"e m»... 25 Teşrinievvel 1931 Roman tefrikamız: 75 25 Teşrinievvel 1931 HİNT YILDIZI Yazan: İ. F. “Evinizin etrafına ekilen mukaddes çiçeklerin hepsi kurudu. Yarın, bu delikanlı da dirilecek olursa, artık; Yogoda sana nasip olmıyacak! ,, Reisin nöbetçileri koşarak uzak- laştılar. Reis hiddetinden yumruklarını sıkarak söyleniyordu: — Benim hâkim olduğum arazi dahiline bu adam ne cesaretle girmiş..? Şimdi gelsinde ben ona haddini bildireyim... Aradan çok geçmedi.. Reisin adamları, (Yogoda)nın aşıkını getirdiler. Bogayı maglup eden delikanlı reisin huzuruna girince yere ka- panarak selâm verdi. Reis; — Muyalıların toprağına ayak basar basmaz beni neden gelip görmedin? Bu erazide benden başka hâkim olmadığını bilmiyor- musun? Diye sordu. Delikanlı korkusundan titriyordu. — Hazretin burada bulunduğu- Bu bilmiyordum, dedi, gelir gel- mez doğruca mabede gittim.. Reis gözlerini açarak bağırdı: — Guruptan sonra mabudu neden taciz ettin? — Mabedin kapısını açık bu- İunca içeriye girdim.. — Mabedin kapısını, istirahat etsin, açık bırakıyoruz. — Mabut bana iltifat etti, Hazret! Ben mabudu taciz etmedim. Reis yüzüme baktı. Sözlerimi teyide lüzum gördüm: — Mabedin kapısı önünden ge- çerken bu delikanlının sesini işit- tim, kapıdan baktım, mabuttan (Yogoda) yı istiyordu. Dedim. Reis sözüme itimat etmişti. Delikanlıya sordu: — Yogodayı almağa mı geldin? — Hazret müsaade ederse... Delikanlınn bu cevabı reisi çileden çıkarmağa kâfi gelmişti. Ellerini üç defa biribirine vurarak emretti: — Bu küstahın çıplak vücuduna elli kamçı vurunuz ! Bu ceza hiçde hoşuma gitmedi. Delikanlınm canını yakmakta ne mana vardı? Elli kamçı darbesi, tehlikeli ormanları aşıp gelen bir âşıkın kalbindeki ateşi nasıl söndürebi- lirdi? Delikanlıyı derhal yere yatır- dılar. mabut hava alsın diye Tetrika numarası: 36 Denizlere dehşet ———— salan tahtelbahir Boğanın boynuzlarını koparan Hintli, bir kuzu gibi eğilerek boynunu büktü. İri boylu bir adam, tel ve ka- yıştan örülmüş bir kamçıyı belin- den çözerek, delikanlının çıplak vücuduna vurmağa başladı. Boğayı yenen delikanlı, kamçı darbesi altında inliyordu. Bu esnada yavaşca reisin ku- lağına eğilerek: — Hazret, dedim, yirmi beş darbe kâfi gelmez mi? Merhamet ediniz! Reisin burnunun delikleri lastik körük gibi açılıp kapanıyordu: — Bu saatten sonra mabudı taciz eden adamın cezası bundan daha ağırdır. Fakat, ben mukad- des Boğa güreşinde galip gelen bu kahramanı öldürmeğe kıya- madığım için, cezaların en hafifini verdim. Fazla merhamet ediyorsan mütebaki yirmi beş Okamıçıyı sana vursunlar...! Kaşlarımı çatarak önüme bak- tım. Kamçı şakırtısı devam etti. Rakıbimi dayaktan kurtarmak için, dayak yemeğe razı olmak bu- dalalıktan başka bir şey değildi. Delikanlı son darbeyi yerken gözleri kapanmıştı. Yüreğim çarpıyordu: Yogodanın âşıkım öldü zannetmiştim. Delikanlının o geceki vaziyeti çok fecidi. Bu hâdiseyi tahattur ettikçe, şimdi bile tüylerimin ür- perdiğini hissediyorum. Dayak faslı bitince reis adam- larına şu emri vermişti: — Bu habisin cesedini mabedin kapısı önüne götürüp bırakınız! Delikanlıyı sürükliyerek götür- düler. Reis yerine oturdu: —Seyit, dikkat et, dedi, buadam ölürse rakıbinden kurtulmuş ola- caksın! Eğer bu çezadan sonra tekrar dirilip kalkarsa, mabudun iltifat ve teveccühüne mazhar olmuş demektir. O vakit ( Yogo- da ) yı almak hakkını kazanır. Hiç ümit etmediğim bu cevap karşısında, birdenbire, söyleyecek söz bulamadım. Dayak yerken kendisine mer- bamet ettiğim delikanlı, dirilince, elimden Yogodayı nasıl alabilirdi? Reise: — Siz onu bana vermediniz mi? Dedim. (Arkası var) 25 Teşrinievvel 1931. Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Mubarriri : Max Valentiner Onuncu kısım Bir Japon gemisi Harp, daha ha yor. — «Arka kurtar! lâde bir canavarlı Di İngiliz gemisi batmış batma- mıştı ki, Cebeli Târik cihetinden doğru bir duman gözüktü. Daldım dinlemeğe başladım. Pek yakınıma bir Japon vaporu Idi. Pupasında devasa bir Japon İayraği sallanıyordu. Japonları, eyi, pek eyi tanırdım; evet... Aksayı Şark'ta uzun zaman bulunmuştum. kısa boylü sarı i ş Mütercimi : (Vâ - Ni) insanların pek kahraman ve her şeye pek ehliyetli olduklarını bilirdim. Meselâ, kendilerine: “dur!,, işa- reti vermem üzerine, beni ezmek için üzerime gelmeleri ve bana ateş etmeleri çok muhtemeldi. Hayır, işi böyle olmadı. Vapurda bir tek top bile fark edemiyordum. Keza, arkasında bir topun gizlenebileceği bir maske yoktu. Japonları iyi tanırdım. İşaret topunu attım. Japon emisinin Obana (o yaklaşmasını | bekledim. (Baştarafı üçüncü sahifede) zengin ve şık bir erkekle hayatını birleştirmiş. Onun metresi olmuş. Beraber seyahate çıkıyorlarmış. Aldığı haber üzerine, Pedro, deli gibi : — Lilian! Lilian! Yavrum! Nereye gidiyorsun? Ben sensiz yaşıyamami - diye ağlamağa baş- ladı. Onu teselli için ne diller dök- medim, ne diller... — Pedro ! Kendine gel... İnsan hayatın cilvelerine karşi müteham- mil olmalı... Mukavemet göster- meli, mukavemet... Mihaniki surette tekrarlıyordu: — Mukavemet, mukavemet... Hakkın var... Mukavemet, muka- vet... Fakat ben onu öyle seviyor- dum ki... Mukaverret, mukavemet... Şayet Lilian'ı bir yerde göre- cek olursa şüphesiz ki vurur, öldürürdü. O sıralarda bar mevsimi de bitmişti işte.. Arkadaşımdan ay- rıldık.. Bana söz verdi: Muhit değiştirecekti. o Kendine başka bir dans refikası bularak gelecek mevsim için hazırlanacaktı. Tesadüfün garabetine bakın ki bu mevsim, ona tekrar rastladım. Nerede olduğunu tasavvur edin bakalım: Peşte'de.. Malüm ya: Bu sene, Peşte'de, beynelmilel dans müsabakaları oldu. Bu meyanda, İngiliz'lerin “finish,, li dansı dedikleri dans- larda vardı. Her memleketten ehemmiyetli rakipler gelmiş. Sizi temin ederim ki, azizim, müsaba- kalar pek ciddiydi, pek ciddi, pekl... Ben de müsabakalara iştirak ettim. Dans arkadaşım, ;çelik vücutlu, demirci görüğü ciğerli bir Belçikalı kızdı. Finish'li mü- sabakaya girdim. Rakiplerim olan çiftler arasında kimi göreyim dersiniz? Uzun boylu, zaif ve çir- kin bir kadınla beraber Pedro'yu.. Pek o kadar değişmemişti. Belki azıcık kanburlaşmıştı.. Şey, sahi.. Gözlerine bir sabit bakış ta arız olmuştu. Ellerimi sıkarak, bana: — Seni gördüğüme öyle mem- nun oldum ki, azizim! dedi. Bütün samimiyetle kendisine cevap verdim: — Yaben, yaben... - ve ilâve ettim: - Maşallah kendini topar- lamışsın! Dişlerini gıcırdattı: — Yok, bayır... kendimi topla- yamadım... Kendimi toplayabilmem için, onu bulmak, ondan intikam almak lâzım... Ne bileyimki, onu aramağa çıkacak yerde, dans etmeğe mecbur kalıyorum... Japon gemisi, benden yakayı | sıyırmağa mı uğraşıyordu? Japon, ne üzerime yürüyüp beni ezmeğe kalkıştı, ne de kaçmağa uğraştı. İşaretim üzerine, kayık- larını denize indirdi. Çok geçmeden, geminin kap- tanı benim tahtelbahre, tahlisiye kayığile geldi. On iki tayfa, kısık gözlerile, meraklı meraklı tahtel- bahirimizi seyrediyorlardı. Kaptan, bana, kâğıtlarını uzattı. Lâkin, ayağa kalktığı zaman, portföy gördüm Portföy'den tarafa elimi uza- tarak: — Müsaadenizle...- dedim. mukavemet etti. Adamlarımdan biri, kayığa at- İ ladı. İstediğim şeyi getirdi. Kaptan, bana, fevkalâde rica ve niyaz ediyordu. Kaptan, korkar gibi bir hareketle | Beş param yok, borçlarım var.. Hani hatırlarmısın, sen, bana “mukavemet, mukave- meti,, diye tavsiyede bulunmuştun. İşte, mukavemet dansı yarışına giriyorum... Prim'lerden maada, kazanana, bin dolar mükâfat ve- riyorlar. Paraya mühtacım, anlı- yormusun? Bu dansı kazanmam lâzım. Muhavere, dansörlerin odasında cereyan ediyordu, efendim. Dan- sın başlıyacağını haber verdiler. Müsabakaya iştirak eden çiftler, kolkola, sahaya girdik. Yarış hayvanları gibi teşhir edildik. Haykırışmalar, alkışlar... Mukavemet şampiyonluğu dansı yarışı başladı. Fazla tafsilât vermiyeyim: Bir saat dans, bir çeyrek isti- rahat... Ayakta, halkın karşısında, hafif yemekler... Speaker ( — spi- ker Y'in neticeleri bildirişi.. Ve kalabalık, yarabbi, (kalabalık... Bütün dünyanın dans meraklıları, bu barın içine toplanmış, bizi seyrediyor... Utanmaksızın size itiraf edeyim. Ben, mukavemet dansları için yaradılmış bir dansör değilim. Arkadaşım olan Belçikalı kızın yarıştan vaz geçtiğini görünce, dansa, onsuz devamı göze alma- dım. Keza vaz geçtim. Fakat şu kadarını haber vereyim ki, benden evel altı kişi, müsabakadan sarfına- zar etmişlerdi. Maamafih, yarışlara karşı alakam azalmış değildi. Zira, Pedro, mükemmelen mukavemet gösteriyordu. Bir istirahat esnasında yanına giderek: — Sen kazanacaksın, azizim! - Diye cesaret verdim. — Elinden geleni ardıma kuy- mayacağım. Damım azıcık zayıf- yor, lâkin © vazgeçersede, ben yalnız devam edeceğim. - Gölümsedi: - Bin dolar mükâfatı kaçırmıyacağım. — Sen kazanırsan ben kazan- mış gibi olacağım. Gözlerini gözlerimin içine dikti ve içini çekti. — Ah, bilsen... Söylemesi ayıptır ama, gene de söyleyeyim. Yarışa devam edebilmek kuvvetini kendimde bulayım diye kollarımın arasında Lilian'ın bulunduğunu tasavvur ediyorum. Halbuki benim sakil dam, ona zerrece benzese bari... Yarış devam ediyordu. 650 nci saatteydiler.. Yanı bir aya yakın bir zamanındanberi dans ediyorlardı. Sahada, kala kala iki çift kak mıştı. Timsah şeklüşemailinde bir Amerikalı ile Pedro, ki, rakibine nisbetle daha sağlam görünü- Portföyü açtım. İçi, tiklim tıklım Japon kâğıt parasile doluydu. Kaptan: — Bu para benim şahsi serve- timdir! - Diye inliyor; yalvarıyordu. Omuz siliktim. Bu, doğru olabilirdi. Lâkin, tekmil zavahire nazaran doğru değil gibi görünüyordu. Bu kocaman cüzdanın içinde binlerce ve binlerce yens'ler vardı. İhtiyar kaptanın çıkık elmacıklı sarı yanaklarından şıpır şıpır yaş- ların aktığını gördüm. Yoksa, ömrünü denizlerde ge- çirmiş çalışkan bir babriyelinin bütün biriktirdiği paraları mı alı- yordum? Bu birkaç bin yens, Almanya'yı kurtaracak değildi. Cüzdanı sahibine iade ettim. Kaptanın sevicinin hudutsuzlu- ğunu görmeliydi. Ceblerini araş- Sahife 9 yordu ve, müessese, seyircilerle dolup taşıyordu. Alkışlar, cesaret verici nidalar... İki çift de, tam manasile makineleşmiş, öyle dans- ediyorlardı. Dudaklarında tebes- sümleri donakalmıştı. Gözleri kü- çülmüş, küçülmüş ve dahada küçülmekteydi. Can çekişen insan- ların gözlerine benziyordu. Sanki çeşimhanelerinden kaybolacaklar, başlarının içine kaçacaklardı. Amerikalılar sendeliyorlar. Ha şimdi, ba şimdi sahayı terkedi- yorlar. Fakat, bu esnada, havu- zun yanına yaklaşarak, ıslattıkları mendillerini alınlarına koydular. Soğuk su ile canlanır gibi oldular. Gene dönüyorlar amma, galebe bizimkinde kalacak, belli! Fakat, birdenbire Pedro'ya ne oldu? Sanki hâlâ ne derece kuv- vetli olduğunu göstermek için, bir bostonu deli gibi bir cevvallikle oynamağa başladı. Koltuğumdan hayretle onu seyrediyorum. Bir- denbire hatırladım ki, bu dansı, daima Lilian'la numara olarak yapardı. Tam bu esnada, ne olduğunu anlamama imkân kalmadan, kes- kin bir çığlık işidildi. Pedro, parmağını, seyircilerin bulunduğu bir locaya doğru uzattı; hançeresi yırtılırcasına; — Lilian!- diye haykırdı. Eğildim; fakat, locanın içini göremedim. Pedro, yerinden fırladı. Ben de arkasından yürüdüm. Şaşıran ahaliyi itip kakarak doğru locaya koştu... Orada, koltuklardan biri üzerinde duran kumaştan yapma bir bebeği yakaladı. Ağzından beyaz köpük- ler saçarak... Vurdu, vurdu, vurdu bebeğe: — İşte nibayet seni yakaladım. İşte... İşte... Artık elimden kurtu- lamazsın... Amerikalılar, böylece, dansıda, parayıda kazandılar, efendim... bizim Pedro'nun gözüne bir hayal gözükmüştü. Sebebide, yorgunluk asabın gerginliği! Ona “mukavemet, tavsiye et- memin neticesi bu olmuştu. “Mukavemet!,, Sonuna kadar mukavemet ede- memişti biçare! Amma, şimdi, artık, mukavemet eder. Üç haftadanberi, Peştenin meş- hur tımarhanesindedir! Orada, eskisi gibi mağmum bir ömür sürmüyor. Bilakis, pek neşeli, pek... Kırılıyor kahkahadan! Nakili : (Hatice Süreyya) anana am Dr. Mehmet İzzet Emrazı dahiliye ve sariye mutahassısı Muayenehane: Çağaloğlu Halk fırkası karşısında No. 21 Cumadan mada hergün 13-17 hastalarını kabul eder. Tel, İs 3925, tırdı. Enfes sigaralarla dolu zarif bir tabaka çıkardı; bunu, elime sıkıştırdı. Japonyada vaktile geçirdiğim günleri düşünerek hediyeyi kabul ettim. Japonların tahlisiye kayıkları, daha evel batırdığımız İngiliz va- purunun tahlisiye kayıklarını taki ben Fas sahiline doğru gitti. Bittabi Japon vapurunu da batırdık. Zihnen, onu takip ediyordum. Niçin Cebeli Târiğ'e doğru gitmeyip de Fas sahillerine doğru gittiklerini bir türlü anlayama- yordum. Fas sahillerinde Rif eşkı- yasının hüküm sürdüğünü elbette işitmiş olmaları lâzım gelirdi. Rif eşkiyası, Fas sahillerini kasıp kavuruyordu. Bilâhara gazetelerde okuduk ki, Rif eşkiyası, Woodfield'in müret- tebatını dağa kaldırmışlar; ancak büyük bir fidyei necat aldıktan sonra huriyetlerini iade etmişlerdi. (Arkası yarın)