27 Kânunuevvel 1931 Tefrika No:61 TA ld Yarım saat sonra şehir ışıkları görünmez olmuştu. Nereye gittiğimizi, yalnız Habibe değil, ben bile bilmiyordum! — Burası sizindir, Hazret, gene bekleriz... * Kudüse geldiğimiz yoldan dönü- yorduk. Habibe tanınmayacak bir halde ipekli bir maşlaha sarılmış ve yüzünü örtmüştü. İki hayvan üzerinde tenha yol- lardan geçerek, yarım saat sonra şehir haricine çıktık. Bir gece evvelki karanlık devam ediyordu. O dakikada nereye gittğimizi yalnız Habibe değil, ben de bil miyordum. Şehrin ışıklarından uzaklaşınca, Habibe tekrar sordu: — Nereye gidiyoruz? — Bizim kabileye. — Uzak mı? — Hayır.. Iki saat sürmez bile,. Şeyh Salihin kabile merkezine doğru gidiyorduk. Atın üstünde kendi kendime düşünüyordum; Kabile şeyhi ro- lünü ne vakite kadar oynıyacağım? İki saat sürmez dediğim yolun nereye varacağını bilmiyordum. Bu esnada uzakta bir tepenin üstünde ingilizlere ait olduğu muhakkak olan bir ışık gördüm. Bu tepeyi hatırlıyordum: Bir ak- şam sivil olarak oraya gitmiştim. Orası neresiydi? Oraya ne için gittiğimi size kısaca anlatayım: Birgün-Londr1'ya' çok müstacel bir telgraf yazmak lâzım gelmişti. Bana bu tepede lagiliz karargâhının gizli bir telsiz istasyonu olduğunu söylemişlerdi. Telsiz (istasyonuna ( gittiğim Zarlar, Londra'da çok iyi sevişti- ğim bir dostumun orada telsiz memuru olduğunu görmüştüm. Bu tesadüf beni ona tanıtmaya sebep oldu. İçeriye girdiğim zaman, mister (Cook— Kuk) beni gözlerimden oderhal (o tanımıştı. Elindeki viski şişesini masanın üstüne bırakarak: — Vay Mister Tomson, bura- lara sizi hangi rüzgârlar attı? Dedi ve boynuma sarıldı. Mister Kuk çok samimi ve şakacı bir adamdı. Kendisine: — Londraya bir şifre vermek istiyorum, telsizin azami tulümevci ne kadardır? Diye sordum. En büyük arzum, telgrafımın türkler eline geçmemesini temin etmekti: Buralardaki telsiz teşki- lâtım yakından bilmiyordum. Dostum, endişemi derhal izale eden bir ciddiyetle dedi ki: — Merak etme! Biz her şeyi nazarı dikkate aldık. Burada telsiz Tofrika numarası: 86 Denizlere slh) -—— —— salan tahtelbahir Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Mubarriri : Max Valentiner Vapura on beş metro yaklaş- tık, Adamlarım, düşman vapuru- mun uğradığı. hale merak içinde bakıyorlar. Düşman gemisinde, birdenbire, bir kahraman - her halde topçu başı olacak - sendeleyerek, topa doğru atılıyor. Topun on beş metre ilerisin- deyiz.. Üzerimize top atılırsa vaz- iyet pek de hoş kaçmayacak. Adamlarım, ön topun başına geçtiler bile... Nişan alıyorlar. kan gövdeyi götürecek. Zenciler, topçu o başıyı, topun başından ayırıyorlar. İngiliz Casusu YP? LAVRENS ISTANBULDA! vE. Vi m — 27 Kânunuevvel 1931 Nakleden: İ. F. istasyonu (olduğundan Türkler henüz haberdar değildir. Burada çok gizli bir telsiz teşkilâtımız var. Mister Kuk telgrafımı derbal keşinde etmekle beraber, bana, bir az sonra çok müheyyiç bir haber vermişti. — Telgrafınızı Portsaide ver- dim. Oradaki istasyon da Parise verecek. Bir saat sonra Londra- dadır. Müsterih olunuz. Bu suretle hareket edişimizin yani buraya gizli bir istasyon tesisimizin bir sebebi vardır: Ceneral Allenby Mısırdan hududu teftişe geldi ve burada Türklerin yeni vücuda getirdikleri Yıldırım ordusuna mukabil yeni bir Yıldırım ordusu teşkil etti. Bu yeni İngiliz ordusunun muhaberatmı çok gizli tutmak mecburiyeti vardır. Ceneral Allenby'nin verdiği emirler çok kat'i ve şiddetlidir. £ Maalesef bu teşkilâtta biz biraz geç kaldık; bunu evvelâ o Türkler yaptılar ve taze kuvvetlerle mü- cehhez yepyeni bir ordu vücude getirdiler. Bu kısa izahat Filistin cephe- sinde beni harekete getirmeğe kâfi gelmişti. işte o geceden sonra, ben, derhal Kabireye dönmüş ve ce- neral Allenby ile temas etmiştim. Bizim kabile şeyhliği bu hâdise- | olan Mumya, 19095: dem sonra ihdas-edilalişlir Tepedeki ışığı görünce Mister Kuk hatırıma geldi. Kendi ken- dime: — Oraya kadar gideriz, dedim, Mister Kuk bizim istirahatimizi bu gece nasıl olsa temin eder. Ve Habibeye seslendim: — Haydi, yavrum! ayağındaki mahmuzları (o hayvanın karnına dokundur. Biraz hızlanalım.. Şu karşıda görünen tepeye çıkacağız! Yarım saat kadar hayvanları- mızı koşturduk. Tepenin yamacına gelmiştik. Uzaktan bir ses: — Duwur! Habibe korktu: — Bu bir ingiliz sesi... Vaziyeti idare etmek için, Ha- bibeye: — Ben üç senedenberi hudutta Ingilizlerle sık sık temas ettiğim- den, biraz İngilizce öğrenmeğe başladım. Şimdi ona dert anla- rım, sen biraz arkadan gel... Dedim ve hayvanımı sürdüm. Tepeye çıkacak yolun metha- linde ufak karakolumsı bir nokta vardı. Buradaki lagiliz nöbetçisine 27 Kânunuevvel 1931 wa - Adamlarımdan biri, karabinaya sarılmıştı. — Ver o karabinayı - diye haykırdım. Adamın gözlerinde öldürmek iştiyakının bir ışık halinde parla- dığını görüyorum. Düşman gemisinin doktoru, güverteye çıkıyor. Yaralılar hak- kında bana şu malümatı sesleniyor: | — Manzara muthiş.. Bu yara- | lıları ne yapacağım?.. Gelin de sefaletin, (o felâketin ( derecesini görün. Bu sırada, sandallar vazifele- | rinde.. Adamlsrım vabura çıkar Mütercimi : Nü) köşten bana | derhal hüviyetimi bildirerek telsiz | kaçmış gözlerile Akşam Yanlış adam mı asılmış? Lenkolnun katili kendini kurtarmağa muvaffak olmuş? Şikago, 20 ( Hususi ) — Ame- rikada musırren devran eden bir rivayete göre, vaktile reisi cumhur Abraham Lenkolnun katili, yaka- sını adalet pençesinden sıyırmağa muvaffak olmuş ve onun yerine masum bir adam idam edilmiştir. Filbakika bir çok doktorlar, yirmi sekiz senedenberi, seyyar bir sirkte teşhir edilmekte bulu- nan bir mumyanın hakiki katilin ceddi olduğuna kani bulundukla- rını kat'i bir surette söylemiş- lerdir. Mumya üzerinde X şuala- riyle yapılan mütcaddit muayene- lerde Omumyanın bacaklarında, aktör Both bitişik locadan Ame- rika reisi ocumhuru Lenkolun üzerine ateş ettikten sonra loca- dan dışarı atlarken bacaklarında hasıl olan kırıklıklara müşabih kırıklıklar bulunduğu tesbit edil- miştir. Katil aktör, sui kasti müteakip halk arasında hasıl olan panikten bilistifade bacaklarındaki kırıklık- lara rağmen sahneye Okadar gitmiş ve gizli bir (kapıdan tiyatro 'haricine çıkarak orada hazırlandırdığı beygirine binerek kaçmıştır. Mamafih resmi idalara göre, katil cinayetten on iki gün sonra, bir samanlıkta, polisler tarafın- dan cerhedilerek yakalanmış, mu- vahharan da idam edilmiştir. Seyyar Sirkte teşhir edilmekte enesinde inti- hara teşebbüs eden Saint - Helen namında birinin Mumyası adde- diliyordu. Katil Boothun firara muvaffak olduğunu ve onun yerine bir masumun idam edil Saint Helenin öleceği sırada “Ben Depilie denıesile de kuvvet l istasyonuna çıkacağımızı söyledim. Nöbetçilerin önünden bu suretle geçtikten sonra, tepeye tırman- mağa başladık. Hava çok berraktı. Bizi istasyona getiren yol üze- rinde limon ve portakal ağaçları- nn mis kokulu dallarına sürüne- rek çıkıyorduk. Habibe daldan bir portakal kopardı.. kabuğunu soyarak yarı- sını bana uzattı: — Tepede görünen ışık gittikçe büyüyor.. Sizin eviniz orada galiba, değil mi, şeyh Abdullah? — Şey... Hayır. Benim kabilem Akabe sahilindedir. Orada gü- zel bir otel var. — Demek beni bir otele götü- rüyorsunuz, öyle mi? (Arkası var) çıkmaz, sahranın kustuğu vahşi- lerle ihate ediliverdiler. Gene zenci olan çavuş, onları dağıttı çok şükür.. Bende bir sandala binerek ge- miye gittim, Zenci çavuşu, dost bir tavurla, bana elini uzattı. Bende ona elimi uzattım. Benimle nezaket dairesinde konuştu. Bana adeta arkadaş muamelesi yaptı. Doktor: — Bu zenci çavuş, kabili hitap yegâne diye izahat verdi. Gördüğüm manzara, bütün harp imtidadınca gördüğüm manzara- ların en müthişidi. Ölüler, güvertenin ötesine be- risine yayılmış bir haldeydi. Adam- lar, çeşimhanelerinin boşluğuna bana bakıyor- vapurda insandır! - lardı. Ben de gözlerimi baktım. eğip onlara Şato sahi ne ismet sani | verdiler. Zira, şato sahibi kan | bir adamdı; karısının arkasına, hizmetçileri, (opara mukabilinde gözcü koymuştu: — Kont! zevcenizin odasına, bir genç girdi. Şimdi oradadır. Yataktadırlar. Kont, kendi dairesinden kalktı. zevcesinin dairesine İgitti. Salonu geçti. Oda kapısını vurdu: — Açınız, kontes! Oda içinde, bir telâş... Sağa sola bir koşuşma... Bir açılıp ka- panma... — Şimdi, kont... Şimdi açıyo- rum... Şimdi... Nihayet, kapı açıldı. Kontes, yanakları kıp kırmızı, saçları perişan bir halde... yatak dağınık... Kont, etrafa bakınıyor... Kon- tes titriyor... Kont, görünürde kimseye rastlıyamıyor. — Açıkça soruyorum, kontes... Sizin odanızda yabancı bir erkek var miydi? — Yoktu, kont... — Hmmm... Peki... Tam bu esnada, kontun gözüne yerde duran bir haç ilişti: — Bu haç kimin haçı? — Benim. — Kim verdi? — Annemden kalmadır. — Bunu doğru söylediğinize dair bana bu baç üstüne yemin eder misiniz, Kontes? Kontes titredi, zira, dini bütün bir hristiyandı. Nasıl olurdu da “bu haç annemden kalmadır! ,, Diye yemin edebilirdi ki, haç işte şu kapının öte tarafına, tuvalet odasına gizlediği sevgilisinin ken- disine şimdi getirdiği hediye idi ve aceleyle yere düşmüştü. Maamafih çare yoktu. Şayet yemin ederse belki bir kurtuluş çaresi bulunurdu. Belki kıskanç kocası, yeminine itimat ederek, giderdi. Lâkin, şayet yemin et- miyecek olursa kurtuluş çaresi kalmıyacaktı : Ne kendisi için, ne de âşıkı için... Işte, bu düşünceyle, yemin etti: — Bu haç üstüne yemin edi- yorum ki, doğru söyledim. — Ya... Peki öyleyse... Kontun kulağına, tuvalet oda- sından, bir p:tırtı gelmişti. Uşa- ğına emir verdi: — Duvarcı ustalarını çağırn. Şatonun yeni kısmında tamirat yapan duvarcı ustaları çok geç- meden kontun huzuruna çıktılar. Kont, tuvalet odasını göstere- rek emir verdi: — Şu kapıyı örün.. Kontes, fenalıklar geçiriyordu. Kiminin bacağı kopmuştu, ki- minin kolu... Kaydım... Az daha düşecektim. Kana basmışım. Önümde bir zenci varmış me- Şerus Bacağı kopmuşmuş. Kopuk bacağından akan kana basmışım. Zenci, bu müthiş yarasına rağ- men, iztırap çekiyora benzemiyordu. Bir basamağın kenarına, öyle- ce oturmuştu. Mükedder gözlerile melul melul bana bakıyordu. San- ki, lisanıbal ile: “— Begendin mi bu olan işi?,, demek istiyordu. Ondan bir kaç metro ötede bir hevenk muz asılı duruyordu. Bu kevenkten bir kaç muz kopa- pıp ona verdim. Doktor, bana: — Emin olun, bu adam, şu esnada aç değil! - dedi... Hayır, sen yalar, söylemesi | Fakat, sırrını sen saniyeye ale belli etmemek için, son ümit kalıncaya kadar sabretnek için susuyor, soğuk kanlılığı muhafaza ediyor. Hattâ , kapının örülmesile alâkadar değilmiş gibi duruyor; arkası, o tarafa dönük. Gözü aynada... Duvar, örülüyor, örülüyor.. Bir anda, aynadan, kontun gö- züne, duvarın son açık kalan kiremidi ilişti. Bu açık kalan ki- remidin arasından iki siyah göz gördü. Mecnun bir ifadeyle bakan iki siyah göz., Âşıkının gözleri. Dayanamadı. Bir hamlede kontun önüne gitti: — Ben yalan söyledim. —i4 — Bu baç, annemin bana he- diyesi değildi, ben yalan söyle- dim. Yalan yere yemin ettim. Bu kapının arkasında bir adam giz- lidir. O kapıyı ördürmeyiniz. Kont, gizli Obir istihza ile gülümsedi: — Yok, yok... Kendinize iftira etmeyiniz.. Siz, bir asilzadesiniz.. Kontessiniz... (Hiç asilzadeler, kontesler, yalan söylerler mi? Hele, baç üzerine yemin ederler mi?.. Ne münasebet? Ne müna- sebet? Bu sırada, son tuğlada yerine konulmuş ve sıvanmış bulunuyordu. Kontes. duvarı tırnaklarile mec- nunane kazımağa başladı. konta yalvardı, yalvardı. Fakat kont, bütün bu yalvarışlar karşısında ikinci bir duvar kadar merhamet- siz... Orada durdu... Tam kırk gün... Tam kırk gün, Kontesin sevgi- lisinin örülü mahbesi önünden ayrılmadı... Tam kırk gün... — Içerde adam var, Kont.. Ab, ben yalan söyledim... Yalan yere yemin ettim... Içerde adam var, Kont... — Siz yalan söylemezsiniz... Yalan yere yemin etmezsiniz, Kontes... Kendinize iftira etmeyin yemininize inandım... Tam kırk gün, Kont, Kontesin yalvarmalarına sade bu cevabı verdi. Nakili : (Hatice Süreyya) Bir Hint prensi italyada Roma 25 (A.A)— Bebopla mih- racesi refakatinde kızı olduğu halde Floransadan buraya gel miştir . Mibrace, hükümet merkezinde pekaz bir müddet kaldıktan sonra Brindiziye gide- cek ve oradan Hindistana gitmek için vapura binecektir. Lâkin, zenci, benden muzleri aldı. Kabuklarını soydu. Yemeğe başladı. Haritalarm © buluduğu odaya girdim. Lâkin, girerkende, kollarını istimdat eder gibi havaya kak dıran iki kadavranm üzerinden atlamam lâzım geldi. Orada, köşede bir telgrafeçı uzanmış yatıyordı. Ciğerine, bir obüs parçası saplanmıştı. Yüzüme baktı. Zaif bir sesle, benden bir si- gara istedi. Sigarayı kendisine uzatlım. Bu adam, son saniyeye kadar vazifesi başında bulunmuştu. Mü- temadiyen, etraftan imdat isteyip durmuştu. Biz de onun çektiği telgrafları kendi makinemizle ak mıştık, (Arkası var) asliye a A;