21 Teşrinievvel 1931 üren tefrikamızı 74 21 Teşrinlevvel 1931 4) YENİ NEŞRİYAT — mma HİNT YILDIZI Yazan: İskender Fahrettin İhtiyar hintli, alevlerin arasında, bir ande eridi.. kül oldu. Bu feci manzara karşısında aklım dur- muştu. Artık, gözlerime de inanamiyordum! Yogodaya: — Gidelim, dedim, rahatsızım.. Dizlerim titriyordu. Bu esnada meydana fakir gelmişti: (Lamaya) nın babası. Moyalılar, bu ihtiyar OHintliye taabbüt ediyorlardı. Yogoda: — Lamayanın babasını görmek istemez misin ? Dedi. Müspet veya menfi bir cevap vermeme meydan kalmadı. Göz- lerim sahada, ihtiyar fakiri seyre- diyordum. Meydana bir yığın odun getir- diler, Fakir, bir kaç Hintliyi yanına çağırdı ve kulaklarına bir şey söyledi. Hintliler derhal bu odun yığınını ateşlemeye başladılar. Seyirciler: — Acaba kim yanacak? Diyerek birbirine bakışıyorlardı. Odunlar tutuştu. Etrafa kızıl alevler saçılıyordu. İhtiyar Hintli, elile oğluna işaret ederek: — Buraya gel, Lamayal Diye seslendi. Lamaya aramızdan ayrıldı.. Ate- şin yandığı yere gitti. Herkes derin bir itimatsızlık içinde dudaklarını bükerek (La- maya) ya acıyorlardı. Moyalılar neden terettüde düş- müşlerdi ? Bu tereddüt beni de müşkil va- ziyete düşürmüştü. Yanımda iki kadın konuşoyordu: üçüncü — Lamaya bir daha dönmi- yecek... — Niçin? — Bombayda bir adam öldür- müş... — Sahi mi? — Haberin yok mu..? Bütün Moyalılar Lamayayı takip €diyorlar. — Ohalde bu ceza Lamaya az bile.. Lamayanın kız kardeşi önümde doruyordu. Bu muhavere üzerine tekrar telaşa düştüm. Lamayanın gözü- mün önünde yanmasına tahammül edemezdim. Benim için hiç bir fedakârlıktan çekinmeyen bu adam, bilhassa benim istikbalim için yaşamalıydı. Kız kardaşına sordum: — Pederiniz, Lamayı yakacak- m? Bana karşı her zaman, çok hür- metkâr görünen genç kadın, bu sualime omuzunu silkerek cevap verdi: Tefrika numarası: 32 Denizlere dehş —————— salan tahtelbahir — Merak mı yakacak... — Yogodanın gözden kayıp olup tekrar görünmesi gibi, onun da evelâ yandığını, sonra tekrar ettin ..? Elbete ateşin içinden dirilip | çıktığını göreceğiz, değilmi? Lamayanın o hemşiresi | başını önüne çevirdi.. Dudaklarının ara- sından şu kelimeleri güçlükle işi- debildim: — Onun mülevves külüne bile ihtiyacımız yok.. Cesedi, ateşlerin içinde yanıp kayıp olacak. Bu sözü (Yugoda) da işitmişti. Yavaşca kulağıma eğildi: — Lâmayayı kurtarmalıyız, Seyit! Lâmayanın rengi sap sarıydı. Sırtından elbisesini çıkardı ve kendi elile ateşe attı. Lâmayanın ipekli cübbesi bir an içinde, kızıl alevler arasında kül oldu.. Lâmaya ellerini semaya kaldır- dı.. Yarım dakika kadar dua etti.. Mabude yalvardı.. Uzvünü istedi. İhtiyar Hintli, ilk defa, ciddi bir tavurla seyircilere karşı: — Oğlumu mabut affetse bile ben affetmiyorum. Diye bağırdı. Herkes o (Lamaya) nın ateşte yanacağını anlamıştı, Mesele, bir gösteriş, bir mari- fet meselesi değildi. İş diğer sihirbazlar gibi,. göz (o bağcılığı mahiyetinde telâkki edilmiyordu. Acaba, ihtiyar sihirbaz, evlâ- dını yakar gibi göstererek Moya- hları hayret ve heyecana mı dü- şürmek isteyordu? Yogodaya: — Lamayayı nasıl kurtaralım ? Diye sordum. Seyirciler arasında, bizim gibi telaş ve heyecana süşenlerin adedi çoğalmıştı. Halkın bir kısmı: — Adam öldürmüşse cezasını çekecek... diyor, diğer kısmı da: — Bu, ibtiyar fakirin en son mucizesidir. Lamaya gözümüzün önünde yanıp kül olacak.. Sonra tekrar dirilecek! Diyordu. Kalbim duracak gibi çarpıyordu. Hakikati bilen yoktu. (Lamaya) nın hemşiresi bile mü- tereddit idi. — Mabudu gücendirmişse, yan- ması yaşamasından hayırlıdır. Diyordu. Lamaya, göz göre yanacaktı. (Arkası var) 21 Teşrinievvel 1931 et Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Muharriri : Max Valentiner Hakikat halde, bütün muvaf- fakıyetim, ancak dikkat ve ihti- mamımdan ileri geliyordu. Bir tek hücumda bile, heriskop'umun duş- man gösterdiğini hatırlamayorum. İşte, söylemek ve ispat etmek istedimki: Şu ( fikirdeyim ki, bir bahriye zabiti, ve bilhassa bir tahtelbahır o suvarisi, her şeyden €vel bir babriyeli olmalıdır; zami- meten de zabit! Zanedersem, tarife ben, bu uygundum. Başıma felâket gel memesinin sebebi de budur! Meğerse, demin sandığımız duman, ibaretmiş. ördüğümüzü ir hayalden Mütercimi : (Vâ - Nü) Deniz, ayna gibiydi. Gevezelik edecek zemanımız vardı. Ben, düz bir denizde, hiç gö- rünmeden, her hangi bir gemiye yüz metro yaklaşabileceğimi iddia ettim. Hattâ, bütün mürettebat dürbin ellerinde etrafı araştırsalar bile bunu başaracağımı söyledim. Ekseri tahtelbahirlerin yanmasına sebep, £ suvarilerinin periskop'u oynatmaktaki (Omelekeye malik olmamalarındandı. Heyecane dü- şerek periskop'larını dışarıya fazla çıkarıyorlardı. Böylelikle, düşman | tarafından görülüyorlar; hücuma maruz kalarak eziliyorlardı. Ya- — Çok şükür, nihayet bugünü de gezdik 7 a Gençkızın sevinçle | söylediği bu sözler genç erkek üzerinde ufak bir tesir bile yapmadı. Delikanlı, lakayt onazarlarile odadaki eşyayı, makinede dikil- mekte olan kırmızı elbiseyi, genç kızın kendisini, çalışmaktan etrafı çürümüş güzlerini seyrediyordu. — Tam altı sene, altı uzun sene bu mesut günü bekledim. — Sitem mi ediyorsun? Gençkız başını salladı ve güldü: — Sitem etmek mi? Bu sözleri söylerken sevinçten gözlerinin içi gölüyordu. — Neye öyle ayakta doruyor- sun? Otursana. Karnın da acık- mıştır. Genç erkek sinirli sinirli cevap verdi: — Hayır, hiç acıkmadım! Fakat kız, cevabi beklemeden dışarıya koşmuş; yemek için lâzım olan şeyleri getirmişti. Hem çayı hazırlıyor; hem de bir biri arka- sından bin bir sual soruyordu. Demek imtihan şimdiye kadar devam etti? — Evet! — Çok mu güçtü? — Oldukça. Kız, o kadar mesuttu ki, cevap- ların kısa ve soğuk oluşunun farkına bile varamadı. — Hepiniz muvaffak oldunuz mu? — Hayır. — Zavallılar!... Demek imtihanı kazanamıyanlar da var... Ne ise sen muradına erdin ya? Delikanlı, içini çekerek cevap verdi : — Evet ben muradıma erdim. Kız; her şeyi hazırlamış, ek- meklerin üzerine yağı bile sür- müştü. Şimdi sevgilisinin yanında duruyor, dikişten delik deşik ol- muş parmaklarile onun saçlarını okşıyordu. — Niçin yemiyorsun? — Bilmem, lokma bir türlü bo- ğazımdan gitmiyor. Bıçakla oynıyor, gençkıza bak- mamak için cebrinefs ediyordu. Gurup etmek üzere bulunan güneş odayı tutuşturmuş gibiydi. — Altı sene evvel buraya ilk geldiğin günü katırlıyor mısın? Bir bayram gecesi idi. Hayatta yegâne hâmim olan teyzem daha yeni ölmüş, beni kimsesiz bırak- mıştı. Ozaman sen de çocuk sayılacak kadar küçük bir darül- fünun talebesiydin.Halbuki şimdi. Şimdi... Evet şimdi o tam adam olmuş- tu. Fakat o adam oluncaya kadar kendisi ne emekler çekmiş, onu beslemek, mektep paralarını ve- rebilmek için ne kadar çalışmıştı. Ve bunu seve seve yapmıştı. O da kimsesizdi. İlk tanıştıkları gün sevişmişlerdi. Onun için çektiği hutta, batmak üzere bulunan vapurlara çarpıyorlar; limanlara, harap, perişan bir surette geri dönüyorlardı. Dalgınlık yüzünden tuzaklara yakalananlar, aralarında, pek çoktu. Bittabi, arada sırada, benim de başıma bazı felâketler geldi; fakat, pek nadiren... Diğer tahtelbahirlerde, bunca tecrübeler bahriyelinin başına bin bir felâket gelmesine ve bir çok tahtelbahirler batmasına rağmen U 38 tahtelbahiri, seyahattan se- yahate koşuyordu. Kemali sekinet ve sükünetle düşmanlarını batı- rıyordu. Bütün bu işler, onun için çocuk oyuncağı gibi geliyordu. Filhakika, torpillerim daima, | hedefe isabet etmekteydi. Bunun ve bu kuvvetimin (neticesi olarak, Omürettebatım, bana büyük bir itimat beslemekteydi. Arkadaşlar arasında konuştuk- ları esnada derlerdi ki: | | | | | | | | Nerede eziyete acımıyordu. Artik bütün sıkıntıların sonu gelmiş değil mi idi? — Bu akşam yemeğini dışarda yiyeceğiz değil m? Sen zaten giyinmiş, hazırlanmışsın. Ben de beyaz elbisemi giyerim. Hem se- nin haberin yok, ben bir seneden- beri hep bu günü düşünerek para biriktirdim, kendime güzel bir elbise yaptım. Genç erkek yorgun gözlerle genç kıza baktı. i Kız, teklifinin kabul edileceğin- den emin; tekrar etti: — Çıkacağız değilmi? — Maelesef mümkin değil... Başka bir yere söz verdim! — Başka bir yere söz mü verdin? — Evet, maalesef öyle. — Kime? Genç erkek sustu. Düşünceli zamanlarında olduğu gibi gözleri- nin altı çizgilerle dolmuştu. Güneş gurup etmiş, hava yavaş yavaş kararıyordu. — Cevap vermiyorsun? — Anlamıyorum. Nasıl oluyor da böyle bir günde başkasina söz verebiliyorsun? — Niçin susuyorsun.. oSöyle- sene,. Kime söz verdin? Cençkız, hayretle sevgilisinin yüzüne baktı, — Onu nerede gördün ki? Genç erkek ayağa kalktı ve sıkıntılı sıkıntılı gerinmeğe başladı. — Evinde. — Evinde mi? Genç kızın hayreti gittikçe ar- tıyordu. — Benim için senelerdenberi ne kadar zahmetler, meşakkatlar çektiğini biliyorum. Son nefesime kadar seni bir an'unutmıyacağım! Yalnız senden çok büyük bir ri- cada bulunacağım. Bu sefer gençkız susuyordu. —Bak yavrum.Bak ben istikbali düşünüyorum,ilerlemek,yükselmek istiyorum. Onun için işi sağlama bağlamak lâzım geldi. Babası beni bankasına almak istiyor. Bu benim için bulunmaz bir nimet! Sonra gözlerini yere dikerek sert bir sesle devam etti: — Bu düşünce ile, bir saat evel kızile nişanlandım. Gençkızm cevap vermeğe bile takati kalmamıştı. Ellerile burnunu kapadı. Bütün vücuda titriyordu. Altı senelik hayatım, gençliğini, sıhhatini, istikbalini onun için nasıl feda ettiğini gözünün önün- den geçirdi... — Ne yapayım ? biliyorum, bu senin için çok acı. Fakat beni de biraz anlaman lâzım gelir. Genç kız bu sözleri işitmiyordu bile. Yalnız, düşünüyordu. Demek © — Max ü- beni, böyle, tek- lifsizce yadederlerdi. ) Şeytanla musalâha yapmış doğrusu! Seyahatımız ne seyahattı! Her saat, sıcak iklimlere bir az daha yaklaşıyorduk. Göğün ve denizin maviliği, gittikçe daha koyulaşıyordu. Benim içimi, başka bir his daha kurcalıyordu; başka bir endişe daha... Bu endişe, üzerime aldığım (vazifeyi obaşaramamak korkusundan ileri geliyordu. Kaptan hazretleri !... Hani elli bin tonluk gemi batırmağı bol keseden vat buyurmuştunuz ?... kaldı ?... Batıra batıra ancak bir balıkçı gemisi batır- mıştık. Ve işte bu kadar... Sonra, büyük hadise gelip çat- mıştı: Cebeli tarik!.. Gayet iyi bir havaydı. Türk hukuk ve iktisat tarihi mecmuası Darülfünun türkiyat enstitüsü “Türk hukuk ve iktisat tarihi, mecmuası diye yeni bir eser neşretmiştir. Türkiyat enstitüsü bir kaç sene- denberi türk edebiyatına ve tari- hine ait tetkiklerile, kütüphane- mize kıymetli eserler kazandır- mıştır. Yeni çıkan mecmuada Ahmet Zeki Velidi beyin Mogollar dev- rinde Anadolu'nun iktisat vazi- yetine ait bir tetkiki vardır. Bundan başka Köprülü zade Mehmet Fuat beyin, Bizans mü- esseselerinin Osmanlı müessise- lerine tesiri hakkında bir tetkiki mevcuttur. Fuat B. Osmanlı imperatorluğu hukuk müessislerinin O menşeleri hakkında yeni vesikalara istinaden tetkikat yapmıştır. Aynı tetkikte Osmanlıların arazi vergileri, timar ve zeamet sistemleri hançi mil letlerin * tesiri altında karyıyına dair malümat verilmektedir. Doktor Caferoğlu Ahmet beyin Tokyu ve uygurlarda Han un- vanları bakkındaki tetkikide yeni malümatı ihtiva etmektedir. Mecmuada Abdülkadir beyin orun ve ülaş meselesi, Doktor Vittehin Anadolu'da Ankarada ilgam kitabesi diye kıymetli eserler vardır. Bundan başka Bosnada ara; meselesine dair bir tetkik vardı. Netice itibarile, Türk hukuk ve iktisat tarihi mecmuası, Türk ta- rihine ait bazı yenilikleri ortaya koyan, ciddi bir tetkik mahsu- lüdür. Ses gazetesi Radyo, filim ve gramofondan bahseden bu mecmuanın 2 inci nushası intişar etmiştir. artık her şeye veda etmek lâzım. Mesut günlere, sakin gecelere, tatlı hayallere, O hayalhanesinde canlandırdığı küçük bahçeli eve, bilhassa çıçekler arasında neşe ile oynayan küçük yavruya... Evet her şeye veda etmek lâzım. Birdenbire s'lkindi. Genç erkek, halâ, sessiz, karşısında duruyordu. — Sende benden bir şey isti: yordun?. — Ben senden hiç bir şey istemiyorum. Yalnız allahtan bir şey istiyorum: Senin ve genç karınm saadetini... Şimdi artık, çabuk buradan git! — Çabuk buradan çık diyorum sana! Artık yalnız kalmıştı. Bütün bu olanlara hâlâ inanamıyordu. Ayağa kalktı, sendeliye sendeliye bir kaç adım attı. Sonra tutuna- cak bir yer arıyormuş gibi ellerini uzattı ve olduğu yere yıkıldı. Nakleden: Seniha Bedri Koyu mavi renkte bir sema... Deniz, ayna gibi... Devasa bir kaya ışıldıyor... Evlerin beyazlığı göz alıyor... Öğle zamanı ilâhi öğle zamanı... Periskop'umla ortalığı kola- çan ederken bizi hayrete düşü- ren başka birşey daha görüyoruz. Seyrek seyrek gemiler demir at- mış duruyor, Nuhunebiden kalma iki üç torpito tamirde.. İşte koca ingiltere'nin buradeki tekmil ma- meleki bundan ibaretti! Buralarda hiçbir şey yapılmadığı kanaatine geldim. Cebeli Tarik'te, ne ağ, ne tuzak, hiçbirşey yoktu. Gecit, min'le kapanmıştı. Burasını baştan başa kapatmak, İngiliz'lere pek pahalı bir iş olarak görünmüş olacaktı. Yahut, sadece, onlarca, muhal addedilmişti.Benim fikrime göre, buraya, pek alâ, sahilden uzak ağlar konulabilirdi: (Arkası var)