GR Va m rr A 14 Kânunuevvel 1931 Tefrika No: 3 İngiliz Casusu KI LAVRENS iSTANBUL Nakleden: İ. F. Tayyare ile çok yüksek uçuyorduk. Huduttan geçerken cebimdeki banka cekini burnumun içine yerleştirdim. Yaptıklarımı gözlerimden bile esirgemeğe mecburdum ... Bulutlar arasından geçerken, yarım saat evvel hissettiğim hafif bir sarsıntının kısa fasılalarla tekerrür etmesi hiç de hoşuma gitmiyordu. Bu esnada Manş üzerinden ge- çiyorduk. Pilot şakacı bir gençti. Filistinde ve Alman cephesinde ismi anılan bu cessur tayyareci telefonla kulağıma: — Korkmayınız, dedi, hava çok sıcaktır.. Denize düşersek banyo yapmış oluruz. TTayyarecinin neşe ve cesaretini kırmamak için: — Azizim, ben mayosuz denize giremem! Diye cevap verdim. Sarsıntı şiddetleşti. Bulutlar elle tutulacak kadar dolgun ve mütekâsifti. Alçak bulutlardan yağmur dö- külüyor, rüzgâr gittikçe şiddetini artırıyordu. Telefon tekrar çaldı: — Mister oTomson! Piponuz sönmüş, niçin yakmıyorsunuz? Kendikendime: — Tahaf şey... dedim, pilot, benim ağzımdaki piponun yanıp yanmadığını nasıl biliyor? Biraz sonra meseleyi anladım: Bulunduğum kabinenin dört tara- fına talik edilmiş birer çelik ayna vardı.. Pilot harp mühendislerinin son def'a icat ettikleri bu pilaklar vasıtasile (Oyolcunun (o kabinedeki bütün harekâtını, oturduğu yer- den kolaylıkla müşahede ve taras- sut edebiliyordu. Harp tayyarelerine henüz bir aydan beri tatbik edilmiş olan bu çelik aynalar doğrusu çok ho- şuma gitmişti. Pilotun yanında oturmak, içe- rideki yolcunun ehval ve harekâ- tını tecessüs etmek fena bir iş değildi. Tayyarecinin (Entelicen Servis)e mensup olması ihtimalini düşü- nerek cesaretimi topladım. Ma- mafib, şurasını izah ve tekrar edeyim ki, bu müthiş hava sarsıntılarından (Okorkmuş (ode- ğildim. Pilotun bu ihtarı, beni, muhitime böyle bir tesir yapmış olmaktan kurtardı. Derhal kibritimi pipomu yaktım. Pilotun bu son telefonu beni, aynı zamanda, büyük bir mah- cubiyetten de kurtarmıştı. çıkardım ve Tefrika numarası: 73 Yola çıkarken , üzerimde ufak bir kâğıt parçasından ve bir lüccar pasaportundan başka biç bir şey yoktu. Pasaport bittabi cebinde duruyordu. Fakat diğer ufak kâğıt parçası ki - açık bir banka bonosu idi. Bana her an ve her yerde yüz bin logiliz lirası temin edecek olan bu ufak pus- layı İsviçre hududuna girmeden evvel, vücudumun gizli kasaların- dan birine yerleştirmeğe mec- burdum. Fakat, işin aksiliğine bakın ki, pilot, çelik aynalardan benim - hiç göstermek istemediğim bu ameliyata şahit olacaktı. Biraz daha bekledim. Banka kâğıdını, bu saat zarfın- da mutlaka saklamak lâzımdı. Fırtına artmıştı.. Rüzgârın sür'- atı saniyede onsekiz, /yirmi met- rodan fazlaydı. (Pilot, artık, vazi- fesinden başka bir şeyle meşgul olmiyordu. Beni tecessüs etmesi için, gözünü önündeki pusuladan ayırması lâzımdı. Ben bu fırsattan istifade ederek ve elimdeki banka bonosunu iyice bükerek burnumun içine yerleş- tirdim. Bu ameliyatı icra ederken, sol elimi arkamdaki çelik levha- nın üstüne koydum.. Pilotun gözü bu tarassut aletine dokunmuş olsa bile, üstünde teressüm etmiş hiç bir şekil görmiyecekti. Şimdi bu satırları okurken, gözlerinizin içinde: “Pilottan niçin çekiniyorsunuz.. O da Entelicens Servis'e mensup değil mi? ,, De- mek istiyen bir mana seziyorum. Evet, Entelicens Servis'e men- sup. Fakat, ben, işlerimde mu- vaffak olmak için, - bazen değil - her zaman, yaptıklarımı gözlerim- den ve kulaklarımdan bile esir- gemeğe mecburum. Kendikendime söylenmem. Söyliyeceğim sözlerin bir baş- kası otarafından da £işidilmesi ihtimalini düşünürüm. Gözlerime karşı da ayni pren- sipi muhafaza ve tatbika mecbu- rum. Bilfarz, cebimden bir kâgât çıkarıp, tetkik etmek lüzumunu hissedersem, baş; ucumda bir başkasının mevcudiyetini tasavvur ederek, o işi gözlerimin zevkine feda etınek istemem. Kendi sahamda bana büyük muvaffakiyetler temin eden se- beplerden birinin de bu olduğuna kariim, Denizlere dehşet--———— ———— salan tahtelbahir Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Muharriri : Max Val tiner Ölüm terleri döktüğümü hisse- diyorum. Artık şüpheye mahal yok!.. Eminim: Ağa yakalandık. Geminin başı havaya kalktı. Otuz derece resmederek yukarı doğru çıkmağa başladık. Hay Allah belâsını versin! Elektrikler tekrar yandı. Ampul- ler ortalığı miktarı kâfi tenvire başladı. Makine dairesinde her şeyin muntazam ve mükemmel olduğuna şüphe yok... Yeni bir sadme.. Vapur, gene sarsılıyor. Ziya, yeniden pırpır parlıyor. Yeni bir humbara atıldı. Dımağımda menhus bir endişe Mütercimi : o (Vâ - Nü) işaret fişeklerinin tepemizde mü- ; temadiyen patladıklarını, bizim nerede bulunduğumuzu düşmana bildirdiklerini biliyorum: Geçtiğimiz yerlerde, fosfor'la kolsiumu harekete getirerek mev- kiimizi belli ediyoruz. — Herkes ileri! - emrini veri- yorum. Zira bu oğursuz 30 derece in- bina ile ve manometronun hâlâ kaydeltiği 10 metro derinlikle, kaptan köşkünün ön tarafı, nere- eyse suyun sathına yine cıkacak! Aşağıda, Wurmbach, tayfalarla beraber didiniyor. Karınca yuva- 14 Kânunuevvel 1931 — Za ei mr e İN Kâ 1 1931 vlan Çıkarılamıyor ! Egypt vapurundaki altınların hikâyesi Harbi umumi zamanında Alman ! tahtelbahirleri tarafından Fransız sahilleri cıvarında batırılan Egypt vapurunda yüz milyon küsur frank altın çubuk vardı. Italya dalgıçları Artiglio namında tahlisiye gemileri ile iki seneye yakın bir zamandanberi bu altın- ları deniz dibinden çikarmaya oğraşıyorlardı. En nihayet altın- ların mahfuz bulunduğu vapurun zırhlı kamaralarının üstünde büyük bir rahne açmağa muvaffak ol- muşlardı. rinin pek dalgalı olması denizlerin dibine inen dalgıçların görme kabiliyetinin Oo mevsim hasebile bulunması, altınların şimdilik çıka- rılmasını imkânsız bir hale sok- muştur.Bu sebeple ameliyatın tehir edilmesi muhtemeldir. Solaklık Bazı insanlar neden her işi sol ellerile yapalar Bazı insanlar vardır ki, bunlar sol elleri ile çalışırlar. Billhassa bizim sağ elimizle yaptıklarımızı onlar sol ellerile yaparlar. Acaba bu solaklık nereden çıkıyor? ! hangi elleri ile tuttukları tetkik edilmiş. Görülmüş kü, 6 -7 aylık oluncaya kadar çocuklar, herşeyi iki elleri ile tutuyorlar. 8 aylık olunca aşikâr olarak sağ ellerini bu iş için kullanıyorlar. Lâkin, çocukların yüzde 10 kadarı sol ellerini kullanıyorlar. Bunlar solak olanlardır. Ne kadar uğraşılsa sağ içine yerleştirdiğim zaman (Şer- burg) üzerinden geçiyorduk. Pilota sordum: mecburuz. Şimal rüzgârını arka- mıza alıncıya kadar sallanacağız. — Başım dönmeğe başladı.. — Sağ kolunuzun temas ettiği yerde ufak bir düğme gürüyor- musunuz? Sağ tarafıma bakındım: — Evet, görüyorum... — O düğmeye basınız. Düğmeye basınca, bulunduğum kabinenin içinde, hafif kloro- formlu (omüferrih bir kokunun intişar ettiğini hissetim. (Arkası var) sında karıncaların çalışıyorlar... Otuz altı adam he- yecan içinde... Ön taraftalar.., Vapur, yavaş yavaş, yirmi de- rece inhinaya, on derece inhinaya başlıyor. Yani, tabiri diğerle, hattı müstekim halinde durmağa yaklaşıyor. tün süratile.. Kan, damarlarım oynuyar.. Şakaklarım atıyor. Ağların teknemize o çarptığını işitiyoruz. Bakalım hangimiz daha kuvvetliyiz? Zaviye, sıfır.. Şimdi, baştan aşağı tevcih ediyoruz. On derece,: on beş derece, yirmi derece... Manometroya bakıyor- dum. o Derinleşmeğe başlıyoruz: onbeş, yirmi, otuz metre... — Dalma tertibatı başına! Iki makinayı hafifce ileri doğru işletin! Geçtik kurtulduk... EYVAN | olan Son zamanlarda fransız sahille- | asgari bir hadde tenezzül etmiş | Yeni doğmuş çocukların eşyayı | e'lerini kullanmazlar. Maamafih yetişmiş insanların yüzde 4-5i solaktır. Demek ki, bir kısmı sonra bu tabiatine galebe ede- biliyor. Banka Obonosunu (O burnumun — Çok sallanyoruz.. tehlike var mi? — Paris üzerinden geçmeğe | çalıştığı. gibi Te — Iki makine birden ileri.. bü- | ————— —ğş— m m m man&çö©—« Her akşam bir hikâye Sahife 9 —— İsmi fenaya »çıkmış bir ailenin kızı şe, hizmetci girdiği evin küçük kemal efendi zade Murat bey rat bey, onu evvelâ heğeniyor- sada, ra ailesinin kötü şöhretini öğrenince Ayşeden yüz çeviriyor; hattâ | onu, bir takrip evden atmağa uğraşıyor. O günden itibaren, Ayşe, evin bütün ağır ve hafif işlerini gör- meğe başladı. Birikmiş ne ka- darda çok iş varmış... Bunların hepsini başarmak genç kıza te- rettüp etti. Evin işi bittikten sonra, bahçenin, hattâ tarlanın işlerinde de çalıştı. Sokaktaki alış verişi de o idare ediyordu. Fırını yakıyordu. Ekmek yogurı- yor ve pişiriyordu. Çamaşır yıka- yordu. Lâkin bütün bu yararlık- ları sayesinde, ne ev sahibesi koca karının gözüne girebiliyozdı, nede oğlunun! Büyük bir emniyetsizlikle göz hapsinde tutuluyordu. evden kov- mak için ufacık bir yanlış yapma- sını bekliyorlardı. amma, Ayşe, hiç bir hususta şaşmayordu. Tıkır | tıkırdı. Bir gün odun yararken,baltayla parmağını kesti.Koca karının kalbi onun, geçirdiği bu kaza üzerine yumuşadı. Şarıl şarıl kan akıyordu. Delikanlı bununla bile alay etti. — Hacamat oldu. iyidir, iyidir! - dedi. Kız bu huşunetine oğlanı seviyordu. — Bir gün gelir, kalbi yumu- şar ! - diye düşünüyordu. Lâkin, bazan isyan ediyordu. Esefleniyordu : “İnsafsız merha- metsiz şeyler! Haksızlıklar edi- yorlar ! ,, Hoş, bütün hayatı imtidadınca, rağmen, ! doğruluk denen şeyi de görme- mişti ya... Kendi kendine şöyle düşünü- yordu: “ Ahlâkları sert... Ne yapsınlar ?... Allah onları öyle yaratmış. Kabahatleri yok... ,, Bugün, komşulardan biri, onun harıl harıl çalıştığını ve akıntıya kürek çektiğini görünce dedi ki: — Niçin bu işlere tahammül | ediyorsun, bilmeyorum! Tefecilerin evinde sana hayvan muamelesi yapıyorlar... Kız, efendilerini müdafaa etti: — Bizimkiler iyi adamlardır. Her halde, ben, onları, sizden daha iyi biliyorum, merak etmeyin. Efendilerinin menfeatlerini dai- ma müdafaa ediyordu. Çarşıdan pazardan alış veriş ederken çekişe çekişe pazarlık ediyordu. Bu da, satıcıların hiç işine gelmiyordu. "Kıza, fena içerliyorlardı. — Kemal efendinin evinde nasıl olur da bir hırsızın kızını tutarlar, bilemeyiz? - diye dedi kodular oluyordu. Fakat, gemiyi, sekiz ton ağır- lığındaki safraya nasıl tutundura- cağız?... On beş metrodayız ve duramıyoruz... Aman yarabbi! — Her taraftan suyu tardedin. Merkez istasyonun makinisti, kapaklar üzerine yapışmış uğra- şıyor... Batıyoruz: 70 metro... 80 metro... Aman yarebbil bu gemiyi dur- | duramıyacak mıyız?... Daha ne kadar batacağız?... Yoksa, bu seferde su tazyikile mi çatır çatır ezileceğiz? Allah belâsını versin bu eski- miş gemilerin... 85 Metro... 86 metro... 87 metro... Merkez haber verdi: “Gemi muvazeneyi temin etti, duruyor, Ben düşünüyorum : Elli metreye alâkası olduğuna dair hiç bir emare zuhur etmeyordu. Artık Kemal efendi zade Murat bey aslâ gözlerinin kaldırıp Ay- şe'ye bakmayordu. Sanki, ilk tanıştıkları gün kızı o hararetli buselerle öpen Murat bey değildi! Başka kızlarla meşguldu. Hattâ, sanki inadına imiş gibi, başka kızları onun gözleri önünde öpü- yordu. Ayşe, bundan iztirap çe- kiyordu. “— Bir gün anlayacak ki, ben ona, bütün kızlardan daha sadı- gıml ,, Bir aralık, kıza, inekçi Riza efendi diye biri musallat oldu. — Kızım! - diye söze başladı. - sen, kendinden yüksek bir deli- kanlıyı gözüne kestirmekle hata ediyorsun. Bu işten dolayı başına bir felâket gelecek. Lâkin bu nasihatler, genç kızın hoşuna gitmedi. Kulak asmadı. Zira samimi nasihatler olmadığına kanidi. Inekçi ilâve etti: — Hem sana çok genç yara- maz! Benim param var. Sana ne istersen hepsini. satın alabilirim. Sen yalnız benim ol. Kızı mıncıklamak teşebbüsünde bulundu: Boğmaklı boğmaklı gü- dük parmaklarile... Imekci Rıza efendi, tasavvur olunacak aşıkların en sakillerin- dendi. o Hakikatta olduğundan daha da ihtiyar (ogörünüyordu. Kanburdu. Gözleri çipil ve dalma sulu idi. Bütün ömrünce inek- çilik yapıyordu. Lâkin iblisin garip bir cilvesile, oruculiyet hassası, baki kalabilmişti. İnek- lerden kazandığı parayı kasaba- nın ve köylüklerin en müstekreh fahişelerine yidiriyordu. Aradan günler geçti. Ayşe, bir aydanberi Kemal efen- dilerin evinde bulunuyordu. Mu- rat, tamamile onu ihmal ediyordu Fakat, kız: “ — Birgün olacak, Murat be- nim olacak!,, diye düşünüyordu. Bir akşam, oda kapısı tıkırdadı. Biri vuruyordu. Ayşe: “ — İşte nihayet Murat geldi!;, diye sevinerek yatağından doğruldu. Sordu. — Kim 0? Dışardan: — Aç... Diye cevap geldi... Benim... Murat... Genç erkek sesi, kıza, azıcık değişmiş geldi. Lâkin, Murat'ı, kapının dışında fazla bekletemezdi. Odanın kapısını açtı. Kapı, hızla itildi. (Yarın bitecek) Nakili : (Hatice Süreyya) inecektik. Doksana indik... “Gemiyi kırk metreye çıkarın!,, Bunu söylemek kadar yapmak ta kolaydır. Yukarı doğru lâstik top gibi sıçradı. Baş su haznele- rini tekrar doldurdum. Amma suyun (altında O tutunamıyoruz. Adamlarım hepsi iş başında, Ma- İ kineler, gemiyi suyun altında tu- tabilmek için süratle işliyorlar. Iş işten geçti, Yukarı çıkmakta devam ediyoruz. Merkezden haykırıyorlar: — Kumandan, su sathına çıkı- yoruz. Vay camna.. Acaba su sathında neler oluyor? Her an torpillen- mek tehlikesine maruzuz... Hiç olmazsa mürettebatı kurtaralım. Belki bir kaç saniye daha zaman kazanabilirim. Aklımdan geçenleri emrettim: “ Yukarıl Altıncı ve yedinci safraları atın!,, (Arkası var)