A erer. 25 Nisan 1932 Sahife 9 Teirika No. 42 — 25 Nisan 1932 | SEBA MELİKESİ | BELES Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Seba harabelerinde, tarihin kaydetmediği hadiseleri öğreniyordum. Hazreti Süleyman'ın, babası (Davud) un ayağını nasıl kaydırdığını, iki bin senelik bir Jkitabede okudum... Hüseyin biraz daha geriledi: — Yâ efendi, dedi, demek ki siz benden şüphelendiniz, öyle mi? Muhafıza mahcubiye- timi hisettirmemeğe ça- lışarak cevap verdim: Hayır, senden şüphelenmedim. Fakat bu tılsımlı taş, senin bana sadakatini gös- terdi. Ve kollarımı açarak Hüseyinin boynuna sa- rıldım.. Alnından öptüm. — Benim sana ken- dimden fazla itimadım vardır, Hüseyin! Esrarını keşfedeme- diğim bu konuşan taşın yanından uzaklaştık. Harabeler (arasında muhafızımla (o beraber dolaşıyorduk. Her memlekette ço- cuk masallarına mevzu teşkil eden (Cinler pa- dişahı) nın tahtı önünde, Hüseyin bana dedi ki: —Artık Seba'nın esrarını - aşağı yukarı - keşfettiniz (demektir. Bundan sonra, umumi harp bitinceye kadar burada tetki- katla vakit geçirebilirsiniz! (Ölüm geçidi) ndeki top bizde ol dukça bu tehlikeli (o boğaza hakimiz. Şeyh Abdurrahman beni elde etmek ve bu süretle ölüm geçidine hâkim olmak istemişti. Fakat, ben efendisine sadık kalan bir köpek sadakatiyle, (bütün müracaatları reddettim. Benden şüphe ettiğiniz zaman derhal bu tılısımlı taşa gelir ve her hakikatı öğrenebilirsiniz! o Haydi, şimdi kalemize gidip yemek yiyelim. * .. Hüseyinin, para ile satın alına- mıyacak kadar metin ve sadık bir arkakadaş olduğunu anlayınca geniş bir nefes almıştım. Güneş tepemizde kaynıyordu. Sanki cehennemin kapıları açık mış ta etrafımızı baştan başa ateş kaplamıştı. Hava o derece sıcak- tı ki, çadrımızın önünden sarı alev dalgalarının aktığını görü- yorduk. Seba harabeleri arasında Hü- seyin gibi zeki ve sevimli bir arkadaşle vakıt geçirmek benim için her zaman ele geçer bir sa- adet değildi. Belkıs devrinde Mısırdan gelen bir kafile (Seba) da yeni bir pazar kurmuştu Artık, tamamile dağların adamı olmuştum. Bütün emelim, Hüseyini rencide etmemek; onu hoş tutmaktı. * “. San'adan Bel/kıs devrine ait bir- çok kitap getirttim. Gerek bu kitaplar, gerek bu- radaki harabeler ve dillerde do- laşan efsaneler, beni © devrin tarihini tetkike sevk etti. Bilhassa (Belkis) in buradan (o (Kudüs) e gidişi.. ve hazreti Süleymanla iz- divaç edişi.. Bütün bunları öğren- mek ve kayıt etmek, Sebadaki kazançlarımın en mühimmi olacak. Hazreti Süleyman, babası Da- vudun ayağını kaydırarak, elinden aldığı taç ve tahtına otuz sene nasıl sahip olduğunu, tarih kitap- larından ziyade buradaki kitabe- lerden öğreniyorum. Hint Şairi Yatumanın burada metruk kalan hatıratından da istifade etmek imkânını buldum: Hüseyin OHüdeydede oturduğu müddetçe Hintlilerden bu lisanı okuyup konuşmasını öğrenmiş. Yatuma bir eserinde (Belkis)- den bahsederken: “Bu esrarengiz kadın hakkında tarihin kaydettiği malümat çok yanlış ve eksiktir. Belkıs, şim- diye kadar yer yüzünde saltanat Ah, evet efendim... Güzel göz- ler... Çok güzel gözler... Kos kocaman... Harıkulade şeyler... Tahrirli elâ... Kirpikler kıvrım | kıvrım... o Yaradılıştan sürmeli, | kudretten rimelli!... Mutlaka bes- tekâr ve şair Asım Yesari bey bütün Türkiyede meşhur olan: Aman allah gözlere bak gözlere... Şarkısını bu gözler için çıkar- mış olacak!.. Bahsettiğimiz bu emsalsiz gzöler Feriha hanım efendinindir. Feriha hanım efendinin kim olduğunu mu merak ediyorsunuz? Adnan beyin karısı, canım! Adnan bey ise, kıskançlıkla meşhur olan Adnan beydir! Karı- sına bayılıyor, ayılıyor; ve onu, gözleri güzel diye ortaya çıkarmak istemiyor. “Güzele bakmak savap- dır!,, derler. Âlem, !bu güzel göz- lere bakup savaba girecek; lâkin Adnan bey mani oluyor. Karısını süren hükümdarların en cesuru ve en akıllısıdır. Seba melikesi o kadar çok akıllı ve müdebbir, zeki ve cesur bir kadındı ki, hazreti Süleyman bile onun zekâ ve cesaretinden korktu. Onu, Kudüste misafiri bulunduğu müd- detçe bütün oodalıklarının ve misafirlerinin fevkinde tuttu. En güzel ve sehhar kızların bile ayağına eğilmiyen Beni İsrail hükümdarı, Seba melikesi kar- şısında iradesini (kaybederek: “ Bütün emirlerinizi derhal ve bilâ tereddüt ifa edeceğim. Fakat, bir şartla: Gözlerimin içine, beni yakacak ve eritecek bir kudret ve kuvvetle bakmayınız!,, demişti. Belkıs Kudüste - eger isteseydi - hazreti Süleymanın taç ve tahtını kolaylıkla elde edebilirdi. Diyor. Hint şairinin başlayıp edemediği eserlerden biri de, Hazreti Süleymanın Sur kralı Hiram ile dostlığı etrafında do- laşan efsanelerdir. Hazreti Süleymanın bayatta iki erkek dostu varmış: Biri Sur kralı, diğeri de Mısır Fıravnı. Bunlar vasıtasile ecnebi mües- sesatının ve ecnebi cfkârının Beni Israil arasına girmesine yardım eden Hazreti Süleyman, Kudüste ecnebilerle derin bir dostluk te- sisine muvaffak olmuş. Bir gün Fıravnun gönderdiği cariyelerden biri Mısırdan Kudüse geldiği zaman: “Çok karanlık memleket... ,, diyerek * ağlamağa başlamış. İşte bu söz, Kudüste, Hazreti Süleymana yeni ve muh- teşem bir saray yaptırtmış.. Ve Beni İsrailin inkırazına sebep olmuş. (Arkası var) itmam KCK İYİKİ kimseye göstermemek için elinden geleni ardına koymayor! Onu bin dürlü behaneyle evde alıkoyuyor. Zira, ne zaman beraber s0- kağa oçıksalar, Adnan bey şunun farkına varıyor: (o Gelen geçen, genç ihtiyar. (dönüyor dönüyor; Feriha hanıma bakıyor. hattâ, ortalıktan fısıltılar yükse- liyor. — Ne güzel gözler, yarebbi! Yaradana kurban olayım! İşte, o karısı hakkında böyle sözler söylendiğini işiterek Adnan bey küplere biniyor... Yabancılar, karısına arzu ile, ihtirasla, hatta taktirle baksınlar. Zorla değila... Adamcağız daya- namiyor! dayanamiyor vesselâm... Adnan bey, bir gün yolda gi- diyordu. OÖnü sıra yürüyen bir kadını arkasından gördü. Enda- mını pek beğendi. Adetâ manza- radan zevklendi. Bu ne sülün gibi boy! Bu ne endam! Bu ne omuzlar! Bu ne kalçalar! Bu ne bacaklar! Bu ne ayaklar!.. Aman oof! Derken birdenbire hiddetlendi: Demek ki, başka erkekler de onun karşısına bu nazarla bakabi- liyorlar! Ferihanın manzarası kar- şısında iştihalanıyorlar! Aman Allahım! Önünden giden kadının bir de yüzünü görmek istedi. Bakalım nasıl şeydi? Adımlarını sıklaştırdı. Ne inkisarı hayal.. Endamı çok güzel olan bu kadının yüzü ma- nasız mı manasızdı... Yok, hayır! iftira etmiyelim. Belki manalıydı. Fakat burnunun ortasına alame- riken, kulaktan geçme bir gözlük vardı. Bu gözlüğün sap sarı olan camları gözleri tamamile örtüyordu. Bu sebeple yüzde, ifadeden filân bir tek eser bile görünmeyordu! O ande, Adnan beyin dımağında müthiş bir fikir doğdu. Dahiyane bir fikir!... Bu sarı camlı gözlükleri karısına taktıracak olursa, oh yarebbi, artık onun güzel gözleri kimse görmiyecekti. (o Karısına niyetlenenler olmayacaktı. Feriha tamamile Adnana kalacaktı.. Te- mamile Adnana.. Fakat bu sakil gözlükleri, karı- sına nasıl zorla takdırsın! bir hile düşündü. — Feriha! — Efendim? — Bak şu karşı sahile..Çocuk- lar koşuşuyor; görüyor musn? Yooo... e enizi Tefrika No: 7 İ Küçük Hanımın Kısmeti İ Selâmi İzzet m a Derin bir nefes alış... Bir derin nefes alış daha... Bir daha derin nefes alış... Sonra bir homurtu... Tatlı bir esneme... Beş tane kırmızı, tırnak. Bir ince el. Pembe bir kol. Yorganlar ürperdi. Karyola gı- cırdadi. Yastıklar sarsıldı. uçları sivri Sivri “tırnaklar boşluğa pençe | attı. Dalgalanan saçlar bir kaç fiske ile alnın ardına atıldı. Bir yüz göründü. Iki iri göz göründü. Çarşaf sıyrıldı. Yastık, yorgan yere yuvarlandı. 25 Nisan 1932 Afacan, namı diğer Belma hanım yatağından kalktı. Büyükbabası geliyordu. Nikâhı kıyılgcaktı. . Artık o çocukluktan kurtulacaktı. Bu zevke henüz doyamamıştı. Nikâh günül.. O ne mesut bir günü olacatı, O günü, ömrü ol- | dukça tes'it edecekti. Hele büyükbabası bir gelseydi. “» Büyük peder geledursun, bugün Belmanın doğduğu gündü. Veysi bey, bermutat eşe dosta ziyafet çekiyordu. Bu ziyafet, Belmanın nişan me- rasimi olacaktı. Afacan saate baktı. On ikiye on var. v bu saatten evvel uyanmasına da imkân yoktu. Dün akşam sine- maya gitmişti. Oynanan şeyin ne olduğunu pek iyi hatırlamıyordu. Amma güzeldi. Bir çok yerinde gülmüş, bir çok yerinde ağlıya- cağı gelmişti... Öyle çok eğlen- mişti ki... Filmin kahramanı - ga- liba - Greta Garbo, bir kaş ça- tışta kocasını - galiba Manju'yu - muma çeviriyordu. Bu Afacan'a dersi ibret oldu. Filvaki Greta Garbo Belma'dan güzeldi. Fakat o da kaşlarını çata- cak olursa kocasını hattâ kocasını değil - her hangi bir erkeği, kar- şısında susta durdurabilirdi. Aynanın karşısına geçti. Tıpkı | filimdeki artist gibi kaşlarını çattı, ! şehadet parmağını uzatarak elini kaldırdı : “O devirle getir... Artık kadın i Ne de geç uyanmıştı. Amma | un Lİ. e — — v N ğ o erkeğin esiri değildir!.. , diye söylendi. Hakikatte söylemiş , fakat için- den bu cümleyi - filimde olduğu gibi - haykırmıştı. Bu ne heyecanlı bir sahne idi | Hidayet filmi katiyen beğen- memiş" “Çok manasız!,, demişti. Hidavetin bu hususta - yalnız bu hususta değil, hiç bir hususta- fikri olamazdı. Esasen onun zevk- leri bambaşka idi. Fakat Belma kocasının bu zevklerini inceltecek, onun duygu seviyesini yükselte- cekti. Bu “kadınlığın vezayifi esa- siyesinden ,, | bellibaşlısı idi. Bu vazifesinde tekâsül göstermiye- cekti. Aynanın önünde, şöyle bir iki fokstrot (oadımı attı. Herhalde bu gece eğlenecekti. Bolbol dans- edecekti. Babası dondurma bile ısmarlamıştı. — Efendim?, — Ta yükseklerde bir tayyare uçuyor görüyor musun? .— Yoool ————— — Feriha! — Efendim? — Denizdeki şu altı kotranın dört danesi... — Altı kotra mı?... Ben bu denizde yalnız iki kotra görüye- rum. — Kotraların ikisi büyük, dör- dü küçük.. Demekki sen büyük kotraları görüyorsun, küçüklerini görmiyorsun ha.. Senin gözlerine bir şeyler oldu, kızım.. seni dok- tora götüreyim. Adnanın bir can ciğer eski çapkınlık arkadaşı vardı. Bu zat göz doktoru idi. Adnan meseleyi ona açtı. Herifin aklını çeldi. Doktor, Ferihayı gördüğü vakit gözlerinin son derecede bozuk olduğunu ve dahada bozulacağını belkide kör olacağını söyledi. Felaketin önüne geçmek için bir tek çare varmış: Sokağa çıktığı gözlük takmald vakitler sarı Feriha, bu tehditten son derece korktu. Fakat artık yalnız sokak- ları değil, evde de gözlerine sarı gözlük takıyor. Kocası bile onun gözlerinin güzelliğinden istifade edemiyor. Amma, Adnan razı; “ne sana, nebana!,, der gibi, Feribanın güzel gözlerinden baş- kası istifade etmesin de kendi istifade etmesin gene razı... Lâkin, biçare kadının güzelli- ğinin merkezi olan gözleri de böylelikle (omahvolmuşüu hani.... Artık onun yüzüne bakan, için için gögüs geçiren olmıyordu. Kadıncağız, buna, hazin hazin müteessirdi. Artık alâkayı tevlit edemeyişinin sebebini gerçi kes- tiremiyordu.... Bir, gün çaya davetli iken eli takıldı. Gözlüğü yere düşerek kırıldı. Orada bulunanlardan biri Feriha'nın çok güzel gözleri ol duğunu farkketti. Âşık oluverdi: Onu akompanya etmek için bir bahane buldu: Çaydan çıkınca gözlükciye beraber (gitmelerini söyledi. — Peki. Gözlükçiye oğramazdan evvel, delikanlının evine de oğradılar. Feriha, sonra, yeni bir sarı gözlük alarak gözlerine taktı, evine döndü. Ferihanın gözleri sahiden yoruk- muştu. Mahmurlaşmalarını kocası. belki farkına varacaktı. Fakat, sarı gözlükler Ferihamn kabahatini kapattı. Adnan onların arkasından karısının ( gözlerindeki ( ifadeyi göremedi. Nakili: (Hatice Süreyya) Şezlongun üzerinde hazır duran elbisesine yaklaştı. Ne yazık, ki annesi tuvaletini istediği gibi dekolte yaptırmasına mani olmuş- tu. O, elbisesinin, bele kadar apaçık olmasını istiyordu. Gençkızlar bu kadar açık elbise giymezlermiş! Ne darkafalılık bu ! Halbuki Greta Garbo, filimde daha gençkızken belinden aşağı kadar dekolte giymişti. Eğer ya- kışık almasaydı giyer miydi ?.. Elbisesini eline aldı, baktı. Ar- kasını açmak pek güç değildi. Şöyle bir makas vurup, iki yanını bastırınca mesele kalmıyacaktı. Makası vurdu. Yanlarını bastırdı. Mesele kalmadı. Bu aralık gözü pencereye ilişti. Manavın çırağı elinde dört sepet çilek, sırtında bir küfe bahçeye girdi. (Bitmedi)