24 Ekim 1931 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

24 Ekim 1931 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

24Teşrinievvel 1931 HİNT YILDIZI Yazan: |. F. Kulağımla işittim: “ Reisi öldüreceğim.. Vogoda'yı alıp ingilizlere götüreceğim, bana yardım et..I,, diye mabuda yalvarıyordu. — Acaba bizim uşak dirildi mi? Diye mırıldandım. Halbuki Lamayanın dirilmesine imkân yoktu... Onun ve babasının küllerini torbaya koyup kabilenin mezarlığına asmışlardı. İki aydan beri isimleri bile unutulan Lamaya ve babası artık Muyalıların ölü- leri arasına karışmışlardı. Tekrar eve döndük. Yogodanın teessürü zail olmuştu.. Fakat çok neşeliydi. Bu âni tabavvülün osebebini bir türlü anlıyamadım. Yogodayı evde yalnız braktım. Her gün öğleden sonra yalnız olarak Ceylân avına gidiyor, akşama kadar ormanda dolaşıp, gurupta tekrar eve dönüyordum. Ceylân avına bir ay kadar Yogoda ile birlikte gitmiştik. Kabile reisi kadınların sık sık ormanda gezip odolaşmasından memnun kalmadığını söyleyince, Yogoda bana refakat etmekten vaz geçmişti. O gün, kasten, guruptan sonra dönmeğe mecbur olmuştum. Bu mecburiyet ufak bir şüpheden mütevellit idi. Pencerenin önüm den geçen gölğenin kim olduğunu anlamak istiyordum. Sihirbazlar beldesinde (o lüzumundan (fazla müteyakkız bulunmak zaruretini bissediyordum. Haftalar aylara Okalboldukça Muyalılardan nefret etmeğe baş- lamıştım. O akşamdan itibaren kapısı sahaha kadar açık bulundurula- cağı ilân edilen mabedin önünden geçiyordum. Hava kararmıştı. Mabedin kapısından O başımı uzattım; Mabudun önünde yere kapanmış genç bir Hintliden başka kimse yoktu. Delikanlı, Mabuda yalvarıyordu: — “Ya Mabut! Sen kolları kuvvetli insanları himaye eder- sin! Beni de himaye et, ey ka- wilerin hâmisi ! Ben, mukaddes gölde kudurmuş boğanın sırtını yere getirdim. Onun boynuzlarını kafasından koparıp yere attım. Bu muzafferiyetime elli binden Jazla şahit vardır, ey Mabut/ Yalvarırım sana, beni himaye el, Mabedin uzun mermer sütun- ları arasına gizlendim. Boğanın. sırtını yere getiren delikanlı dizlerini yerden kaldırdı. Mabudun tunçtan ayaklarına sarı- larak ağlamağa başladı: — “Bu sevgiyi kalbimde ya- şatan, damarlarımı tutuşturan sensin, ey mabut! Ben, emirlerine muti bir kulum.. Yoğodayı bana vadeden, onu bana tanıtan sensin, ey mabut! Tehlikeli ormanlardan, zehirli göllerden aşarak buraya, onu aramağa geldim. (Yogoda) yı benden esirgeme ya mabut!,, Delikanlıyı tanımıştım. Yogoda, bir gün bana esnasında: — “Ben, mukaddes Boğa gü- reşinde galip gelecek delikanlıya varacağım!,, Demişti. Acaba bu Hintli, boğa güre- şinde galip gelen delikanlı mıydı? Hintlinin münacatından fena halde sinirlenmiştim. Evvelâ, delikanlının O üzerine atılarak, sevgilimi elimden almak isteyen bu küstah âşıkı bir anda ders bogazlamak istedim. Fakat, bo- ğanın boynuzlarını koparan bu iri yarı Hintlinin kuvvetli kolları arasında çok çabuk mağlüp ola- cağımı anlamıştım. Sükünet ve itidalimi muhafazaya çalıştım. Kapının önüne geldim. Bir dakika düşündüm. Bu hâdise karşısında ne yapacaktım? Boğayı mağlüp eden delikanlıya ben de mağlup mu olacaktım? Mabudun himayesine sığınan boğa kahramanı Muya arazisine ne cesaretle gelebilmişti? Hintlinin şakası yuktu: Mabudun önünde göz yaşı döküyor, başını heykelin tunç kaidelerine vura- rak ağlıyordu. Delikanlının teşebbüslerine mani olmak için bir çare vardı: Kabile reisine gidip meseleyi anlatmak. Mabedin kapısında derhal bu kararımı verdim ve reisin evine doğru koşmağa başladım. O gece (Lamaya) nın hemşiresi bize gelecekti. Guruptan sonra teahhür ettiğim vaki değildi. Yo- goda, geciktiğimden dolayı telâşa döşecekti, Reisin evine vardığım zaman, mağrur Hintli tahtına oturmuş, münevvim otlar çiğniyerek uyuk- luyordu. Reis beni karşısında görünce güldü: — Ne var..Ne istiyorsun Seyyit? Reisin dizin öptüm: — Bir felâket var.. Beni din- lemenizi istiyorum, hazret| Reis beni çok seviyordu; elile alnımı okşadı: — Anlat Seyyit! — Bombaydan bir casus gelmiş, hazret! Ben bu adamı İngilizlere hizmet ederken gördüm... Reis gözlerini açtı : — Muyalılarm arasına casus giremez, Seyyit! Bu adam kimdir, nerededir? — Şahsen tanıyorum.. Mehrace ile İngilizler arasında hafiyelik yapan bu küstah şimdi mabudu kandırmakla meşgul... — Mabette mi? — Evet hazret! (Kulağımla işittim: “ Reisi öldüreceğim.. Yo- godayı alıp ingilizlere götürece- gim, bana yardım eti,, diye mabude valvarıyordu... Reis yerinden fırladı.. - Ellerini biribirine vurarak nöbetçilerini çağırdı: — Şimdi mabede gidip oradaki yabancıyı bana getiriniz! (Arkası var) İLÂN Osmanlı bankasının Galata, Yenicami ve Beyoğlu devairi, Cumhuriyetin ilânı senei devriyesi münasebetile, Teşrinievvelin 29 cu perşembe günü kapalı bulunacaktır. | Pertevniyal vakfından: Yedikulede Hacı Hamza mahallesinde Belgrat (caddesinde bostan hissesi Eminönünde Valde hanı tahtında 6 No, dükkân üçer sene; Aksarayda Bey (mahallesinde Nâlıncı 14 No. hane ve Şişlide İzzet paşa sokağında Valde apartımanının 6 No. dairesi birer sene kiraya verilmek üzere yirmi gün müddetle ve açık art- tırma suretile müzayedeye konulmuştur. Taliplerin oyevmü müzayede £ olarak tayin olunan Teş. Evvelin 31 ne müsa- dif cumartesi günü saat on altıya ka- dar İstanbul (Evkaf omüdüriyetinde Pertevniyal idaresine veya Encümene müracaatları, | Her akşam bir hikâye Tüccardan Avni Ferhat şeriki Ahmet Halit beye: — Vah vah... - dedi. - demek ki, bu iş tamamen bozuldu, öyle mi? — Evet azizim... tamamen Sen de ben de dörder bin papeli göz göre, bağırta bağırta kaçırdık... Fena halde canım sıkıldı bu işe.. Mesele tamamile hallolmuş gibiydi yahu! Evimin bahçesini bu para ile yaptırmağı düşünmüştüm. — Ben de dört bin lirayı İstan- bulda üç dört ay geçirmeğe has- redecektim. Oh, şöyle bir başımı dinliyecektim. Cidden felâket şimdi... Son derece canım sıkılı- yor. Halbuki, biri Suadiye'de biri Kalamış'ta iki köşk tutulması için Istanbul'a yazmıştım bile... Birinin mevsimliği altı yüz, öbürünün yedi yüz liraya... Şimdi, tekmil projeler suya düştü | — İşte bütün kazandığını sarf- etmenin kötü neticesi, azizim! Sen de, bende aynı matahız! Elimizde avucumuzda birşey kal- mıyor. Sağ elimizle gelen sol eli- mizle gidiyor. Ben, tekmil paramı çini kollekriydnmğ sarfediyorum; sen de iki kadını birden idare etmek uğrunda bütün varını yo- ğunu heba ediyorsun. İki kadının, İstanbul'a gitmiyeceklerini öğre- nince sana ne yapacaklar baklım! — Ne yapsınlar? Kadere rıza gösterecekler.. Malike bilhassa.. Öyle iyi kalpli, yumuşak başlı, kanaatkâr bir kadındır ki ağzını açmaz... Âdile, ufacık bir kavga çıkarır. Lâkin, o da, çabucak yelkenleri suya indirir. — Karının, hâlâ, Malike ile münasebetinden haberi yok mu? — Allahtan ki yok... Aksi takdirde facia olurdu cidden..” Saat on ikiyi vuruyordu. Avni Ferhat, Ahmet Halit'in elini sikti. Yemek yimek üzere evine doğru boylandı. Karaoğlan ısın'dan bir taksiye bindi. n dakika sonra, evindeydi. Do- kuz senedir evli bulunduğu Âdile' nin evinde.. (Böyle bir tasrihe lüzum görüyoruz. Zira, yukarıki muhavereden de anlaşıldığı üzere Avni beyin bir de Malike isimli metresi vardır: Üç senedir birlikte yaşarlar ve Avni bey, karısına ne yaparsa metresine de o ayar birşey yapar. Hanki şehre giderse metresini de beraber sürekler. Ona, orada, ayrı bir ev açar. Met- resinin yanında geçirdiği saatları karısına nasıl izah ettiği ise, bit- tabi malüm: Yok bilmem filanca vekâlette bir ziyafet verildi de.. Yok bilmem filânca mektep arka- daşım geldi de... Yok bilmem komisyon veya meclisi idare içtimal vardı da...) Hizmetci, Avni beyin içeri gir- diğini görünce: — Hanımefendi efendim! - dedi. Avni, karısının odasına girince, gördüğü manzaradan, eşikte ka- kıldı, kaldı. Yatakların, iskemlelerin, kana- pelerin üzerlerine renğâ renk şap- kalar, elbiseler açık renk manto- lar, mayolar, beyaz ayakkaplar serilmiş.. Karısı, sırtına bahriyeli bey, odasında, İ kırması bir beyaz kotra elbisesi giymiş, kendini endam aynasında seyrediyor. Kocasının içeriye girdiğini gö- rünce, sağ elinin iki parmağını şakağına götürerek şık bir askeri temenna çaktı. — Bak kotrada gezerken giye- ceğim elbiseye.. Ne şık, degilmi?. Terzi bu sabah getirdi. Avni, içinden: “Eyvahlar olsun!,, diye mırıldandı; yüksek sesle de, utangaç bir halde: — Ah, sorma! - didi - bir felâket ki sorma, karıcığım! Bu sene İstanbula gidemiyoruz. Se- yahat, suya düştü! — Ne söyliyorsun, kuzum? — Bizim Ahmet Halit'le bera- ber giriştiğimiz mühim bir iş suya düştü. Halbuki, fevkalâde emin görünüyordu. Bu işten — emdi alacağım parayla seyahat yapma- gı ve sana Kalamış'ta ev tutmağı düşünmüştüm. Diğer masrafları- mızı da bu para ile yapacaktık. Halbuki oşimdi... Vallahi pek sıkışık, pek berbat ve parasız vaziyetteyim... — Elbette.. Kazandığın parayı deli gibi sarfediyorsun. Allahın aptalı bir takım ibiş heriflere, avuç dolusu paralar sarfederek ziyafetler çekiyorsun. Bunlar da, mükâfat olsun diye, senin işini bozuyorlar: o Arkadaşın Ahmet Halit te hırsızın biri. Seni soyup sovana çeviriyor. Bundan eminim. Peki amma, senin işlerini iyi tanzim ve idareedememenin cezasını ben mi çekeceğim... Senin sebebinden, ne demeğe İstanbul'a gidip denize kavuşmaktan mahrum kalayım? Doğrusu, seninle evlendiğime kö- pekler gibi pişmanım. Bana, hayatı cehennem ediyorsun. Artık, bu sefer, canıma tak dedi. Denizsiz yerde, yaz ortası, kavrum kavrum kav- rulacak mıyım? Sıhhatimi hiç nazarı itibare almayorsun. Öyle ya: Umurun mu? Sen zaten erkek misin? Senin gibi adamlar, zaten... Hiddetten kudurmuş ta tıkanı- yormuş gibi, nefesi kesilerek, bir an, durdu. Sonra, tekrar, köpürdü, taştı. Avni Ferhat, cevap vermeksizin dinleyordu. Bu derece huşunetten yılmıştı. Karısı, kendisine, asla böyle muamelede bulunmamıştı. İştihasız iştihasız öğle yemeğini yedi. Karısı, ona düşmancasına bakıyordu. Of, hele, bu insafsız, merhametsiz kadından yakayı sıyır- dı. Saat ikide, cebindeki anahtarla kapıyı açarak, metresinin evine girdi. Malike, cidden altın yürekli bir kadındı.. Ah vicdansız Âdile ah... Avni, parası olduğu zaman, ondan ne esirğemisti de şimdi sıkışık zamanında böyle muamele- leri ona reva görüyordu. Malike'nin sesi, uzaktan hay- kırdı: — Odamdayım, cicim! Metresinin odasına girdi. Bura- dada, karının odasındaki manza- ranın tıpkısı... Her yere bin bir çeşit eşya dükülüp saçılmış. Yalnız şu fark var ki, Malike, sır- tına şık bir mayo geymişti. Genç kadın: — Denizl deniz!... - diye ba- gırdı. - deniz için, bütün hazır- lıklarım bitti. Bak! Avni, gene, boynunu büktü: — Ah, yavrucuğum. Sana karşı mahcubum amma, fena bir ha- berim var... Bu sene İstanbul'a gidemeyeceğiz... Malike, yerinden sıçradı. — Nasıl, nasıl?... Ne dedin? odamdayım , — Mühim bir ticaret işim bozuldu da... İzahatı sonuna kadar verdiği zaman, o canım kuzu kuzu Malike kökremiş; tanınmaz hale gelmişti. Daimi tebessümlü güzel ağzı, çarpılmış, takallüs etmişti. Öyle sözler, öyle acı ve adice sözler söyledi ki, Âdileninkilere | taş çıkarttı. Avni Ferhat şaşakaldı. Şaştı ve korktu. Eskiden kendisine o derece güzel görünen hayat, şimdi, nazarında zindan oluvermişti: Sevdiği kadınları miheke vurmuş- tu... Yaldızın altında kalay zubur etmişti... Beklenilmedik bir hâdise, vazi- yeti, baştanbaşa O değiştiryordu: Bozulan işi, yirmi dört saat zar- fında tekrar düzeldi. Avni beğe, şeriki : — Oh, ne alâ! -dedi.- Ben, bahçemi mükemmelen yaptırta- cağım ve sen iki kanımı İstanbul'a götüreceksin. Avni: — Evet, öyle... -cevabını verdi. Fakat, azıcık düşündükten sonra ilâve etti: ğ — Şayet AÂdile'yi yahut Ma- like'yi görürsen kendilerine birşey söyleme! Evine dönünce, karısına: Kari'lerimizin | mükğfatlı fıkraları — 363 — Mehmet ağa bir gün pazardan inek satın ala caktı.. o Ahmet ağa ile pazarlık etti... İneği satan Ahmet ağa tec rübe olmak üzere , bir hafta müddetle hayvanını Mehmet ağaya verdi. Hafta nihayetinde Ahmet ağa parayı almağa gelince diğer köylü: — Şu ineği ahırdân bir getir de göre- yim! dedi. Ahmet ağa bu hale gülerek: — Yahu inek bir hafta sendeydi, hâlâ göremedin mi? deyince Mehmet ağa cevap verdi: — Evet amma ona daha alıcı gözü ile bakmadım!.. Faik — 364 — Nuri (o beyin havada uçan kuşa bile borcu vardı. Mahaza alacaklı- larna okarşı da çok hazır cevaptı, Bir gün köp: rüde alacaklıla- rasgeldi. Alacaklı pür rından birine hiddet: — Vay, alçak herif, borcunu ne vakit vereceksin? diye bağırdı. Gelen geçen durup bakmağa başladılar. Bu hâli gören Nuri bey hiç istifini bozmadan: — Ya, dedi, demek ona böyle söyle- din ha? Peki o namussuz sana ne cevap verdi?.. Cemal Rauf — 469 — Adamın biri ne zaman camie gitse kunduralarını çal- dırırmış. Nihayet kunduralarını köy nuna Okoymağa karar vermiş. Bunu gören birisi: — Koynunuzdaki sorar. O da: — Eveti der. — Acaip, neden bahsedar?.. — Hıfzı eşyadan! Şundan bir tanede ben alayım sahaflarda mı bulunur? — Hayır kavaflarda! der. M. Hayreddin — 366 — Vaktile .müez- zinin biri ezanı kâğıda bakarak okurmuş. Gören- ler: Ezanı ezber- lemek güç bir şeymiki okâğıda bakarak okuyor- sun? > demişler. Müezzin: «Siz onu beldemizin kadısından soru- nuz! > demiş. Kadıya gitmişler; huzuruna vardıklarında « Selâmünaley- küm >» demişler. Kadı selâmlarını alma- dan koynundan bir defter çıkarıp bir iki yaprak çevirdikten sonra <ve aley- kümüsselâm » demiş. M. Ekrem — kitap mıdır? diye Fıkra mükâtatları Fıkraları dercedilen kari'lerimizin idarehanemize müracaatla mükâfat- larını almaları rica olunur. — İşin oldu! - dedi. - İstanbul'a gideceksin. Amma, ben, seninle gelmiyeceğim. Kalamış'ta Belvü'de filan oturursun. Yahut başka bir otelde... Ev tutmana hacet yok. Kadın, memnun: — Peki, otelde otururum! - cevabını verdi. Aynı sözleri metresine de söy- ledi; Malike: — Peki... ben de Bogaziçinde, meselâ, Yeniköyde otururum! - di- ye sevindi. Bu esnada, Avni, içinden düşü nüyordu: “ — Ne alâ... Başımdan savu- yorum... Ben de onlarsız Ankarada otururum... Onların nasıl tatile ihtiyaçları varsa benimde var... Buradaki barlarda flirt edecek güzel hanımlar yok değila... oh, şükür, savdum başımdan...,, Nakili: (Hikâyeci)

Bu sayıdan diğer sayfalar: