26 Nisan 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

26 Nisan 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sahife 6 Haydarpşa istasyonunda br? saab “Aman hanım sesli dolma olur mu? Sesli yemeği de yeni işittim!, Yemek sepetinin kapağı açıldı, içinden bir Ankara lke tarladı... Saat ona beş var... Haydar paşa garı gittikce İlel balıllaşıyör, Ankara treni geliyor... Bu kalaba- lık trendeki bildik, tanıdık, ahbap | ve akraba yolcuları bekleyenler... ibtiyar bir adam, gözlerinin içi, velfecri okuyan bir küçüğün elin- den tutmuş tren vaktine kadar garı gezdiriyor. Trenler, buhar kuvveti, ovağonlar (o lokomotifler bakkında (Oyaramaza (o malümatı müfide veriyor... Fakat torun bey bunlarla zerre kadar (meşgul değil.. Bir aralık durup dururken sordu: — Büyük baba... Büyük arnem bana Ankaradan ne getirecek?. — Bal yavrum.. Ankara balı.. Büyük baba Ankaranın balı hakkındada izahat vermeğe kalkı- şırken küçük birdenbire parmağile biraz uzağı göstererek bağırdı: — Büyük baba, büyük baba.. Şu adama bak, başına soba borusu giymiş. Büyük baba çocuğun bu ceha- letine kızdı: — O soba borusu değil, silindir silindir şapka.. Hakikaten bir az ileride garip kiyafetli bir genç vardı.. Ayağında sarı iskarpinler, üstünde ceketi açık lâcivert, pantalonu kurşuni bir bir silindir şapkası.. Garda aşağı yukarı dolaşıyor.. Büyük baba hayat bilgisi etrafında mahdum beyi daha ziyade tenvir etti: — Bugenç muhakkak dairesinin müdürünü bekleyor. Silindir şap- kayı onun için giymiş.. — Neden amma.. Bu boru şap- kadan başka şapka) giymeden gelemez mi?. Işte büyük baba buna cevap ver- medi. Fakat torununa hapt olmakta istemedi. Birşey uydurverdi: — Müdür bey bu boruyu ba- şından alıp öttürecek te ondan.. — Haaa iyi.. Şimdi anladım.. Nihayet çok uzaktan bir tren sesi işidildi. Bir kondüktör. Içerde intizar salonlarında ve istasyon büfesinde bekleyenlere haber ver- mek için bağırdı: — Haydi, posta geliyor... Garın dış tarafı tamamile dol- muştu. Lokomotif gözüktü, her- kesin yüzüdeki hatlar gerildi. Gözler güldü. Tren aheste aheste istasyonun Oo önünde durdu.. Bekliyenler trenin arka tarafına, ön tarafına doğru koşuşuyorlar.. Vağonların penceresinden içeriye bakıp , yolcularını bir an evvel görmek istiyorlar.. Görünce he- men vagon kapısından içeriye dalıyorlar... Fakat herkesten evvel trene atlıyan hamallar.. Bazıları Pendikten mi binmiş bilmem ki trenler beraber geldiler. Vağon- ları fırıl fırıl dolaşıyorlar. Her yolcunun önünde duruyor lar, kü- çük bir çanta olsa eşyalarını işaret edip bağırıyorlar: — Götürelim.. Bey götürelim. Hamal var.. Büyük baba ile torun nihayet yolcularını buldular. Ihtiyar bir hanım anne olacak .. oKuzguni bir dadı.. Bir genç kadın.. Gelin hanım.. Sarmaş, dolaş, kucaklaş- mışlar.. Kuzguni dadının elinde beyaz, dört köşe bir yemek sepeti, sepetin içinden mütemadiyen bir ses geliyor: elbise, başında da pırıl pırıl * Istasyonda yolculara: “Götürelimi,, diye bağıran bir hamal, tren istasyona yaklaşırken.. — Mıyav.. Mıyav.. Miyav.. Arap bacının arkasında gözleri şehlâ bir kondüktör takip ediyor ve kedi mıyavladıkça memur ef.: — Hanım.. Hanım Ankaradan beri seninle uğraşacak değilim.. Şu hayvanin biletini al. Yoksa zabıt varakası tanzim ederim.. Gel istasyon binasına bakalım. Büyükhanım' hiddetli hiddetli: — Ayol ne hayvanı 0?.. Yemek yemek.. Dolma vallahi. Kondüktörün gözleri büsbütün şaşılaştı: — Aman hanım.. Sesli dolma olur mu?.. Sesli yemegi de yeni işittim.. Canım o kedi. Gece vağonları teftiş ederken sepetten başını çıkarmış, gözleri makas fenerleri gibi pırıl pırıl yanıyordu.. Al şunun biletini.. — Haydi haydi senin gözlerin onu fener görmüştür. İşte bu esnada bir harika oldu.. Sepetin kapağı kopup açıldı.. Içinden kos kocaman, tüylü bir Ankara kedisi dışarı fırladı.. Ka- labalıktan, gürültüden ürkmüş vağonlardan birinin üstüne tır- mandı.. Vağonların damında koş- mağa başladı.. O zaman, büyük hanım feryadı bastı: — Eyvahlar olsun a dostlar.. Ta Ankaralardan buraya getir- dim.. Nadide kedidir.. Tutun şunu biraz evvelki muhavereyi işitenler güldüler: — Sesli havalandı... Kondüktör efendi obüsbütün kızdı : — Habh.. Şimdi işte zabıt vara- kasını imzalıyacaksınz. — Aaa.. Neden ben imzalıya- cakmışım!.. Git kediye imzalat.. Kediden ümidi birlikte ümidi kestiler.. Büyük peder kendisine (Eskişehirden ağızlık getirip getirmediklerini , torun bey de balın hangi sepette kesince hep Atşam olduğunu sordu. Büyük hanım onlardan evyel atıldı : — Ayol yeni tuttuğunuz evin gusülhanesi var mı ?.. Torun bey buna cevap verdi: — Yok amma.. Abdeshanesi alafranga... Vay sen misin bunu Büyük hanım: — Dünyada oturmam, dünyada.. Ayol o abdeshaneye her girdikçe gusül abdesti almak çamaşır de- gişmek ister.. Yapamam.. Biraz sonra bunada aklı yattı ve dalgınlıkla sordu: — Otobüse yakın mı?. Sahi.. Burada tramvay var.. ie Hikmet Feridun | işsizlere iş Avrupayı baştan başa kat| edecek bir şose yapılacak söyleyen? Haa.. Geçen sene beynelmilel otomo- bil yolları kongresi ilk defa Ce- nevrede toplanmış idi. Ikinci kongre şimdi Milanda toplanmış- tır. Kongrede M. Albert Tomas'ın beynelmilel mesai bürosu namına yapmış olduğu teklif müzakere edilmiştir. Bu teklif o Avrupadaki işsizliği tahfif için Avrupayı baş- tan başa kat edecek yollar şebekesinin vücuda getirilmesine dairdir. Bu şebekeye plâna göre 9.000 mil dair hazırlanan yolların uzunluğu olaçaktır. o Masraf 4,200,000,000 altın frank yani 168,000,000 altın İngiliz lirası tahmin edilmiştir. Bu şebekenin inşasına başlandığı vakit ilk senede 180,000 ve ikinci sene 468,000 ve üçüncü sene 560,000 ve dör- düncü sene 655,000 ve beşinci yani son senede 655,555 kişi 200 gün çalışacaktır. Bu yolların mali ciheti ker sene | Avrupada sarfolunan 10 milyar litre banzin üzerine 3 yabut 4 santim bir vergi konmak suretile temin edilecektir. Bu resim 15 sened& umum masarifi kapatabilecektir. “ Vehbi beyle bir saat.. 26 Nisan 1932 — Aşkın iktisadiyatla sıkı bir alâkası vardır Iktisatçıların hayatında aşk mühim roller oynamıştır “Iktisatçı!,, diyince gözümüzün önünde kalb işlerinden uzak, gönül meselelerine lâkayt, maddi, para ve işten başka hiçbir bir şey düşünmiyen bir adam gelir. Halbuki Ticaret odası umumi kâtibi hiç te böyle değildir. Vehbi beyin gözlerinde bir ikti- | satçı kuruluğu değil, kalb ve aşk şairi Müsenin gözlerindeki derinlik vardır. Onu Istanbulun “Woll Street, inde 4 düncü Vakıf ha- nındaki odasındaki her zamanki işleri arasında buldum.. Ilk sua- limi sordum: — Aşk?. Şimdiye kadar afyon, tiftik, pamuk, şeker, kahve, fasulye, fiat, arz, talep gihi kelimelerden başka hiç bir şey işitmemiş olan odanın dört duvarı kim bilir bu sualime ne kadar hayret etmiştir. — Vallahi iktisatcı tipi zanne- dildiği gibi kuru, kalb işlerinden uzak iktisadiyatçı olamaz. Iktisatçı vakıa maddidir. Feylesof gibi, şair gibi gözlerini semaya ve ma- veraya çevirmemiştir. Fakat bir iktisatçı menşeini her halde felse- feden alır. Bu itibarla düşünen, tasavvur eden ve meçhulü aydın- latmak isteyen bir iktisatçı aşka çok yakındır. Zaten dikkat ederseniz büyük iktisatçıların hayatlarında aşkın pek mühim roller oynadığını gö- rürsünüz. Meselâ Marks bile sev- mişti.. Aşkı inkâr edemeyiz, aşk insanlar için en sihirli, en cazibeli bir kudrettir.. Bu üç harflik kelime hayatımda büyük roller oynamıştır. Bu ke- lime bana büyük bir heyecan ve istirap verir. 15 yaşında sevdim. Bugün tanımadığım ve o zaman da tanıyamadığım bir genç kız.. Gözlerini seviyorum.. Göztepeye gidip gelirken trende görmüştüm. Bir çok aylarımı oyaladı... Sonra “Şamı,, da severim. Ikinci aşkım.. Türk mahalesinde oturuyorduk. Karşımızdaki evin bir kızı vardı. İsmini biliyordum amma söylemem. Bu aşk daha uzun sürdü. Sevdim ve evlendim. Sevgili öldü ve ben yıkıldım. Hayatı yeni bir heyecanla - ki siz buna aşk diyorsunuz - kur- makla kazandım. Görüyorsunuzki iktisatçı (Okalble pek yakından alâkası olan bir adamdır. Aşkla iktisadın münasebeti vardır. Fel- sefe dolayısile size aşkı iktisadi manasile izah edeyim: Ben varım ve kadın var.. Ayrı ayrı yaşamamız çok müşkül.. Ya- şamamız, için ben ona, o bana mühtaciz. Kuvvetlerimizi birleştir- meliyiz.. İşte iktisat kadar aşkı terviç eden bir şey olamaz.. Sonra yalnız iktisatcılar deyil, bütün inkilâbçılar da sevmiştir. Mehmet Ayşeyi sevmiştir. Napali- yon da sevmişti. Ve onlar kuvvet- lerini bu aşklardan almışlardı. Aşka dair epice konuştuktan sonra eğlence hayatından, sinema- dan ve saireden bahsettik; Kadıköyünde ( oturduğum için yeni sinema cereyanlarını yakından takip edemeyorum. Hattâ artistlerin isimlerini bile çok defa birbirine karıştırdım. Alman film- leri hoşuma gider, Richar Taube- r'in filmlerini tatlı tatlı seyireder ve dinlerim. Kadın artistlerinde Jannet Mac Donald pek hoşuma gider. Tanan ve sehar bir sesi var. Haaaa bakın onu söyliyeyim.. Kuru iktisadiyatçı tipine sosyete- lerde bürünürüm. Balolar beni sıkar. Sosyete hayatından muhte- riz ve müctenibim, Kelabalıktan hoşlanmam. Merasim etiket bil- mediğim için çok sıkılırım, utanı- rım. Bir pot kıracağım diye mütereddit hareket ederim... En büyük zavklerimden biri de okumaktır. Gençliğimde pek çok roman okudum. Şimdi de okurum. Okuduğum romanlar içinde Maksim Gorkinin “Ana,si, Tolistoyi'nin Anna Karenini rimde büyük bir intiba bırakmıştır. Bizim romancılarımızdan Suat Derviş hanımın eserlerini incizapla okumuşumdur. Kendisinin roman- larında, satırlar arasında kadın kalbinin çarptığı his ediliyor.. Reşat Nuri beyin romanlarınıda beğenirim. — Şimdi 15 yaşında. olsanız hanği mesleki intihap ederdiniz? — Onbeş yaşında idim. Babam beni doktor yapmak istemişti. Hattâ benden habersiz tıbbiyeys kaydımıda yaptırmak istemişti. Ağladım, sızladım. Ben idare iş- lerini pek beğeniyordum. Milkiye- ye girmek” istedim: Kaymakam, vali olmak isteyordum. Fakat Milkiyenin imtihanlarına girmeğe - ne yalan söyleyeyim - korkdum daha kolay olan hukuka girdim. Bugün mülkiyeye girmediğime nadim değilim. Fakat babamın gösterdiği yola sapsaydım, yani doktor . olsaydım belki daha iyi olurdu. On beş yaşında olsaydım. Galatasaray gibi bir: mektebe girer iyi-lisan - öğrenirdim. O za- manlarda böyle bir mektebi tisti- yordum. Fakat babam mesleki ilmiye mensupları, dersuamdi. Be- nim bu arzumu muvafık görmedi. Bunun acısını elân çekerim. Hukuk tahsilimi bitirdim. Kırşehire (o Müddei umumi tayin edildim. Çok genç- tim. Vazifemden ürktüm ve Kır şehre gitmedim, eğer kalsaydım, e- 20 yaşında şimdi arkadaşlarım gibi temyiz mahkemesine aza olurdum. Sonra Emrullah efendinin Maarif nezareti zamanında Edirne lisesine iktisat hocası oldum. a Aylık abone 150 kuruş Muhterem karilerimize kolaylık Kerileriımizden arzu edenler 150 kuruş mukabilinde gaze- için temize bir ay abone olabileceklerdir. Gazetemize bir aylık abone kaydedilecek muhterem ' oku- yucularımızdan ricamız: 150 kuruştan ibaret, olan abone ücretini o müddetlerinin. hilamından evvel ve vakti zamanında idaremize göndermek. Aksi takdirde gazete irsalâtında oteahhur vukubulur ki bunu muhterem Kari'lerimizin de arzu elımiyecekleriiden eminiz.

Bu sayıdan diğer sayfalar: