26 Kânunusani 1932 Tefrika No: ille emel — — 26 Kânunusani 1932 ir Casusu 7 LAVRENS iSTANBULON Nakleden : Evden çıkarken, Selma hanim ayni sözü kei “Bu gece benim misafirimsiniz, Kres bey! akşama yemeğe mutlaka beklerim...,, — Şamda kocasından ayrıldığı halde Istanbula dönmedi. Oralarda ne yaplığını bilmiyorum. Fakat, bir genç zabitle sevişiyormuş. Bu zabit kendisine bazı vatani vazi- feler tevdi etmiş... Bir kaç defa Kudüse gidip gelmiş. Bütün bun- lar, kendisinin orada kalmasını haklı gösterecek oydurma sebep- ler olsa gerek. Kendisini o kadar çok özledim ki, görmiyeli her halde bir seneyi geçti.. — Kocasından yakında mı ay- rılmışlardı, hanımefendi? — Üçay kadar var... Onun iftirak tarihi, hemen hemen benim kocamdan ayrıldığım tarihe mü- sadif gibidir. —Demek sizde zevcinizden ayrı yaşıyorsunuz..? — Maalesef öyle.. Aşağı yukarı üç aydanberi mücerret olarak yaşiyorum ve ilelebet böyle bekâr kalmağı da tercih edeceğim. — Bu, çok! şahsi ve çok nazik bir mevzudur, hanımefendi! Bu hususta söz söylemeğe cesaretim yok. yalnız bir noktayı sormama müsaade edermisiniz? Selma hanım hafif bir tebes- sümle başını salladı: — Buyurunuz.. — Siz ve hemşireniz bu kadar güzel iki kadınsınız: Acaba, zevc- lerinizle neden mesut olmadınız? — Habibeyi bilmem... O çok hırçındır, zaten kocasile de sev- meden evlenmişti. İftiraklarının bir çok sebepleri olabilir. Fakat, ben kocamla sevişerek, anlaşarak teehhül etmiştim. Halbuki, aylar geçince, birbirimizi hiç de anla- madığımızı Ogördük. (Maalesef zevcim, bana göründüğü gibi çıkmadı. Bir gün kibarlık maskesi altında onun hakiki, bayağı çeh- resini görmeğe muvaffak oldum. Artık benim için her şey bitmişti. Berlinden dönerken bütün emel- lerimin bir anda söndüğünü gör- düm. Zevcim yanımızdaki kom- partimanda seyahat eden kırk yaşlarında suratsız bir alman hasta bakıcı kadına kur yapıyordu. Dedim ya, zevcim çok düşük ruhlu bir mablüktu. Istanbula gelince derhal ken- disinden ayrıldım. O tarihtenberi erkeklerden nefret (o ediyorum. Bilhassa sahte ruhlu ve sahte tavurlu erkeklerden.. Kemal söze karıştı : e Selma hanımefendi çok hassastır, onu her erkek mesut edemez, yüzbaşım! © Tefrika numarası: 116 Denizlere dehşet —— salan tahtelbahir — Saadet, esasen bir telökki meselesidir, Kemal bey! Benim yaşadığım muhit içinde siz belki mesut olabilirsiniz! Fakat, ben betbaht ve muztaribim. Bu esnada Selma hanım ayağa kalkarak Kemal beye bitaben: — Eğer yüzbaşı efendi evimizi beğendilerse, pervin (o kendisine odasını da göstersin... Dedi. Selma hanım, kafamın içinde yaşayan ideal kadın tiplerinden biri idi. Onun evinde pansiyoner olarak kalmayı elbette tercih edecektim. Maamafih bana karşı bu derece ciddi ve samimi görü- nen bir kadına lüzumundan fazla nezaketle mukabele etmeğe mec- burdum. Derhal ayağa kalktım. Evlâtlık kız önüme düştü. Geniş bir merdivenden ikinci kata çık- tık. Kemal, Selma hanımla aşa- Zıdaki salonda kalmışlardı. Pervin, merdiven başında, kar- şımıza gelen bir odanın kapısını açarak gülümsedi : — Buyurunuz.. Pervinle Türkçe konuşamıyor- dum. Fakat, bu şirin kızcagız be- nim odayı beğenmem için gözü- mün içine bakıyordu. Odanın çok güzel nezareti yar- dı. Mobilyası da fena değildi. kar- yolasından gardirobına kadar her şey yep yeni ve tertemizdi. Bil- bassa eşyanın tanziminde, duvar- daki lavhaların asılışında büyük ve ince bir zevki selim eseri gö- ze çarpıyordu. Hizmetci kıza: — Çok güzel.. Çok güzel.. Dedim ve odadan çıktım. Salona inince, Kemal sordu: — Nasıl, odayı beğendiniz mi, yüzbaşım? Derhal tereddütsüz cevap ver- dim: — Çok güzel, Kemal! Cennet gibi havadar, aydınlık ve bilhassa çok temiz bir oda. Selma hanım efendi gülümsedi: — Yüzbaşı efendi de temizlik hususunda, benim gibi, biraz titiz galiba..! — Temizliği çok severim, ha- nımefendi! Dedim, tozlu odada hiç yatamam... — O halde evimizde müsterih olarak yatabilirsiniz! Odanın kirası hakkında aramızda bir lâf geçmedi. Oda, bende bunu bir nezaket meselesi yapmıştık. Yalnız, Kemal kulağıma: (Arkası var) 26 Kânunusani 1932 Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Max Valentiner Sonra, Noske, bizden ayrıldı. Strasburg'u terketti. Eski impara- torluk tersanelerini ziyaret ederek şehre döndü. Ben de karaya çıkmak istedi- ğim için, nazıra refakat eden zevata karıştım. Tersanede, belki iki yüz kişilik bir amele grupu önünden geçiyorduk. Tam önlerine gelmiştik ki, bun- lar, bir ağızdan bağırmağa baş- ladılar: Muharriri : — Işte, Noske budur. Alçak herif!... Cenavar.. Noske, inkiliptan pek az za- man sonra, bir mürteci addolun- Mütercimi : o (Vâ - Nü) mağa başlanmıştı. Ona “canavar Noske,, (“*) lâkabını takmıslardı. Nazır, bu sessleri işittiği vakit, İ bize döndü: — Efendiler! - dedi. - Müsaade edin. Amele ile biraz görüşmek- liğim icap ediyor. Sonra, seri adımlarla ve göğ- sünü kabartarak amelelere doğru yürüdü. Lâkin, iki yüz amele, soldan geri ettiler ve bütün sür- atlerile kaçışmağa başladılar. Çil yavrusu gibi dağıldılar. Noske, arkalarından bağırdı: > bu | Kl (Le tigre Noske) yi suretle terceme ettim. - mütercim, pap | — işçiler! Şayet kaçacak olur- | sanız, sizinle konuşup anlaşmama Her akşam bir hikâye Caddeikebir' de bir Yl dük- kânma sahip olan Âdil Fazıl efendi, doğduğu ve büyüdüğü evi, maalmemnuniye satmak isterdi. Fakat, hayır, hayir... Aile men- şeini gizlemek için değil... Bu ev, Yedikule haricinde, yı- kılmakta ve pelâspare halinde dökülmekte olan bir mahalledeydi. Bundan otuz sene evvel, bu ma- halle, eh, söyle böyle, enikunu Âdil Fzıl efen- şerefli bir yerdi. dinin fabrikalarda ve dükkân- larda çalışan insanlardan mürek- kep olan ailesi, hep burada, fa- kirane, idamei hayat ediyorla.dı. Fakat, bizzat Âdil Fazıl efendi, bütün bu aile içinde teferrüt eyledi. ilk önce, mahalledeki berberin yanında çıraklıkla işe başladı. Sonra, Yeni camie düştü. Fıkara suratlarında usturasını (deneye deneye mesleğinde tekâmül gös- terdi. Sirkecide bir berberin dük- kânına kapılandı. Sonra, yakışıklı bir delikanlı olduğu için zengin bir izdivaç yapmağa muvaffak oldu: Bakaliye mağazasının sahibi Musta efendinin kızile evlendi. Bu sayede, izdivacından iki sene sonra, Caddeikebir'de bir dükkân açtı. Bu müddet zarfında, kendi ebeveyni de ölmüş bulunuyordu. Ona, miras olarak, ancak, sur haricindeki evi bırakmışlardı. Adil Fazıl, bu evi kimseye kiralaya- mayordu. Zira, o semtte oturma- sını isteyen pek yokdu. ev, zaten virandı metrük bir |halde duru- yordu. günden güne, kendi kendi liğinden çöküyor, göçüyordu. Bu günğü günde, evin kıymeti, ancak yıkıcnın ankaza vereceği kadardı." Lâkin, bizim Adil Fazıl efendi, zeki bir oğlandı. caddei kebirde- ki perukâr dükkânını idare etme- side zekâsının derecesini göster- miyormu?.. Bu işin içinden çık- mak için bir yol aradı. Bu yolu zihnen ararken, bir akşam kendi kendine gülmeğe başladı. “— Kah kah kah kah... Bu köhne evi eyi fiatle satmak için bundan daha âlâ bir çare olmasa gerek... diye düşündü. Ertesi günden tezi yok, çocuk- luk arkadaşı Niyaziyi gitti. sevmeyen, dalavereyle yaşamasını isteyen bir adamdı. Dalavereyle yaşamasını istemesine rağmen, cebinde, daima, liradan doksan beş kuruş eksik para bulunurdu. Adil Fazıl, hoş beşten sonra, Ni- yazi'ye şöyle bir teklifte bulundu: — Kardeşim! Işte sana on Bu parayı, eminim ki, para bulmağa Bu Niyazi, çalışmasını pek tonla bir halde, ömründe görme- mişsindir... Bizim viran eve gide- ceksin... Evin ötesinde berisinde delikler açacaksın... Yok, hayır!... Bu eski evi tamir etmek istiyor- muşsun gibi delikler değil... Sanki, içinde bir hazine saklı imiş de onu arıyormuşsun gibi delikler açacaksın... Anlıyor musun? Niyazi'nin aptallıkla hiç alâkası yoktu. Işi çaktı. Gülmeğe başladı. Çocukluk arkadaşının omuzuna dostane vurdu: — Yamanmışsın be omuzdaş... Olur herif değilsin yahu... Mütbiş dalavere biliyormuşsun meğer.. — Anlaştık mı? — Anlaştık amma, evin satıl ması üzerine, ayrıca komisyon istedim.. Çünkü, bu işi on papelle kapatılamaz. — Tabii, tabii... raklanma... Âdil Fazıl efendi, Niyazi'nin eline, eski devirlere ait bir altın da sıkıştırmıştı. Niyazi, ertesi gün, sırtındaki bir zenbil derununda, çekiç, keser destere gibi aletlerle, doğruca Âdil Fazıl'ın evine gitti. Orada çat pat çalıştıktan sonra, civar- daki celepler kahvesine gitti. Köşede oturan tefeci Ali efendinin ve diğerlerinin işideceği tarzda; — Bugün perukâr Âdil Fazıl efendinin evinde çalışırken bakın dıvardan ne düştül - dedi. — Vayl Altın bet... -diye et- raftan atıldı. — Hemde ne altın.. Eskiden, o ev yedikule saraylarına aitmiş.. Alt kârkir kısım, yine öylece du- ruyor.. Bu evde bir hazine gizli olduğu muhakkak. Ispatı da bu.. Tefeci Ali efendi, tefeciliğine rağmen, sersem herifin biridi. Niyazi gibi bir köşeye çekildi. — Bu işten Adil Fazıl efen- diye bahsettin mil — Abtalmıyım ben?.. Bir yer- den para bulup o evi ben kendim almak isteyorum. Amucam bana bin papel elden gelse.. Niyazi, bundan başka birimize söylemedi.. Ali efendi de işi uzat- madı.. yalnız ertesi . sabah, erkenden, tıraş olmak için Beyoğlu'na çıktı. Âdil Fazıl'ın dükkânına girdi. Halbuki, Beyoğlu senelerdenberi ayak bastığı yer değildi. Lâf arası, dedi ki: — Kuzum Âdil efendi! Senin O ciheti me- şu Yedikule'deki evi satmak niyetinde değil misin ? Berber, omuz silkti, perdahı daha derinden aldı; — Vallahi öyle bir niyetim yok... Bu ev, bana, ecdadımdan Sahife 9 —- w yadigârdır... Orada doğdum, orada büyüdüm... — Biliyorum, biliyorum.. Fakat, ev, boyuna yıkılıp duruyor... Sat- san da iyi edersin. Berber : — Bu meseleyi düşünürüm... - dedi. Artık, Ali efendinin rahatı, buzuru kaçmıştı. Boyuna Beyoğ- lu'na... Beyoğlu'na... Adil Fazıl efendinin eşiğini aşındırıyordu. — Ecee? Şu ev meselesi? — Düşünüyorum... Daha kara- rımı vermedim. Ertesi hafta : — Bizim evin bahtı açıldı! - dedi. - Niyaz'nin bir akrabası da onu almak istiyor... Altı bin lira teklif etti. Biçare Ali efendi, yerin ayağı altından kaçacağız zenetti. Başı döndü. Ben, senin eve on bin lira verdim, Adil Fazıl efendi. — Ben beş bin laradan aşağı, ben bu evi satamam. — Peki, ver şu elinil... Haydi kâtipadle gidelim, Üç yüz lira edip etmiyeceği malüm olmıyan bir ev, on beş bin liraya satılıyor Niyazi, çok geçmeden dükkâna damladı. Bin papeli komisyon aldı. Berber, kahkahadan katılıyordu. Ali efendi, evi yıktırdı. Lâkin, yıkma ameliyesini gece yapıyordu. Gündüz kimsenin dikkatini cel- betmemek istiyordu. Bir ay sonra, Ali efendinin köşkünü tamir ettirdiği ve etrafta bir çok binaları istimlâk ettiği, Beyoğlunda apartmanlar aldığı, hanlar, hamamlar edindiği görüldü. Hattâ, bir de hususi otomobil almıştı. Kulaktan kulağa rivayet do- laştı : Yedikule civarında aldığı evden define çıkmış... Zira, bu ev, eski sarayların hazinesi üze- rine yapılmış mış... Adil Fazıl efendi, dükkânında kahroluyordu... Meğer, onun ha- yalinde canlanan define, hakika- ten mevcutmuş... (OAdil Fazıl efendi, oyunu Ali efendiye değil, bizzat kendine oynamış! Nâkili : (Hatice Süreyya) nama rar ütün kongresi hazırlığı Ticaret odasında tütün kongresi için hazırlıklar ikmal edilmiştir. Kongreye gidecek murahhaslar bir iki güne kadar odada top- lanacaklardır. Şekerciler! Şeker bayramı için yapacağın şekeri Alpullu ve Uşak fab- rikalarının şekerlerile yap! Milli iktisat ve tasarruf cemiyeti ve istediklerinizi yapmağa imkân kalmayacaktır. Fakat, amele, dağılmıştı bile.. Bunun üzerine. Noske, mutat kahkahasını kopardı. Gayet neşeli bir halde, bize iltihak etti. Ter- saneyi ziyaret ettik. Sonra oradan ayrıldık. Yirmi beşinci kısım lülâf devletleri, benim siyasi mücrim sıfatile teslim edilmekliğimi istiyor alâkayla takip ets dırarak...,, “... En kaba ve en canavar bir tarzda...,, işte, düşmanlar, beni, bu suretle tavsif ediyorlar. - imperatorun bir malikânesinde saklanıyorum. - Sovyet donan- masında iltihakı teklif ediyorum. | Şayet o sıralarda, gazetelerin siyasi bentlerini daha büyük bir | vardı. Bunlar, bir siyah liste teşkil seydim, (halbuki, ticaret bentlerini itina ile oku- yordum.) itilâf devletlerinin birden bire benim aleyhime bir şikâyet yükseltmesine hayret etmiyecek- tim. Halbuki, hayret etmem lâzım geldi. Şikâyet şöyleydi: Muhtelif va- purların mürettebatına karşı, on beş ayrı sefer, ben, “en kaba, en gayri insani şekillerde muamele- de,, bulunmuşum. Fransızlar yazıyorlardı: “Canavarlığı son raddesine var- Mevzuubahs vapurlar, Fransız, Italyan vapurları. Itilâf devletleri, büyük bir şid- detle, sözde harp mesullerini ya- kalamak isteyordu. Almanyada bunlarda yüz tane Ingiliz, | ediyorlardı. Bende bu yüz kişilik listedey- dim. Hepimize, kaçmamızı, sak- lanmamızı tavsiye ettiler. Bu fır- tınalı vaziyet sükün buluncıya kadar görünmemeli imişim. Şikâyetnameyi resmen aldıktan sonra, azıcık şaşaladım. ikinci kaptanım mülazım Von Etzdorf bana bir tavsiyede bulundu. Bu arkadaşa bedevi ismini tak- mıştık bunun sebebi, sade, von Etzdorf'un esmer renkte olması değildi. Türk arap cephesinde, bedevi şeyhlerini Almanya lehine kazanmışlarda, onun için, kendi- sine böyle'bir lakap takmıştık. Bedevi bana: — Bir çıkar yol görüyorum! - dedi. - Sizin, bir müddeti muvak- kate için dünya yüzünden silinip gitmeniz icap ediyor. Bu da ga- yet basittir. Benim babam, size evelce de anlattığım veçhile, Ka- dinen'de imparatorun malikâne- sini teftişe memur edilmiştir. (Arkası var)