26 Nisan 1932 Tefrika No. 43 Sahife 9 26 Nisan 1932 SEBA MELİKESİ | BELES Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Sam, kabile arasında cesaretile meşhur bir deli- kanlı imiş... Bir gün iftiraya uğramış.. Cellat boynunu vuracağı sırada Belkıs yetişmiş ve onu idamdan kurtarmış. Hint şairi Yatuma bir kitabe- nin altına şu satırları kaydetmiş: “ Belkıs, tabiatin yarattığı son mucizelerden biridir. Onun Seba- dan Jerüzaleme giderken, altı aylık yolu nasıl katettiğini ve bir müddet sonra bu yoldan Ye- mene nasıl döndüğünü Kurandan başka hiç bir kitap bahsetmiyor. Hazreti Süleymanın cinleri, Bel- kısı, bir anda Kudüsten Sebaya uçurdularsa; hayvanlarla konu- şan Beni İsrail hükümdarı, Efra- yim sülâlesinin isyanına karşı bu kuvveti neden istimal etme- diğine hayret etmeliyiz. Hakikat şudur ki: Beni İsraili teshir eden hazreti Süleymanın mucizeleri karşısında, Seba melikesi, en ufak bir hayret ve incizap eseri göstermemiş ve daima başı yu- karıda gezmiştir., Gerek Yatumanın tetkikatı, gerekse hazreti Süleymanın itira- fatı, tarihin karanlık kalmış bir safhasını aydınlatıyor. Belkıs, yalnız bir romanın, bir milletin kahramanı değil, kendi- sinin açup yine kendisinin kapa- dığı bir devrin hem de fevkalbeşer tanınmış bir şahsiyet idi. Hüseyinle konuşurken, onun ismini teleffüz etmemek âdeta bir itiyat hâlını aldı. Zavallı Meli- kenin ruhu, Sebaliların iddia ettik- leri gibi, hakikaten hâlâ yaşıyor ve dolaşıyorsa, talisizliğine kim bilir ne kadar müteessir ola- caktır. Yirmi beş asır mukaddem bütün dünyanın hürmet ve tak- dirle babs ettiği bir kadının, bugün ismi geçtigi yerde ânibir felâket beklenmesi ne kadar garip bir itikattır. Muhakkak olan bir nokta varsa, bu itikadı, bir takım tesa- düflerin kökleşdirmiş olmasıdır. ve .. Sebada (Belkıs) ın ceddi, kabi- leler arasında âdil bir hükümet tesisine lüzum görmüştü. Kahtani- ler bu havalide lüzumundan çok fazla cenk ve cidale mütemayil olduklarından, kabail beyninde huzur ve sükün yoktu. Kahtan, Yemende adaletle mev- suf ve reayasına karşı samahatile maruf idi. Kahtanın torunu Abit Şemis bu seyahata tamamile sadık kala- madığı için Yemen ahalisi ihtilâl- den ihtilâle düşüyor, kabileler arasında muharebe eksik olmu- yordu. Sabahleyin vaktinde ouyanıp kahvaltı etmeyen bir midenin çileği görüp te dayanmasına kân var mıdır? Afacan, açık eflâtun pijamasına sarınıp kendini mutfağa attı, Şayeste kalfa sağını solunu şa- şırmıştı. Telâş içindeydi. Belma, tüyleri yolunmuş bir düzüne pilicin yanında duran bir şampanya şişesi gördü. Emretti: — Dadı, şu şişeyi aç!. Bardağı doldur!.. Bir avuç da çilek ver! Şayestenin bütün cinleri başına çıktı: — Hap deli, hup deli, bir ev halkı hep deli! Kırk yıldır şu evdeyim, gâvur icatlarına alışama- dım gitti.. Kızım sen zati içme- (Belkis) in obabasi (o Şercübeyl Sebada (Yemen padişahı) ünvanile icrayı hükümet ederken, kabileler arasında gittikçe artan geçimsizlik yüzünden hergün bir ibtilâl, her gün bir muharebe vukubulmağa başlamıştı. Yemende ilk defa hükümdar- lığını ilân eden Kahtan Bin Âbi- rin namı, Kahtaniye devletinin inkırazına kadar hürmetle yad- edilmiş. Kahtan, Hazreti Nuhun son erkek evladı olduğundan, halk tarafından çok sevilmişti. Belkis, ecdadının bıraktığı iyi tesirleri canlandırmağa azmederek daha babası saltanat mevkiinde iken, halkla temas etmeğe baş- lamış. Ğ Bir gün, Maarip'de (Seba şeh- rinin bina edildiği yer) Sam isminde bir delikanlıyı düşmana yardım ediyor diye yakalamışlar, padişahın huzuruna getirmişler. Tahtında azametle oturan Şercül- beyi, delikanlıya sormuş: — Seni düşmana yardım et- mekle ittiham ediyorlar, doğru mudur ? Sam başile tasdik ederek : — Evet doğrudur... demiş. Hükümdar emretmiş : — O halde bu idam ediniz | Sam, hükümdarın huzurundan çıkarken: — Ben hain değilim... Diye bağırmış. Delikanlıyı, kollarını bağlıyarak adalet: meydanına götürmüşler. O sabah, Belkısın kapısı çalın- mış.. Ak saçlı bir kadın bacakla- rını sürükliyerek yere kapanmış: — Dabhilek, oğlumu kurtarın | - demiş. - Düşman denilen kimse, oğlumun babasıdır. Sam memle- ketini padişahtan fazla sever. Belkıs ihtiyar kadının göz yaş- larına tahammül edememiş. Samın masumiyetini öğrenince, derhal atına binerek, delikanlının idam edileceği mahalle koşmuş. O esnada (Sam)ı başından vurmak üzere yere yatırmışlar.. Cellât palasını çekmiş.. Seyirci- ler - memleketin âdeti veçhile - ölüm şarkısı terennüm ederlerken, Belkıs atını sürerek kalabalığı yarmış ve yüksek sesile haykır- mağa başlamış: — Babasına yardım eden bir insana ne yapılır? haini derhal den sarhoşsun, şu frengin köpüklü zehirini rahat bırak.. Bırak da gece onu içenler cinlensinler! Hay- di odana haydi!. Belma öfkesini bir omuz silkişle dağıttı. Odasına gitti. Amma velâkin sofra başında dadısından intikam aldı. Ağzına şampanya koymadı: Safi şarap içti. Şarap içtikçe de öyle keyifleni- yordu ki... Canı ağaçlara tırman- mak istiyordu... Hidayet, Mürüvvet hanım ve kocası, açık bir otomobile binmiş- ler Veysi beylere gidiyorlardı. Hidayet, arkaya doğru gömül- müş, kardeşine dayanmış, Belma'yı * 26 Nisan 1932 Küçük Hanımın Kısmeti İ Selâmi İzzet Her akşam bir hikâye — Nerelerdesin, Ulvi? Her halde buradan çok uzaktasın, değil mi? Hangi âlemlerdesin? Bu sual üzerine Ulvi yavaşça titredi. Rüyasından ayrıldı. Dalğın- liğının epice uzun sürdüğünün şimdi, kendide farkına varmıştı! Karısı, karşısında oturuyordu. İnce yüzünde hiçte neşeli olmi- yan bir tebessüm vardı. Erkek azıcık kızardığını hissetti. Ne düşün- d ü, kimi ve nerede tahayyül ettiğini karısına itiraf edemezdi, ha- yır! Karısı Madelet'in yanındayken ona karşı bu derece bigânelik ettiğine mahçup oldu. Karısı, asla ondan şüphe etmezdi ki.. Tabii olmayan bir tebessümle güldü. i — Nerelere mi dalmıştım, Madelet'çiğim?., oBanger Hadi beyi düşünüyordum. Biliyorsun ki, onunla büyük bir muamelem var. Ona söyliyeceklerimi dimağımda hazirlayordum. Sönmüş sigarasını tablanın içinde ezdi. Kahvesini büyük yudumlarla içiyor gibi yaptı. Halbuki fincan çokdan boştu. Ayağa kalktı. — Saat iki buçuk... Gidiyorum. — Hemen mi? — Evet.. pekçok işim var. Sonra, Hadi bey meselesini de biliyorsun — Biliyorum... Fakat ben bu- gün doktor Kemal beylerin çayına gidiyorum. Gelde oradan beni al... Eskiden gelir alırdın, ne hoşuma girderdi. Bugün yine gel... gelir- sen pek makbulime geçecek. Yavrucuğum. o Gelemem zannediyorum. Hadi bey, beni akşam yemeği zamanına kadar alıkoyacak... Hülâsa gelemem... bayır, hayır... Bekleme. — Gelseydin ne iyi Ben sevinecektim. — Canım, manasızlık etme, Madelet! Hem ne oluyorsun kuzum ?.. Haydi, beni kucakla, öp! Allaha ısmarladık. olacaktı. Dimağı hayli meşgul bir halde evden çıktı. Nm Bu suale bir ağızdan cevap vermişler: — Taltif edilir... Belkıs, Sam'ı kurtarmış ve o günden sonra meşhur olmuş. — Birinci kısmın sonu — (Arkası var) Yarın SEBA MELiKESİi BELKIS Tefrikamızın ikinci ve tarihi kısmına başlıyoruz. gözlerinde canlandırıyor, ablasına ondan bahsediyordu: — Nikâh günü, hayatının dönüm noktası olduğunu ona anlattım ablâ. “ Hayat arkadaşlığı ,, ndan “ karşılıklı vazifeler , den “ aile yuvası ,, nın ne demek olduğun- dan bahsettim. Gözlerini, güzel gözlerini gözlerimden ayırmıyarak | beni dinliyordu. Hattâ sözü aşka İ bile intikal ettirdim. Ilk defa olarak kirpiklerini kırpmadı. Söz- | lerimin kıymetini, istikbalin mesu- | liyetini idrak ediyordu. Gençkızın kalbinde, kadınlığın o olgunluğu | beliriyordu. Sustu. Gırtlağı, heyecandan kurumuş, kuraklıktan düğümlen- mişti. | Gayesi, bu gençkız yüreğinde i sevdayı uyandırmaktı. Belma'da | asıl sevdiği şey safiyetti. Ilk aşkı | İ ona kendisi tattıracaktı. Belma'nın hayat hocası olacaktı. En esaslı cihet... | dayet beyle evlenmeğe Karısının teklifini reddettiği için, kalbinde müphem bir iztırap duyuyordu. Altı sene evvel evlen- dikleri zaman bu kadına karşı hissettiği aşkı artık hissetmiyordu. Şimdi Madelet'e karşi ancak şefkat duyuyordu. Şefkat, fakat, sağlam bir şefkat. Halbuki, genç kadın, kocasını nasıl da seviyordu. Ona öyle bağlıydı, öyle mutidi ki... Onu kendine lâzımı (gayrı mufarik biliyordu. Kendi de fazilet ve dostluğile Ulvi'nin hayatını güzel- leştiriyordu. Ulvi bunları döşünüyordu, ka- rısını üzdüğü, rencide ettiği için acınıyordu. Fakat, Madelet'in de üzülüp rencide olmasına ne mana vardı? Mademki hakikati bilmiyordu... Öyle değilmi ya ?.. Şüphesiz, Ulvi, epice bir za- mandır karısını ihmal etmişti. Lâkin, Madelet, onun bu ihmalini işlerinin çokluğundan dolayı sanı- yordu. Öyleyse, o da mantıklı davranmalı değilmiydi ya? Dımağını Madelet'le bu derece oyalamağı kâfi buldu. Ulvi, artık başka meseleler düşünmeğe baş- ladı. Dımağı, artık, demin Madele- tin yanında düşündüğü fikri sa- bitle meşgul olmağa başlamıştı. Acaba, bugün Saliha, oşeytani Saliha, kendisine karşı nasıl bir hattıhareket (o takip (edecekti? Yoksa aksilik çıkaracak, Ülvinin yüzüne bakmıyacakmıydı? Acaba Saliha onu cidden sevi- yormiydi, yoksa onunla oynayor- mıydı? Hayır, hayır! seviyordu şüphesiz. Gerçi, Saliha gençti, cazipti, güzeldi, herkesin tanıdığı kadın- dandı, serbestti, muvaffakiyetten muvaffakiyete uçmuştu. Lâkin, ilk tesadüf ettikleri günden itiba- ren ona karşı hassas olduğunu tavırları, hareketlerile belli etme- mişmiydi? Ve Ulvi, bu kadının damına derhal Odüşmüştü. İlk puseler, sonra randevular... Biri birlerini velyetmişlerdi... Ulvi şimdi tayin edemiyordu: Bu kadınla bir senedenberi devam eden münasebetleri ona saadet mi, felâket mi getirmişti? Yalnız tayin ettiği bir cihet vardır ki, oda, bu randevuları daima sabırsızlıkla, dört gözle beklerdi. Onca dünyada haizi ehemmiyet olan, sade bu tanvular gibiydi ! Oraya biraz geç kal- maktan ödü patlıyordu. Ulvi, bir taksiye bindi. Banker Hadi beyin evine gitti. Bu adamla sahiden de kısa bir randevusu vardı. Oradan çıktıktan sonra başka bir işini daha gördü. Sonra, saat dörde doğru, kocaman bir apartımanın zemin katındaki kü- çük daireye girdi. Saliha'yle bir- © Buna kanidi. Memnundu. Mürüvvet kanım bu sevincini gursağında bıraktı; — Acaba söylediklerini dinli- yor muydu, yoksa başka şey mi düşünüyordu? — Amma yaptın ablâ! Mürüvvet hanım kardeşini fazla müteessir etmek istemedi. Sustu. © .. Belma onları, zincirden boşan- mış bir deli gibi karşıladı. Hida- yetin ablası, yarı ciddi, yarı şaka: — Afacan, dedi, bu afacanlık- tan vazgeçmiyecek misin? — Katiyen.. Ciddiyetten nefret | ederim. Mürüvvet hanımın kocası başını salladı: — Yakında nikâh memuru: “Belma hanımefendi, Hut Hi- razı mi sınız ?,, dediği zaman bakın nasıl ciddileşirsiniz ... Afacanın gözleri dört açıldı: am aa 00 leşmek için, muştu. Daire alelâde döşenmiş bir ev olmakla (beraber, genç kadın içeriye girdiği vakit derhal mana ve güzellik kesbediveriyor: Ulvi'nin nazarında cenneti âlâ oluveriyordu. Bekledi, bekledi. Saliha, ogün ancak saat beşi otuz beş geçe geldi; Ulviye, o günkü randevularının pek parlak olma- yacağını derhal anlattı. Genç kadın onu öpmedi bile... Mantosile şapkasını da çıkarmadı. Nezaketsizlikle : — A... Azizim... Bir kaç dakika geç kaldım diye kafa tulma rica ederim... Sen de çoğa varıyor- sun artık... - diyerekten çıkışmağa başladı. - Bizim (münasebetimiz nevinden münasebetler esaret ha- line girmemelidir, Şayet sana söyli- yecek bir şeyim olmasaydı, bugün buraya hiç de gelmiyecektim. Söyliyeceğim işte: yarın seyahate çıkıyorum. Ulvi, yerinden sıçradı. Yarın seyahate mi çıkıyorsun? Nasıl yarın? Nasıl seyahata? Bas bayağı yarın! bas bayağı seyahate! Arkadaşlarım beni da- vet ediyorlar. Bu meseleden size daha evel bahsetmemişmiydim? — Hayır.. Fakat sen delimisin Salihal.. Fakat.. — Azizim! sanmayınızki, sizinle burada birleşmek saadetine hasrı vücut etmek için seyahat zevkin- den kendimi mahrum bırakacağım. Ben, değişiklikler severim. Hüri- yete bayılırım. Şimdiye kadar dünyada hiç kimse beni bağlaya- madı. Sakın seyahatıma mani olmağa isterimki kalkışmayınız! — Saliha seni seviyorum... De- lice seviyorum... Sensiz yaşamam... Sensiz ne olurum ben!... Ayakla- rının altını öpeyim gitme... Erkek ümitsizlik içinde titre- yordu. | Genç kadının kollarını tutmak için bir iki adım attı. Saliha uzaklaştı. (Yarın bitecek) Nakili: (Hatice Süreyya) »x Diş tabipleri cemiyetinden: 29/4/932 cuma günü saat 10 da halkevinde Oumumi içtimamız aktedilecreğinden o meslekdaşların teşrifleri hassaten rica olunur. Ruzname: 1 - Idare heyeti rapor ve hesabatı, 2 - Mürakıp rapor ve intihabı, 3 - Milli diş tababeti kongresi. işte burasını tut- Bugün de Diyorlarki... Edebiyat Anketleri Muharriri: Hikmet Feridun Neşreden : Remzi kütüphanesi "Yakında çıkıyor — Hut da nedir? — Hidayetin göbek ismi. Hidayet gölümsedi: Çirkin amma ne yapayım. Kabahat merhum amcamda. Ma- lumya göbek isimleri bir peygam- ber ismi olur. Amcam da kimse koymuyor, orijinal olur diye is- mimi Hut koymuş. Dördüncü peygamberin ismi: Adem, Idris, Nuh, Hut... Afacanın kanı fıkır fıkır kay- namaya başladı. Damarları parmak kalınlığında şişti : — Berbat bir isim bu... Hem bu işte yalancılık, sahtekârlık var. Bunu bana ilk günü söylemeli idiniz. Ben nufus kâğıdında Hut yazılı biri ile cihan bir araya gelse evlenemem| Belma bütün bunları lâf olsun diye söylüyordu. Hidayetle ev- lenmek için can atıyordu. Düşü- nün, evlenince karışanı görüşeni olmıyaçaktı. ( Arkası var)