Sahife 6 Akşam 23 Şubat 1932 pl Bonmarşeye gel! gel!. Bonmarşeye gel! Dükkâncı leblebiciyedö e döndü:“İşte şimdi dört yüz dirhem kont oldun..,, Garip bir tavsiye: « Melonla mest lâstik kıyak Hemen al..» — Hani ya... Son moda... Ba- loluk entari bu... Balozlar için.. Son moda.. Mağazada 20 lira.. Burada bir buçuk lira.. Son moda.. “Balolara mahsus şu son moda elbiseyi bir de ben göreyim! , Dedim. Hakikaten elbise son moda idi.. Çifte peş etek, karpuz kol, balineli korsa... Dik ve yine balineli yüksek yaka.. Satıcı benim elbiseye dik dik baktığımı görünce müthiş bir hatip tavrile ehem- miyetli (oehemmiyetli (o kulağıma eğildi: — Al efendi al... Nişanlına götür... Burasi bit pazarı olduğu için böyle bir buçuk liraya veri- yoruz.. Yoksa sen şu elbiseye bak... Son moda kâfir.. Yürüyüp geçtim... bir ses: — Bonmarşeye gel... Bonmar- şeye gel... Büyük bonmarşeye gel... Büyük bonmarşe görülecek bir yerdi... Bir tahta masa... Üstünde bir çift yamalı löstik... Arkasında “ kocaman bir süvarilik yaması “ taşıyan bir pantalon... Eskilikten kollarının ucu lif lif akmış bir Sağımdan ceket... Bir de sapsarı yazlık hasır şapka... — Bonmarşeye gel. Büyük bonmarşeye gel... Bitpazarı bon- marşesi burası... Bir kenarda 40 kuruşa plâklar satılır. İnsan bunları dinlerken meşrutiyetten evvel kendisini Peruz banımın tiyatrosunda zannediyor. En yeni “şarkı” en" âşağı 2330 senelik.. İşte avaz avaz bağıra gramofon bir fonograf havası yapıyor: Gözlüğümü ben takarım Dört etrafıma bakarım Yalnızlıktan pek usandım Sadık bir zevç ararım Jardenlerde ben gezerim Dört etrafımı sezerim Loş bir eskici dükkânma beş kişilik bir leblebici grubu girdi... Beşi de şalvarlı, başlarında abadan dikişli dikişli acaip külâhlar var. Ayip mayip dinlemeden dükkânın önünde durdum... Dinledim... Leb- lebicilerden © biri o evleniyormuş. Damat bey ilk def'a pantalon geyecekmiş... Damat beyin önüne bir peştamal tuttular. Genç leb- lebici Obu peştemalın arkasında şalvarını çıkarıp pantolunu geydi. Damat bey pantalonu geydikten sonra fena halde utandı. Utancın- dan bir türlü peştemalın arkasın- dan çıkamıyordu. — Viş Anaaam.. Köçeğe dön- düml.. Diye kıp kırmızı oldu... Dükkâncı hem ukala hem zeki bir adamdı.. Leblebicilerin yık lardan biriktirdikleri parayı yarım saat içinde çebine indirmeğe ka- rar vermişti. Pantolonu giyen de- likanlıyı küç hal ile peştemalın arkasından çıkardılar. Arkadaş- ları sanki fevkalâde komik bir manzara karşısında imişler gibi gülmekten katılıyorlardı. Ermeni dükkâncı leblebici damada birde al frenk kömleği gidirdi: — İşte şimdi dört yüz dirhem kont oldun!, Dedi. Leblebici memnun sırıttı. Arkadaşlarından biri ilâve etti: — Emme şimdi buna bir de tasma lâzım.. Düirkâncı hemen Jeblebicinin boynuna hazır bir kelebek kravat gaçirdi.. Başına da rengi yeşik lenmiş bir melon koydu. Ve sonra ilâve etti: kaçar. Bitpazarındahi faaliyetten iki intiba — Melonla mest lâstik kıyak kaçar.. Hemen eski bir mestle eski bir lâstik çıktı. “Lâzım!, ler bir türlü bitmiyor, damat bey tepe- den tırmağa kadar donanıyordu.. Arkadaşları da bu hususta kendi fikirlerini söyliyorlardı: — Bir de gözüne gözlük gerek.. —Bir iki damla da livunta.. Bu iki teklifin ikisini de dük- kâncı makul buldu.. Derhal bir seyyar satıcıdan, esansçıdan bir şişe de esans alındı... Fakat dük- kâncının oukalâlığı bitmemişti... Şöyle geri çekildi ve damat beye alıcı gözile baktı: — Birde . gümüş saplı baston ister... Ozaman 400 dirhemlik bir Lord olduğunun reşmidir.. Leblebiciler artık gülmeyorlardı.. Ermeni dükkâncıya hayretle ba- kıyorlar.. Birbirlerine: — Emme de ülema adam hali.. Nilerde biliyor.. Diye beyanı mü- talâa ediyorlardı... Biçare leble- bici elde baston başında melon, ayakta mest lâstik, gözde gözlük, boynunda kelebek kravat maska- raya dönmüş, bir acube şekli- ne girmiş, beş dakika içinde şebeğe benzetilmişti.. Ancak daha çeket beğenilmemişti.. leblebicinin gözü yakası parlak atlaslı bir smokin ceketinde idi. Fakat dükkâncı bunu münasıp görmedi. Onun yerine yakası yeryer akmış bir kürklü ceket verdi. Artık leblebicide bir kurum, bir eda, bir çalım.. Elindeki zenciri dön- düre döndüre ıslık çalarak dük- kânda bir aşağı bir yukarı dolaş- mağa başladı. Arkadaşlarından biri ona baktı baktı: — Ulan sen böyle köye gider- sen seni vali bey zannederler.. Allah için leblebiçinin valiye benzeyen tarafı vardı ya.. Dükkâ- nın önünden ilerledim. Benim şaşkın şaşkın dolaştığımı görünce bütün satıcılar etrafımı abloka ettiler.. Her birinden bir ses: — Efendim en şık beyler ben- den giyinirler.. En şık beyler benim müşterimdir... Böyle söyli- yen adamın omzunda 10 - 15 tane yamalı pantalon.. Başında üstüste rengi soluk şapkalar vardı... Burada her satıcının bir iddiası var: Son moda Bitpazarının en şık dükkânının önündeyim... Bu mağazada fevkalâde olarak bir camekân, camekânın içinde de başını sallıyarak, herkese işaret eden ve ara sırada ayağile cama vuran bir reklâm adamı var. Küçük adam bazen kaşlarını oynatıyor, gözlerini, açıyor, Dükkânın önünden santraçlı çarşaflı iki ka- dudaklarını büzüyor.. dın geçiyordu. Reklâm adam “Tık! Tıkl, cama vurdu.. Kadm- lar dönüp gazepli gazepli baktılar. Biri kaykırdı: — A ayol. Camdaki cüceye bak... Mehtiyi Resul müdür, Dec- cal mıdır nedir?. — Aman kardeş boyuna bak- madan nasıl da işaret ediyor..aaa! — Tuuu utanmaz herif.. Bak abdestimiz de bozulacak şimdi.. Kadınlardan (biri ocamekâna döndü; — Haydi bücür haydiiül!, Diye seslendi, her kuşun eti yenmez.. Biz ev kadınıyız ev... Kalabalık ( arttıkça artıyor... Bir aralık satıcıların arasinda cin gibi bir çocuk O peydahlandı. Omuzunda eski zaman kumaşın- dan bir Istanbulin vardı.. Büyük, kodaman satıcılar derhal çocuğun etrafını sardılar. Ve onu kandır- mak için çalışmağa başladılar. Fakat küçük hiç o teraflarda değildi.. Şeytan gibi bir şeydi.. Kendisine teklif edilen ucuz fiat- lere karşı bir parmağile sağ gö- zünü aşağıya doğru çekiyor: — Pışt.. diyordu, nerede bu bolluk be?.. Bu eski şayaktan eski şayaktan.. Büyük babam söylüyor. Nihayet çocuk bir müşteri ile uyuşuluyordu. Fakat tam bu es- nada kalabalık arasına bir ihtiyar belirdi ve : — Vay benim canımdan aziz, Istanbulinimi buraya getirdin ha... Seni haylaz seni haylaz.. Diye atıldı.. Çocuk İstanbulin omuzun- da alabildiğine kaçmağa başladı. Bu büyük peder kendi kendine söyleniyordu : — Hay köftehor.. Torunu değil baş belâsı.. Buranın müşterilerinin çoğunu evlenecek leblebici , (apartman kapıcısı gibi taşralı gençler, gelin olacak hizmetçiler teşkil ediyor.. Çiçek bozuğu bodur bir evlâtlık kız harıl harıl satıcılara “bot, soruyor.. Nihayet bir dükkânda istediğini buldu.. Fakat pek be- ğenmedi.. Modaya © muvafık değilmiş.. Botun burnunun ucunda teneke yokmus.. Şimdi tenekeliler moda imiş. Bir aralık oradan geçen arkadaşını çağırdı: — Eleni Eleni.. Nereye gidiyor sun?. Ayol hanrmlar nasıl izin verdi.. Ben evleniyorum.. Bir itfaiye ile. Amma görsen öyle elbiseleri var ki paşalar gibi. Hikmet Feridun amme era Kadın - Erkek meselesi “Tabii bir kadın kılıbık kocadan hoşlanmaz.,, Tababeti ruhiyeye göre kocalar kaç kısıma ayrılırlar? “ Akıl koruma cemiyeti , bu yakınlarda izdivaç meselerile şid- detle alâkadardır. Cemiyet yakın- da bir beyanname neşredecek ve hanki çeşit insanların evlen- mesi, hangilerinin evlenmemesi lâzım geldigini halka bildirecektir. Kadın - erkek meselesini, kılı- bıklığı birde deli doktorundan dinlemek istedim. Akıl koruma cemiyeti reisi Fahreddin Kerim beye gittim.. Doktorun muayene- hanesinde karşılıklı geçtik.. An- lattı. Ben dinledim.. İşte tababeti ruhiyeye nazaran kılıbıklığın ilmi tahlili; — Bazı insanlar vardır ki, kadın erkek, başka birinin tahakkü- münde yaşamaktan hoşlanırlar. Tababeti ruhiyeci gözü ile erkek- ler daha ziyade sadist, kadınlar ise mazobisttirler. Sadismde esas zulümetmektir. o Mazohistler ise zulüm görmekten hoşlanırlar. Dalâ- let derecesine varmamak şartile bir kadın hâkim erkekten daima hoşlanır. Yapılan ruh tahlillerinin neticesinde ruban karısına esir ve karısının her arzusuna boyun eğen erkeklerin kadınları tatmin etme- dikleri anlaşımıştır. — Kılıbıkların kulakları lasın.. — Çınlasın.. Ruh tetkiki ya- panlar kocaları 3 kısma ayırırlar: 1 — Bazı erkekler vardır ki yaradılış itibarile isterik mizaçlı- dırlar. Irade zafı ile malüldurlar. Bu gibi erkekler kadına karşı muhabbetle, zafı karıştırırlar, ka- dina lüzumsuz derecede ; esir olurlar. Zaman zaman muhitin telâkkileri ile bir kabarma gös- terirlerse de saman alevi gibidir- ler. Çabuk sönerler. Her hiddet onları biraz daha mağlübiyet çemberine sokar. Bu mizaça in- sanlar kadmları tatmin edemezler. Bu isterik kılıbıklıktır. Bir nevi hastalıktır. 2 — Bir kısım erkekler vardır ki, kadınların şu zafını anlamış- lardır : Bir çok kadınların koca- sına hükmetmek için büyük bir arzusu vardır. Bu kadınlar “Ben kocama hakimim.. Benim kocam kalıbik , demek için çıldırırlar. İşte kadının bu zaafını anlıyan koca zahiren karısının. arzusuna buyun eğer gibi görünür. Fakat saman altından su . yürüterek karısını kendi arzularının istika- metine sevkeder. Ve kılıbık gö- rünerek karısma hâkim olur. 3 — Bu kısım erkekler tama- men tamamile zalimdirler. Kadın söziyle hiç bir harekette bulun- mamağı kendilerine prensip ittihaz ederler. “Kadın söylemiştir,, diye makul şeylerin bile aksini yapar- lar.. Fakat bu grup çok ekalli- yettedir.” işte “Kazak, bunlara derler.. Tababeti rubiyeye nazaran kılı- bıklık cinsi hislerin tesirinden başka bir şey değildir. Cinsi ve tenasüli hisler “Frayd, ın söy- lediği gibi erkekleri kadınların karşısında zaafa uğratmaktadır. Onun için kabadayı gözüken erkekler bile Havva nesli karşı- sında çok defa mağlüp olurlar, Neticei kelâm kılıbıklık mese- lesi öyle bir ruh meselesidir ki pek müstesna (şahsiyetleri ve üçüncü zümre olan müteassıpları çıkaracak olursak bütün erkekleri çın- sinesine cemeder. Şu kadar ki herkesin kılıbık derecesi ayrı ayrıdır. Dr. Fahreddin Kerim B. Yoksa bu ruh hastalığından ken- disini ve yakasını kurtaran pek azdır. — lsraf meselesinin ruhi ve akli mahiyeti nedir ? — Biz doktorlar kadında moda iptilâsını bir nevi hastalık olarak kabul ederiz. Bu da bir cins iste- ridir. Teşhir isterisi.. Hanım man- tosu kürkü, mücevherleri, elbise- siyle kendisini gösterecek. Aşağı yokarı bütün kadınlar derece de- rece aynı hastalıkla malüldurlar. Kadın tabiatındaki hafifliği böy- le suni ilâvelerle telâfi etmek ister. Tababeti ruhiye bu kadırlara “ İpomanyak kadınlar ,, ismini verir... Bu Ipomanyak kadınlar arasında öyle isterik olanlar vardır ki ayni pırlantayı bem kocasına hemde sevgililerine aldırtır. işte bu, tehlikeli hasta- lıklardan biridir. Ba isteri bazan küçük kızlarda bile vardır. Ve ebevyni bu isteriyi muhtelif surette arttırır. Çocuğu büyüdüğü zaman müthiş bir Ipo- manyak haline getirirler. Meselâ küçücük ; çocuklar görüyorum. Otomobille maniküre, büyük ber- berlere, . kuvaföre götürüyorlar.. Beş yaşındaki küçük kız bunları göre göre yavaş yavaş israfa alışır, alışır ve nihayet dehşetli bir bâle girer. Maalesef bizde çocuk terbiyesi hemen hemen bu haldedir. — Bu tarzda müsrif erkekler yok mudur?. — Normal mizaç itibarile bir kadın tamamile kadın, bir erkek te tamamile (oerkek (o olmalıdır. Böyle müsrif erkekler vardır. Bunlar giyinmek meselesini ha- yati mesele addederler. Tuvaleti için bir kadın kadar para sarfe- der, Kaşlarını yoldurur, bilezik takarlar. Bir kadın gibi giyin- mekten ve konuşmaktan hoşla- nırlar, zevk alırlar. Tababet ruhiye bu gibi erkekleri yarı akıllı far- zederler. Bu gibiler hayatlarında normal bir aile teşkil edemezler. Baba olmak bunlar için bir felâkettir. Kadınların erkekleşmesi, erkek- lerin kadınlaşması meselesi Fah- reddin Kerim beyi şiddetle alâ- kadar ediyordı. Doktor dedi ki: — Kadınlaşmış erkekler kadın- ları, erkekleşmiş kadınlar erkek- leri katiyen tatmin edemezler. Erkekler şunu Biliç kiz Kadınlar zaif erkeklerden hiç hoşlanmazlar.. Bu'tıp ve ilimle sabittir. HR