2i Şubat 1932 Tefrika No: 70 İngiliz Casusu LAVRENS Sahife 9 SALE Ellerimi, ayaklarımı ve daha sonra re ağzımı, göz- lerimi bağlamışlardı. Bu esnada bir otomobil sesi işittim. Acaba beni mi götüreceklerdi? yoksa... Hüviyeti meçhul adamın bo- ğazıma sarılacağını tahmin etme- miştim. Birdenbire karnıma müt- hiş bir yumruk yedim ve yere yuvarlandım. Mütecaviz, kavğa etmesini ve hasmını çok çabuk yere yavarla- masını iyi bilen bir şerire ben- ziyordu. — Benden ne istiyorsun? Demeğe bile meydan kalmadı. Midemden çek © muztarıptım. Kollarımı kımıldatamadım. Ben ki en büyük kavğalarda bile hasımlarımı maglüp etmenin mütaaddit usullerini bilen bir adamdım... böyle bir yumrukda nasıl yere yuvarlandığımı düşün- dükçe şimdi bile hiddetimden dişlerimi gıçırdatıyorum. Iri boylu adam beni yere yu- varlayınca derhal karnımın üstüne bastı ve sol dizini gırtlağıma da- yayarak Oboyazımdan sıkmağa başladı. Kollarımın kuvveti kalmamıştı. Gözlerimin dışarıya fırladıgını, damarlarımın şiştiğini ( hissedi- yordum. Midemin öldürücü ıztırabına ragmen bütün kuvvetimi topla- yarak adamın kollarına sarıldım ve yerden doğrulup kalkmak istedim. Odanın içinde kalın bir ses dalgalandı: — Nevzat... Pervini kaçıran delikanlı derhal imdada yetişti. Fakat kimin im- dadına..? Iri boylu adam, ayağa kalkmak istediğimi görünce, Nevzada elile işaret ederek: — İp... Diye bağırmıştı. Türkçe anlamadığım için İpin manasını anlayamadım. Nevzat, galip bir pehlivan tav- rile kollarmı kabartarak dışarıya çıktı. Mütemadiyen başımı ve karnımı yumrukluyor, kımıldamama mey- dan vermiyordu. Nasılsa bir defa ilk darbeyi yiyerek (oOyere (o yuvarlanmıştım. Artık kalkmak imkânı yoktu. Boğuşmak ve mücadelede galip gelmek için yere yuvarlanmamak lâzımdı. Yere düşen bir adam - kuvvetli bir hasım karşısında - tekrar kolayca yerden kalkamazdı. 21 21 Şubat 1932 1932 LEKE Aşk, macera ve fen romanı Nakili: O(Vâ- Na) Şimdiye kadar, Vesime'yle Fazıl, ancak umumi yerlerde buluşmuş- lardı. Biribirlerine ilânı aşkları, ancak yarım ağızla yapılmıştı. | Jülide, bütün bu cihetleri bili- | yordu. Genç kızla evlenmenin delikanlı hakkında hayırlı olacağını Tefrika No 8 biliyordu. OAncak, bu izdivacı temenni etmiyordu; zira, böyle- likle, oOevinin iki omüdavimini kaybetmiş olacaktı. Her halde, izdivacı kolaylaştırmak için yardım etmek taraftarı değildi. Diğer cihet- ten, kendi metres hayati yaşadığı için, izdivaca karşı kalbinde kini vardı. Daha da vardı. Alkasdi'nin Hasmım döğüşmesini çok iyi biliyordu. Nevzat, bir kaç saniye zarfında, elinde kalın bir ip olduğu halde yanımıza geldi. Bundan sonrasını söylemeye lüzum yok, değil mi? Ben de düşmanımı bu vaz'iyette mağlup etseydim, ilk yapaçağım iş der- hal ellerini ve ayaklarım sıkıca bağlamak olurdu. Müstehzi delikanlı ile iri boylu adam da tıpkı benim gibi düşün- müşlerdi.. Ve öyle yaptılar; kol larımı ve ayaklarımı sıkıca bağ- ladılar. Hattâ kalın bir bezle ağzımı ve gözlerimi de sardılar. Güçlükle nefes alabiliyordum. Hiddetimden bayılmış birhalde idim. Asabım titriyordu. Fakat, için- de hiç korku yoktu. Polisin eline düşseydim, o vakit hayatımı tehlikede addederdim. Iki şerir, cürümlerini saklamak için elbette bütün zekâlarmı isti- mal edeceklerdi. Ben onların nazarında nihayet bir ecnebi zabiti idim. Istanbulda bir Avusturyalıyı kaç kişi tanr- yacaktı? Beni bir dağın başıma götürüp atarlar ve kendileride evden uzaklaşarak izlerini kaybederlerdi. Bu suretle bu mücadeleden galip çıkmak mümkündü. Böyle yapsalardı hakikaten mu- zaffer olacaklardı. Fakat, kıskanç- lık, Nevzadın gözlerini karartmıştı. Başımı tekmeliyerek, oOAlmanca söyleniyordu: — Bir türk kızına tecavüz etmenin ne demek olduğunu sana göstereceğim..! (oOSelma hanımın kendisine hediye olarak verdiği eşyayi aramak behanesile sevgili Pervinimi elimden almağa geldin, değil mi, namus düşmanı herif? İçimden Ogülmeğe başladım. Ağzım açık olsaydı, nevzadı ikna edecek sözler bulacaktım. Fakat, ona cevap veremedim. Bir tekme. Bir kaç tekme daha. — Alçak... Hakaretler devam ediyordu. Bu esnada aşağıdan bir motör sesi aksetti. Evin kapısı önünde bir otomobilin durduğunu hisset- miştim. Acaba beni mi götüreceklerdi, yoksa kendilerimi kaçacaklardı? ( Arkası var) cömertliğini biliyordu. Binaenaleyh Mısırlı'yı Ohini hacette faydası dokunur diye, kendisi için saklı- yordu. Hülâsa, Jülide'nin ihtarı üzeri- ne, Vesime kızardı. Mamafi, mu- haverenin flirt'ine temas etmesi üzerine, sevindi de... Samimi surette şu suali sordu: — Aceba Fazıl bey, yukarı çıkarak bizimle birlikte bir fincan çay içmeyi niçin istemedi? Jülide, “ilâhi sen de...,, manasına bir harekette bulunarak: — Bunu bana mı soruyorsunuz?- Diye sordu. - Fazıl bey, öğleden sonra, bana ceman yekün on cüm- le bile söylemedi. çay içmek için yukarı çıkmaması üzerine, size herhalde, itizarda bulunmuştur! — Yazacak mektupları olduğu- nu söyledi. — Eb, peki? gitmekte mazur- muş öyleyse... bir istatistiğe mazaran 1931 se- nesi nihayetinde Yunanistanda mevcut otomobillerin adedi 26044 e baliğ olmuştur. 1927 li sonunda oumüm otomobillerin mikdarı 19820 idi. Bu hesaba göre dört senede memleketimize 6000 kadar otomobil ithal olun- muştur. Hâlihazırda mevcut otomobil- lerin nısfından fazlası, yani 16000 kadarı Atinada bulunmaktadır. Otomobillerin Oyüzünden 1931 senesi zarfında bütün Yunanis- tanda 2012 kaza vukua gelmiş olup bunlar 44 kişinin ölümünü, 360 kişinin ağır ve 1608 kişinin hafifçe yaralanması ile neticelen- miştir, Bu kaza nispeti Avrupa ve Amerikada vuku bulan kazalara nazaran azdır. Yugoslavyanın harici ticaret muvazenesi Belgratta münteşir (o Politika gazetesinin resmi vesaika istina- den tertip ettiği bir cetvele göre son senenin harici ticaret hesa- batı ancak bir milyon dinar kadar tutan çok ehemmiyetsiz bir kârla kapanmıştır. Bir sene zarfında Yugoslavya- nın ecnebi memleketlere sattığı emtianın bedeli (4,801,000,000 dinara baliğ olmuştur. Buna mu- kabil hariçten Yugoslavyaya ge- tirilen eşyanın kıymeti 4,800,000,000 dinar tutmuştur. 1927 senesi istisna edilmek şartile, on bir seneden beri Yu- goslvların harici ticareti hep 400,000,000 ile 1,350,000,000 ara- sında dolaşan büyük kârlarla ka- panmıştı. Yugoslavyanın ibracat maddeleri arasmda birinciliği iki sene oevveline kadar buğday almakta iken, iki seneden beri bu mevki kereste tarafından işgal . edilmektedir. Fransadaki şarap bolluğu Fransa zirâat ve tiçaret neza- retleri tarafından cemedilen ma- lümata göre bu sene başında Fransada 35 milyon hektolitre şarap bulunuyordu. Önümüzdeki mevsimin mahsulü ise 55 ile 60 milyon hektolitre arasında olarak hesap edilmektedir. Fransızların gerek dahilde sar- fettikleri gerek harice sattıkları şarapların heyeti umumiyesi senevi 50 milyon hektolitreyi tecavüz etmediğinden müşterisi (o bulun- mıyan 35 milyon hektolitrelik bir şarap stokuna sahip bulunacak demektir. — Yazılması oderece mü mektuplarımı var? — Bütün gününü size hasretti- Zini biliyorsunuz... E işleri birik- miştir, cicim! — Amma yaptınız... Nasıl bü- tün gününü? Ancak bir çeyrek başbaşa kaldık! Bir genç kız, âşıkile geçirdiği saatlerin, odakikaların (hesabını tutmağa (başladı mı, âşıkına adamakıllı gönlünü kaplırdı de- mektir; onu kıskaniyor sayılir... Insan, bir kere sevmeğe ve kıs- kanmağa başlayınca, artık ötesi felâkettir; fena maceralara sürük- lenmesi mukadderse, yakayı bir türlü kurtaramaz... Jülide, bu cihetleri, kurnaz kur- naz, genç arkadaşına bildirdi. | Vesime de, bu sözleri protesto makamında, kahkahaları kopardı. Ancak, şayet o esmada, orada bir psikoloğ bulunsaydi, bu kah- “kahaların sahte Akşam 21 Şubat 1932 | HARİCİ HABERLER “ Böyledir kanunu kah edir kanunu ka e ergeni bir bikdye ” dünyanıni... ,, (Gi İSTANBULDA: otomobiller çoğalıyor : » ” Münakalât neraretinin neşrettiği Gzçe gör, dentin Ferik 2 | fazla kaşı, Kain yarete gittim. Ferhat, çocukluk arkadaşımdır. Mektep sıralarında beraberdik, iki senede, ayni rahlede yanyana oturmuştuk. Ferhat, ozaman komşularının kızı Necibe hanıma aşıktı. İşi gücü, onu düşünmek, ona şiirler yazmaktı. Hatta Necibe'ye bir de “ ak- rostiş , yazmıştı ki, bütün sınıf bunu ezberlemiştik. Malom ya: “ Akrostiş , demek, her mısraı baş harfi bir araya toplanırsa bir isim çıkan şiir demektir. Necibe akrostişi şöyleydi: Nasıl unuturum hatıranızı? Cihanın olsam da en vefasızı Gene her yadınız bağrımda sızı! Bu kara bahtımın kara yıldızı, Heyhat unut, diyor, unut, o kızı! Bittabi, arap harflerile bir ak- rostiş!.. “he, be, ye, cim, nun, ,,.. Bim Ferhat, akrostişde verdiği vadi tuttu: Necibe'sini uzun se- neler unutmadı. Onun boyuna, bosuna, kaşına, gözüne, dudağına ağzına, dişlerine dair ne manzu- meler yazmadı, ne manzumeler... Geçen kendisini ziyarete kittiğim gün, ki inin alt tarafında, yirmi kadar biri birine benzer cilt görerek sordum: — Nedir bunlar? Tarih mi? lugat mi?.. Ferhat: — Hayır, ne o,ne ötekil... Hatırat defterlerim! - Cevabını verdi. - Bunlar da Necibe'nin aşkı terennüm edilmektedir... Bak... Defterler arasından lâalettayin bir ikisini aldı. o Yapraklarını çevirdi: Metin, muntazam hatla ve mavi mürekkeple yazılmış. Yalnız, arada, “ Necibe , ismi geçtikçe, bu isim, kırmızı mü- rekkeple yazılmış. Hemen hemen, her sahifede, “Necibe,, üçer dörder kere tekerrür ettiği için, her sahifede üçer dörder kırmızı mürekkep var. Gayri ihtiyari, elime son cildi aldım. Üzerinde 1928 tarihi... Halbuki şimdi 1932 deyiz... De- mek hatırat defteri, dört sene evel inkitaa uğramış. Son sahifeyi açtım. Şu şiir: Sevgilim, senin de geçer zamanın! Ne şöhretin kalır, ne hüsüânı... Böyledir kanunu kahbe dünyanın: Dört mevsim içinde bir bahar olur. Ferhat, acı bir tebessümle yü- züme bakıyordu. — Hazin bir macera, değil mi? - dedi. - Tam on sekiz sene, delicesine sev, sev de, sonra bu dört mısralık neticeye var! “Maceramın ilk kısmını biliyor- sun: Necibe'nin peşine düştüm. Benden kaçtı. O kaçtıkça ben daha fazla peşine düştüm. Ben peşine düştükçe o benden daha bir. perdeden çıktığını söylerdi... iği Fazılülkasdi, Vesimeyle Jülide'- den ayrıldıktan sonra, otomobiline Taksim'e gitmesini emretti. Mısırlı, Taksim'de, Ayas paşa'da, Alman sefarelhanesi civarında, denize ve Boğaziçi'nin güzelliklerine nazır bir apartımanda otururdu. Evinin dışı ne derece güzelse, içi, belki ondan da daha güzeldi. Burası, bütün hafifmeşrep kadınların baş- larını döndürecek mükemmel bir garsonyerdi... Delikanlının, o gün, hakikaten de, gönderilecek mektupları vardı. İşleri, son zamanlarda, cidden intizamını kaybetmişti. Fazıl, hayata ilk atıldığı sıra- larda, Mısır bankalarından birinin memuru olarak, Suriye'de yerjeş- mişti. Harp patlak verdiği zaman, işi uydurmuş, büyük müteahhit- ailesinden istedim, züğürtüm diye bana ver- mediler, » Çalıştım; elim para tut- tu; iş sahibi oldum. Heyhat! Bu ra , Necibe nişanlandı, evlendi. İzmir'e gitti. “Tam on iki sene evvel... Yani, 1920 de... Kendisini sevmekte devam iü; Bu iş te sekiz sene sürdü... Anlıyor musun, sekiz sene iyii aşk... Hiç bu kadını gözüm görmedi... Var mı Necibe, yok mu Necibe... un uzaktan uzağa, plâtonik aşkını civardaki maddi aşklara feda ediyordum. Elinin elime değmizeceğini bili- yordum. AE ge ğe şürler yazıyordum. İşte, bak, hatırat defterimin lâalettayin bir sahife- sinden ne mısralar çıktı: Bu aşkın hicran ölümden beter... Hayaline gönül vermek istemem! Eline elimle dökonsam yeter, Yüzümü gözümü sürmek istemem! “Sekiz sene mi, Necibe'nin fidan gibi endamını gözlerimde canlandırmakla (geçirdim... Bu uzun zaman, kalbimden onun aşkını söndürmedi; Bilakis alev- ledi... Dımağımda, Necibe'yi süs- ledim, o süsledim... Olduğundan bile daha güzel bir şekilde yaşattım... Gezdiğim yerde, rast- ladığım insanlara sevigilimi meth. ettim... Bu platonik sarhoşluk içinde, tam sekiz sene yaşadım. “Nihayet, bir gün, Kadıköy va- purunda, Necibe'nin (kocasına rastladım. Yanında iki badibadi çocuk... Bir de lutr mantolu, şiş- man, şapşal, lök gibi kadın.. Dikkat ettin mi, bilmem, İutr manto, bedeni zarafetini kaybetmiş kadınları nasıl da büsbütün rüküşleştirir.. Işte, bu kadın da öyle olmuştu... Yüzüne bakınca , hayretimden dona kaldım: Bence yanakları sarkmış, yüzünde çizgiler hasıl olmuş... > ölayalığladi bütün o şairane hatıralar yıkıldı. Hattâ, bektaşinin meşhur fıkrası bile aklıma gelerek beni gülümsetti. Hani, bektaşi, bir güzel kız görmüş: “Yarabbi! - demiş. - nasıl bunun canını almağa kıyarsın!,, aradan elli sene gemiş. Aynı kadını gene gö: Kadın, koca karılaşmış; oberbatlaşmış. Bektaşi demişki : “Yarabbi! Demek ki, bubal soktuktan sonra, bu kadının canını alırsın! hakkın var; al şunun canını,, “Necibe ile son tesadüfimiz 1929 sedesinde oldu, hatırat defterim orada bitiyor. Haydi, Kemalettin “Kâmi'ye ait olan şu dört mısraı bir kere daha okuyalım: Sevgilim, senin de geçer zamanın! Ne şöhretin kâhr ne hüsnüânin... Büyledir kanunu kahbe dünyanın: Dört mevsim içinde bir bahar olur! “Ne garip, azizim! Tatlı bir intikam almş gibi, içimde bir rahatlık var. Necibe'yi böyle posa haline gelmiş gördüğüm için âdeta seviniyorum! Wi- Na) likler elde etmiş! külliyetli mik- tarda para kazanmışlı. Fevkalâde kadın o mübtelâsı olduğu için kazandığı paralarla hovardalık âlemine atılmıştı. Harp esnasında ve harp bittikten sonra, o bar senin, bu bar benim, o şehir senin, bu şehir benim, vur patla- sın, çal oynasın, para yemişti. Hele, cazbant musikisinin zuhuru onu çileden çıkarmıştı. o Zenci musikisinde, kendi ruhuna, kanına, canına yakın öyle bir hususiyet buluyordu ki. Var mı cazbant, yok mu cazbant... Çarlistone ya- pılıyordu... Denebilirdi ki, zenci- lerden sonra, çarlistonu Fazılül- kasti bey kadar güzel yapan bir tek insan gösterilemezdi. Âşıkane muvaffakıyetleri sayıl- maz hale gelmişti. (Arkası var)