Sahife 6 ——— EE — — Akşam Hanımlar Darülâcezeyi geziyor.. Oyuncaklar: Bir çamaşır mandalı, bir kapı tokmağı, bir fırça tahtası Çantalardan etrafı tenteneli mendiller çıkarılıyor, ve yaşlı 1 - Hanımlar Çocukl. Belediye, hayir müesseselerine mensup hanımlara Darülâczeyi gezdiriyor... İşte acezeler kısmı, çocuklar dairesi, gayri tabilier koğuşu, hastalar kısmı, malüller koğuşu... Hanımler her koğuşun önünde ayrı ayrı duruyorlar, çan- talardan etrafı tenteneli, mendiller çıkarılıp gözlere götürülüyor. Ha- mımlâf arasında koğuşlara gire- bileceek kadar yürek sahibi olan- lar pek az. Her dairenin kapısına gelinince: —Aaa... Içime fenalıklar geldi. — Dünyada giremem... Yüre- ğim kaldırmaz. — Aman ne yapayım. Nevrol- da almadım. Acaba bir az Lok- man rubu bulmak kabil değil mi? Diye acı acı şikâyatler... Hemen hemen ağlamıyan yok gibi... Nakıye hanımın gözleri yaşlı, Lâtife Bekir hanımın elindeki medil gözlerinden ayrılmıyor, Şü- küfe Nihal hanımın yüzünde biraz evvel akan bir yaşın çizdiği yolun hafif bir izi var, Aliye Esat hanımın iki gözü iki çeşme, Safiye Hüzeyin hanımın gözleri dolu dolu, Halide Nusret hanımın kirpikleri nemli... Bizim hanımlarla beraber Da- rülâceyi ecnebi hayir müessesele- rine mensup Amerikalı misler de geziyor.. Hayir işleri için Ame- rikadan Avrupaya, Avrupadan Asyaya, Asyadan Afrikaya ko- şan ve mütemadiyen didinen şişman al al yanaklı gözlüklü hayirperver (o Amerikan O kadın- ları... Misler bir hastabakıcı, bir doktor, bir operatör gibi gördük- leri manzaranın karşısında kendi hüzünlerini, elemlerini, göz yaş- larını bir tarafa bırakıyorlar, ko- guşlara girip aceze ile birer birer meşgul oluyorlar... Hayir mües- sezelerinde çalışan kadınların hu- susi bir tipleri vardır. Böyle Amerikalı misler gibi O bunlar kendi kederlerini, / ıztıraplarını, elemlerini, göz yaşlarını bir tarafa bırakırlar ve doğrudan doğruya hastalarla, alillerle meşgul olurlar. Hayir müessesesindeki kadın böyle bir vaziyet “karşısında hissi ile hareket edip karşısındakine büs- bütün ıztırap vermez. Bilâkis zekâsile hareket eder ve karşı- sındakinin ıztırabını inceden inceye tetkik eder.. Hayir müessesesi kadını artık derde, göz yaşına kanıksamıştır. Hasta ve alil kar- şısında büngür hüngür ağlamak- tan, bol bol göz yaşı dökmekten evel onun yapacağı birçok işler vardır. Darülâcezeyi gezen hanımları- mız acı karşısında evvelâ kendi ıztıraplarını nazarı itibara alıyor- lar, sonra hastaların ve acezelerin ıztırabını... Hayir müesseselerinde çalışan hanımlarımıza tavsiye ede- rim... Amerikalı meslekdaşlarından ibret alsınlar.. ö. Çocuklar kısmı... Burada 11 günlük çocuktan tutunda boy boy, yaş yaş çocuklar.. Hepside bize şaşkın şaşkın, korkak © korkak bakıyorlar... Belli ki onlar için hayatta en az görülen şey insan yüzü... Bize bakışlarında: — Bu garip mahlüklarda kim? Acaba onlardan bir fenalık gelir mi? gibi bir mana okunuyor... Kimi saklanıyor.. Kimi koğuşdan kaçmak için bir hareket yapıyor.. Sanki onlarla beraber aynı cinse mensup değilmişiz, onlar başka cinsten, biz başka cinstenmişiz gibi... Hepsinin de. ellerinde tutuğu, zaman zaman ağızlarına götür- dükleri birer oyuncakları var... Ama bu oyuncaklar nedir biliyor- musunuz?. Bir çamaşır mandalı, bir sigara paketi, makineleri dö- külmüş küflü bir saat iskeleti, tüyleri temamile kopmuş bir eski fırçanın tabtası, bir kapı tokma- ğı.. Daha büyükler sopaları ba- caklarının arasına almışlar at yapmışlar... Bu attan sopalara, çamaşır mandallarına, sigara pa- ketlerine, makineleri dökülmüş saat iskeletlerine, fırça tabtala- rma, kapı tokmaklarına baktım da aklıma zengin çocuklarının oyuncakları geldi.. Büyük pamuk ayılar, raylar üzerinde dönen şimendiferler, kurulunca işleyen otomobiller , yatınca © gözlerini gözlere götürülüyor.. kısmında, 2 - Bir Amerikalı kadın bir çocuğu tetkik ediyor, 3 - Mecnun- lar kısmı, 4 - Darülâceze atelyerinde halı modelleri yapan küçük bir sanatkâr kapayan bebekler, renk renk elbiseli askerler.. Müesseseye bize gezdiren zat izahat veriyor: — Nede olsa bunlar da çocuk.. Bunlarda da 'oynamak ve oyun- cak ihtiyacı var.. Fakat para ne- rede?. Buradaki hademeler bu zavallılara böyle şeyler vermeğe mecbur oluyorlar... Zengin çocukları- nın kırdıkları, bozdukları oyuncaklar vardır. Bunlar bir müddet sonra çöp teneknsine atılır ve kimsenin de işine yaramaz.. Bu kırık ve bozuk oyuncaklar çöp tenekelerine atıla- cağına buraya getirilse ne kadar makbule geçer bilmiyorsunuz. Geçen gün bir hanım boynu ko- puk ,bir ayağı kırık bir at getir- di... Bu salon yekpare bir kahkaha haline girdi.. Bu sevinç size gör- düğünüz en feci manzaradan daha ziyade tesir eder ve herhalde hüngür hüngür ağlardınız..,, Nakiye hanım karpuz gibi sıh- hatli, yumuk yumuk bir çocuğa yaklaştı... Çocuğun elinde bir mandal vardı. Küçük dik dik Nakiye hanıma bakıyordu. Nakiye hanım diğer hanımlar gibi: — Oyuncağını da O sevsinler.. diye hafiften ağlamağa başladı. Fazla durmağa yüreği müsait değildi. Dışarıya çıktı. Halbuki Nakiye hanımdan sonra aynı çocuğun yanına Amerikalı mis Mils yaklaştı. Mis Mils, Nakiye hanım gibi ağlamadı.. Çocuğa dikkatli dikkatli baktı. Küçüğün bir ayağı altında kalmıştı ve ken- disine ıztırap veriyordu. Mis Mils bu ayağı düzeltti, çocuğun da yözü güldü. . .. Koğuştan girince beyaz göm- lekli bir zat yanımıza yaklaştı, büyük bir nezaketle : — Bonjur!. dedi.. Cevap verdik: — Bonjur!. Kendisini takdim etti: — Koğuş doktoru.. Bunlar da hastalarım.. Biz doktoru kemali ciddiyetle dinliyorduk. O, bir aralık ayrı ayrı yüzümüze baktı ve: Askeri bahisler 30 Kânunusani 1932 Ordularda tedrisata verilen ehemmiyet Diğer memleketlerdeki usullerden ders alarak istifade etmeliyiz Modern harp, neferine Mektepli olmasını istiyor. Ordulara giren binbir çeşit teknik harp vasıtala- rının istimalinden sarfınazar, her neferin kendi başına karar verme- sini, müstakillen hareket etmesini icap ettiren bugünkü dağınık muharebe tarzı da her neferin ferden iyi yetişmiş bulunmasını amirdir. Haritadan o anlamiyan, istikamet bilmiyen, basit olsun fizik ve kimya bilmiyen insan artık iyi bir harp unsuru olamaz. Neferlerini okutmak ve yetiş- tirmek hususunda en ileri giden Ruslardır. Ruslar kendi prensip- lerini kabul ettirmek için kızıl ordunun yalnız maddi kuvvetine değil, belki ondan ziyade manevi kuvvetine istinat ediyorlar. Rus ordusunun bütün faaliyeti iki kelime ile hulâsa edilebilir: Pro- paganda ve tedris. Kızıl ordudan ayrılan her ferdin iyi bir komü- nist ve iyi bir vatandaş olması için lâzımgelen her şey yapılmak- tadır. Bu sebeple askeri talim ve terbiyesi bile nisbeten ihmal olunmakta ve çok kere kuman- danların şikâyetini mucip olmak- tadır. Nevi şahsına münhasır olan bu tarz şüphesiz başka ordular- da tatbik olunmamakla beraber tedrisatı en yüksek milletlerin or- dularında da bu vadide büyük gayretler sarfedildiğini, mühim teşkilât vücuda getirildiğini görü- yoruz. Meselâ bunlardan İngilizleri nazarı itibara alalım: İngiliz mil- letı ilk tahsili bütün efradına teş- mile muvaffak olmuş bahtiyar milletlerden biridir. Her nefer okuyup yazma bilerek bölüğe dahil olur. Hiç kimseye göstermeden tüfe- ginin üstündeki rakamları okur, talimnameleri seçer. Böyle bir orduda akla ilk gelen şey tedri- sata lüzum olmayışıdır. Halbuki ingilizler bu fikirde değillerdir ve zabitleri de dahil olmak üzere orduyu Ookutmak için mühim teşkiller ve mektepler vücuda getirmişlerdir. Ingiliz talimnameleri, bu hususta hedef olarak zabitlerin bizzat sevkü idare kabiliyetlerini arttır- mak için pedagojik bilgilerinin tezyidini ve neferlerin müktesep malümatlarının bilâfasıla inkişafını gaye olarak gösteriyor, taki bun- evvelâ iyi bir asker, saniyen nam yle bir deki ği lim.. ayni zamanda altın yaparım. Merhum pederim simyaker imiş. diye başlamaz mı? O zaman bizim izah etti: — Mecnunlar koğuşundasınız!. Fakat tehlike.. yok hepsi sakin insanlardır.. Hiç biri saldırmaz. Buradaki mecnunlar pek şirin şeyler. Hele bir Edirneli Hüsniye hanım var.. Nakiye hanımla can ciğer kuzu sarması oldular. Na- kiye hanım sordu: — Kızım sen varsın? Hüsniye abla düşündü düşündü: — Ne bileyim ben.. Elbet bir yaşım var.. Sen ne yapacaksın.. Nakıye:hanım derhal; rehberimiz kaç yaşında ) Tayyare Cemiyetine j iyi bir vatandaş olarak ordudan çıkmış bulunsunlar. Bu maksatla zabitler ve küçük zabitler “ Hor- neliffe , deki “ Army School of edncation , da muayyen kurslara tâbi tutuldukları gibi neferler de alay ve tabur mekteplerinde kem- dilerine dört sınıf şahadetname kazandırabilen omuayyen tahsil derecelerine tâbi tutulurlar. Buralarda tarih, coğrafiya, fizik gibi umumi derslerden, askeri meslek derslerinden başka, ikti- sadi, zirai dersler de gösteril- mektedir. İngilizlerin fikrince her sene terhis edilen 30,000 nefer imparatorluk ordusunun mükem- mel bir ihtiyatını teşkil ettiği gibi Ingiliz imparatorluğunun iktisadi ve zirai kabiliyetini yükselten mühim unsurlar haline de gel mişlerdir. Alman teşkilâtıda aşağı yu- karı İngilizlerin aynıdır. Uzun askerlik müddeti dolayısile bugün bir Alman neferi kısa müddetli orduların küçük zabitleri derece- sinde ve belkidaha fazla askeri malümata sahip olduktan başka mutlaka ya bir san'at, ticaret ve hattâ yüksek bilgili tahsili ile de meşguldür. Tedrisat itibarile en geri olan ordu bir senelik hizmete tâbi olan Fransız ordusudur. Bizim ordumuz tedrisata hemen “diğer orduların hepsinden evvel başlamıştır. Çünkü diğer ordu- larda saydığımız tedrisat umumi harbin bir neticesi olarak zuhur ettiği halde biz umumi harpten evel neferlerimize nişangâh öğretme- den rakkam öğretmek zaruretini hissediyorduk. Umumi harpten “ve bilhassa harf inkılâbından sonra ise bu hususa çok ehemmiyet verildiği ve iyi neticeler alındığı muhak- kaktır. Fakat henüz maalesef Avrupanın en az okuyan millet- lerinin seviyesine dahi çıkmamış olduğumuzdan bu hususa çok ehemmiyet vermemiz ve yukarıda saydığımız orduların hepsinden ayrı ayrı dersler cıkarmamız icap etmektedir. M. $. Zekât ve Fitrenizi | veriniz. NANA Aferin sana.. Yaşını bilip te ne yapacaksın ki.. Ben de bilmem.. Hüsniye abla: — Öyle ise sana da aferinl. Bir aralık yanıma uzun boylu biri yaklaştı,, Buraya geleli iki gün olmuş.. — Beyfendi.. Siz gazetecisiniz.. Bu dünya buhranı ne olacak?. diye başladı.. Işte son zamanlarda bütün akıllıların ağzından işittiğim cümle.. Adamcağız öyle. makul şeyler söylüyordu ki bir. aralık kendisinin aklından, yahut cinne- tinden şüphe ettim.. Fakat bu esnada: — Ben bir formül buhrana karşıl. Diye başladı.. Ve bende koğuş- tan çıktım. buldum.. Hikmet. Feridun