l | | | a 17 Kânunusani 1932 Tefrika No: 37 * İngiliz Casusu 1) LAVRENS İSTANBULDA 17 Kânunusani 1932 Nakleden : Genç zabit, benim hastalığıma eyice ape Göz yaşlarını tutamıyarak: “Peki yüzbaşım, dedi, söylediklerinizi yapacağım. Fakat onbeş gün sonra buradan gideceksin değil mi?,, Boynuma sarılan o Avusturyalı zabiti selâmladım ve derhal oda- mın tavanında yanan Jambayi kı- sarak cevap verdim: — Aman azizim, o felâketten kurtulduğum gündenberi gözlerim bozuldu. Işıga bakamıyorum... Pencerenin (o önündeki sedire oturduk Bu mechul ziyaretçinin yüzüme bakması çok tehlikeli olacaktı. Gözlerimden benim Kres olma- dığımı anlayınca müşkül vaziyete düşebilirdim. — Ben Kres değilim.. Beni benzettiniz! Desem daha, tehlikeli olurdu. Yüzbaşı Kresle çok samimi dost olduğu muhakkak olan bu şen mülazımı atlatmak lâzımdı. — Bu felâketi nasıl geçirdin, yüzbaşım? — Sorma azizim, bir akşam müvazenemi kaybederek Şeria nehrinin kenarına düştüm. Sular beni uzak sahillere doğru götür- meğe başladı. İyi ki düşman sahiline gitme- mişsin! Biz seni esir düştün zan- nediyorduk. — Hayır. Esir düşmedim. Fakat kâşke esir olsaydım, azizim.. Kur- tuldum, ne oldum sanki... Zaman zaman kulaklarım işitmiyor, bazen gözlerim görmiyor, bazen de beynimin oiçinde bir fırına kopuyor. O vakit derhal - sokakta bile olsam - yatıp uyumak isti- yorum. — Tuhaf şey.. Bu tahayvvüller demek ki o felâketten sonra oldu. Kendini doktora gösterme- din mi? — Uzun müddet tedaviye muh- taç olduğumu söylediler. Beş on gün için mezuniyet alarak Kudüse geldim... Burada istirahat edeceğim. — Zavallı Kres! Seni hiç te böyle görmek istemezdim. Ben senin yerinde olsam derhal mem- leketime gider ve esaslı bir teda- viye başlardım: — Bunu da düşündüm. Fakat, beni yalnız bırak, rica ederim. Bana her şeyi itiraf ettirme! Ağlamağa başlamıştım. Gen; mülâzim çok müteessirdi: — Sen çok değişmişsin, yüz- başım! Bu meşum şehir seni âdeta büyülemiş.. Ben senin çocukluk yeğ Bana her ME söylemelisin... Düşün ki bu yabancı memlekette sana benden başka yardım edecek kimse yoktur. Genç zabiti hastalığıma inanr- dırmak ve hariçte ötekine beri- kine benim hakkımda bir şey söylememesini temin etmek için, şöyle bir desise düşündüm: — Ben burada ölmeğe mah- kümum, azizim. Ben memleketime gidemem. Ben hem vücutça hem de kalben hastayım. — Kalben mi? Anlıyorum Kresl Sen bir kadın seviyorsun! Müteessirane başımı salladım: — Evet.. Bir kadın seviyorum. Hem de bir çılgın gibi.. — Fakat, Viyanadaki karını, çocuklarını unuttun mu; yüzbaşım? — Gözümde hiç bir şey yok... — Sen sahiden hastasın, Kres! Çünkü, ben dünyada senin kadar karısını çok seven bir erkek görmemiştim. (Mademki karını unuttun! Çocuklarını unuttun! O halde muhtaçı tedavisin! — Ne yapayım? Sen söyle... Ben bu dertten nasıl kurtulabili- rim? — Sevdiğin kadın nerede? — Burada.. Kudüste. Ve tekrar hıçkırıkla ağlayarak genç zabite yalvarmağa başladım: — Beni ne kadar çok sevdi- ğini bilirim. Senden bir yardım istiyorum. Bana söz ver! Genç mülâzım ağlamamak için kendini güç zaptediyordu . — Peki yüzbaşım, dedi, ne istersen yapacağım ! — Beşon gün iizinliyim. Bu müddet zarfında hiç bir yerde ve hiç bir kimseye benden bahsetme! On beş gün için beni bile arama! — Birinci teklifin iyi amma.. ikincisine tahammül edemem, yüzbaşım | Senin haşta olduğunu bildiğim halde, on beş gün seni aramadan durabilir miyim? — Beni sevdiğinizi ancak bu su- retle göstereceksin! Aksı takdirde senden de şafaat ummıyacağım... Genç mülâzim göz yaşlarını tutamadı: — Peki yüzbaşım! On beş gün seni görmemeğe katlanacağım! Fakat, sen de bana söz ver: Onbeş gün sonra okadından ayrılıp memleketine, karının ve çocukla- rının yanına: gideceksin, değil mi? (Arkası var) Tefrika numarası; 107 17 Kânunusani 1932 Denizlere dehş e t———— —salan tahtelbahir Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Max Valentiner Donanmada, lâkabı, Isâ,, idi. Yanına girdiğim vakit, fevkalâde müttehiç olduğu gözü- Muharriri : me ilk çarpan şey oldu. Adeta aklını Ooynatmış (gibi bir hali vardı. Sordum: — Kumandan! kendilerine iti- edeceğiniz adamlarınız yok “mu? Omuz silkti. Ikinci sualim: — Kumandan! silâhlarınız yok mu? Kumandanın bana bir silâh deposundan o bahsetmesini bekle- yordum. Fakat, “Tahta Isâ, elini tabancasına götürdü: “ Tahta Mütercimi : (Vâ - Nü) — Bunu emrinize verebilir mi yim? Gülerek cevap verdim : — Aziz ve cidden kiymettar hayatınızı muhafaza etmek için, bunu, kendi emrinizde alıkoya- bilirsiniz. Kışladan dışarı çıktığım vakit, gözlerime inanamıyacağım. geldi: Bütün (o pençerelerden dışarı silâhlar atıyorlardı. Tayfalar, ban- gır bangır bağırıyorlardı birçok yerden, birçok el silâh atılıyordu. İçerleri o müsellâh tayfa dolu kamyonlar, o talim meydanında arttıkça artıyordu. Semai am; kolharini ali nın boynundan ve dudaklarını aşıkının dudaklarından ayırdı. — Oof, Oef.. - diye içini çekti, Delikanlı, hayret ifade eden bir nazarla genç kadının yüzüne baktı, — Ne o?.. Benimle öpüştükten sonra “of,, mu çekiyorsun?.. De- mek, artık beni sevmiyorsun? — Seni sevmemek mi, Adnan? O nasıl söz?. Ben mi seni sevmi- yorum?. Ben mi? Ben mi?. Benki, dünyada artık senden başka hiç bir şey görmez oldum.. Benki, dünyanın en faziletli kadını idim; kocamdan başka bir tek erkeğe bile yan gözle bakmazdım.. Fakat sen bana kur yaptıkdan sonra dünyanın renği ve şekli nazarım- da değişiverdi. Bambaşka bir şahsiyet hâline girdim. Artık hayatın manası, benim için sade sensin! — Peki, garsonyerimizin kapı- sından içeri girip te benimle öpüşür öpüşmez “of,, çekmene sebep ne? Kadın, mantosile şapkasını bir kanapenin üzerine koydu. — Vallahi, bilmem, Adnan... İçimde bir sıkıntı var... Kötü bir hissi kablelvuku... Adnan'ın alâkası uyandı. Göz- lerini açtı: — Bir hissi kablelvuku mu?... Ne gibi? — Sanki başıma bir felâket gelecek te, onu hissediyorum... Bizim (burada (bulunduğumuzu kocam öğrenecekmiş, bize baskın verecekmiş gibi geliyor. — Buna dair, elinde bir emare mi var? Kadın, gözlerini dalgın dalgın kaldırdı: — Yok, hayır... Fakat, köşe başında, iki kişi dikkatli dikkatli bana bakıyordu da... Bakışların- dan içime bir korku girdi... Vakıa, tanımadığım insanlar... Amma, niçin bana öyle bakıyorlar?... Niçin ?... Delikanlı: — Sen, ammada sinirli olmuş- sun ha, yavrucuğu!.. - diye, genç kadının saçlarını okşadı. - Haydi, haydi... Zihninden kötü düşünce- leri dağıt... Ve, kadını elinden tuttu. Yatak odasına doğru yürüdüler. — Odanın kapısını kilitliyelim. Erkek, kısa bir tereddütten sonra: — Canım, deli misin? Ne hacet?, -dedi. Yarım saat sonra, mahallenin muhtarı, iki sivil polis, bir resmi komiser, bir de Semahat hanımın Bir zabit yanıma koşup şu “ha beri verdi: Mevki kumandanı emir vermişmiş. Silâh atmamak lâzım- mış. Kan dökülmesine mani olma- malıymış. Kendisini tersledim. Ve barit, kat'ibir sesle şu sözleri söyledim: — Bana nahak yere bu sözleri söyliyorsunuz efendim. Zira, evvel emirde, üzerimde silâh yoktur. size vadediyorum ki pek yakında, avuçlarımda bir tüfenk tutacağım ve maalmemnuniye endaht ede- ceğim, Yüreğim yerinden (kopacak sanıyordum. Evvel emirde Kiel'e gitmek istiyordum. Rıbtım boyunca gidi- yordum. Wassertor'u geçecektim. Şimdilile Meteor'la muhabere temin edemiyordum. Meteor, hâlâ şamandıraya bağlı oduruyordu. Binaenaleyh, ilk önce Acheron'a uğramağı muvafık buldum. Bu, zevci Ali Fasial” Ey bir. zabit varakası tutuyorlardı. Nerede mi? Semahat hanımle Adnan beyin demin girdikleri yatak odasında... Nasıl olmuştu da, anahtar uy- durarak, bu eve girebilmişlerdi? Ah, ne aksilik! Bari, odanın kâ- pısı kilitli bulunsaydı da, iki sevgili, yarı soyunmuş bir halde tutulmasalardı... Ali Ferruh bey, iki eli cebinde, odanın içinde, asabi asabi dola- şıyordu: — Ya?... Ismetpenah hanım efendi... - diye o söyleniyordu - böyle ha... Demek bütün zevahi- rinize rağmen... Semahat mantosuna bürünmüş, yüzünü odanın köşesine dönmüş, ağlayordu. Adnan'ın, kocasını susturmasını, ve kendisine yakın gelerek, onu teskin edici tatlı sözler söylemesini, hattâ ona derhal izdivaç teklif etmesini bekliyordu. Fakat, Adnan, bu sırada, höyle bir teşebbüste bulunmağı tedbir- sizlik addetmiş olmalı ki, aceleyle giyindi. Polislerin uzattığı bir kâğıdı MZ Biri er Üç ay sonra... Semahat hab; aldı. Zarfı yırttı. Mektuptaki el- yazısını tanımıyor... Günlerce ağ- lamaktan şişen ve kızaran gözle- rile şu satırları okudu: bir mektup Hanımefendi. Adnan, benim tanıdıklarımdır. Bütün maceranızı biliyorum. Hattâ bu maceraya ait sizin bilmediği- niz tafsilâta da sahibim. Size çok acıyorum ve hakikati size anlat- mağı insaniyet namına boynuma borç addediyorum. Adnan'ı nahak yere aratıp duruyorsunuz. Nafile, aratmayın, bulamazsınız. Hem, bulsanız da işinize yaramaz. Zira, Adnan, bildiğiniz Adnan değildir: Centil- menlik, şıklık, zenginlik onun zahiri kılık kıyafetidir. Adnan, hakikatte, bir serseridir. Onu, kocanız, para ile tuttu. Zira sizden boşanmak istiyordu. Ali Ferruh bey, başka bir kadını seviyordu. Sizden ayrılıp ona varcaktı amma, boşanmanın kabahatini üzerinize yüklemek lâ- zımdı. Sizin Adnan teipi erkek- leri beğeneceğinizi bildiği için, o serseriyi o para (mukabilinde üzerinize musallat etti. İşte, size, onun kocanızla taati ettiği mek- tupların , senetlerin ( suretlerini gönderiyorum. Pek garip bir tarzda bunları edle ettim. Asılları nezdimde mahfuzdur. Ben, dava eski bir tekneydi ki, içinde, mer- keze merbut tahtelbahircilerden bazıları oturmaktaydiler. Kumandana sordum: Adamla- rına itimat edebilir mi, edemez mi? diye.. — Wiek üzerine, benimle bir- likte hücum etmesini ister misiniz?- diye de, vaziyeti kendisine an- lattıktan sonra ilâve ettim. Bu zat, omuzlarını tereddütle kaldırdı: — Vapurumdaki adamlar, her gün değişirler. Kendilerile sıkıfıkı değilim. Onları ancak, şöyle bir, tanıyorum. Imperatora sadık bir grup as- kerin nerede bulunabileceğini o da bana söyliyemedi. Lâkin, bara bir parabellum tabaucasile bir kaç fişeklik dolusu fişek verdi. Öğle üzeri, Meteor'da emir aldım: Wiek'e gidecektim. Buraya gitmenin bir faide temin etmiye- Sahife 9 Lozanda hazırlık 300 den fazla gazeteci Lozana gidiyor Lozanda toplanacak tamirat konferansına iştirak &decek heyet- ler için şimdiye kadar Lozan otellerinde 300 daire tutulmuştur. Konferansa hariçten O gelecek me mibtarı üç yüzden azla olacağı tahmin olunuyor. Konferansın umumi içtimaları gölün sahilindeki Şato otelinde aktolunacaktır. Şatonun yamndaki otelde konferansın kitabet heyeti ve İngiliz murahhasları içtima edecektir. Otel idareleri şimdiki ihtiyacına göre tarifelerini indirmeğe karar vermişlerdir. i 1923 senesinde Türkiye ile itilâf (o devletleri arasında sulh muahedesi Onchy Şato otelinde imzalanmıştı. Trabulus muharebesinden sonra Türkiye ile Itaya arasında akto- lunan sulh muahedesi de Onchy Şato otelinin yanında şimdi kon- ferans kitabet hejetinin ikamet eylediği Beau Rivage otelinde imzalanmıştı. Cemiyeti akvam meclisinin alt- mış altıncı içtimaı 25 kânunusanide Cenevrede toplanacaktır. Meclise iştirak edecek hariciye nazırları Lozandaki heyetlerle ko- layca temasta bulunacaklardır. Almanyada komünist tahrikâtı Hagın 16 (A.A.) — (Vestfalya) Bir silâh ve mühimmat doposu, meydana çıkarılmıştır. Bir çok kimseler tevkif o edilmiştir, bu deponun komünistlere ait olduğu zannedilmektedir. pi mar vekiliyim. İsterseniz, sizin avukat- lığınızı deruhte ederim. (53) hanınde N.N.N. Semahat hanımefendi, bu mek- tubu yazan Avukatla mahkeme huzuruna çıkarsa kocasını da, aşıkını da hapse sokardı. Ceza- lanmaktan kendi kurtulurdu. Bunu için için anlıyordu. Fakat, gene de, avukata cevap vermedi. Hattâ, onun mükerrer müracaatlarını reddetti, Gençliğinin en güzel senelerini verdiği kocası ile âşkının en güzel günlerini verdiği âşıkının müseccel hiyanetlerini vesikalar üzerinde kendi gözile görmektense, mah- kemede haksız çıkmamağı tercih etti. Hattâ, en son müracaatında, avukat N.N.N. beyi: — Şarlatan!- diye koğdu. Avukat, Semahat hanımefendi- nin hukuku şahsiyesini müdafaa etmemek hususundaki “ hamaka- tini, bir çe anlayamadı. beraber, ; ceğini bilmekle inkıyat ettim. Wiek yolu üzerinde, tahtelbabir müfettişliği vardı. Yani, burası, tahtelbahirlerin dairei omahsusa- sıydı. Oraya girdim ve erkânı harbiye reisile görüştüm. Ona sordum: — Vaziyet nemerkezde? — Oldukça ciddi... Bir eski bahriye zabiti, bu vakalardan öyle bir netice çıkarmış ki... — Ne demek istiyorsunuz, yani? Acı acı gülmeğe başladı. — Ne demekmi istiyorum?.. Zavallıcık beynine bir kurşun sıkmış. Sonra gülmekten katılmağa baş- ladı: — Asiler üzerine kurşun atma- mak hususunda verilen emri çok delice buluyorum... Çok delice... (Arkası var)