23 Teşrinisani 1931 —i 2 Roman tefrikamız: 102 Mağaranın içinde gök gürültüsüne işittim. Hintli fakir sağ el dedi, her kakikat orada tecelli Bu ses (Mizvana)nın sesi midi? (Buda) nın sesi midi? Kimin sesidi? Fakat, bu ses bana yabancı bir ses değildi. Korkudan gözlerimi kapadım ve tekrar haykırdım: — Hazret. neredesin? Bu esnada çıplak bacaklarıma bir insan elinin teması, beni büs- bütün çileden çıkardı. Göğsümü tutarak mağaradan dışarıya fırlamak istedim. Aynı ses cevap verdi: — Buradayım, seyyit! korkma! Başımı yere indirdim. (Lamaya) nın babası ayağımın dibinde yatıyordu. Ibtiyar Hintliyi görünce geniş bir nefes aldım: — Hazret.. Seni kurtarmağa geldim! Bu sözü söyledikten sonra, ayakta duramdım; toprağın üstüne oturdum. (Lamaya) nın babası, başını ufak bir taşın üstüne dayamıştı. Göz- lerini gözlerime dikti: — Buraya nasıl gelebildin, Seyyit? — Çoktanberi sizi aramakla meşguldüm. Burada bulunduğu- nuzu anlayınca faaliyete geçtim... Kızım nerede? Evinde oturuyor... Evinde oturuyor mu? Tabii... Beni iki aydanberi arama- dığına bakılırsa, hayatta olmadığı anlaşılıyor. — Iki saat evvel bahçede otu- ruyordu. Gözlerimle gördüm... Hitli fakir hayretle yüzüme baktı: — Nita madameki hayatta.. Beni şimdiye kadar neden gelip aramadı? — Sizi buraya kin getirdi? — Kızım. — O balde, sizi aramadığına şimdi ben de hayret ettim. Buraya neden geldiğinizi anlamak istiyo- rum, hazret | (Lamaya) nın babası gülümsedi: — Nefsimi terbiye etmek için senede bir defa bu tarihi mabede gelir ve bir gece burada yatar- dım. O gün size marifetlerimi gösterdikten sonra buraya geldim ve mabedin anahtarlarını kızıma verdim Tefrika numarası Denizlere dehş salan tahtelbahir Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Muharriri : Max Valentiner Cemal haykırdı: — Yoksa parayı çalacağımızı mı sanıyorsunuz? Bizim namusu- muzdan mı şüpheleniyorsunuz? Susuyordum. Cemal tekrar haykırdı : — Şayet zannınız buyse, size benim zabit olduğumu hatırlata- yım. Siz de zabitsiniz. Beni tahkir ettiniz. Bu gibi vakalarda âdet | olduğu veçhile, sizinle, silâh silâha çarpışmak isteyorum. Hiddetli muhatabımdan göz- lerimi ayırmadım. Ona dedim ki: | — Cemal! Aşağıda, tahtelbahiri Cevap vermedim. | gre e yi iin HİNT YILDIZ 23 Teşrinisani 1931 Yazan: İ. F. benzer bir ses “ Duvara bak, edecek! ,, ini uzattı: — Nita ertesi günü sizi gelip aramadı mı? — Hayır.. Bir daha gelmedi. — Peki amma burada iki ay- danberi nasıl yaşıyorsınız? — Yanımda ufak ve mugaddi haplar vardı. Her gün bunlardan birini kullanarak yaşıyorum. — Ben gelmeseydim, burada ne zamana kadar yaşayabilirdiniz? — On sene kadar... — On sene kadar mı? — Evet. Bir ay daha böyle devam edecektim. Sonra yavaş yavaş harici hayatla alakamı ke- serek bu haplardan ayda ve daha sonra altı ayda bir defa alacaktım. Nita'nın melanetinden bahset- meği doğru bulmadım. — Hazret, dedim, size çok ibtiyacım var! Bana yardım et- meniz, sahip! Ben ve oğlum, sizin köleleriniziz! — (Yogoda) nın gözleri birden- bire kör oldu, hazret! Onu bu felaketten ancak siz kurtaracak- sınız! — Görmiyor mu? — Hayır.. Gözleri açık.. Fakat hiç görmüyor. — Neden görmüyor acaba? (Yogoda) nın nasıl zehirlendiğini kısaca anlattım: — Bir akşam bahçede oturur- ken, ( birdenbire (o (Yogoda) nın ensesine bir zehirli iğne yapıştı. Nereden geldi anlayamadık. Nita geldi, bir ilâç içirdi. Yogoda ölümden kurtuldu, fakat gözlerini kaybetmişti. Hintli gözlerini kapadı. Cevap vermedi. Susmuştuk.. Ben bir şey düşnmiyordum. Onun ne düşündüğünden, ne yaptığından da haberim yoktu. Birdenbire, gözlerim duvardaki mabede ilişti. Budanın çebresindeki eski ha- reket yoktu. Ne gözleri ışıldıyor, ne kirpikleri oynayordu. Magara- de bir gürültü işittim: Gök gürültüsüne benzer bir gürültü. Başımı ellerimin içine aldım. Havasızlıktan, göğsüm şişmeğe, nefesim daralmağa başlamıştı. Hintli fakir, sağ elini kaldırdı: — Seyyit, duvara bak... Her hakikat orada tecelli edecek! (Arkası var) 23 Teşrinisani 1931 et Mütercimi : (Vâ - Nü) gezerken, ağır zincirler mevcut olduğunu görmüşsünüzdür. Şayet, emirlerimi harfiyen icra etmezse- | niz, ayağınıza o zincirleri takarım. Sizi pırangabent olarak geminin | dibine atarım... Haydi bakalım! | Şimdi inin aşağıya... Bütün altın- ları bana teslim edin. Cemal, homurdanarak aşağıya indi. Waudlaudt gözetlemiş; bana anlattı ki, arap'lar altınları kasa- nın içine tekrar koyuyorlarmış. Karaya temamile yaklaştığımız ve küçük kayığa binerek sahile yanaştığımız zaman üniformalı | bir zenci karşımıza çıktı ve İ telik, bu isimler, Her akşam | bir hikâye ( Nüzhet Enver bey, esefle çekti. Dahili telfonla şu emri verdi: — Hanım efendiye söyleyin: içeri buyursun! Sonra, hususi kâtibine döndü: — Şayet bu zarif küçük ba- nımı ikna etmek mâmkün ola- mazsa ikimizden birimiz intibar edeceğiz. — Niçin cemi mütekellim ,, sigasile “Biz, diye konuşuyorsu- nuz, patron? - diye sordu. - ben, sizin kârınızla ve alelumum işle- rinizle doğrudan doğruya aslâ alakadar olmadım. — Fakat ziyanımla alakadar- sınız. - diye, Nüzhet Enver bey, yumruğunu, işgal ettiği müdiriyet masasının üzerine vurarak hay- kırdı, > — Konluratımızda kayıt yoktu. İntiharınıza edemem. Yalnız o tahriri (o konturatların maddi cihetlerine bakılmaz.Bazen- de ahlaki konturatlar (vardır; imzalanmaz; amma imzalanmas- sa da cari olur. Ahlaki mi ?... -diye memur yüz buruşturdu. -unutuyor musunuz ki, patron intihar' bizde cürümdür. böyle bir iştirak Müdür bey, başını iki yana sallıyarak, mırıldandı: — Sadakat, dünya yüzünden kalkıyor... Hatta, iş idarehanele- rinde bile... Patronlara karşı bile... On beş saniye kadar süküt ettiler. Sonra, kuvvetli bir el, kapının tokmağını çevirdi. Nüzhet Enver: — Giriniz! - dedi; sesine vaku- runa bir edâ vermeğe uğraştı. Kapı, açıldı. Patron, memuruna: — Bizi yalnız bırakınız! - Emrini verdi. Kâtip, bir revarans yaparak çekildi. Patronile misafirini yalnız bıraktı. misafir, seri adımlarla odaya ilerlerdi. Yarebbil ne rüküş şeydi bul — Harika Acuze hanım efendi! Zatialinizi selâmlamakla mübahi- yim... Lütfen oturur musunuz efen- dim? Harika Acuze hanım efendi bir koltuğa kuruldu. o Ayakdayken başka sekaletti, oturunca başka sekalet oldu. — Nüzhet Enver bey efendi! - dedi. - bu sabah, saat altıda kırk beş yaşıma bastım. Kadın uzun ve kemikli parmak- larını sivri ve kemikli dizlerinde kavuşturdu. Söylediği son cüm- lenin muhatabında bıraktığı tesiri tetkika koyuldu. Halbuki Nüzhet Enver yüzünde hiç de b bey, mükemmel bir almancayla sordu: — Aranızda kumandan kim? — Benim! - dedim. Zenci, bunun üzerine, tam bir Berlin ağzile konuşmağa başladı. Bana, askeri vaziyetin ne mer- kezde olduğunu etrafile izah etti. Dimağımda mahalli ismihasları zabıt etmeme imkân yoktu. Üs- bana tamamile yabancı olan isimlerdi. Yanımızda bir de beyaz adam vardı. Fakat onun da ince hututlu İ mücadele mncburiyetinde kaldım. çehresi, cenup memleketlerinin bol ışığile bronzlaşmıştı. İsmi Mannesmann'dı. Bu zat, bana, Sünusi'lerin cid- den büyük muvaffakıyetler kazan- dıklarını anlatt. Fakat, bu muvaf- fakıyetler, bittabi, uzun müddet devam edemezdi... Ingilizler , | bunların üzerine bir heyeti sefe- | ve pa Bekârlığa karşı sigorta | mesine gayret ediyordu. Büyük bir ibtiyatkârlıkla susuyordu. Kadın : — Size söylediğim sözü işitti- niz mi? Diye sormak mecburiye- tinde kaldı. Azıcık cani yordu. — Heyhat, öyle hanım efendi. — Pekeyi, ne diyeceksiniz? Nüzhet Enver bey, başını eğdi. — Aradığınızı bulamadınız mı? — Dünyanın, hanım efendi: Her tedbirine baş vurdum... Ve... Heyhat... — Ali diye, kadın, müdürün sözünü kesdi. - Öyleyse, bana, konturat mucibince 50000 lira vereceksiniz. Bu sefer, Nüzhet Envar beyin hançeresinden, bir iç çekmesi değil, bir inilti çıktı. — Ölümü mü mü istiyorsunuz? — Hayır... Allah uzun ömür versin, yaşayın... Ben, sizden, sadece 50000 lira istiyorum. Nüzhet Enver: “ Şu menhus konturatı imzaladığım vakit, aklım neredeydi ? , diye düşündü. Az daha hazin ve hazinliği kadar derin bir tefekkür (deryasına dalacaktı. Kadının sesi, onu kendine getirdi. — Bu işi size ben teklif etme- dim ki... Bizzat siz, bundan iki sene evvel benim evime gelerek teklifi bana dermeyan ettiniz. Bu günkü gibi hatırımdadır. Bana dediniz ki: Harika Acuze hanıme- fendi... Ben, bekârlığa karşı bir sıkılmışa benze- sigorta (o yazıhanesi (o açıyorum. Zannedersem, bu idarehane, sizi alâkadar eder. Bana senede beş yüz lira verirseniz, size bir koca bulmağı tahtı tekeffüle alırım.,, Nüzhet Enver bey. asabiyetle tırnaklarını kemirerek inildedi: — Anlıyorum.. Biliyorum.. Kadın devam etti: — Ve dediniz ki: “şayet iki sene zarfında size bir koca bula- mıyacak olursam zarar ziyan ola- rak elli bin lira tediye edeceğim. kırk beş yaşına bastığınız gün bana müracaat ediniz. Şayet o gün hâlâ bekârsanız paranızı alırsınız. Eeeee, işte azizim efendim.. Müh- let geldi çattı. Hala kocam yok.. Öyleyse çıkın bakalım paraları... Nüzhet Enver bey, gudubet ibtiyar kıza hiddetle baktı. — Pek âlâ, efendim... Evinize dönünüz... bu akşamdan evel in- tihar mı edeceğim, ne yapacağım, artık ne yapacaksam yaparım. Sakil kadın, odadan dışarı çıktı. Muahavereyi kapının arkasında dinleyen kâtip, hızla odaya gire- rek patronunun elini tuttu. — Sahi mi?.. Sahiden intihar riye sevk etmişti. Şeyhlerde kaç- İ mak mecburiyetinde kalmışlardı. Bizim tahtelbahir (o muharebe- lerimize karşı, mukabil tarafta bir aksülâmel husule gelecekti elbette ... Netekim, bu aksülamel gecikmedi. Ingilizler, en mükemmel müda- faa çarelerini buldular. Artık türk sularında çalışmak üzerede emir almış bulunuyordum. İşte, bu sularda iken, Tahtelba- hirlere karşı kullanılan bombalarla Bu, cidden müthiş biş silâhtı. Dehşetinin derecesini düşünün ki, yüz tane Almau tahtelbahrinin nabut olmasına sebebiyet vermişti. Bu bombalar, torpitolar tarafından denize atılırlardı. su sathından on, yirmi, otuz metro derinlikinde patlamak üzere ayar edilirdi. Yaptıkları tesir, harikulâde idi. Bu Sahife 9 Güzellik vergisi! Fransada güzelliklerile varidat temin eden kadınlar vergi verecekler Fransada, ahiren verği tarh ve tahsili esnasında, gayet nazik bir mesele çıkmıştır. Muayyen bir meslek ve sanat sahibi olmadığı halde güzellikleri ve zarafetleri sayesinde, kendilerine büyük kü- şük bir varidat menba: temin eden kadınlardan verği alınmalı mı, alınmamalı mı? Fransız maliye tahsil şubelerini müşkülâta düşüren bu nazik mes- ele, ehiren şurayı devletin verdiği bir karar ile halledilmiştir. Fransız şurayı devlet dairesi kendisine arz edilen bu meseleyi, müspet bir şekilde (halletmiş, ve muayyen bir meslek ve sanat sahibi olmadığı hâlde güzellikleri sayesinde para kazanan kadınlar- dan vergi tarhına karar vermiştir. Şurayı devlet verginin nisbetini tayin hususunu da maliye neza- retinin zekâ ve dirayetine havale ve terketmiştir!.. bağlanacak Amerikada Zeplin sistemindeki hava gemilerinin harp gemilerine bağlanması için gayet mühim o tecrübeler yapılmıştır. Los Angelos . balonu Long İsland önünde yapılan manevrelerde Patoka zırh- lısının direğine bağlanabilmiştir. Zeplinlerin gemi direklerine bağ- lanması mümkün olması bunlardan ileride daha ziyade istifade temin edecektir. asra edeceksin. Demek? Vah patro- num vah... — vuracak başka çare yok... Bu kadın, çok vicdansız mablük... Ona koca bulmak için nice nice erkekleri parayla ii etmeğe çalıtığımı, fakat çirkinliği yüzünden kimsenin onu almal istemediğini biliyor ... Buna rağ- men, peşimi bırakmıyor. Muka- velem var. 50000 lirayı benden çatır çatır koparacak. — Rezalet. Patron, esefle güldü. — Rezaletki, rezalet... Unut- mayın ki, azizim, sizi kendimin yerine âlemi gayba sürüklemek istemiyorum. (Düşündüm: Siz, Patronunuzun kusurlarının ceza- sını çekmeğe mecbur değilsiniz... Mütevazi hayatınızı (yaşamakta berdevam olun ve arada sırada beni hatırlayın... Allaha ismarla- dık... Hakkınızı helâl edin... — Hakkınız helâl olsun... De- mek intihare karar verdiniz... — Evet... Çaresiz... Filhakika, ertesi gün, gazete- lerde şu havadis okundu: “ Pomak asilzadelerinden Ha- rika Acuze hanımla bekârlığa karşı sigorta idarehanesinin mü- dürü Nüzhet Enver beyin izdivaç merasimleri, dün... ilk... , Nâkili: (Hatice Süreyya) bombalardan biri şayet, bir tahtelba- hir birkaç metro ötesinde patlarsa, tahtelbahir, tamir kabul etmez derecede (o mahvolurdu. İnfilâk. hattâ daha uzak mesafelerde bile olsa? gemi ciddi surette sarsılırdı. Ekseriya, içerde, nahoş bozokluk- lar meydana gelirdi. Odamda uyuduğum esnada, Wendlandt, beni ihtiyatla uyan- dırdı: Uyandım : — Ne var? - diye sordum. Wendlandt, haber verdi: ç vapur! Yaklaşan üç vapuru, dürbünle- rimizle tetkik ettik. Görünüşe nazaran, bunlar su vapurlariydi. Katiyen zararsız gibi manzaraları vardı, Büyük bir emniyetle, satha çıkarak oradan hücum kabildi. Heller, bu vapurlarda ele ge- çireceğimiz âla Rus havyarların- dan ve buna mümasil nefis yiye- ceklerden bahsetti. Kendikendi- mizi kahvealtı masası başında görmeye başladık: (Arkası var)