17 Mart 1932 Ka No. 8 SEBA MELİKESİ BELKIS | Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Sİ Uzun senelerden beri yüzbinlerce türkün ölü- Bütün yolcular nihayetsiz bir vinç içinde, dizlerinde hissettik- i son kudretle ilerlediler. Alaturka saat sekizde (Bacil) e iriyorduk. * “. “ Ottan mamul ufak bir evin nünde orta boylu bir adam durmuş, hayretle bizim perişan ve sefil kafileye bakıyordu. Bu Bacil tahrirat kâtibi idi, kendisini nırdım, yanına sokuldum. — Azizim, şu sefilleri istikbal decek bir kimse yok mu? Dedim. O, bir şeyden haberi İ olmayan insanlara mahsus garip bir lâkaydi ile sordu: — Bunlar kimlerdir ve nereye gidiyorlar? O vakıt anladım ki, kimsenin bir şeyden haberi yoktu. Muhacirler tanıdık evlere ve sokaklara yayıldılar, bende doğ- ruca telgrafhaneye gittim, telgraf “müdürü bir arkadaşı ile makine odasında domino oynıyordu. Dün- “ yadan haberi yoktu.. beni görünce şaşırdı : — Vay Cemalciğim, bu ne hal? Haniya sen Istanbula gidecektin..? Dedi. Ve arkasından itizar beyan ederek ilâve etti: — Dündenberi Hüdeyde teli bozuktur. Pusula, hattı kırık gös- teriyor. Çavuşumuz da yok, Sanaya yazdım. Şimdiki halde yalnız Sana ciheti ile muhabere edebiliyoruz. Kimseye sormadan bir sandalya çekerek oturdum ve Hüdeydenin tehlikede olduğunu, Sanaya git- meğe mecbur olduğumuzu anlat- tım. İkisi birden: — Acayip.. Demek siz bunun için oradan kaçtınız ha? Diyerek boynuma sarıldılar ve derhal vaziyeti kaymakama ve jandarma kumandanına haber ver- mek üzere telgrafhanede beni yalnız bırakarak gittiler. Bir iki saat içinde lâzım gelen tedbirler alınmış ve makine başında Sana ile muhabereye başlanmıştı. Ingilizler dahili telgraf tellerini kesmişlerdi, maksatları âşikârdı : Perakende olarak omülhakatta bulunan askeri kuvvetlerin tecem- müüne mani olmak ve bir güna bücum ve taarruza maruz kal- mamak istemişlerdi. Hadise o gün akşamına kadar Yemen mülhakatına telgraflarla bildirilmiş ve asayişi muhil veka- yun hudusuna meydan vermemek için lâzım gelen tetbirler alınmıştı. Tefrika No 33 pa LEKE Aşk, macera ve fen romanı Nakili Sia (Vâ - Na) Ertesi günden beri yok, Denizci zadeler, “M.,, zadelere bir mek- tup yazdılar. Allahın emrile, pey- gamberin kavlile, kızlarını oğulla- rına istediler. “ Karar verildi: İzdivaç için lâzım olan şeylerin hazırlığına girişile- cekti. Istanbul'a döndüler. Ahmet Ferit, müstakbel kayın pederinin konağına misafir indi. Düğün Eylülün yirmisinde tes- pit edilmişti. Bu tarih, herkesin işine elveriyordu. Pakize teyze ile kocası da Istanbul'a gelmişlerdi. 17 Mart 1932 | müne sebep olan (İmam Yahya)nın zaviyesinden merkeze doğru hareket etmesi herkesi telâşa düşürmüştü.. Bu meyanda fevkalâde yararlığı görülen vali vekili Mahmut Nedim beyin omemleketin o asayiş ve inzibatını temin hususunda ittihaz ettiği tetbirler (o cidden taktir ve tahsine lâyıktı. Hadise- nin ilk günleri böyle sükünetle ve arızasız geçmişti. Bacile gelen muhacırlar fasıla ile birer ikişer San'aya doğru gidiyorlardı. Bende Bacilde bir hafta kal- dıktan sonra, tekrar Hüdeydeye dönmek ihtimalinin tamamile suya düştüğünü görerek, bilmecburiye (Sana) ya müteveccihen yola çık- mıştım. Artık, ana vatandan büsbütün uzaklaşıyordum, harp her tarafta başlamış , cihanı baştan başa ateş ve barut dumanı sarmıştı, Hü- deydeden her gün muntazam harp haberleri alıyorduk, gerçi bunlar tamamile ingilizlerin lehin- de yazılmış telgraf haberleri isede, bunları gizlice getiren sailer In- gilizlerin Hüdeyde de çok endi- şeli olduklarını o söyliyorlar ve bizde bu suretle her gün yek- diğerini otakiben elden gelen haberlerden dünyanın hanği kö- şesinde ve kimlerle harp edir diğini öğrenmiş oluyorduk. Bacilden hareketim günü, (Imam Yahya) nın kendi zaviyesinden kalkarak, merkezi hükümetle te- mas etmek üzere ve dostane bir surette ( San'a ) ya muvasalat ettiği haberini almıştık. Seneler- den beri Türkiye ile muharebe ederek yüz binlerce türkün ölü- müne sebebiyet veren ve son günlerde yapılmış olan bir itilâf- name ile Türkiyeye karşı dostluk göstermekte bulunan (Imam Yah- ya)nın böyle birden bire kendi tevabiile San'aya gelmesi, leh ve âleyte bir çok mütalâat serdine vesile teşkil o eylemişti. (Hadise gayat mühimdi, menfi mütalâalar filiyat sahasına çıkacak olursa, Yemendeki türklerin akıbeti pek vahim olacaktı. Bacilden bir gün sonra (Hacile)- ye üçüncü günü de (Menaha) ya muvasalat etmiştim. Münaha cebe- linden geçerken, evvelce müfre- zemle mecruh olduğum nokta da bir an tevekkuf ettim. Orada yaralandığım zaman belki ölürüm endişesile sürüklenerek sarı bir kaya parçasının üzerine kolumdan ğımı batırup şu cümleyi yazmıştım: ( Allahım, sevgili yavrularımı, sen sahipsiz ve yetim bırakma!) Istanbuldan Yemene hareket eder- akan kanlara parma- Hemen her gün buluşuyorlar, görüşüp konuşuyorlardı. Bu derece mühim olan bir düğün için nasıl hazırlıklar yapıldığını tahmin eder- siniz. Elbette.. Iki taraf ta alabil- diğine zengin! Heyhat!.. Düğün zamanı yaklaştıkça, Ve- sime'nin hah bir başkalaşıyordu. | Biçare genç kız, yalnız kaldığı zamanlar, fenalaşıyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ahmet Ferid'i bütün kalbile sevmekteydi. Her ne bahasına olursa olsun onu kaybetmek iste- mezdi. Düşünüp duruyordu: Müs- takbel kocası, hakikatı öğrenirse ne yapar?. Fena halde düşünceliydi, mağ- mumdu! Bir sabah, gene düğün için alış verişite bulunmak üzere sokağa çıkıyordu ki, hizmetçisi kendisine | Sanayi faaliyeti “bir haber verdi: Konyada fabrikalar gittikçe yor Konya 13— Son zamanlarda Konyada sanayi faaliyeti ilerli- yor. Yeniden bir çok fabri- kalar tesisi için teşebbüsler vu- ku bulmakta- dır. Elyevm Konyada mü- teaddit fabri- kalar EU vardır. Bunların içinde en mühimmi SüleymanSırnB. hükümet meydanındaki kanaat fabrikasıdır. Bu fabrikada yatak, karyola çarşaf ve örtüleri, palto astarları, (dokumalar, çocuklar için elbiselik kumaş, döşemelik kumaş, kravat, çorap imal ediliyor. Fabrikanın sahibi Silleli Süley- man Sırrı bey diyor ki: — Yegâne emelim, memlekete hizmet etmek ve sanayii milliye- mizi ilerletmekti. Buna muvaffak olmak için bütün gayretimle çalıştım ve şu gördüğünüz fabri- kayı vücuda getirdim. Bu mesa- imle, diğer sermayedar vatandaş- larıma nümunei imtisal olduğumu söyliyorlar. | Konya, mülhakatı zengin bir vilâyettir. Burada ya- pılacak çok işler var. Benim gibi müteşebbisler faaliyete geçerlerse, vilâyetimiz az zaman zarfında eskisinden on misli fazla zengin- leşir ve halk ihtiyaçlarını büyük külfetlerle (o uzaklardan O tedarik etmeğe lüzum görmez, buradan her şeyi kolaylıkla tedarik ede- bil ken, onlar mini mini çocuklardı. Iki yerimden mavzer yarası alup kumların üstüne (yuvarlandığım zaman, ilk düşündüğüm şey zev- cem ve yavrucaklarım olmuştu. Zaten onlardan başka beni düşü- necek ve onlardan başka da be- nım düşüneceğim kimseler yoktu. Bu cehennem geçidini andıran meşum noktadan geçerken, bana Bacilden verdikleri attan inerek, yaralandığım © kanlı köşeye gittim. Kayanın üzerine yazdığım yazının kanlarını güneş massetmiş ve ofeci hatıranın yalnız çizgileri kalmıştı. Bu kanlı kitabenin önün- de bir dakika durdum. Kayanın üstüne o günkü tarihi atarak sendeliye sendeliye hayvanımın yanına geldim. Yüksek dağlardan vahşi sesler işidiyordum... şaşkın şaşkın etrafıma bakınarak gül- düm: Bu sesler, benim iniltile- rimin akislerinden başka bir şey değildi... (Arkası var) ülide, Vesime” yi telefonla istiyormuş. o kötü mazi, bu üç heceli ismin içinde mündemiçti! Mamafih, Istanbul'a geldikten sonra, bilinemez hangi ihtiyat maksadile, tehlikeli dostunu ziyarete gitmişti. Jülidenin seyahate çıkmış oldu- ğunu söylemişlerdi. Evinde rastla- dığı bir ahbaba, Vesime, evlene- ceğini bildirmişti. Bu ahbapta, Jülideye mektup yazarken, hem Vesimenin kendisini ziyareti, hem de evleneceğini haber vermişti. Ve işte, şimdi, Jülide, Istanbula dönmüş bulunuyordu. Telefonda konuştular: — Vay, sefa geldiniz, şükür kavuşturana, güzelim... Nasılsınız?. Vallahi sizi öyle göreceğim geldi ki... buluşacağız?.. Sizi çok görmek istiyornm. ne zaman .——., Her akşam | bir hikâye / Geceleyin, Pincil oturu- i yordum. Pencerem kafeslidir ve doğrudan doğruya sokağa nazır- “| dır. Sokağın karşı tarafında duran iki kişi nazarı dikkatimi celbet- / mişti. Bunlar, aralarında bir şey konuşarak (omütemadiyen bizim eve bakıyorlardı. Kılıklarından, arnavut, boşnak, yabut ta kara- dağlı falan oldukları anlaşılıyordu. Uzun boylusunun koltuğu altında bir paket vardı. Nibayet bizim eve yaklaştılar. Artık, konuştuklarmı ( işidiyor- dum: Kısa boylusu, arnavutça olarak fısıldadı. (Arnavutça bili- rim. Zira büyük pederin pederi arnavutmuş. Büyük vlade merhum evde biraderile arnavutça konu- şurdu. Benim de lisana istidadım vardır. Kaptım.) Ha, ne diyor- dum, kısa boylusu arnavutça fısıldadı. — Bekçi gitti. Kundağı koyalım.. “Kundak, kelimesini Türkçe olarak söylemişlerdi. Evin bodurum penceresinin pen- ceresini ittiler. Koltuklarının al- tındaki paketi oraya tıktılar. Eyvah!,.. Başımıza bir nameşru çocuk mu musallat edeceklerdi? Derhal kafesi açtım. — Durun! dedim. Ikisi birden, arkaya doğru, üç adım sendeledi. Gözleri, korkudan fal taşı gibi açıldı: — Teslim bre, dediler. Ellerini, muharebede teslim olur gibi, havaya kaldırdılar. Vay!... Ismimin de Murat olduğunu biliyorlar. Bunlar kim acaba? — Siz kimsiniz? Zıngır zıngır titriyorlardı. — Nasil bizi tanımaaazsın, Murat bey?.. Biz Şilifilizade! Hayrette kaldım. Zira, büyük pederin pederinin, bir kan davası yizünden Istanbul'a Murat bey!- be muhaceret ettiğini biliyordum? ve davası da Şilifilizadelerle imiş... Demek, bunlar onlar... Ne sezi aceba? Korktuklarını görünce, böbür- lendim: — Teprenmeyin, yakarım... El- lerinizi indirmeyin... Evimin altına soktunuz kundak neydi? — Bagişla canimizi be Murat bey! Yangin kundayi idi... Berayı ihtiyat, madeni tütün tabakamı (cebimden çıkardım. Tabanca gibi karanlıkta parıldata- rak, pencereden sokağa atladım. Atlamak gayet kolay oldu. Zira, pencere, zeminden ancak iki metro yükseklikteydi. Bodurumun hemen oracığına — Ne zaman isterseniz görü- şelim. — Bugün benim evime, çay içmeğe gelmez misiniz ? Saat beşe doğru | — Hay hay... Maalmemnuniye | Vesime, telefonu kapattı. Saat beşte, eski arkadaşının evindeydi... Jülide, bermutat taze, güzel, zarif, çalak... Iki kadın, kucaklaşıp öpüştüler. Jülide dedi ki: — Aman bu izdivaç olur şey değil... Âdeta binbir gece masalı gibi bir şey... — Belki... — Niçin, şüpheniz mi var... — Yok hayır... — Söyleyin, söyleyin... Vallahi sizin bir kederiniz olduğunu anlı- yorum. Vesime, içini çekti: Bir kan davasının sonu | | racaat etmeleri ilân olunu; ER kundağı sildi. e bulanmış bez parçaları... — Bizi çoluk çocuk diri diri yakmak istiyordunuz demek?... Peki amma sebep?.. — Bilmezsin mi, be Murat bey... Kan buyuk davasi... Senin buyuk babânın babâsının babâ- sinin dedesi, benim buyuk babâ- nin babâsinin babâsinin dedesini tahkir etmiş.. Bunun ustunde, be- nim aile, senin aileye kan davâsi açmış, be Murat bey.. Siz bizden vurmuş, biz sizden vurmuş,.. Siz- den kirk seçis tâne! Bizden Kirk seçiz tâne, morel.. — Ee, işte, kırk sekizerden ödeşmişiz (odemek... Daha ne istiyorsun da (İstanbula kadar gelmişsin bizim evin altına kundak sokuyorsun? — Arnavutlukta sizden oldure- cek hiç çimse kalmadı, more! Kirk seçiz dane idiniz. Bitti morel Daha odeşmedin bu Morar bey! Lâzım bis kirk dokuz tâne oldu- relim. — Niçin? — Çünkü biz tabkir yedik more! Senin buyuk babânin ba- bâsinin dedecesi, benim buy.k babâmin babâsinin babâsinin de- desini tahkir 'etmiş. Merak ettim. — Ne diye tahkir etmiş? Kundakçıların elleri, halâ tes- lim vaziyetinde havadaydı. Bende tabakayı avucumda tutuyordum : — Benim buyuk dedi, bir av vurmuş more! Bizim memle- çette (adettir. Biri bir av vurunca sorarlar: “More çim oldurdu bu aslani?, derler. Avi vuran da: “More babacani! Ba- bacanil,, diye koltuklarini kabar- ti// Amma senin buyuk dede benim buyuk dedeye: “Morc çim oldurdu bu siçani?,, demiş... Bizim buyuk dedeyi tahkir etmiş more... Iotikam morel — Peki şimdi, ben size tar- ziye versem olmaz mı? İşte, veriyorum: “Sizin dede babacan! Öldürmedi bir sıçan! O, öldürdü bir arslan!,, Bu kan davası da bu suretle bitsin... Iki kundakçı, hâlâ, eller, teslim vaziyetinde yukarda, istihfafla dudak büktüler: — Tuh, sen nasıl Arnavut more?.. Korktun,. Tarziye verdin!.- dediler.- Kan davası bitti.. Amma, çok şansız şerefsiz bitti more... Yazık oldu more! Kendilerini koyuverdim. Beni tahkir amiz mazarlarlı süzdüler. Homurdanarak uzakla;- tılar. (Hatice Süreyya) — Nasıl söyliyeyim, bilmem ki... Jülide, genç kızın ellerini tuttu. — Yaklaşın bana. (o Yak- laşın! Ha şöyle... Dinleyin şimdi. Ben sizi kurtaracağım, anlıyor mısınız? — Kurtaracak mısınız?. Neden kurtaracaksınız? - diye oVesime, hayretle başını kaldırdı. — Korktuğunuz şeyden! Dinle- yin beni! Bakın, neler anlataca- ğım! Siz, benim, yegâne hakili dostumsunuz! Genç kadın, Vesimeye büsbü- tün yaklaştı: —Siz, benim Murtazayı kaybet- mem için çalışmadınız. Ha, şey, haberiniz var mı? Murtaza ile evleniyoruz. Galiba düğünlerimiz ayni zamana rastlayacak. Julide, açılmıştı; devam etti: (Arkası var)