Sahife © Akşam 20 Kânunuevvel 1931 . m ISTANBUL HAYATI m Kenar mahallelerden birinde bir akşam “ Tellerin üstünde bülbüller ötüyor sanki.. Ya o sesi...» Hava kararmıya başladı, sokak aralarında, “Dandana danda dan dan dan, ebüüüb ,* diye bağıra bağıra tramvaycılık, otomobilcilik oynıyan yalın ayak, başı kabak afacanlar birer, ikişer evlerine çekildiler. Akşamın ilk karanlığile birden- bire tenhalaşan yamru yumru, çamurlu sokaklazda, ellerinde zen- biller, koltuklarının. altında kırık şemsiyeler aksıra öksüre evlerine giden bir kaç yolcudan başka kimseler kalmadı. Duvarları tene- ke yamalı, çarpık çurpuk evlerin kafesli o pencerelerinden (sokak lamba ziyaları beliriyor. Derinden, | boğuk bir kadın sesi: —Hadi kız, hava karardı, el ayak çekildi, tenekeleri alda dolduru ver şu küpü... Ölmez sağ kalırsak, inşaallah yarın çamaşır işini çıka- ralım aradan, tahtaları da rama- zan yakın, sileriz. Kocaman tahta bir kapı boğuk gıcırtılarla açıldı, başı alaca örtülü, ellerinde su tenekeleri, genç bir kız karşı sokaktaki çeşmeye doğru yürüdü. Biraz sonra çeşmenin başında başları allı, yeşilli bir sürü kadın toplanmıştı. Kocaman tenekeler, incecik akan musluğun altında ağır ağır dolarken, onlar ötede hararetli, hararetli konu- şuyorlardı: l — Ah kardeş, dün akşam efendi babamı yalvara yakara kandırdım, bizim misafirin kızile beraber (o Şehzâdeye (o sinamaya gittik. Aman bir görseniz, ne oyun, ne oyun?!.Ş Tadı ağzımda kaldı vallahi. — Sinema,minema değil de,geçen akşam bize Eyipten bir misafir , gelmişti. Annemin görümcesinin halası kızı oluyormuş, aman efen- dim, bir ut çalıyor, dinlemelere seza. Tellerin üstünde bülbüller ötüyor sanki. Ya o sesi? “Medet, diye bir eli kulağa attı mı, insanın gözlerinden şakır, şakır yaşlar akıyor. O ak- şam efendi bakam yukarı odada oturuyordu da korkudan fazla ses çıkaramadın, yoksa bütün mahalle dinliyecekti. — Iki gözüm, ne olur bu akşam annenden izin al, bize gel de | beraber Senihalara gidelim, ne güzel eğlence yapacaklar udun- dan, kemanından tut ta dar- | bukasına varıncıya kadar ne | istersen var. Sen anneni nasıl olsa kandırırsın, (o bizimkilere (O haber anlatmam: kabil değil. Hele o halam olacak somurtkan karı yok mu, illallah elinden Nuh diyor da peygamber demiyor. Beni dünya- | da bırakmaz, amma sen gelirsen | hatırından Oo geçmez, muhakkak | izin verir... | Tenekesi dolanlar birer, ikişer | çekiliyorlar. İ Karşıda köhne bir evin sokak | üstündeki odalarından birinde, | “tın, tan, tan, üzücü bir akort başladı. Kala bir ses: | — Hadi kızım, o çocuk hava- Irını bırak da ağır bir şarkı çal, şu kahvemi ağız tadile içeyim... | Udun boğuk tıngırtıları ara- sında cırlak bir ses en ağır şar- | kıyı tutturdu : | “Kaldı aantecee...şler Arada cırlak bir ses ağır şar- | kıyı kesiyor : — Baba diyoruuum, ben sine- | maya gidiceceem. Efendi baba pür hiddet haykı- rıyor : — Sus a hınzır, kesme ablanın şarkısını. Daha iki gün oldu sinamaya gideli. Bacak kadar | Hindistanda gene is S yan hazırlığı... Hindistanda vaziyet yeniden karışmıştır. Mememleketin her tarafında büyük bir heyecan hüküm sürmekte, kıyam hazırlıkları yapılmaktadır. Bundan başka şimal hududundaki kabileler de isyan temayülleri gösteriyor. İngilizler bilhassa burada hâdiseler çıkmasından korktukları için ciddi tedbirler almağa başlamışlar, Hint hududundaki kaleleri tahkim etmişlerdir. Resmimizde şimal hududundaki bu kalelerden bir kaçı. görülmektedir. NAMEYE 77: 5 Çinde hâlâ sükün tesis edilemedi DERE Çinde muharebeler devam ediyor. Cemiyeti Akvamın bütün mesaisine rağmen Japonlarla Çinliler arasında bir türlü itilâf temin edilememiştir. Son günler zarfında şiddetli kış, harekâtı bir derece durdur- makla berab. kolunun yü Japon topçu mevzii görülüyor. UBASENINAAASAAAEAEBEAUAAEEEEAAEANN boyunla bıkmadın bu perdei haya- lâtı seyretmekten. Küçük afacana lâf anlatmak kabil mi?. Mütemadiyen ısrar ediyor: — Gidiceem iştee.. Geçen sefer “ Gaby Morley , oynıyordu, bu | | | akşam s oynıyacak. Efendi baba daha hiddetle bağı- rıyor: — Bak şu yezide!, On beş gün uğraştım, dilimde tüy bitti de eshabı kehifin isimlerini bir türlü öğretemedim omeluna. Fakat, ilk fırsatta yeniden büyük muharebeler başlıyacağı muhakkaktır. Resmimizde bir Japon , son günlerde çok ismi işitilen Titsikar şehri istasyonu, bir Çin zırblı treni ve bir ayal oyuncusu lerini nasıl ezber etmiş görüyor musun?... Ağır şarkı hâlâ devam ediyor. Işte, Fatih civarında kenar ma- hallelerden birinde bir akşam hayatı. GR | on kuruş ceplerine | siz tenkitlerini hoşgörün, | ARADA SIRADA Mazur görün! Mektebi Sultanide birbirimiz- den ayrılmaz dört arkadaştık: Ga- lip Daniş, Nurullah “Ata, Muzaffer ve ben. Bir gün, mektepten çıktıktan sonra, hep birlikte bir resim çı- kartmak hevesine düştü. “Se- bah,, fotografhanesine gittik. Fo- tografçı isimlerimizi sordu. Söyle- dik. Sıra Nurullah Ata'ya geldi. — Nu... nu... nu... Dedi ve bitiremeden fotografçı yazdı: — Anlaşıldı, Nunu bey! O günden sonra Nurullah'ın ismi Nunu kaldı. Mektebi terkettikten (o sonra, Nurullah Ata ile Muzafferi hayat ayırdı. Zaman zaman, onu göre- ceğim geldiği vakit mektuplarını okuyup ağladığım biçare Galip Daniş'i ölüm benden uzaklaştırdı. Seneler geçti. Bir gün Nurullah Ata ile buluştuk. Gençliğindeki kekemeliğinden eser hemen hemen kalmamıştı. Fakat yazdığı yazılara dikkat ediyorum: Yazılarında ke- keliyor. Rekâket dilinden kalemine geçmiş. * » Biliyorum, aziz arkadaşım biraz kızacak: Bu Nunu hikâyesini ne diye yazdın? diyecek. Ne yapıyım, kabahat benim değil, kendinin. “Milliyet,, refikimizdeki sütununda gene uzun uzun Darülbedayide bir defadan fazla oynanamıyan “ Şarlatan ,, dan bahsediyor. Biz nihayet tiyatroya dair yazı yazan bir muharririz, ne teşrih muallimi- yiz nede fethi meyit ameliyatı yapan bir mutahassıs. “Şarlatan,, yani “Knock,, ölmüştür. Knock'un fethi meyit ameliyatını yapmak- tansa eski bir hatırayı ihya etmek her halde evlâdır: Geçmiş zâman olur,ki hayali cihan değer... Keşki bugünkü Nurullah Ata eski Nunu bey olsaydı, tiyatro münekkitliğine kalkmasaydı da, sahnede temsil edilip muvaffak olamıyan bir eserden bahseder- ken: “Muvaffak olmuş veya ol- mamış, bu ayrı mesele, fakat herhalde baştan nihayete kadar insanın alâkasını celbediyör,, de- meseydi. Insanın alâkasını çelbet- mediğine bir dafadan fazla oynama- ması en kuvvetli delil değilmidir? * .. Kırk yıllık dostum Nurullah Ata'nın “Knock,, hakkındaki yan- lışını yüzüne vurduğuma pişman oldum. Dört satırıma tam dört sutunla mukabele etli. Zavallı dostumun sinirleri fena bozulmuş. “ Kalbin sesi, için yazdığı yazıda- da - Gözlük takdığı halde - salo- nun kalabalığını görmemişte, ves- tiyer garsonunun sözü ile amel etmiş. Selâmi salon kalabalık dedi amma, ben paltomu alırken ves- tiyer garsonu; Acele etmeyin, kimse yok dedi, diyor. A çocuğum, bilmez misin ki bizde tıyatroya gi- denlerin yüzde doksanı vestiyere uğramazlar. Bütçe meselesidir bu, kalsın diye. Karilerin şaşacaklar: Bu nasıl münekkit diyecekler, tiyatro gar- sonundan istiane ediyor... Ata'nın karileri - eğer varsanız - kendisini mazur görün, iyidir, âlâdır, mükemmeldir dediği piyes iflâs edince siniri bozuldu... Eski arkadaşımın kusuruna bakmıyın. Pirandello'yu, Sehakspeare'yi be- genir, seyirciyi, halkı hiçe sayar gibi görünür amma, kalbi temizdir, iyi ço- cuktur, kafalıdır: Bugün hâlâ başına göre şapka bulamıyor, şapkalar daima başına küçük geliyor. Selâmi İZZET