24 Nisan 1932 Akyaz Tefrika No. 41 —aı 24 Nisan 1932 İ SEBA MELİKESİ | BELIIS Yazan : ISKENDER FAHRETTİN Meğer civarımızda parasız bir sinema varmış da haberim yoktu. Tılsımlı taşa gözlerimi diktim ve... — Siz ne cevap verdiniz? — Kalenin kumandanı burada yoktur, gelince kendisine söyleriz, dedim. — Demek ki bir hafta mühlet mi? — Evet.. Iki gün geçti. — O halde beş günümüz daha bu iş için bize verdiler, öyle — Kaleyi teslim edecek miyiz? | Hüseyin bunu sorarken, evlâ- dını düşmana teslim edecekmiş gibi endişeli görünüyordu. — Merak etmeyiniz, dedim, kale bizimdir. Buraya kimse el uzatamaz. Ölüm geçidinden geç- meğe teşebbüs edenin vay haline. Bu kısa mubavere tüylerimi Ürpertmekle beraber, şeyhin teh- didinden korkmamıştım. Kayanın Üstüne çıktım ve çadırıma girdim. Soyundum.. Yıkandım. Biraz sonra Hüseyinle başbaşa kalınca, ilk işim derhal topu muayene etmek oldu. .Cephaneler.. Topun teferrüatı.. Kurşun. * Barut.. Her şey bırak- Sile gibi, yerli yerinde duruyor- lu. Bu gibi mahallerde en ziyade ihanetten korkardım. Seba şeyhi çok zengin bir adamdı. Meselâ, şeytan, birdenbire zihnimi kurca- ladı: Acaba Hüseyin, şeyh tara- fından satın alınmış olmasın?... Artık, bu meçhul iklimlerde, kimsenin samimiyet ve muhabbe- tine güvenemiyordum: Şüphemi başkaları üzerine atf- ederek dedim ki: — Imam hazretleri, Oburanın müdafaasına beni mermur etti, Fakat, bu havalide, imamın men- suplarından bedtiynet bir herifin ihanetinden endişe ediliyor. — Buralarda böyle mel'un bir ruhun yaşamasına imkân yoktur. Onu, bizden evvel, buranın ha- vası boğar. — Ben de öyle zannediyorum. — Bu mel'unun ismini bana söyler misiniz? — Imamın huzurunda yemin ettim.. Söylemem. — Imamın ve sizin şüphelen- diğiniz bu adamı ben bulacağım! — Nasıl.. Bulacak mısın?! Fakat, benim reyim olmaksızın kimseye bir şey söylememeni emrediyo- rum! — Emin olunuz, seyyit!l Ben dünyanın en ketum bir adamıyım. Hüseyine sordum: — Onu nasıl bulacaksın? Tefrika No: 6 — Bundan kolay ne var, Seyyit?! Harabelerin arasına gideceğim. Orada bir tılsımlı memer levha vardır. O levhaya bakınca, arzu ettiğim insanın zihninden geçenleri derhal görebilirim... (Hüseyin)in Belkis harabelerine ait çok mühim malümatı olduğu- nu biliyordum. — Aman, dedim, oraya seninle beraber gidelim. — Ben zaten size harabeler- deki esrarı birer birer göstere- ceğimi (o vadetmiştim. Yarın sa- bahleyin erkenden gideriz. Merakım gittikçe ( artıyordu. Hüseyine dedimki: — Tılısımlı levha yalnız insa- nın zibninden geçenlerimi gösterir? — Hayır.. Aynı zamanda lav- hanın kenarına parmağınızı koyar- sanız, her arzu ettiğiniz şeyi gö- rebilirsiniz! Meselâ şimdi memle- ketinizdeki aileniz nasıl bir hayat yaşıyor.. Yatıyormu, oturuyormu, konuşuyormu? Hepsini görürsünüz! Hüseynin verdiği izahatı çok gülünç bulmakla beraber, kendisine birşey söylemedim. — Peki.. “Yarın gideceğiz. Dedim ve kendi kendime söy- lendim : — Cıvarımızda parasız ve mü- kemmel bir sinema varmış da benim haberim yok.. Harabeler arasında konuşan taşlar.. Hüseyin, uzun mermer sütunlar arasında, müdevver kırmızı bir taş göstererek: — İşte, dedi, insanların sırrını bir ande meydana çıkaran tılısımlı taşın önünde duruyoruz. Haydi, elirizi bu taşın kenarına dokun- durunuz ve arzunuzu zihninizden geçiriniz! Parmağımı kırmızı taşın kena- rına bastım ve Hüseynin bana ve imama sadık kalıp kalmıyacağını öğrenmek istedim. O ande zihnimi yalnız bu hadise işgal ediyordu. Hüseyin taşın yanına sokuldu: — Müsaadenizle ben de parma- ğımı dokunduracağım.. Dedi ve sağ elini taşın kena- rına yapıştırdı. Hüseynin taşa temasından mem- nun değildim. — Ya münasebetsiz bir şey görürsek. Diye düşünürken tekrar kendi- mi topladım ve eski düşüncele- rime avdet ettim. Birdenbire gözümün önünde, ma şeridi gibi, renkli fakat 24 Nisan 1932 İ Küçük H i İ ç anımın Kısmeti Sonra babasına sokuldu: — Ne var baba? Odadakiler yutkundular. söyleyeceklerini şaşırmışlardı. Mürüvvet hanımın gözleri ka- maşmıştı. Kendini, sabah güneşi doğmuş bir çemenlikte zannetti. Belma o kadar taze, o kadar cey- yiti, Veysi bey: Ne — Kızım... diye yutkunarak söze başlamak istedi. Belma, göze batan bir serbest- likle babasının bir türlü tamamlı- yamadığı (o cümlesini tamamladı: — Mürüvvet hanımefendi bana görücü geldi değil mi? keserek | | | | Veysi beyin bütün kan başına çıktı: — Demek biliyorsun... Demek, ki Hidayet bey sana söylemiş... Haberin vardı.. Afacan gözlerini hayretten dört açtı: — Hidayet bey mi? Hidayet bey bana hiç bir şey söylemedi. Haberim de yoktu. Dadım haber verdi... Mürüvvet hanımın kocası Afa- canın serbestliğine, bu serbest tavurlara rağmen afallayışına hay- ran olmuştu. Candan bir gülüm- seyişle: — Belma hanım, dedi, mademki meseleyi biliyorsunuz, iş daha kolaylaştı demektir. Pederiniz bu Tıbbi fırın! Bir hasta, bir senedenberi fırın içinde yaşıyor! Amerikada Menfis o şehrinde Dok Dty namında biri, tıbbi bir fırın içinde yaşamaktadır: Doty geçen sene mayıs ayında bir otomobil kazası geçirmiştir. Bu kaza esnasında vucudu o ka- dar feci bir surette yanmıştirki, doktorlar, hayatını kurtarmaktan ümidi kesmişler ve bu kadar yanıklardan sonra dünyade hiç bir ferdin yaşıyamiyacağını söy- lemişlerdir. Mamafi doktorlar, ha- yatını idame edebilmek için son bir tecrübede bulunmağa karar vermişler ve bunun için de çelik- ten bir tıbbi fırın yapmışlardı. M. Doty dört büyük elektrik lâmbasile mücehhez olan bir fırına karyolasile beraber konulmuştur. Doty bu sayede bir seneden beri yaşayabilmekte, ve bu akıbetine büyük bir tevekkül ile boyun eğmektedir. Doktorlar, bu fırının hastayı, sabit bir hararet içinde tuttuğunu ve yanan derilerin ye- niden neşvunüma bulmasına yar- dım ettiğini söylüyorlar ve hasta- nın yanık yerlerinde yeni bir deri çikacağını ümit ediyorlar. AAA ufak bir takım hayaletler uçuş- mağa başladı. Irademe sahip değildim. Kendi kendime konuşmağa başladım; — Işte, yüksek kayanın üstün- de yaptığım ufak kal'a.. Işte taşların arasına (yerleştirdiğim top.. Bir kaç yabancı sima gö- rüyorum; Hüseyinle baş başa konuşuyorlar. İşte (oşeyh (Ab- durrahman) ım adamları. Hü- seyine bir yığın para teklif edi- yorlar.. Eyvah onu satın almak istiyorlar. Fakat, Hüseyin müte- reddit.. Bir az sonra başını sal- lıyarak, nimete hiyanetle muka- bele edemiyeceğini söyliyor.. İşte bir mücadele: Hüseyin paraları yere atıyor ve heriflerin gırtla- gına sarılıyor. Mubafızlarım yetiş- tiler.. Mütearrızlar kaçıyorlar... Bu manzarayı daha fazla temaşa edemedim.. Elimi taşın kenarından çektim. Ayni manzarayı ikimiz birlikte seyretmiştik. Benim arkamdan Hüseyin de elini çekti ve başını önüne eğerek düşünmeğe başladı. Bu esrarengiz taşın önünden kolay kolay ayrılamazdım. Hüse- yin bana dünyanın en zengin hazinelerinden birinin yolunu gös- termiş olsaydı bu derece sevin- meyecektim. Bir taşa bakınca istediğini görmek. Bu tılısımlı taşa Avrupanın göbeğinde malik olsaydim, medeni- yetin yarattığı fenni mucizelerle yarış edebilirdim. (Arkası var) hususta ne düşündüğünüzü anla- mak istiyor. Veysi beye döndü: — Öyle değil mi beyfendi? Veysi bey tekrar yutkundu. Öksürdü. (Belma onun yerine cevap verdi: — Hidayet beyin teklifini kabul ediyorum. oReddetmeme sebep yok... Veysi bey azkalsın boğulacaktı: — Ka.. Ka... Kabul ediyor musun?.. Hidayet beyi tanımıyor- sun bile kızım! Bunu söyleyebildikten yerinden sıçradı... Belma bir kahkaha attı: — Amma da tanımıyorum baba.. | Hidayet beyi çok iyi tanıyorum... | Göğsünü dirsekleyip geçlim.. | . Veysi bey zaten kızını istiyorlar | diye afallamıştı. Afacanın kahka- | halı cevabı ile bütün bütün pusu- İ lsyı şaşırdı. sonra | aşıkı: Çok sevişiyorlar. Lâkin, Ramiz, Aliyenin kocasını terk ederek kendisine kaçmasını teklif ediyor. Evlenecekler, aksi takdirde derhal ayrılmaları lâzım olduğunu söyliyor. Zira, bu hayata ta- hammül edemiyormuş. Bu akşam Aliye kaçup gelmezso Ramiz, seyahate yalnız başına çıkacakmış... Aliye, hazır bir halde, manto- sunu, şapkasını giydi. o Aşıkının önünden sokağa çıktı. Bir taksiye bindi. Evinin adresini verdi. Otomobilden indiği esnada, asabını teskin etmek teccrübesinde bulundu, Verdiği bu kararın deh- şetinden kurtulmak ( istiyordu. Maamafib, kendi kendile müna- kaşa etmekten, verdiği kararı tenkit eylemekten kurtulamayordu. Karmakarişık beyninde, fikirler, süratle, biribirlerini velyediyordu. Aliye, neyi bıraktığını neyi tercih ettiğini düşünüyordu. Kocasile evlenirken aşk duy- mamışsa bile istikrah da duyma- mıştır. Altı senedenberi Ahmet Kemal beyin zevcesiydi. O zaman gayet genç bir kızdı. Ahmet Kemal bey, mühim bir adamdı. Ciddiydi ve işlerile meşguldü. Bu zat, ona, rahat, müreffeh, zengin bir hayat temin etmişti. Aliye, kocasına karşı aşk bes- liyemediği için, bilmukabele müş- fik, merhametli, dost olmuştu. Ahmet Kemal bey, sağlam ve emniyetli bir hayat arkadaşıydı. Namuskâr, ve iyi kalpli bir insandı. tekrarlıyordu. o Maınafib, ailesini böyle ani bir darbeyle bozduğu için ramiz'e karşı, kalbinde ufak bir kederde his etmeyor değildi. Otomobil, apartımanın önünde durdu. Aliye, merdivenlere alıldı. Ka- puyu açtı. Evine girdi. Hidmetcisinin koşduğunu gördü. — Hanımefendi. Geldiniz de- mek... Geldiğinize çok iyi ettiniz. Aliye, mütehayyir: — Ne oldu? ne var? - diye sordu. — Bir kaza oldu, efendim... Merak etmeyin: Ağır değil. Beyfendi otomobil kazasına uğra- ii Kendisini hastahaneden getir- iler. — Aman yarabbi... şimdil... Nerede? — Odasında.. Başı ve kolları bağlı.. Gürültü etmemek lâzım.. Beyefendi, ayıldığı vakit, hasta- hanede kalmak istememiş. Evde kendisine daha iyi bakılacağını söylemiş. Aman hanım efendi, ne iyi ettinizde bugün böyle erkenden döndünüz! Beyefendi çok memnun olacak. Aliye, şaşırmış bir halde, koca- sının odasına koştu. Kocası, ya- takta yatıyordu. Yüzü gözü sarı- lidi. Ateş içinde yanıyordu ve iztirap çekiyora benziyordu. Karı- sını görünce, memnuniyetle gülüm- sedi. Gözlerinden yaşlar aktı. Nerede Fakat Aliye, beş senelik izdivaç hayatından sonra, Ramiz'e rastla- dığı vakit, o zamana kadar mesut sandığı hayatının bomboş oldu- ğunu anlamıştı. Aşksız bayat! Bunun manası yoktu cidden... Tiyatroya gitmek, çaylara devam etmek, cici elbiseler gimek, kadın arkadaşlarile çene çalmak, sayya- hate çıkmak... İnsanın parayla irişebileceği şeyler, ancak bunlar- dı... Halbuki, aşk, hayatın canidil Aliye, : kendikendile uzun bir mücadeleye ( giriştikten (sonra - (zira, Aliye, seciyeten namuslu ve faziletli bir kadındı. ) - ancak uzun bir mücadeleye giriştikten sonra Ramiz'in olmuştu. Fakat, nefsini büsbütün aşka terketme- mişti. Zira, aşkının bunca rica ve mniyazlarına orağmen, uzun zaman kocasını terketmemekte israr göstermişti. Hayatını allak- bullak etmemişti. Şayet Ramiz, tabiatce Ahmet Kemal olsaydı, genç kadın inti- habını Oyapmakta gecikecekti. Lâkin, Ahmet Kemal'in sakin, vakur ve ağır olmasına rağmen, Ramiz, müstebit miydi müstebitti. Yarabbi! Bu işi yapacak mıydı?. Kocasını bırakarak âşıkına kaça- cak mıydı ?.. Her şeyi çiğneyecek miydi ?.. Biraz vaziyetin aksinide tasav- var etti: Onun nazarında. Bu aşkdan başka hiç bir şeyin kıymeti yoktul.. Öyleyse herşeye rağmen bu deli- liği yapacaktı. Tereddüdünü yapacağı büyük gidertmek için, işi kendi kendine — Böyle tanışmak mı, tanımak mı olur a canım! diye söylendi. Mamafi sesi hiddetli değildi. Biraz daha pes perdeden ilâve etti: — Benim rızam var mı?.. Annem razı mı? diye sormıyorsun bile... Annenin de bu hususta bir hakkı var elbette... Zavallı Veysi bey öyle sıkış- mıştı ki hiçe saydığı karısından bile medet umuyordu. İ Fakat afacan hiç oralı olmadı: |. — Mademki ben evlenmek isti- İ yorum, sen de evlenmemi istersin. Düşün babacığım benim de kocam olacakl.. Ne güzel şey!.. böyle bir şey aklından bile geç- miyordu. — Bahçeden buraya Okadar gelirken düşündüm: (o Evlenmek hakkımda hayırlı olacak. — A yavrum daha bu sabah | — Ahmet! Ne oldu? Aman yarabbil Vücudun ağrıyor mu? — Azıcık... Fakat yaralarım ağır değil... Otomobilim bir kam- yona çarptı. Şoför ağır yaralandı. Ben de: öleceğimi zannettim. Evvelâ beni hastaneye naklettiler. Fakat ilk tedaviden sonra orada kalmağı istemedim. Senin yanında olmağı istedim. Yavrucuğum. Ne kadar taliim varmış. Bugün er- kenden eve döndün. Aliye, büyük bir samimiyetle: — Evet... Ne talihlilik! -dedi.- Dur yavrucuğum | Sana bakayım. Doktora haber gönderelim... buk gelsin... Haydi kızım! Telefon et. Eve erken döndüğü için mem- nuniyet, şimdi, içinde en hâkim olan histi. Bu hadise, tereddüdüne nihayet vermişti. Artık, hayattaki yolunu seçmiş bulunuyordu. Kaza zuhur etmeseydi, elbette, bavulunu almış gitmiş bulu- nacaktı... Fakat, bu vaziyette elbette kocasını ( bırakamazdı. Demek ki inatçı Ramiz, onu bek- liyecek, o gelmediğini (o görünce, seyahate yalnız başına çıkacaktı. Varsın, çıksın... Kocasının, yanında kalmak, Aliye'yi memnun etmişti. Ob, hayatı bozulmamıştı. N Hasta yatan, ıztırap ve ateş içinde kıvranan kocasına baktıda Tevfik Fikretin bir mısraı mırıl- dande Bazan felâketin de olurmuş hayırlısı. Nakili: (Hatice Süreyya) Bu hal karşısında dona kalan Mürüvvet hanımı bu son sözile ayılttı: i — Kocaya varan bir kız bür- riyete (o kavuşmuştur... OKarışanı görüşeni olmaz. Mürüvvet hanım makul bir cevap vermek istedi. Fakatafacan fırsat vermedi. Evlenince nasıl ; çaylara, balolara gideceğini; nasıl şık tuva- letler yapacağını; dekolte giyine- ceğini, karşlarını yolup sahte kaş resmedeceğini; kübik döşemeler yaptıracağını, sedirine şilte gibi yastıklar o koyduracağını anlatıp durdu. Sözünü kesmek imkânı ve ihtimali yoktu. İ Mürüvvet hanım, ancak evden çıktıktan sonra söz söylemek | fırsatın buldu. Kocasının koluna girdi: — Bu kız zannettiğimden de betermiş! dedi. ( Bitmedi)