26 Şubat 1932 Tefrika ke kk dininiz 75 İngiliz Casusu LAVRENS İSTANBULDA! 26 Şubat 1912 Nakleden : Selma hanım anlatmıştı: “Abdülhamit beni ol birdenbire kolumdan iterek: Bu çocuğu bir daha gözüm, görmesin! diye bağırdı. Padişah bizden nefret etmişti., Selma banıma akşama her halde geleceğimi (| söylemişdim. o Eve gitmediğimi görünce, genç kadın* acaba benim hakkımda'ne hüküm- ler vermişti? Daha bir gece evel istikbalimize ait ne samimi fikir ve düşünce- lerle birbirimizi tatmine çalışmıştık. Bugün de.. Yarın da gitmiyecek olursam, Selma hanım, Pervinle beraber beni de aratmıyacak mıydı? Bir Avusturyalı zabitin Istan- bulda kaybolması çok gülünç olurdu. Böyle bir şayianın deve- ranı beni tehlikeye düşürmeğe kâfi gelebilirdi. “Yüzbaşı Kres kaybolmuşl!,, Bu havadis Alman karargâhına aksedecek olursa, bütün dolaplar, sahtekârlıklar meydana çıkacaktı. Yüzbaşı Kresin Filistinde İngilizlere esir düştüğünü alman karargâhı da öğrenmişti. — Bu ikinci Kres de kimdir? Diyerek (o taharriyata başlaya caklar ve ilk takikat bittabi Selma hanımdan ve Kemal beyden yapılacaktı. Vazıyetin vehametini düşündük- çe beynimin içi açılıp kapanıyor, şakaklarım (| çatlayacakmışcasına çarpıyordu. Nevzadın beni serbes bırakma- sından başka bir kurtuluş ümidi yoktu. Içinde bulunduğum © zındanın duvarları, kollarımla yıkılamıyacak kadar kahn ve metindi. Hele kapısı.. O müthiş demir kapının öyle korkunç bir açılıp kapanışı vardı ki, Kendimi adetâ cehen- nemde zannediyordum. Bu zindandan ne vakit ve nasıl kurtulacaktım? Bir gece Selma hanım bana şu vakayı anlatmıştı: — “.. Çok küçüktüm. Henüz yedi sekiz yaşlarında... Bir gün saraydaki teyzemi ziyaret etmek üzere beni Yıldıza götürmüşlerdi. Teyzem Sultan Hamidin gözdele- rindendi. Beni arasıra hatırladıkça Saraya aldırır ve günlerce odasım- da alkordu. Gene böyle bir gün Sarayda Teyzemin odasında oturuyordum. teyzem: — Selma, dedi, seni padişahın huzuruna çıkaracağım. Fakat, uslu ve ter- biyeli durursan | Ben küçükken çok yaramaz bir çocuktum. Bunu teyzemin bana bir lâf olsun diye söylediğine zahip olmuştum. Halbuki, bir saat sonra bir harem ağası geldi; Haydi Okızım, seni efendimiz istiyor! oODedi. Beni aldılar, ve Abdülhamidin huzuruna çıkar- dılar. Teyzem, hünkâra benim yaramazlığımdan bahsetmişti, Çün- kü, Padişah zeki çocukları çok severmiş... Abdülhamit benim ze- kâmı tecrübe etmek istemiş, Bir az yanaklarımı ve saçlarımı okşa- dıktan sonra bana dedi ki; — Seni bir yere kapatsalar, gene yaramazlık yapar mısın? Hiç düşünmeden: — Elbette yaparım... Diye cevap vermiştim. Abdülhamit güldü: — Peki amma, seni kapattık- ları yer ufacık bir oda ise.. Nasıl yaramazlık yapacaksın? — Kaçarım... — Kaçarmısın? — Elbette.. Ben öyle ufacık bir odada kendi kendime cinler- lemi oturacağım..?! — Fakat, kapı üstünden gilitli ise..? — Kırarım... — Bu mincik ellerinle kos ko- caman kapıyı nasıl kırarsın? O valut düşündüm. Padişahın beni imtihan ettiğini anladım. Çocuk hissi buya.. ona mağlüp olmak istemiyordum. — Pençereden kaçarım... Dedim. Padişah suallerine devam etti: — Pençerenin demir parmak- lığı varsa, ne yaparsın? — Onları da kırarım... — Kaçmak için mutlaka kapıyı ve pencereyi kırmak mılâzım? — Elbette... — Sen oyuncaklarını da kırar- mısın ? — Hayır.. Yalnız, bana itaat etmiyen bebeklerimin ( kollarını kırarım ve saçlarınısyolarım. Abdülhamit beni severken bir- denbire kolumdan iterek: — Bu çocuğu bir daha gözüm görmesin.. Diye bağırdı. Ben de, teyzem de o günden sonra saraya adım atmadık. Padişah bizden nefret etmişti. (Arkası var) Kauçuk ormanlarında et yiyen karıncaların hücumu Muharririz Jose Eustasio Rivera (l: Kavuçuk ormanlarında amelelik eden isimleri ve sıfatları aşağıda yazılı bir sürü insan, ansızın et yiyen iri karın caların hücumuna uğryorlar, Daha beş kişi, ötede, muhasarada kalmıştır. İki fedai onları kurlarmağa gidiyorlardı muvaffak olamıyorlar. Geri dönüyor arkadaşlarına iltihak ediyorlar, Kaçmağa başlıyorlar. Et yiyen karıncalar, yaban arısı büyüklüğündedir. Çekirgeler bizim memlekette nasıl sürüyle ekine saldr- nrlarsa bu et yiyen karncalar da ormaulara öyle saldırıyorlar. Lâkin ağaçları hayvanları ve insanları da beraber silip süpürüyorlar, anyolcadan) Hangi istikameti takip ediyor- lardı? Rio Curicuriari istikametini... Oradan geçmek suretile Rioneg- roya gireceklerdi ki, bu, Naran- jalın yetmiş fersah üstündeydi. Oradan, Unanitubaya geçecekler; imdat istiyeceklerdi. Patronları, gayet iyi bir adamdı. Onun yanında - artık ferahlayak- İardı. Ormandan niçin kaçıp gek diklerine dair vercekleri izahat da hazırdı. Karıncaların hücu- muna uğramışlardı. Bu tehlike Beş kişi kurtarmağa gidenler- karşısında fazla duramazlardı ya. den biri, ötekine: — Arkadaşların da fikrini so- ralım. - dedi.| — Bizimle hem fikir olacakla- rma şüphe yoktur. Ileri gidemediler. Geri dönmek mecburiyetinde kaldılar. Geri dönünce, arkadaşlarını, menzillerden birinde, bir kulübede buldular. Hurma şarabı içerek yere serdikleri bir mendil üzerinde zar oynayorlardı. Serhoş serhoş haykırıştılar: — Karıncalar mı?.. Ne karm- caları?, Biz kaçıyoruz.. Kaçıyoruz.. Hem, böyle kılağuzumuz varken korkmayız ki.. Kılağuzlarımız, bizi cehennemden bile kaçırtır... Sonra, tekrar yollara düzeldiler... Gülüp oynaşarak... Kılağuzla şa- kalaşarak... Ormanlar içinde bin türlü şaklabanlıklar yaparak... Lauro Coutinho, bir hurma dalı koparmıştı. Bunu, başı üzerinde yelpaze gibi tutuyordu. Souza Machado, on sekiz kilo ağırlığındaki balyayı hâlâ atma- mıştı. Bunu satarak kazanacağı parayla bir kadının iki gecelik zevk ve safasını ele geçirmek istiyordu. Amma bu kadın beyaz olmuşmuş ; sarışın yahut esmer olmuşmuş; Örandy yahut gül kokmuşmuş.. Nazarında zerrece ehemmiyeti yoktu.. Italyan Peggi, bir şehre gitmek- ten (o bahsediyordu. e Otellerden birine ahçı olarak girecekmiş. Otellerde bahşış ve anafor çok- muş. Coutinho'ların büyüğü, irat ve akarı olan bir kızla evlenmek niyetinde.. Hintli Venancio, sandal imalât- hanelerinde çalışmak projesinde... Pedro Fajardo, kör olan anne- sini barındırmak üzere, bir dam altı tedarikini kendisine emel ittihaz etmiş. Don Clemente Silva oğlunun mezarını bulmak arzusunda, Kte, karınca sürülerinden kaçan bedbaht okafile bu şahislerden mürekkepti. Dört gündenberi yürüyorlardı. Dördüncü gün buhran baş gös- terdi. Yiyecek içecek şeyler azalıyor- du. Bataklıkların ucu bucağı yok- tur, dinlenmek için arada duru- yorlardı. Nihayet, bataklıklar o kadar çoğaldı ki, sırtlarından mintanlarini çıkarmak, parça parça kesmek ve ayak bileklerine, bacaklarına do- lak gibi sarmak mecburiyetinde kaldılar. ancak bu suretle batak- lıklardaki sülüklerin bacaklarına yapışması tehlikesiin önüne geçe- biliyorlardı. Souza Machado, yorgunluk yü- zünden cömertleştiği için, on sekiz kiloluk kauçuk hamulesini parça- lara ayırdı ve arkadaşlarına ikram etti. Fakat Fajardo, hissesini al mak istemedi: Taşımak kuvveti kalmamıştı! Souza, bu parçayı geri aldı. Nede olsa, atılamazdı ya bu.. Anha minha kauçuktu... Sıyah altındı! İçlerinden biri sordu: — Şimdi nereye gidiyoruz? Hepsi birden, emniyetle cevap verdiler: — İleri. Fakat heyhat... Kılağuzluk vazifesini gören, epi- ce zamandır yürüdükleri istika- meti şaşırmış bulunuyordu. Lâalettayin bir istikamete doğ- ru ilerliyordu. Hiç durmayor, hiç kimseyle bir şey konuşmayordu. Kendi içindeki endişe ve heye- canı. başkalarına olsun nakletme- mek istiyordu. Bir saat zarfında üç defa ayni bataklığa daldılar. Bunun, kılağuz bizzat farkına vardı. Fakat arka- daşları farketmediler. Evvelce bir çok seferler gör- müş ve üzerinde tetkikat yapmış olduğu civar haritasını gözleri önünde (o canlandırmağa çabalı- yordu. Fakat, harita ile toprak arasında ne mütbiş tefavüt var! Kim der- di ki, ancak bir karış kadar bir Sahife 9 iz Ekonomi ve finans Ekonomi ve finans mecmuasının son nüshası da çıkmıştır. Bu nüs- hada darülfünun muallimlerinden Muhlis Etem beyin 931 senesinde çıkan iktisadi neşriyat hakkında bir tenkidi, sigorta ticaret mektebi muallimlerinden Hikmet Sadık beyin içtimai sigortalara bir yazısı vardır. Bundan başka mecmuada altın para meselesine ve beynelmilel borçlara dair tetkikler ve mem- leket iktisadiyatına dair yazıları ihtiva etmektedir. Mektep mecmuasi Mektep mecmuasının 9 uncu nushası çıkmıştır. Bu nushada Mustafa Şekip beyin bir yazısı vardır. Bundan başka Bernad Shavın Rusya seyahatı hatıralarına dair bir yazısr da vardır. Kadro mecmuası Ikinci sayısı bir çok kıymetli yazılarla çıktı. Kadro aylık fikir mecmuasıdır. Kadronun ilk nüshası ikinci defa basıldı. Yeni Bandırma kaymakamı Bandırma, 25 (Hususi) — Bun- dan beş ay evvel bir ameliyat neticesinde vefat eden Hasan Fikri beyin yerine kıymetli idarecileri- mizden olan Erdek kaymakamı Rağıb bey tayin edilmiş ve dün vazifesine başlamıştır. Muvaffaki- yetler temenni ederiz. Amerika'daki ecnebiler Washington, 25 (A.A.) —Mesai nazırı M. Daak, 1931 senesinde memleket haricine çıkarılmış olan 21,000 ecnebiden başka mezuni- yetsiz olarak Amerika'ya gelmiş olan 12,100 ecnebirin de masraf- ları kendileğine ait olmak üzere Amerika'dan çıkarılmış olduklarını beyan etmiştir. kâgit işgal eden o harita parçası böyle uçsuz bucaksız mesafelere tekabül etsin! o incecik çizgicikler bu azim bataklıklar olsun ve o bataklıkların heman yanında mavi bir çizgi halinde uzanan yol bir türlü bulunamasın... Kılağuz, dımağından dua etmeğe başladı. “Yarabbi! Yarabbi! Güneş lütfet... Güneşi göreyim de isti- kameti tayin edebileyim. ,, Hayır. Güneş görünmiyordu. Sema, kurşuni ve yeknasak bir bulut tabakasile kapalıydı. Batak- lıklar üzerinden soğuk bir rutu- bet domanı çıkıyordu. Güneş gürünmiyordu. İleri... Fakat ne tarafa dogru ileri? (Arkası yarın) Mütercimi: (Hatice Süreyya ) Tetrika No 13 26 Şubat 1932 LEKE Aşk, macera ve fen romanı Nakili: O(Vâ- Nü) Sonra, mühendisliğe dair bir çok sözler söyledi; lakırdılar açtı. böylelikle, işten anlamaz, enai yerine konulur bir insan olmadı- ğını anlatmış oldu. Maamafih, mülâkat dostcasına bitti. Fazıl Alkasdi, kendisine verilecek cevabın gecikmemesini rica etti, Mısırlı gittikten sorra, Mehmet bey, zile bastı, Içeri giren uşağa, şu emri verdi: — Küçük (hanıma Biraz buraya gelsin. konuşaccaklarım var. Vesime, çok geçmeden eşikte söyleyin.. Kendisile Ço göründü. Başında şapka, üstünde manto. — Çıkıyor miydin kızım? — Evet, babacığım. saat on bire kadar beni istetmezsen ben- den bir istiyeceğin olmayacağını haber vermemişmiydin? Ben de saat on biri geçti diye çıkıyordum. — Hakkın var.. Fakat senin de evvelden bildiğin (o mülâkatımız neticelendi. — Peki, fikrinnedir babacığım? — Mühendis olduğunu söyle- yen, Fazıl Alkasdi benden seni istedi. — Sen ne dedin? Beni ona verecek misin? — Henüz kararımı vermiş de- Zilim. — Niçin? — Tahkikata girişeceğim de ondan. — Ne diyorsun, babacığım?.. Fazıl Alkasdi bey, her cihetce mükemmel bir insan olarak ta- — Haydi git, gez öyleyse, nınmaktadır. Herkes kendisine | çocuğum. itibar ediyor! Hüsnü muamelede Ve, kızını, uzun uzun göğsü bulunuyor. Tahsili, terbiyesi mü- | üstüne bastırdı. kememel. Serveti, bizimki Oka- ii dar değilse bile, her halde gayet Jülidenin evinde, cemiyeti hafiye, büyük. iyiden iyiye (kurulmuş bulunu- Mehmset bey: yordu. — Öyle “ görünüyor, !- dedi. Fazıl Alkasdi, Salihayla konuş- tuğunun ferdası günü, Jülideye gitti ve ona Vesimeyle en yakın bir zaman zarfında evlenmek istediğini söyledi. Jülide, bir takım itirazlar serdet- mişti. Zira, bu izdivaç, onun hiç te boşuna gitmiyordu. Diğer taraf- Fakat, Vesime'ciğimi çok sevdi- ğim senin mesut olman sebep- lerini iyice hazırlamak niyetinde bulunduğum için, zevahirin haki- kate mutabık olup olmadığını tahkik edeceğiz. Bundan dolayı bana kızmazsın ya, çocuğum? Vesime, babasının (o boynuna | tan, Mısırlının nazarı dikkatini atıldı: z “M...., zade Mehmet beyin zekâsı — Ne diyorsun? Kızar mıyım, | ve iradesi üzerine davet etti. Lâkin Alkasdi, herne pahasına olursa olsun, bu teşebbüsü kuv- veden fiile çıkarmak mecburiye- tindeydi. Jülide'ye, vaziyeti, bütün hiç, babacığım?.. Tetkikatını iste- diğin gibi yap. Neticenin müsbet çıkacağına son derece eminim. Baba, ciddi ciddi; açıklığile izah etti. Paraları suyu çekmek üzereydi. Şayet kendini toplayarak yeni bir vurgun vur- mazsa hali haraptı. Onun için, mutlaka ve mutlaka bir şey yap- malıydı! Mısırlı genç, Jülide'nin bu izdi- vaç hakkındaki müzaheretini cel- betmek için, ona, “eömertce,, bir takım vaitlerde bulundu. Ma- demki Jülide, “M.. , zadeler ailesini tanıyordu; kızın ebeveyni ve ağa beylerini bu izdivace razi etmeliydi. Bilhassa, annesi tara- fından çalışmayordu. Bu sözleri dinledikden sonra, Jülide: — Siz harikulâde bir adam- mışsınız, azizim Fazil bey!- dedi. - Hiç bir tedbire baş vurmakdan geri kalmayorsunuz. (Arkası var)