AR BİN nan AREA Tefrika No. 23 SEBA MELİKESİ BELES i — a — 13 Nisan 1932 Yazan : ISKENDER FAHRETTİN Mukaddes yılan başını kaldirdi: “Bak, şu geniş meydanda doksandokuz cariyenin mezarı var. Belkıs ölürken, sarayın en güzel kızları, onun cesedi önünde kanlarını akıttılar!,, — Ey fâni! Şimdi, benim kim olduğumu anladın, değilmi? Ar- tık, seni de melikenin düşmanları yanına göndermek sırası geldi... Hayatta başka bir arzun var mı? Öleceğimi anladığım için, mu- e yılana yalvarmağa başla- ım: — Insanlar, dün verdikleri söz- den bugün nükül ediyorlar. Sen, yirmi beş asır mukaddem Süley- mana verdiğin sözü hâlâ unut- madın mı? Bu ne sadakat...?! — Unuttuğum gün hayatım nihayet bulmuştur... Beni, düm yanın hiç bir şeytanı baştan çı- karamadı. O günden bu güne kadar tamam elli defa dişlerim döküldü.. Her elli senede bir defa derim değişti... Fakat hiç bir şeytan beni iğfal edemedi. Yılanın sözünü kestim: — Peki ama, sen bu ıssız va- dide yirmi beş asırdanberi ken- di kendine yaşamaktan usanma- dinmı? Bu harabeler arasında, bir sürü taşa, toprağa daha ne vakıta kadar bekçilik edeceksin? — Söyledim ya.. Kıyamete ka- dar. — Ölümü hiç hatrına getirme- dinmi? — Şimdiye kadar öldürdüğüm insan ve hayvanm irtifa göklere varır. Hiç birinin ölümü diğerine benzemedi. Ölümden çok kor- karım... — Şüphesizki senin ölümün onlarınkinden çok farklı olacak... — Benim ölümüm kendi elim- dedir. — O vakitten beri yalnız mı yaşadın? — Kendime, benim gibi hayatı uzun bir arkadaş bulamadım. Binlerce dişi mahluklarla yaşadım. Fakat, hepsi de nihayet yirmi, otuz sene sonra öldüler. Ben gene yalnız kaldım. — Bugün de yalnız mısın? — Hayır.. Şimdi bir ufak kır- langıç kuşile yaşıyorum. Fakat, Seba ölkesindeki kırlangıçların ömürleri çok kısadır. Nihayet üç, dört sene yaşarlar... — Büyük cüssenle ufacık kır- langıç arasında o kadar garip bir nisbetsizlik varki. Eğer bana darılmayacağını bilsem, sana: çok hodbin bir mahluksun! Derdim. — Kızmam.. İstediğini söyle! Nibayet sen de biraz sonra öteki- lerin yanına gidecek değilmisin... Bana biraz mühlet verece- it ediyorum! Tefrika No 60 13 Nisan 1932 LEKE Aşk, macera ve fen romanı Nakili : (Vâ - Na) Pakize: — Siz de fazla teşmil ettiniz! - dedi - eski tarz genç kızlar hâlâ mebzuldür. Şüphesiz... Fakat, onlar ceb- keyi mütemadiyen kaybediyorlar. Demi-Vierge “yarı bakire,, dinenler çoğalıyor. Hiç şüphesiz, bizzat Jülide, şikâyetle anlattığı bu hafif meşrep kadın çeşidinin parlak bir nümü- nesiydi: Geçirdiği maziden canı yanmış olacakti ki, ne acı acı konuşuyordu. . Bütün, bu mubavere esnasında, Pakize'nin nazarı dikkati Velit üzerinde temerkez etmişti. — Uzağa gitmemek şartile.. — Burada, gözünün önünden ayrılmıyacağım! — Pek alâ... kâfimi? — Teşekkür ederim.. Çok bile. — Bu müddet zarfında ne yapmak fikrindesin? — Niçin soruyorsun? — Merak etme.. Hayalta yaşa- yacağın bu son yirmi dört saat zarfında hiç bir tehlike ile karşı- laşmıyacaksın! — Bu harabenin her tarafını gezmek istiyorum. Senin hükmet- tiğin şu ufak âlemden uzaklaş- mıyacağım. — Istersen sana her tarafını gezdireyim: Bak, şu geniş mermer meydanlıkta doksan dokuz cariye- nin mezarı vardır. (Belkis) ölürken sarayın en güzel kızlar, onun cesedi önünde kanlarını akıttılar. Bak, şu ufak havuzda yıkanan kuşlara! Bunlar da benim hizmet- kârlarım. On ikisi gündüz, on ikisi de gece arzularımı tatmin için emrime amade dururlar. — Ben bir şairim.. Sen bana biraz da ( Belkıs)ın hayatından bahset! Anladım ki, ölenlerle, ölüme mahküm olanların hayatı da senin hayatın kadar -bazin ve meraklıdır. — Melikenin nesini öğrenmek istiyorsun? — Hususi hayatını.. Ve Kudüs- ten geldikten sonra, kimlerle ve nasıl yaşadığını.. — Hele bir defa gez.. Tılsımlı sütunlar arasında dolaş. Sonra gine burada konuşuruz. Yirmi dört saat Mukaddes yılamn (yanından ayrıldım. Mermer © yığınları (o arasında dolaşıyorum. Bana verilen bu yirmi dört saatlik mühlet zarfında, Sebaye geldiğim dakikadan beri gördük- lerimi kaydedebilirsem ne mutlu. Bu hatıraları, şurada uzayıp sallanan uzun bir hurma dalının ucuna, belimdeki kayışla beraber sarıp bırakıyorum. Şimdiye kadar hiçbir âlim ve seyyahın keşfede- mediği bu esrarı, buradan - günün birinde - beşeriyetin kulağına iriş- tirebilirsem, ölsem de müteessir olmıyacağım. ,, .. Hüseyin, Yatuma'nın Sebada bulunan evrakı metrukesine atfen anlattığı bu bikâyeyi bitirirken ağlıyordu. (Arkası var) Julide, onun hakkında bütün bildikl rini anlattı. Vesime'yi bu adamın damı iğfale düşürdüğünü “M..., zadeler ailesine söyliye- ceklerdi. Kararlarını bu suretle verdiler. Bu karardan sonra, kadınlar, muhavereye giriştiler. Pakize: — Bu ahlâki kargaşalık dev- resinden sonra yepyeni bir ablâ- İ kın belirmesi ve cemiyet üzerinde İ hâkim olması lâzım! - dedi. Jelide, güldü : — Evet, birçok insanlar bunu | anlıyorlar. Fakat, saçları kırlaş- mağa başladıktan sonra... - Bir- | denbire, pot kırmış gibi şaşırdı.- | İ edilen bir mevzudu. Bunun için, | profesorun raporu cidden müna- kaşalara badi oldu. O gün, iki tarafın avukatı da | adliyede arzu vücut etti. Talât Hayır, bunu sizin için söylemi- yorum, hanımefendi... Siz, manen olduğu kadar, maddeten de güzel- siniz !.. - diye tashih etti. - Fakat son “asırda bozulan eski ahlâk bir “Yemek odasında süküt hükümfermadı. Nizameddin efendi, gözlüğü burnunun ucunda, burnunun ucu adeta çorba tabağına girmiş vaz- iyette , süklüm püklüm, çorbasını içiyordu. o Kahvehanelerde son derece atup tutan, “karıları şöyle etmeli, böyle etmeli! Onlar da insan mıdırlar sanki?..,, diye yüksekten atan bu zevatı mubtereme, evinde kılıbık mıydı, kılıbıktı. Iki sene evvel evlendiği yeni karısı Zehra hanıma karşı son derece zayiftı. İşte, gene şimdi, ona itiraz etmek isteyor; edemiyordu. Zehra hanım, eli bayraklılardan, maşalılardandı. En küçük bir bahaneyi ileri sürerek, Nizamettin efendinin ilk karısından olan kızı Ayşe'yi haşlardı. Bngün de, çorba içilirken bağırıyordu: — Edepsiz kız! Sakar kız.. Te- miz sofra örtüsüne yemek dök- müşsün.. Yene sana iki gün ceza veriyorum!.. Iki gün odanda ha- pissin. Yalnız yemekten yemeğe aşağı inmek için sana izin... Bu gün yemişsiz de kalacaksın... On altı yaşlarında olan Ayşe -* gözlerini kırpmadan üvey annesi- nin gözlerine bakıyor. — Ben dökmedim, anne... — Sus, daha söyleniyor! Zehra hanım, yüzünün hareke- tile, sesinin perdesile muhatabını ne derece tahkir etmek müm- künse o kadar tahkir ederek bağırıyor. Nizamettin efendinin yüreği titriyor. Kızını müdafaa edecek. — Hanımcağız! -diyor.- Bu seferlik afet. Zehra hanım, onada bağırıyor: — Sen karışma! Abdal |.. Ayşe: — Ben af edilecek bir şey yap madımki... Diyor. Üvey anne, küplere biniyor: — Bak edepsiz! hâlâ söyleni- yor. Al sana... Şırakl Bir tokat... Onaltı yaşında tokat yimenin ne olduğunu bilirmisiniz?... Bir gencin buna tahammül etmesi için çok izzeti nefissiz olması lâ- zımdır.' Ayşe, yerinden fırladı. odasına kapandı. Saatlerce, hıç- kırdı, hıçkırdı. İlk önce, aklından intihar geçti... Fakat, buna cesaret edemedi. edemiyecektide... Bu gibi sahneler, evde, nice nice vak'alar tekerrür etmişti; her se- ferinde, Ayşe, intiharı düşünmüş fakat muvaffak olamamıştı. Lâkin bu hayat ta, artık daya- nılmaz bir bal almıştı! Ayşe, her neye mal olursa olsun, çareyi evden kaçmakta buldu. yerine, behmehal yepyeni bir ahlâkın konulması zaruri! im Müstantik Pertev bey, Adliye- de, odasında, öialogie âliminin raporunu okuyordu. Evvelce de ! söylediğimiz gibi, bu zat adliyenin bilhassa tababete taallük eden kısmına meyletmişti; tetebbüatı bu cihette derinleştirmişti. Onun için, mufassal raporda anlaşılan bütün incelikleri o kavrıyabilecek | kabiliyetteydi. Bu rapordan, mütefekkirler arasında mubhterisane bir müca- delenin doğacağını tahmin edi- yordu. Telegonie, ohenüz (omünakaşa Bir toprak kumbarası vardı. Bu kumbarayı yere çaldı. İçindeki paraları saydı: 960 kuruş.. Bunları çantasına koydu. Nüfuz tezkeresini aldı. Zaten iki elbisesi vardı; biri sırtında, biri dolapta. Onu aldı babasına bir iki satırlık bir mektup yazdıktan sonra, 86- kağa fırladı. Ancak ertesi sabah firar hadi- sesinin farkına vardılar. Zebra hanım : — Haydi, kızını kahvaltıya çağır! - diye Nizamedddin efen- diye emir verdi. v Nizameddin efendi, Ayşenin odasına girip de yatağı boş ve bozulmamış, kumbarayı kırık, deo- labı boşaltılmış görünce bir felâ- ket olduğunu anladı: — Ayşe! Ayşe! -diye haykı- nyordu. Tam bu esnada, masanın Üze- rinde duran mektup gözüne ilişti. Deli gibi bir hareketle onu aldı; okudu: Baba! Seni seviyorum. Merhum anne- min sağlığında ne güzel bir hayat geçiriyorduk. Fakat bu kadın senin için de benim için de hayatı tahammulsuz bir hale soktu. Ondan sen kurtulamazsın. Fakat ben nefret ediyorum ve kaçıyorum. Allaha ısmarladık baba. Ayşe Nizameddin efendinin çığlığı üzerine, Zehra hanımda yetiş- mişti. Mes'eleyi anlayınca: — Eyvab!... Şimdi komşulara ne diyeceğiz? - diye eseflendi. Çok geçmeden mes'eleyi hal- etmişti: — Leyli deriz | mektebe gönderdik Lİ Ayşe, 960 kuruşile kendini karunlar kadar zengin sanıyordu. bir.taksiye atladı: — Beni ucuz bir otele götürün. Taksinin yüz yirmi kuruş, ote- lin yevmiye bir buçuk lira, kab- valtının yirmi, öğle yemeğinin altmış kuruş ettiğini ve paraların derhal son kuruşuna ulaştığını görünce, Ayşe, şaşırdı. Daha ertesi günden itibaren, kendine bir iş aramağa başladı. Kendi emeğile yaşayacaktı. Ilk önce tali yardım etti. Tesadüten müracaat ettiği bir terzi atelye- sine onu aldılar. Günde iki lira ücret... Ona iki saat çalış- ma... Buna, çoktandır razı olacaktı. Fakat, Ayşenin ayağı, terzihaneye uğurlu gelmedi. Bub- ran dolayısile işcilere yol verdiler Bittabi, ayş'ye de bu meyanda... bey, genç muhasiminden biraz. evvel gelmişti. Fakat “M.., zadelerin avukatı da gecikmedi. Pertev bey: — Zannedersem, raporla ve diğer vesaikle kesbi ıttıla ettiniz? -diye sordu. Müsbet cevap alması üzerine, davayı şöylece bülâsa etti: — Zevcinin attığı kurşunlardan üçünün isabeti neticesi (vefat eden Vesime banım, doğduğu esnada ve git gide büyüdükçe zencilik alâmetleri gösteren bir çocuğu dünyaya getirmişti. Buna rağmen, bütün bürhanlar, şahitler, alâmetler, bu hanımın zevcini sevdiğini ispat etmektedir. Vesime hanım, namuskâr, faziletli bir kadındı. Kocasını aldatamazdı. “O halde, bu zenci çocuk nereden doğar?... “Meşhur profesör “L,D.,, bey- efendinin o raporunu (o okuyunca YENİ NEŞRİYAT Su sinekleri Kıymetli romancımız Mahmut Yesari beyin bu romanı bir şaheserdir. Türkçe yazılmış eser- lerin en güzellerindendir. 340 sahifelik olan bu kitalı, SUHULET KÜTÜPHANESİ az- hibi Semih Lütfi bey, bermutat gayet zarif bir tarzda tabetmiştir. Kitabın fiatı 150 kuruştur. Kafatası Gene Suhulet kütüphanesinin meşriyatından olan Kafatası piyesi, son neşriyat arasında en fazla satılan kitaptır. Şair Nâzım Hikmet beyin bu eseri, 75 kuruştur. Bir kamyon yaşlı bir adama çarptı Şoför Halilin idaresindeki kam- yon Galatada Simon isminde 60 yaşında: bir adama çarparak ağır suretter yaralamıştır. Yarası ağır olan Simon dün gece Beyoğlu hastanesinde öl müştür. Amca Bey'in—— ) Güzel bir albumunu meccanen almak isterseniz: AKŞAM'a abone olunuz | Cemal Nadir bey arkadaşımız Amca Bey'in gazetemizde intişar etmiş İ (en güzel karikatürlerini bir araya Pp topladı; bunları renkli, zarif bir Öl kapak içinde güzel bir album halinde neşretmiştir. Nisan 1932 zarfında gazetemize bir senelik, 5 aylı aylık abone kaydedilecek karil veya mevcut abonesini Nisan içinde İ) asgari 3 ay için temdit ettirecek olan abonelerimize, abone bedelleri Nisan sonuna kadar idarehanemizee | kabzedilmiş olmak şartile, bu güzel & album'dan bir nüsha hediye edilecek ( ve posta ile adreslerine gönderilecektir. Beyoğlu caddesi, yağmur ya- ğıyor . Delik kunduralarından ayağma su geçiyor. Otelciye o akşam behmehal para vermeği vadetmiş. Şayet parayı vermezse otelde artık yaşamayacağım otelci haber vermiş. Geçerken, şoförler, sesleniyor: a — Pşt!. Pşt. Kız... Buraya gel... Serseri adımlarından onu kim sanıyorlar? Bir sarhoş Peşine düştü.. Ayşe, iki otomobilin arasından tehlikeli bir surette sıyrılarak zor kurtuldu. Oof! Bu hayatın sillesi.. Üvey annenin tokadından da daha ağır geliyor. Nizamettin efendi, ertesi sabah evinden çıkarken eşik üzerinde ayaklarına bir yumuşak cisim takıldı; adamcağız; bayretle baktı: Ayşe, yarı donmuş, yarı uyuş- muş bir halde, orada yatıyordu. ( Hikâyeci ) yepyeni Diğer cihetten, Saliha hanım is- minde bir kadının ifadesinden anlaşılıyorki, mumaileyhanın aşık- larından musırlı Fazıl Alkasdi bey, Vesime hanımı evlenmeden evvel kendisine metres yaptığı için öğünmüş, Murtaza beyin zevcesi Jülide hanımın sözleri de, Saliha hanımın sözlerini tasdik ediyor. Jülide hanımla arkadaşı olan Vesime hanım, ona, izdivaçtan evvel Fazıl Alkasdi beyin metresi olduğunu itiraf etmiş, esasen, mev- zuubahs Alkasdi bey, Vesime hanı- mın desti izdivacını talep etmiş. Vesime hanımın pederi, bu teklifi reddetmiş. “Bu zat üzerinde yapılan tetki- kat, kendisinin zenci kanından olduğunu gösteriyor. Bunu, Saliha hanıma da kendi bizzat söylemiş, Fazıl beyiti babası zenci, anası, sarışın bir kadınmış. ( Arkası var)