> Şubat 1932 Sahife 9 Sekiz on dakika sonra kollarımdan ve bacaklarımdan sürükliyerek bir mahzene götürdüler. Gözümü açtıkları zaman, evvelâ karşımda Nevzad'ı gördüm... Mütecavizlerin ne söylediklerini bilmiyordum. Fakat, muzaffer tavırlarından, neşelerinden anlı- yordum ki, beni bir an evvel imba etmeği düşünüyorlardı. Otomobil seyahati uzun medi. Tahminen sekiz sonra: — Geldik... Diyerek gülüştüler.. Ve ote- mobil durdu. İsanm felâketli zamanında işit- tiği yabancı kelimeler bile hafı- zasında mıblanıp kalıyordu. sür- dakika on Otomobilin (Okapısı açılırken, evvelâ iri boylu adamın sesi işidildi : — Merhaba, Mehmet ağa! Aceba nereye gelmiştik? Hiç olmazsa gözlerimi açsa- lardı, nereye götürüldüğümü yö- recektim. Zaten İstanbulun hiç bir tarafını bilmiyordum. Bu dağımk şehrin ıssız köşelerinde bir adamın ifna edilmesi her halde - bilhassa haydutlar için - çok kolay bir iş olacaktı. Nevzat, Mehmet ağayı selâm- ladı. Otomobilden atladılar. Birisi LAVRENS iSTANBULD bacaklarıma, diğeri başıma sarıldı. Furgondan peynir çuvalı boşaltır gibi, kolumu, bacağımı sarsarak yere attılar. Mehmet ağa: — Yeri hazır.. Dedi. Başka birşey işitmedim. Tekrar el birliğile kollarıma ve bacaklarıma sarildılar. Tahmi- nen elli hatve kadar yürüdüler. Üç basamak merdivenden sonra on hatve kadar daha yürüdüler. Bir demir kapının gürültülü açılı- şını işittim, Nevzat bu odaya benden evel girerek : — Çok münasip, Mebmet ağal Diye mırıldandı. Soğuk bir taşin üstünde yalı- yordum. Kısa bir muhavereyi müteakip, bir el, başımı, gözlerimi açtı, Kar- şımda evvelâ Nevzadı gördüm. Biraz sonra, Nevzadın arkasın- da duran iri boylu adamı ve onun yanında da beyaz sakallı Mehmet ağayı görmüştüm. Nevzat gülerek yüzüme baktı: — Nasıl, yüzbaşı efendi? Bu kısa yolculuktan rahatsız oldu- nuz mu? Ağzım açık olsaydı: — “Hayır... © 23 Şubat 193 | LEK Aşk, macera ve fen romanı Tefrika No 10 Nakili: oO(Vâ- Nâ) — Şayet serbestsen birlikte | akşam yemeği yemek istiyorum. Serbest değilsen yemekten sonra buluşalım. — Niçin? Ne oluyoruz? — Buluşunca söylerim. var. — Pek âlâ... Fakat, yemeğe gelip gelemiyeceğimi bilmiyorum. Saat sekiz buçukta Tokatlının pasta tarafında buluşalım. Şayet açsak yemek yeriz. Aç değilsek sinemaya, bara filân, nereye ister- sen gideriz: — Tayyip ya kabibi... Bir işi — Barda senin bayıldığın o A! Nakleden: İ. F otomobil durdu. Beni, Diye cevap verecektim. Nevzat sözüne devam etti: — Bir türk kızına tecavüz et- menin cezası ne kadar ağır oldu- gunu göreceksin! Bu esnada iri boylu adam yere eğilerek ağzımı çözdü. lik merhalede yalaz dilimin hürriyetini vermişlerdi. Nevzada hitaben: — Teşekkür ederim, dedim, mademki ağzımı açtınız; size söy- liyeceğim bir kaç söz - eğer vic- danınıza aksedebilirse - bu hare- ketinizden her halde mahçup olacaksınız! Çünkü ben, her ne kadar bir ecnebi isemde, türk üniformasını taşıyan bir zabitim.. Ve sen bir nefersin! bu hareketin, seni idama kadar götürebilir! Beni serbes bırakırsan seni affe- deceğim. Nevzat buşunetle cevap verdi: — Seni serbes bırakırsam, beni derhal divanıharbe verecek değil misin? Kindar bakışlarından, be- nim için neler düşündüğünü tab- min ediyorum! Seni uzun müddet burade hapsedeceğiz... Ii. boylu adam gülerek bir şeyler söyledi. Nevzat bu sözleri bana terceme etti: — Amucam, yüzbaşı efendi şükür etsin, diyor, kendisini ök dürecekdik amma.. Acıdık. Bura- ya getirdik. —Teşekkür ederim. Fakat, ölüm cezasına neden mustahak olduğu- mu anlamak istiyorum. —(Pervin) in namusuna tecavüz etmişsini Onun, Selma hanımın yanından kaçmasına sen sebep oldun! Istanbulda kadın mı yoktu? Zavallı kızdan ne istedin? Selma hanımla o eylendiğin yetişmiyor- miydi? O namuslu kadıncağızı da nihayet baştan çıkardın! — Sükünetle konuşmamız im- kânı hasıl olduğu zaman, &ize bütün bunların vehim ve hayalden ibaret olduğunu ispat edeceğim. Şimdilik söyliyecek başka bir sö- züm yok. Harekâtınızda serbest- siniz.. Ne isterseniz onu yapınız. Yalnız, unutmayınız ve emin olu- nuz ki, bu mücadelenin sonunda mahçup olacaksınız! Nevzadın amcası olduğunu o esnada anladığım iri boylu adam, yegenini kolundan çekerek dişa- rıya cıkardı. Demir kapıyı dişardan kilitli- yerek gittiler. (Arkası var ) cazbantlardan bir grup da varmış. — Allaha ısmarladık yavrum. — Güle güle hacı fışfışım be- nim! Fazıl Alkasdi, telefon ahizesini kapattı. Ah bu Salıha ah... Onun dimağında, ne hatıra, ne, ne, ne hatıralar canlandırırdı. Evvelemirde, bir aşk ve ihtiras... Öyle bir aşk ve ibtiras ki Fazıl Alkasdi, bunu, hiç bir kadında bulamamıştı. Zira, Saliha, Fran- sızların Perversit& dedikleri sapık aşk ve ibtiras oyunlarının ne nu- maralarını bilirdi. Sonra, Salıhe, uyanık kadındı. Fazıl Alkasdi ile, iş hususunda ortak giderdi. Salihe, mubtelif seferler, Mısırlı erkeğin komisyonculuğunu yap- mıştı, Yüksek mevkideki insan- larla pek çok tanışıklığı olduğu için, tevassutunda hemen daima muvaffakıyet elde etmişti, Kasadar : “Ee a adresinize mi gönderi- lecek yi sordu. > — Evet. — Isminizi ve adresinizi lütfe- dermisiniz ? — Emin Hidayet... soka- #ında... 59 olmaz — Hangi sokakta efendin# — Şey sokağında... Adamcağız, sokağın ismini bir türlü bulup çıkaramıyordu. Durun bakayım... Şey sokağı 59 numara... Pertevniyal sokağı. — Pek âlâ, beyefendi... Mal teslim edildiği zaman faturayı ödersiniz... Gel buraya, Ali... Emin Hidayet bey söylenir yordu : — Ne sersemlik... Az daha, oturduğum sokağın ismini bula- mıyacaktım. Çamaşır (dairesinde (o eşyaya bakan karısı Fazıla hanım yanma yaklaştığı vakit, sokağın ismini nasıl olup da hatırlayamadığını anlattı. Bu esnada, mağazanın önünde otomabile binmişlerdi. Fadıla ha- nım diyordu ki: — Zaten yirmi üç senedir evliyiz; senin hafızan daima zayıftı. Ama son zamanlarda büsbütün buna- mağa yüz tuttu. Briç oynarken altığın kartları bile hatırlamı- yorsun. — Briçte atılan kâğıtları hatır- lamayan yalnız ben değilim. — Peki amma, sen, eskiden sayılı oyunculardandın. Şimdi her cihetçe hapı yutuyorsun. — Mersi. — Şayet hakikaten ciddi bir hastalığa müptelâ olsaydın, sna serzenişte bulunmazdım. Lâkin, kabahat sende olduğu için, bu tereddine kendin sebebiyet ver- diğin için haber veriyorum: Günde seksen sigara içersen akibetin elbette böyle olur. Günden güne düşersin | — Ben, bir günde yalnız kırk sığara içiyorum. — Zannedersem, eskiden otuz beş siğaradan fazla içtikin asla vaki olmazdı. — Belki gene de içmeyorum. Kırk dememe sebep. senin seksen siğara içtiğimi iddia etmekliğindir. — Buraya bak, Emin! Elli üç yaşındasın. Gözlerin altında tor- bucıklar hasıl oldu. Yürümende eski çeviklik kalmadı. Artık, ad- resini hatırlayamaz hale geldin. korkarım, yakında ismini de unuta- caksın... Şayet kendini helâk etmek niyetinde isen, söyleyeceğim yok; bu minval üzere devam et. Lâkin yaşamak, insanlığı muhafaza et- mek maksadını güdüyorsan, dinle sana bir nasihat vereyim: Sıgarayı terket! Bunu söyledim. Bu bahsa bir daha avdet etmiyeceğim. — Sigarayı haddı asgariye indi- receğim. Hülâsa, Saliha, müthiş kadınlar- dan biriydi. Li Fazl Alkasdi, saat tam sekiz buçukta Beyoğlundaki Tokatlı'nın pastahane kısmına girdi. Ken- disinden O(Odaima bol bahşiş almağa alışğın bulunan garsonlar ve gardıropçular onu bürmetle selâmladılar. Köşede, bir masada, Saliha, valnız başına oturmuş, sigara içiyordu. Bir işaretle, Alkasdi'yi yanına çağırdı. Mısırlı, kadının yanına oturdu; fakat biran tereddütten sonra: — Haydi, yukarı tarafa çıka- lımi- dedi. Sonra, garsona emir verdi: — Hesabımızı yukarı gönderin. Yukarda yemek yiyeceğiz. Üst kısma çıktılar. Burası ten- hadı. başbaşa olabilirlerdi. “Nasılsın ? Iyimisin ?,, gibi su- allerden sonra, Fazıl sordu: şişeler, hap kutuları koydu, sanki — Meselâ günde on tane içmeğe başlıyacaksın değil mi ? — Evet. — Bunu kaç kere tecrübeye alkıştın. Fakat, ancak bir gün sebat edebiliyorsun, ertesi gün, gene yirmiye çıkıyor... Üç gün sonra, eski kıvamını buluyor... Dinle, Emin! Sen sözünün eri bir insan mısın? Azıcık iradene sahip ol. Aksi taktirde, nazarımda beş paralık kıymetin olmayacak. — Haydi bakalım, bir tecrü- beye daha girişeceğim. — Son tecrübeye yazın Cadde- bostanda giriştik.. Sigara almı- yordun; uşağın sıgaralarına dada- nıyordun. OBabanında tütününe musallat oldun... Ne açınacak hal... Sen de azimden, iradeden eser yok... Döbedüz söyle beni seviyormısın? — Tabiki... — Öyle ise, senden, bu şeye karar vermekliğini isiyorum... Hayır, hayır romanlardaki gibi sevilmek istemiyorum. Lakin, bana karşı da dostluğun var mı? — Bu nasıl sual, Fazıle? — Ölmekliğimi istemezsin, de- gil mi? — Lâfa bak. — Öyleyse, benim başım üstü- ne yemin edeceksin, diyeceksin ki: “Şayet bugünden itibaren sıgara içersem ölünü öpeyiml,, — Dinle... — Dinliyorum. ğ — Bilsen, senelerdenberi siga- raya öyle alışkınımki... Sigarayı bırakırsam, bütün neşem kaçacak. Oruç sersemi gibi (ortalıkta dolaşacağım. — Bunu senden kati surette istiyorum. Ya ben, ya sigara. Öyleyse, yemin ediyorum. “Fa- dile, senin başın üstüne yemin edi- yorum ki, bugünden itibren sizara içmiyeceğim.,, sonuncu bir sigara içmeme müsaade edermisin? — Hayır... Tabakanı ver bana bakayım... Fazıle hanım, yirmi dane âlâ Sipahi ocağı sigarasını otomobilin penceresinden dişarı fırlattı. Eve dönünce, kocasının yedek on kutu sigarasını uşağa verdi Biçare Emin bey, anlatılmaz bir inkisar ve yeis içinde dolaşr yordu. Hiç , hiç bir şey sigaranm yerini tutamıyordu. Ne odanın içinde beş aşağı beş yukarı dolaş- mak, ne tavla oynamak, ne gazeteler ... Fazla hanım, bu müddet zar- fında bir tecrübede bulundu. Ko- casının yazıhanesinin sumen'i içine mektup kâğıtları arasına bir sigara koydu. Ertesi gün, o sıgara orada yoktu. Emin bey, bahçenin kuytuluk- larında biraz dolaşdıkdan sonra, avdet etti. Bu esnada, kadın, dimagında hazırladığı sahneyi tatbik için, yatağının başı ucuna bir takım — Ne haber, bakalım? Saliha: — Awma da acele ediyorsun! - dedi. - halbuki, aceleye ihtiyaç yok, feci bir şey yok.. bir iş.. — Bir iş mi? — Evet... Fakat, evvelâ yemek yiyelim... İyi bir şeyler ısmarla, bakalım... Sonra, bir bara gide- riz... Biliyorsun ki, danssız, yemek hazmetmem kabil değildir. Hem seni, Obugün delicesine (arzu ediyorum. Yemek esnasında, bu minval üzere, havadan sudan konuştular. Sonra, çıktılar. Beyoğlunun ma- lâm barlarından birine gittiler. orada, bir zenci cazbandı vardı. Zenciler, Fazıl Alkasdiyi pek âlâ tanıyorlardı. Bu hovarda genç, onlarm sak- sıfonlarına oavuç avuç paralar sokmuştu. Binaenaley, hovardanın geldiğini görünce derhal bir zenci © Alışam Tefrika No: 72 23 Şubat 1912 — — Yeni neşriyat: —— ) Her akşam Mori Unansm İ bir hikâye Galasaray Galtasaray talebe teşekkülleri birliği akademi şubesi tarafından bir seneden beri, heray tek&- müle doğru yürüyen güzel bir mecmua neşrolunuyor. “ Galata- saray , mecmuasının O İ3 üncü sayısı dün intişar etti. Tarih, dil, tiyatro manzume, hikâye, gibi edebiyat çerçevesine giren her bahsi mubtevi olan bu cidden kıymetli ve faideli mec- muayı bütün gençliğe tavsiye ederiz, Havacılık ve spor Havacılık ve spor mecmuasının 65 inci sayısı çıkmıştır. Bu sayıda pehlivanlarımıza ait güzel bir yazı vardır. Mecmuayı her sınıf karii- mize tavsiye ederiz. e bir denbire bir hastalığa yakalam- mış gibi bir tavur takındı. Emin bey ıslık çalarak avdet etti. Kendi kendine: “Yemin ciddi şey için edilir. Böyle saçma şeylere yemin olur m? -diye avu- tuyordu. - Arada sırada bir iki sigara içmekten de ne çıkar?,, Fzıla hanım, kocasını görünce: — Pek fenalaştım, pek hasta- yım! - diye inledi. - Fakat merak etme... Emin bey, şaşaladı; bir solukta ağzındaki baklayı çıkarıverdi : — Nasıl merak etmem?.. Merak ediyorum... Ab, ben, çok alçak bir adamım. Yemini bozdum. Şimdi, yemin tutuyor işte... Tesa- düfen bir sigara buldum. İçtim. İşte sende bu hale geldin... Beni affet, Fazıla! Kadın, hışımla yataktan dog- ruldu: — Hiç birşeyim yok.. Ben öle- cek değilim.. ek olan sensin.. Fakat madem ki öbür dünyayt boylamak isteyorsun, benim ne vazifem.. İstersen sana bir pipo alayım.. Yüz kutu da en sert Ame- rikan siğarası hediye edeyim. Bu kavğa, karı koca arasında son kavga oldu. Emin bey siğaraya. devam etti. (Fakat, sigarada, mektupluk kâğıtlar ara- sında bulup da gizli içtiği o siga- ranın lezzetini bulamadı... Ah Ke yiadap yapılan kaçak zevk ah... — “ Hayır, karımı aldatmıya- cağım | - diye döğünmüştü. - Hayır aldatmıyacağım ! Ben namuslu bir adamım. ,, Fakat eli, titreyerek, o ince bedene vzanmıştı. “ Adam, bunda ne var? , diye sade bir içim çekerim.. Fakat, ibtirasla, par- maklarını yakıncaya kadar siga- rayı içmişti. Yasaktaki son zevki, Emin bey, bu suretle tatmıştı. Artık fosur fosur fosurdattığı sızaralardan bir zevk duymuyordu. Nakili: (Hatice Süreyya) | havası çalmağa başladılar. Tühaf şey! Alkasdi'nin kanında mı bir şey vardı, ne?... Bu zenci havaları onu öyle coşduruyrduki, bardan içeri girergirmez, daha bir masa işgal etmeden, Saliha'nın beline sarıldı. Dansa başladılar. Gözleri yarı kapalı... Dudakları yarı açık... Beyaz dişleri, vahşi bir tebes- sümle görünerek... ihtirasla, solu- yarak... Ibtidai kavimlerin ibadet esnasındaki cüşuhuruşları gibi... Bu dansını, neydi böyle?... Bunun biraketeri yoktu, bir üslubu yoktu, bu kaba iktisat hareketlerine ben ziyordu. Bunlar, hicap aver hare- ketlerdi. yüz kızartıcı kımıldanış- lardı, Vahşilerin yaptıkları şeylerdi bunlar.. Bu zenci dansları, mede- niyet âleminin ortasına nasıl gire- bilınişti? (Arkası var) ki 4 < ri ii : Sig <a... İİ A e vr mesai yyl ie A EEE NLNARORMNANRA