“ii NM b“ . ğ , — a - Salaş Dani 22 Nisan 1932 a Akşam Sahife 9 İl e m a Karam — a - e , Tefrika No.39 22 Nisan 1932 — - —m kendisine . Şayet me- | SEBA MELİKESİ BEL Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Uzaktan gelen bir kurşun, güzel sesli kızın göğsüne geldi.. genç kız, birdenbire, kanlar içinde yere düşmüştü... Sokakta ihtiyarlarla çocuklardan başka kimse görünmiyordu. Genç erkekler harpte ölüyorlardı.. Bir gün (Seba) da hâlâ şöhreti ve eserleri yaşayan bir şair, Me- likenin kulağına iriştirmek kas- tile bu şarkıyı yazup genç kızlara okumuş. Kabileler efradı arasında gayri memul bir intibah uyandıran bu şarkı, halkın rivayetine göre, o günün insanlarında, harpten nefret hisi tevlit etmiş. Kendi kendime: — Bu şarkı, bugün, aynı nefreti neden tevlit etmiyor? Diye düşündüm. Bugün insanların böyle bir mu- cizeye nekadar çok ihtiyaçları vardı. Bağçeye doğru yürüdüm. Genç kızın yanına gidecek ve dizinin dibine eğilip, bu şarkıyı bir defa daha terennüm etmesini rica ede- cektim. Artık, hayatı tarihe mal olmuş, heyecandan, bedii zevklerinden nefsini ebediyen mahrum etmek kudretini göstermiş bir insan gibi, yürüdüğüm yolda ne bir yardım, nede bir tehlike tasavvur ediyor- dum. Genç kıza selâm verdim. Cali bir korku içinde, bir lahza, kaçıp kaçmamayı dü: dükten sonra kararını verdi. Ye- rinden kımıldamadı. Gülerek sordu: — Kimi arıyorsunuz? Bu iki kelime, bana, bu güzel kızın seviyesini anlatmağa kâfi gelmişti. Bu, belli ki, bir zengin kızı idi. — Hazin ve güzel bir ses işittim... O sesin sahibini arıyorum. Dedim. Genç kiz, ince parmaklarile kıvırcık saçlarını karıştırarak: — O halde başka bir bahçeye bakınız, dedi, burada güzel sesli bir kimse yok... Tetrika No: 4 — Zavallı olup olmadığını bil- mem amma, herhalde zeki, kibar bir adam. — Öyledir, çok akıllıdır. Yalnız Afacanın karşısında aklını kayb- ediyor. Mürüvvet banım Afacan dediği zaman köpürüyor, burnundan s0- luyordu. Hidayet, kardeşinin bu hırçın coşkunluğuna rağmen, du- dak arasından fısıldadı: — Afacanın afacanlığı da pek o kadar çekilmez olmasa gerek.. — Evet, filvaki afacanlığı anası ile babasının derisini yüzmeğe varmıyor; amma yaptığı şeyler güç çekilir. Kocasına döndü: Küçük Hanımın Kısmeti | i | | Sana dilberi bu cevabı verirken başını önüne eğmişti. — Niçin inkâr ediyorsunuz? Dedim - sesinizde şahadet ediyor ki ogüzel şarkıyı siz terennüm ediyordınız ! Bir az tereddütten sonra genç kız samimi ve yarı ciddi bir tavırla sordu : — Belkısın şarkısından çok mu hoşlandınızı ? — Şarkılarından çok hoşlanırım. Fakat, isminden hiç... — Bu ismi sevmezmisiniz? — Eskiden çok severdim. Şimdi korkuyorum. Genç kızın dudaklarının ucunda müstehzi bir çizki belirdi: — Isimden korkulurmu? — Hatta sizede bunu tavsiye ediyorum ! — Korkmayımı? — Onun ismini ağzımza alma- manızi... Kulağımın dibinde şen bir kahkaha yükseldi. Genç kız, benim verdiğim cevaba gülmekle muka- bele etmişti. Seba daki Arap hadisesi gözü- mün önünde çereyan ettiği için, halkın (o maneviyatını saran bü batıl kanaat yavaş yavaş bendede garip tesirler yapmağa başlamıştı. Belkısın ismini ağzıma alamaz ol- muştum. Zaten Sanada da ona (Meşum kadın) dimeyorlarmıydı? Bu güzel kız ne cesaretle onun ismini anıyordu? — Siz onun şeametinden kork- mazmısınız? Dedim. Fazla konuşamadık.. Birdenbire karşımızdaki bahçeden kulak zarımı patladan bir silâh sesi işittim. İşte bir felâket... Ne olduğunu hiç sormayınız! Gözümün önünde bu güzel © 22 Nisan 1932 Selâmi İzzet — Ayol birşey söylesene!.. Mürüvvet hanımın kocası Be- yoğlu caddelerinde hayli kılıç oynatmış, Anadolu âlemlerinde bulunmuş, kız kaçıranların takibine | çıkmış, kaçırılmıya canatan kızları odasında misafir edivermiş, huvar- dalıkta bile ciddiyeti elinden bırakmamış bir adamdı. Başını kaldırıp iki Okardeşin oyüzüne bakmadan cevap verdi: — Dişi mahlukun çekilmemez- liği sırasına ve adamına göredir. Yirmi sekiz peygamberden sonrası için bile kimine nebidir, kimine velidir demişler. Kızlar kadınlar için de böyledir: Kimisi için nebidir kimisi için velidir, derler. Onların da kimi çekilir, kimi çekilmez... | | İ | | | | örne Bir kapı açıldı | Ah efendim ah.. Bizim konakta bir kapı açıldı.. ve.. İşler altüst oldu.. Anlatayım da bakın: Konağı- mızda, “Küçük bey, dediğimiz bir Halit bey var.. Meğer bu Halit bey bizim hanımefendile aşna fişna imiş.. Kim ibtimal verirdi?.. Hanımefendiyi düşünün: Herkesin ciddi, âkıl, kâmil bildiği hanıme- fendi.. Bir gün, bunlar, (odalarında, şezlong üzerindeyken, ansızın bir kapı açılmış ve kapanmış... Hal- buki, aşıklar, hiçte görünmek istemedikleri bir vaziyetteymişler.. Kapıyı da kilitli sanıyorlar mış... Amma, aksi gibi açık unutmuş- lar mış... Şimdi “kapıyı kim açtı?,, Mese lesile karşılaşmışlar... Zira, Halit beyin o esnada sırtı dönük olduğu ememiş. Hanıme- YA olarak, feci bir için ki manzara, sahneye kalboldu. Henüz ismini bile öğrenemedi bu şuh ve sevimli kızcağızın göğsünden kan- lar akıyordu.. Gözümü kurşunun geldiği tarafa çevirdim: Uzun boylu bir ihtiyar uzaktan silâhını tekrar omuzuna dayamış.. Bu sefer de bana nişan alıyordu. Genç kızın başı yere düştü. Şu kelimeleri müşkülâtla söyliye- bildi: — Kaçınız... Babam sizi vura- caktı. Kurşun yanlışlıkla bana isabet etti... Ah.. o Ölüyorum! ağacın altında bir saniye daha teehhür etseydim, ben de genç kızın akıbetine uğrıyacaktım. Derhal ağaçların arasına karış- tım ve zenginlerin bahçesinden uzuklaştım, Ihtiyar adamın beni takip etme- sine imkân yoktu. Müteassıp baba - hiç şüphe yok ki- kızını vurmak niyetinde değildi. Bu meşum kur- şunun hedefi ben idim... Fakat, zavallı kızcağız kazaya uğradı. Yahut da ben bir kazaya kurban gitmeden yakayı kurtardım... Her halde büyük bir tehlike- atlatmış- tım. Babüssebadan (yıldırım koşarak şehre geldim. Artık, o meşum kadının ismini zibnimden bile geçirmek istemi- yordum. Bu isim etrafındaki ha- diseler gittikçe çoğalıyordu. Beni Sebaya götürecek sailerin bulunduğu mahle geldiğim zaman ter ve korku içinde bunalmış bir halde idim. Sebada bir çok hatıralar bıra- kan Hint şairi Yatuma ne kadar da doğru bir söz söylemişti: ( Arkası var) süratile Mürüvvet hanım böbürlendi: — Iyi amma a beyim, Afacan da çekilir mi? — Dedima hanımcığım, kimine göre afacaçandır, kimine göre değil. Mürüvvet hanımı afakanlar bo- gacaktı: — Herhalde Hidayet için çekil- mez bir kızdır. Ona az buz ter- biyesizlik etmedi... Bu söz üzerine Hidayetin dal- | gınlığı geçer gibi oldu: — Böyle söyleme abla, ben, bana karşı hiç bir terbiyesizliğini görmedim. — Daha ne görecektin karde- | şim?.. Onu dansa davet ettin, zincirden boşanmış deli gibi geri çekildi, sonra, eski zaman tulum- balarında hız alan reisler gibi öne atıldı, sana omuz vurarak geçti: Saklambaç oynıyalım! diye emretti. Piçkurusul.. Sözde geçi- fendi de kapıdan yana bakmıyor muş. Aşıkların feci halini anlayor musunuz? Onları biri gördü. Bu muhakkak... Fakat kim? Kendinizi Obiran biçarelerin yerinde tasavvur buyurun! Deliye dönmüşler. Aralarında münakaşa. Kapıyı kimin açabileceğini düşün- müşler,.. Bütün ihtimalleri sayıp dökmüşler... Bir türlü tayin ede- miyorlar... Kim?.. Acaba kapıyı kim açtı... Konağın kalabalık olan sofra- sında yemek yerken betbahtların hallerini göz önüne getirin. Her kesin yüzüne, utangaç utangaç, şüpheli şüpheli bakıyorlar. Kim- seden bir mana istihraç edemi- yorlar. Nihayet hanımefendi, aşıkına: — Anladım! - dedi. - Bizi gö- ren hizmetçi Katina! sabahları, küçük odama gelen yalnız odur. Hem, kapı, açılır açılmaz derhal kapaniyordu. Katina bana çok sadıktır. Işi örtbas etmek istedi. Her halde odur. Rahat bir nefes alabiliriz, sevgilim! Halit beyin mesele o kadar umurunda değildi.) Rahat nefes zaten alıyordu. Lâkin kadının içi bir türlü ferahlıyamadı. — Ne olursa olsun! - dedi. - Katina'ya işi soracağım. Hizmetçisini çağırdı ve sora- cağını sordu. Katina da, o ane kadar hanımefendiyi, tıpkı bizim bildiğimiz gibi, tertemiz ve koca- sına sadık biliyormuş. Hanımırın o sabah küçük odada Halit beyle çok günah şeyler yaptığını öğre- nince, gözlerini testekerlek açtı. Başını elleri içine aldı. “Aman! Aman!..,, diye iki yanına sallandı. Katina'ya da ne oluyor?.. Ne sinirlenecek şey... Dünyada na- musluların en başında o mu kal- dı... Allah allah... Fakat, en fazla sinirlenecek şey, kapının kim tarafından açıldığını keşfedeme- mek! Katina, az sonra, hanım efen- dinin yanına geldi: Kapıyı açanın belki şoför olduğunu haber ver- di, Çünkü şoför bütün gün: “Şimdi anlayorum! - diye söyle- nip durmuş. - bütün kadınlar kocalarını . aldatıyorlar!...,, Bunu söylerken, her halde hanım efen- diyi kasdedivermiştir. Ihtimal... Şoför konağın içinde serbest dolaşırdı. Belki sokağa gidilecek mi diye sormağa gel miştir. Küçük odaya başını sok- muştur. — Öyleyse, Katina, göreyim seni... Şu işi bir tahkik et... Amma, ortalığı gürültüye salma tabii... riyor, herkes dansı bırakıp sak- lambaca başladı. — Karıcığım saklambaç hepsi- nin işine geldi de.. — Bu da ne biçim söz?.. Hidayet gülümsedi : — Ablacığım omuzuma çarptı da kırmadı ya!.. — Kırmadı amma, terbiyesizlik etti... Özür dileyeceği yerde, ünf ile döndü, azkalsın küfür ede- cekti. Hidayet, eniştesinin sözünü ka- pattığına memnundu. Keyifli bir hamleyle yerinden kalktı: — Amma etmedi... — Yüzüne dik dik baktın da ondan. — Ben mi dikdik baktım? — Sen ya. Pekalâda ettin. O şımarık kıza terbiyesini vere- ceksin, bir iki çift lâf edeceksin İ sandım... Şöyle, yerinde bir iki söz söyleseydin, taşı gediğine Şöyle mahremane öğren... Sonra, seleyi ortalığa yaymazsa şükütu- nun mükâfatını görecek! Fakat, kapıyı açan şoför de değilmiş. j — Hayır, Hanım efendi! Yok soför ne ki! Kapu asmıs.. Hem | ben usaklarda hizmetsilerda hep- sinde sordum. Jts biri asmamış kapu.. Oldu olanlar... Işte bu suretle, bütün hizmet- i şiler, sırra agâh olmuşlardı! Aman i bu Katina ne aptal şey.. Fakat, © belâya bakın ki, kırdığı bu pot üzerine kapıtışarı edilmesine imkân İ yok. Hatta, azarlanamaz.. Zira, kızarsa berbattır. Hanımefendinin. esrarını biliyor! İ sabah, şoför, dudakla” p bir tebessümle hanım- ” efendinin karşısına çıktı. Aylığınnı pek az olduğundan bahsetti. Bey efendiye müracaat etmektense m hanımefendiye (omüracaati daha muvafık bulmuş... Bak şu tehdit- K kâr terbiyesize hele... Neylersin: Maaşı yükseltildi... Konakta kim varsa, birer birer hepsi sırrı öğrendi: Hanife hanım, dayı bey, küçük doktor bey, Sezai © efendi.. Hülâsa herkesi Fakat kapıyı açan hiçbiri değil... Öyleyse kim?... ” Dedi kodu ortalıkda çalkalanı- yor.. Meseleyi ker kes biliyor. &, Fakat kapuyu kimse açmamış... (ği Nasıl iş bu ?. Kala kala bir bey efendi kaldı. Muhakkak o.. Hanım efendinin artık sabri tükendi. Bir akşam, asabiyet buh- ranı içinde haykırdı: ; — Artık patlayacağim... Yü Mademki geçen gün kapıyı açıpt beni * Halit'le oyakaladın, yü bari.. Bu nasıl iş?... Böyle eri lik olur mu?... Sinsiliğin bu cesine de dayanılmaz. Beyefendi de, son şaşırmış. Neye uğradığını bi miş. Zira, oda mesel olduğundan haberdar değ Şimdi boşanmağa kalktılar. Meğer, bapuyı kim. biliyormısınız ?... o Hani hanım var ya: On beş günde kere gelip de çamaşırların sö lerini diken şu koca karı... lüklü, hani... Gözlüğünü bir yer: unutmuş da, sarsak (o sarsa bütün kapıları açar, bakarmış Küçük odanın kapısını da, böylece bir açıp bir kapamış.. Kapıy açan oymuş. Amma, gözlük: bir adım ötesini görmediği için bittabi, hanımefendile Halit beyi görememiş... ği Aradan on beş gün geçip te konağa tekrar geldiği vakit, başı gene aynı odadan içeri soktu: — Aman, geçen seferki g gene yanlış kapı açtım! - çekildi gitti. Nakili: (Hatice Süreyya) koymuş olalacaktın. Şımarık yos i manın ömründe... d Hidayet ( ablasının (omuz! elini koydu, sözünü kesti: z — Ben Afacanla evlenmek ist yorum. > d .. Yer yerinden “oynasaydı, rüvvet hanım ancak bu kad şaşalayıp telâşa düşerdi. “O Oo... O... Nunla ... EVm. Eve. Even dedi, arkasını getiremedi. Koc: gevrek bir kahkaha savurdu. Ki günleri, yalçın dağlarda eşki; takibine çıktıkları zaman, m verdikleri bir yamaçta, ellerin geçirdikleri çalıçırpı ile ateş yakı alevinde ellerini ısıtmağa başl; dıkları zaman, savurduğu kah halar da bu kadar neşeli ve kı rak çıkardı. (Fakat, şaşkınlığına güldüğünü belli etm mek içir: ( Bitmedi Lİ