheserdir. İstiklâl harbi gibi büyük türk zaferini, (Gazi) gibi en büyük türk yaptığı için, genç ve güzide şairimiz Necdet Rüştü bey, ismini bu kitaba lâyık olan Yalçın Tekin gibi halis bir türk adile tebdil etmiştir. Kariler (Gazi'nin haya- tını (Necdet Rüştü) nün selis mıs- ralarından dinliyeceklerdir. Intepe topçuları , Çanakkale serisinin 2 inci ki-. tabı olan bu namdaki eser neş- redildi. Anadolu, Türk ve Ikbal : taphanelerinde satılıyor. nyan mn gayeye irişmek için tüketecek!' Sade benim için vakti kalmaya- cak.. Ben, meşhur falanca beyi karısı olmak istemiyorum. Bilâkis, mütevazi, istirahatsiz bir kocam olmasını, “kocamın bütün mevcu- diyetini bana vermesini istiyorum. Necat Fuat'la evlenirdim. Şayet bu derece “yüksek adam,, olma- saydı... Necat Fuat'ı çok meziyetli, çok faal bir adam olduğu için istemiyorum. Sustu. Saraceddin Nafiz, sor- du: — Demekki, annenin benisle bedbaht olduğunu sanıyorsun. Vecihe tereddüt etti. — Annem bedbaht olduğundan bana hiç bahsetmedi. Kimseye de bahsetmemiştir, eminiml... Zira, seninle çok. mağrurdur, baba... Hem, bedbaht olduğunu da zan- - etmiyorum. Lâkin, istediği dere- cede saadete eriştiğini de sanmı- yorum. Halbuki, ben, zevkime muvafık surette bahtiyar olmak niyetindeyim... Betbaht olmama- nın saadeti bana elvermiyor. Bir müddet daha süküt hüküm-. ferma oldu. Sonra, avukatın yüzü, ansızın, inbisat etti, Elini * kızının omuzuna koydu. — Hakkın var, kızım! - dedi- Necat Fuat beye ret cevabı vere- ceğiz.. O, sana elvermez. Senin için, iyi yürekli ve sırf seninle meşğul olacak bir delikanlıya ihtiyaç var. Sen, bizzat yüksek bir kadınsın; hâkim olmak ister- sin; yüksek bir erkeğe tahammül edemezsin. Benim seciyemi aldın; mutlaka hâkim olmak... Zevkleri- mizi dikte etmek bizim emelimizdir Aksi takdirde saadete irişemeyiz. Sana arzun gibi bir koca buluruz. Bu gencin yegâne gururu senin kocan sıfatını alması olmalıdır. Dünyanın omütebaki (kısımları, onun nazarında ikinci plânda kalmalidır. — Beni anladığına teşekkür ederim baba... Allah rahatlık versin... z Nakıli : (Hikâyeci) Bugün çok meşgul olduğundan uzun yazamıyacağın... , Mektup gitti ! Ondan sonra Belma yerinde duramaz, çalışamaz, uyuyamaz oldu. Acaba Hidayet resimi tanımı- yacak mıydı? Tanırsa ne yapacaktı? Mek- tuplaşmayı da kesecek miydi? Biçare Belma perişan bir hale girmişti. Faik ondan da perişandı. Hâlâ Belma'dan oOümidi kesmemişti. Gene her fırsatta odasına giriyor. âşikane nazarlarla, uzun uzun genç kıza bakıyordu. Amma Belma bu bakışları görecek halde değildi. Yaza yaklaşan ilkbahar günleri Istanbulun kırlarını, mesire yerlerini cennete çevirmişti. Belma bütün bunları da görmüyordu. Onun gözüne dünya zından olmuştu. (Bitmedi)