a GE İmam a — 24 Mayıs 1932 pe nn Di Sahife 9 Ee ola Teirika No. 71 24 Mayıs 1932 | SEBA MELİKESİ | BELİIİS Yazan: İSKENDER FAHRETTİN Belkıs o gün her şeyin farkına varmıştı. Yerliler “Dağların oğlu,, nu Süleymandan fazla seviyorlardı. Sam, idam mahkümunu kurtarmağa gitmişti. — Sizin, bir kaç saat için, minnettarınız — olabilirim, (aziz melike; Obeni bir an evvel dar ağacına göndertiniz! ölümü biran evvel idrak edeyim... Dağda yaşayan kuşlarım susuz, kuzularım yemsiz kaldılar. Onların feryadını duyar gibi oluyorum. Açlıktan ve susuzluktan çan çekiştiklerini ve bu zavallıların ölümüne ben sebep olduğumu düşündükçe vicdanımın kanadığını hissediyorum. ( Beni astırınız, Melike! Beni bir an evvel idam sehpasına gönderiniz. Ben hakikaten mücrimim.. Kuş- larını, kuzuların açlığa mahküm eden bir mücrim .. Belkis, şairin gözlerinden akan yaşlarla kucağının ıslandığını gö- rünce ( Enverano ) dan o derece utandı ki.. Ona: — Amonlu cariyeyi sen öldür- medin , değil mi? Diye osormağa edemedi. Rodit, melikenin kulağına ya- vaşça şu sözleri fısıldamıştı: — Neden biran evel ölmek istediginin sebebini ben biliyorum, melikem! Enverano, o Zaplonun işkencesinden kurtulmak için, ölüme kavuşmak istiyor. Belkıs yüzünü birden arkaya çevirdi: — Dağdaki kuşlarının ve ku- zularının açlıktan öleceğini düşü- nen bir adam, hiç bir zaman Amonlu cariyeyi öldüremez.. Diyerek ( yürüdü ve odadan çıktı. Seba melikesi şairin yüzüne daha fazla bakamamıştı. Dağların sinesinde büyüyen bir adam bu derece rikkati kalbe, bu kadar ulvi bissiyata malik olabilir miydi? Enveranonun her sözü bir şiirdi. Sesinde, fırtınaların, şelâle- lerin bestelediği hazin bir ahenk vardı. o Bakışlarında, yavrularını boğan bir kediden ziyade, zayıf- lara - düşmanı da olsa - merha- metle bakan bir arslan gururu vardı. Dağların kucağında büyüyen ve fenalıklardan nefret eden böyle bir delikanlıyı, Belkıs, darağacına nasıl gönderecekti? Rodit, Belkıs'ın koluna girmişti. Seba melikesi, çok metin bir kadındı. — Çoktanberi bu kadar çok sarsıldığımı hatırlamıyorum. Diyerek dar merdivenlerden indiler. bile (cesaret Tefrika No: 36 Belkıs o derhal o Süleyman'dan (Enverano) nun affını istiyecekti. Altın kapıdan çıkıyorlardı. Sokaklarda gittikçe artan bir kalabalık vardı. Halk matem içinde idi. Seba melikesi o gün her şeyin farkına varmıştı: Yerliler, Dağların oğlunu Süleymandan fazla sevi- yorlardı. * “Hükümdarlar "mezarlığı, na doğru.. Belkis, Süleymana, şairin affini ricaya gittiği esnada, Sam da, Roditten altın kapının anahtarını alarak sokağa çıkmıştı. Roditin tarif ettiği gibi, kim- seye bir hamlede kapıyı açtı ve içeriye girdi. Enveranonun Belkisle konuştu- ğu zaman arasından henüz yarım saat bile geçmemişti. Sam mahpese girdiği zaman iradesini kaybetmiş bir halde idi. Enverano gibi cesur ve mert bir delikanlı -hiç bir günâh işlemeden- nasıl asılabilirdi? Sam kendi kendine mütemadi- yen bu sözü tekrarlıyordu. Mahpesten içeriye girer girmez evvelâ Roditin söylediği gizli yolu aradı. Büyük kapıyı kapadıktan sonra zemin katında ufak bir merdivenden geniş bir dehlize indi. burada bir demir kapı daha vardı. Sam gülerek: — İşte, aradığım gizli buldum.. Diye mırıldandı ve kapıyı açtı. Üç dört insanın yan yana yürü- yebileceği kadar geniş bir yol ! Artık tereddüde mahal yoktu.. Buradan idam mahkümünü ko- layca kaçırmak mümkün olacaktı. Sam telâşle yukarıye çıktı... Enveranonun bulunduğu odaya geldi. Dağların oğlu taşların üstünde uzanmış yatıyordu. Vakit çok dardı. Sam uzun boylu konuşmağa lüzum görmedi. Yere eğilerek evvelâ idam mah- kümünün kollarındaki demirleri çıkardı. Enverano baygın bir hâlde idi. Güçlükle kendine gelebildi. Göz- lerini oğuşturarak hayretle Samın yüzüne baktı. Hükümdarın görünmeden yolu cellâdı sen misin? Sam cevap vermedi ve bacak- larındaki . zincirleri de çekip çıkardı. (Arkası var) © 24 Mayıs 1932 Küçük Hanımın Kısmeti | Belma derin bir düşünceye daldı. Acaba Hidayeti kendine bu mektuplarla yakınlaştırabiliyor muydu? Bu sualine vazih ve kat'i bir cevap veremedi.. Gene uzun haf- talar geçti. Tutak'tan ses sada çıkmadı. Acaba son mektubunu beğen- memiş miydi?.. Sanki ne deye o mektubu yazmış, ne deye o mana- sız balık hikâyesini anlatmıştı? Nihayet, durğun, lekesiz bir ilkbahar sabahı, Tutak'tan mek- tup geldi. Hidayetten Beyzaya “Beni size kadın düşmanı telekki ettiren mektubumu yırtıp atın. Filvaki, eski bir hatıra, âcı bir Mae Selâmi İzzet macera beni etmişti, fakat mektuplarınız bu hislerimi tedavi etti. “Beni, şahsen kimbilir nasıl tasavvur ediyorsunuz ? Öyleya, uzun senelerden beri dağbaşla- rında yaşıyan bir insan çok değiş- mişti. Vahşileşmişti, kabalaşmıştı, ruhu gibi, yüzü de korkunç bir hal almıştır. “Dün aynaya baktım ve hiç değişmediğimi (ogörünce, arka- | daşlardan birine resmimi çıkart- tım. Size gönderiyorum. Size kur yapan erkek arkadaşlarınızla bir- likte çıkmış resimleriniz vardır elbette, Resmimi de o resimlerin arasına koyuveriniz. | Vahide!. Vallahi olmaz.. Ayrılma- kadınlara düşman | | Kimin kızısınız?.. İ şım olmadığından, resminiz Her akşam bir hikâye Vahide hanım, kollarını uzattı. Sabiha hanım, bu açılan kolların ortasına atıldı. — Vahide!... Sevgilim!.. Canım, kardeşim! — Ah, Sabihacığım! Bunca zamandır seni bekliyorum... Niçin gelmedin... Başıma gelen felâketi öğrendikten sonra bir kere uğra- man lâzımdı. — Niçin gelmediğimi bilemi- yorum.. Her halde, gelmediğime hata ettim. Yalnız kalmağı tercih ettiğini düşündüm. Seni rahatsız etmekten korktum. — Sen benirahatsız eder misin hiç? — Her ne halse... Söyle, söyle bakalım... Ne oldu, ne bitti? — Biliyorsun, kardeşim, felâ- ketimin ne olduğunu biliyorsun. — İki satırlık mektubunun öğ- rettiği şeyden başka bir bildiğim yok. Mektubuna nazaran, kocanın bir metresi varmış. Müthiş kavga etmişsiniz. Bu kavgarın neticesinde, Ali, her şeyi itiraf etmiş. Onu tahkir etmişsin. O da kalkıp gitmiş. nız doğru değildir. Söylemeli: Geri gelsin. Barışmalısınız. Onu affet! Iki kadın, salonun bir kanapesi üzerine, gelişigüzel oturmuşlardı. Biribirine muhabbetkârane sarıl- mışlardı. Sabiha, Vahide'nin göz- leri içine şefkatle bakıyordu. Vahide dedi ki: — Kocamı affetmekten ne çı- kar? Ali'nin beni aldatması, sev- memesi demektir. Bir erkeği, ken- dimizi sevdirmeğe cebredemeyiz. Sabiha, sesinde gayri muayyen bir titreyişle: — Metresinin okim olduğunu biliyor musun ? - diye sordu. — Hayır. — Ali, o kadından sana bah- setmedi mi? — Metresinin kim olduğunu öğrenmek hususunda fazla ısrar etmedim bile.. Bak, olup biteni anlatayım. lmzasız bir mektup aldım. Bunu, Aliye gösterdim. Isyan ve inkâr etmesini bekliyordum. Fakat, Ali, mektubu okuyunca şaşaladı. Ihtimal ki, bu mektupta yazılı olan hakikatlerden daha fazla şeyler: bildiğime kail oldu. Heyecanlandı. Saçmalamağa baş- ladı: “ Vallahi Ovaziyette feci olan hiç bir şey yok! - diye söylenmeğe “başladı. Bir hevese ka- pıldım. Fakat artık bitti. Kaba- hatlıyım amma kabahatım o ka- dar büyük degilsen beni affeder- sin. Hiddetin geçinceye kadar göreşmememiz (o muvafık olur., Bu esnada ben ona çattım dur- dum. “Kavga büyümesin diye gidiyorum! - diye kaiktı. - Babamın evine gidiyorum. Sana mektup yazarım.,, ve gitti. Acaba sahiden babasının evinemi gitti, yoksa o kadının yanına mı? bilemiyorum. Sözleri beni teskin etmek için miydi ? Tayin edemi- yorum. — Yok efendim, yok... Ali, her halde babasının evindedir. “ Sovyet ismini beğöndim ve o balığı, o mesut balığı... kıskan- dım... O sizin yüzünüzü görüyor, sözlerinizi işitiyor değil mi? “Ne olur artık kendinizden biraz daha açık bahsedin... Kim- siniz? İsminiz sahiden Beyza mı? “ Hörmetle elinizi öperek bek- liyorum. Hidayet Beyzadan Hidayete “Evvelâ resminize (teşekkür edeyim. Sahiden değişmemişsiniz. Aynen eski Hidayet beysiniz. Res- minizi masanın üstüne koydum. Maalesef kur yapan ve beraber resim çıkardığımız erkek arkada- | ma- | samda tek kaldı. Size monden hayat sürmediğini yazmamış mıy- dım? “ Ailem Istanbulda değil. Ben arkadaşım (Mediha'nın © evinde Ona mektup yazmalısın geri gel- mesini istmelisin. Vahide, o arkadaşını yavaşca omuzlarından yakaladı. Yüzünü iyice yüzüne çevirdi. Gözlerinin içine baktı. — Dinle beni, Sabiha! Beni seviyorsun, değil mi? Bana her şeyi söylemelisin. Olup biten bu meseleye dair senin malümatın vardır. Kocanı kaybettiğin ta- rihten itibaren bizim aramızda, bizim ailemizin içinde yaşıyorsun. Seninle sıkıfıkı görüşüyoruz. Bu hâdise etrafında benim gözümden kaçanları sen elbette farketmiş- sindir. Malümya: Hiyanet mese- lelerini en son haber alan bizzat hiyanete uğrıyanlardır. Sabiha: — Hayır, hayır! Bir şey bilmi- yordum! - diye çekindi. — Kardeşim! Beni bu mesele- den haberdar etmemenin sebebini anlıyorum. Rahatımı bozmak, beni muazzep etmek istemedin. Lâkin bundan sonra iş değişti. Artık, bütün bildiklerini bana bildirme- lisin! — Vallahi birşey bilmiyorum, Vahide! Kocan sana hakikati söy- lemiş: Onun kabahati, bir kapıl- ma, sürüklenmeden ibaret! Vazi- yette feci olan birşey yok! Unut, onu affet güzelim, unut, onu af- fet! Bu kötü kâbusun izi sili Lâkin, Vahide, mütemadiyen kurcalıyordu. — Ne dersin? Bu kadın bizim tanıdıklarımız arasında mıdır? Dostlarımız arasında mıdır acaba? Sabiha, başını salladı: — Ben senin bütün dostlarını tanımıyorum ki... Tanıdıklarımın aralarındaise hiç biri, bu işi yap- mağa ehil görünmüyor. yleyse kocamın beni al- dattığı kadın, tanımadığım biridir. — Şüphesiz... Muhitine yabancı bir kadın olsa gerek... oOGelip geçici bir kadın... Kocanın, şöyle bir, hoşuna gidivermiştir. — Sabihacığım! bana pek garip tarzda cevap veriyorsun! Cevap verirken gözlerini benden kaçır- mağa başladın. Bu kadının kim olduğunu bileceksin her halde.. — Seni temin ederim ki... — Kocam seninle çok arka- daştı. Sana itirafatta bulunmuş- tur. Niçin bana bugün herşeyi açıkça söylemiyorsun? Bu kadının şahsiyetini öğrenirsem istikbale ait projelerimi daha iyi yapaca- ğımı herhalde tahmin edersin. Bir an, süküt... Ansızın, Sabiha başını kaldırdı. Kararını vermiş bir sesle : — Öyleyse her şeyi sana anla- tayım ! - dedi. - Biliyorum... Ali, bana itiraf etti. — Ne dedi? — Derhal anladım ki, bütün hadise ufak bir kapristen ibaret. Şimdi artık, her şeyin bittiğine eminim | — Lâkin kadın... Onun kim olduğunu biliyor musun ? Hayır... Esasen tanımadığım bir kadın... Muhitimizin haricinden! — Onu hiç görmedin mi? Sabiha, tereddüt etti. oturuyorum. Cumaları Mediba ile kırlara gidiyoruz. Yanımıza bir de şair alıyoruz. “Gülüyorsunuz değil mi?.. “Ma- şallah diyorsunuz, kur yapanınız yok da, şair neci?, Doğrusu ikimizin de âşık olduğu şairler var. Ben Nedimi, o Fuzuliyi seviyor. Bu iki eski şaire bazen Necip'le Faruk refakat ediyorlar. “ Akasya ağaçlarının altında, Bentlerde, su kenarında şiir oku- mak © kadar güzel aluyor ki.. “Cumadan mada günlerde işi- min başında çalışıyorum. Fabri- kada hesap memuruyum. “Şimdi asri bir salon kızı değil, medeni bir işçi kızla mektuplaş- tığınızı anladınız ya... İsterseniz tenezzül etmeyip cevap yazmayın.. “Biliyor musunuz ki, kadınlar, kızlar çalışsın deniyor da, sonra hor görülüyorlar. Bereket herkes tarafından değil, fakat kadının — Sade bir kere. E — Ya... Işte... Şimdi artık, Sabiha, acele acele dili dolanarak konuşuyordu. a EE Üç yıldız pastahanesinde çay içiyordum. Kocan, bir kadınla içeri girdi. Bana selam vermek ve yanındaki kadını “Bir ahba- bım!,, diye tekdim etmek mecbu- riyetinde kaldı. Benden ayrı oturdular. Kadını muayene ettim. — Güzel miydi? / — Güzel denemez... Ehemmi- yetsiz bir şahsiyet! Kocanla sonra alay ettim. Vahide! rica ederim! Böyle mahzun bir tavur takınma.. Meselenin hiç ehemmiyeti yek... Iztırap çekmeni istemiyorum. Ko- can seni seviyor... Kocanın kak binden sade senin yerin olduğunu . biliyorum. Zaten bunu oda bana | söyledi. Hem, o kadın, hain ta- biatlı bir kadına da benzemiyordu. Senin gibi harikülâde bir kadini ıztırap çekdirebileceğini düşünür düşünmez... si — Buda nasıl söz? Hani beni tanımayordu? — Hayır, hayır... O kadın taşkınlıktır yaptık... şeyden evvel, karım mvzuubah tır... Onun iztırap o çekmesini istemem! 4 — Ali, ona bunu söylemiş h — Tabii... Tabii... z Vahide, Sabihaya acaip acaip bakıyordu: ğ — Kadın ne cevap vermiş? —Kadın mı?.. Seni... Kadın dı miş ki: Bir anlık cinnetimiz yü- zünden zavallı Vahideciği bed- baht etmiyelim!,, demiş... Yüreğ rahat olsun kardeşim... Kocanla o kadın, aralarında yeminetmişler.. Artık korkacak bir şeyin kalmadı. Ali'yi çağır. <5 Vahide, birdenbire ayağa kalktı: — Sabiha! - diye haykırdı!- 3 Bu kadın sensin ! a Sabiha, ilkönce geriledi. Sonr: ileri bir hamleyle, oVahidenin boynuna sarıldı. Vahide de onu itmedi. , m — Ah, kardaşim! Kardaşim! Kendisinden utanıyorum!.. Fakat. yemin ederim.. Ali ile sevişmiyo- ruz. O seni seviyor! Inan bana.. Yaptığımız işten, o da benim gibi ıstırap çekiyor... Ben buradan gidiyorum... Için rahat etsin... İzmir'e gidiyorum... Artık benim ismimi bile işitmiyeceksin... Ayağa kalktı. Perişan bir hak deydi. 3 — Git.. İzmir'e git, kardeşim. — Fakat bana yemin et Ali'ye yazacaksın. Yemin et ki, bu hatırayı (kalbinden silerek. mesut olacaksın.. o Düşündükçe aklım yerinden oynıyor. Bizim o derece manasız olan bir deliliği- miz için sizin saadetiniz.. mahv- olmasın .. Vahide, titrek bir sesle: vi — Her şeyi bana anlattığına iyi ettin! - dedi.. Ikisi de ağlıyordu. ğ — Ebediyen allahaısmarladık, Vahide... a — Kim bilir... Belki bir gün... — Hayır. Ihtimali yok Vahide... Öpüşüp (ayrıldılar... (Sabiha, z başı yere eğilmiş, ağlıyarak uzaklaştı. Nakili: (Vâ - Nü) | çalışmasını bir türlü hazmedemi- | yenler hâlâ mevcut. Meselâ ben, | çalışmıya başladıktan sonra eski ahpaplarımla selâmı sabahı kes- tim. ş “Sizinle de selâmı sabahı kes- men lâzım gelecek mi? Eğer| böyleyse, kendime bir kere daha | acımaktan başka çarem kalmaz. Beyza Cevap çabuk geldi : Hidayetten Beyzaya “ Çalışlığınzı adresinizden bili- yordum. Bunu yazmağa çekiniyor | muydunuz? Çalışıyorsunuz deye sizi her görenlere selâm verme- mekle ne iyi etmişsiniz! Öylelerine yapılacak muamele bundan iba- rettir. Onlar zaten selâm veril meğe değmez insanlarmış. a (Bitmedi) |