5 Teşrinievvel 1931 o Roman tefrikamız: 55 5 Teşrinievvel 1931 HİNT YILDIZI Yazan: İskender Fahrettin Arabamız kesif bir ormanın methalinde durmuştu. Yogoya'yı ölümden kurtaran ihtiyar hintlinin yüzüne baktım.. O ne müthiş bir adamdı, yarabbi! Arabanın içinde müstehzi bir kahkaha yükseldi. Lamaya: — Artık, yolumuz açık.. Ingi- lizleri mağlup ettik... Diyerek, ıslıkla arabacıya cevap verdi. Arabamız, bir ormanın metha- linde durmuştu. Arabacı kapıyı açtı: — Bir şey istermisiniz, Lamaya? Mihracenin uşağı arabadan indi. Başbaşa verdiler.. Birkaç saniye devam eden kısa bir muhavere- den sonra, Lamaya bana seslendi: — Seyit, burada Cemiyet ha- fiye ye mensup bir dostumuzun evinde biraz istirahat edebiliriz. Yolumuz uzundur.. ( Yoğoda ) yı ayıltmak lâzım.. — Buraya inmek için bir teh- like yok, değilmi? — Hayır.. — İngilizler gelirse..? — Burasını şeytanlar bile bil- mez.. Merak etmeyin ! (Yogoda) yı kucakladım. Ara- badan indik. Gizli cemiyete mansup Hint milliyetperverlerinin — birbirlerine ne kadar çok merbut olduklarını yakınen bildiğim için fazla endi- şeye lüzum görmedim. Bir kaç adım yürüdükten sonra ufak bir taş evin önünde dorduk. Lâmyanın babası bizden evvel ilerlemişti. Ev sahibiyle konuştu- lar.. İki dakika bile devam etme- yen bu kısa mühavereyi müteakip taş evin kapısı ardına kadar açil- di. Uzun boylu, zaif, otuzluk bir Hintli kapının basamağında doru- yordu. Ev sahibi bizi çok beşuş bir çehre ile karşılamıştı. 2 Yogoda ) benim kucağımda idi. Hane sahibi ile gözlerimizle selâmlaşdık ve içeriye girdik. Taş evin zemin katına müntehi dar bir merdivenden inerek gizli fakat aydınlık bir odaya dahil olduk. İlk yapdığımız iş bittabi (Yo- goda) yı ayıltmak oldu. İlk yaptığımız iş diyorum ama, doğrusu ya, bu işte ben ancak seyirci (o vaz'iyetinde ( kalmıştım. (Lâmaya) nın babası ev sahi- binden bir bardak su iste- di ve cebinden bir parça toz çıkararak bardağın içine döktü.. Ufak bir kaşıkla Yogoda- nın na yavaş yavaş akıttı. Tiyatro tenlitleri: -— ——————————— İhtiyar fakirin gözünün içine bakıyordum. O ne müthiş bir adamdı, yarabbi | İnsanı ufacık bir iğne ile zebir- liyerek sim siyah yapıyor.. Sonra, bu zehirlenmiş insanı bir damla ilâçla tekrar diriltiyordu.. (Lamaya ) nın babası Yogodayı ayıltmağa çalışırken, Mis (Lili) nin son dakikalarını hatırladım. Ingiliz casusu on dakika zarfında bir ufak iğnenin tesirile nasıl da sim siyah oluvermişti. Lili acaba yaşıyor mıydı? Gözlerime ve kulaklarıma inan- mak lâzım gelirse, Lili'nin öldü- güne hükmedilebilirdi. Gözlerimle görmüştüm: oÇehresi ( simsiyah olmuştu! Kulâğımla dinledim: Kalbi durmuştu! Bu halde bir insana: “Yaşaya- cak.., demek çok gülünç olmaz mıydı? Hintlilerin ne esrarengiz insan- lar olduğunu yavaş yavaş anlı- yordum. Gözümün önünde açılıp kapanan (o sahneleri (o gördükçe çok güvendiğim zekâ ve mah- akememin ne kadar ham ve cılız olduğunu anlamıştım. Üç gündenberi elleri tavanda asılı kalan mehracenin kızı bir damla su ile beş dakika içinde canlamış gözlerini birdenbire açıvermişti. Ee sahibi: — Büyük hazret bu güzel kızı boğanın ağzına nasıl atacaktı?! Diye söylenirken, Yoğoda, göz- lerini açınca karşısında Evvelâ beni gördü. dudaklarının ucunda tatlı bir tebessüm belirdi.. gözleri ışıldadı.. Yavaşca başını kaldırdı: — Seyit..! Yogoda, aşkını, bana ilk defa ba kelime ile itiraf etmişti. — Nasılsınız, Yogoda? Diyebildim.. Tuhaf şey! Ben de konuşamıyordum. Ben de söyli- yecek başka bir kelime bulamı- yordum. Yogodanın nazarları, bir an içinde beni de ateşlemiş, bütün damarları mı kamçılamıştı. Kalbim kopacak gibi çarpıyordu.. Vücudumda bir ürperme hisettim. Yogoda: — Nerediyiz? Diye sordu. Ben susmuştum. Lamaya cevap verdi: — Şehir haricinda, İngilizlerden uzak, emin bir yerdeyiz. — Beni mukaddes güle mi gö- türiyorsunuz? (Arkası var) Bize “Namus,, ayarında eserler lâzımdır. gom ———ğ—ğ———— NN sani zet Seniha Bedri hanım sahnemize çok kıymetli bir eser kazandırdı: Hermann Sudermann'ın Namus' unu. * “. 1870 den 1885 e kadar Alman edebiyatı bir tereddi devresi ge- çirdi, kalem sahipleri Zola Tour- gueniev, Tolstoi, Dastoievsky, İbsen tercemelerine sarılmışlardı. Bu suretle Alman edebiyatında natüralism hâkim olmıya başladı ve bu sayede de realism cere- yanları baş gösterdi. Bizce, rca- lismin en kuvvetli bânisi, bilhassa sahne edebiyatında, Sudermann olmuştur. e Sudermann'a Okadar alman sahnesinde Fransa tamamile hü- kümran oluyordu. 1870 harbi alman edebiyatını çöle çevirmişti. O zamanın milli dehâsı Bismark'ın mükemmel bir hatip olmasına rağmen, (edebiyata ehemmiyet vermediğinden şikâyet ediliyordu. 1882 de Hart kardeşler, o devrin muharrirlerine bücum ediyorlar ve: “Alman edebiyatı yoktur, diye bağırıyorladı. İşte Sudermann Almanya'nın böyle çorak bir devrinde yetişti. Sudermann'ın uslubu, mevzuları orijinaldir. Yarattığı tiplerin hepsi canlıdır, hepsi hayattan alınmıştır. Her akşam bir hikâye Anadoludan gelen bir arka- daşıma: — Ne var, ne yok? - diye sordum. - Bize sermaye olacak birşey anlat bakalım. Gazeteye yazayım. Arkadaşım: — İyi ki aklıma getirdin! - dedi. - Dinle, bak: Bir maceraki, tüyleri ürpertir... Senin hayalha- nesi geniş ediplerinin aklına böyle şey gelmiş midir hiç?.. Bizzat hayat, o ediplerin ofantazisinden ei büyük fantaziler yaratmak- tadır. — Felsefeye ( ibtiyaç (o yok... Vakayı olduğu gibi anlat! -diye, traşın önüne geçtim, Arkadaşım anlattı: Benim altı ay yaşadığım “K..., kasabasınde Harunuzadeler diye bir aile var. Bâile, eski dere beylerdendir. Civardaki köylerin baştan başa çerden çoptan yapıl- mış olmasına rağmen, bunların evleri, âdetâ Avrupa şatolarile mukayese (o edilecek ( derecede muhkemdir. Kim bilir kaç nesil evel yapılmış.. Kim bilir, ne masrafla ve nice nice köylüler angaryada (çalıştırılmak (üzere meydana getirilmiş dik bir yarın kenarında, ker tarafa hâkim bir bina... Harunzadelerin son evlâdı olan Malik bey, işte bu binada otur- maktaydı.. Malik bey de genç ..Bu sebeple, kanunu medeniden evvel.. bir kaç kadınla evlenememiş. Yalnız bir tek karısı var. Hoş, kanunu medeni çıkmamış, yene eski (o şerişerif (o usulü (Odevam etmiş olsaydı da Malik Bey Hay- rünnisa hanımın üstüne evlenemi- yecekti ya.. Zira, Hayrünnisa hanım, Darülmuallimat mezüne- siydi. Açık gözdü. Çelimliydi. Öylesine müstebit bir kadındı ki, sanki Harunzadelerin asırlar imti- dadınca köylüye ettiği eza ve cefanın intikamını onların bu son evlâdinden maafaiz çikartıyordu. Malik beyi, pençesine almıştı. Sağa baktırmayordu, sola adim attırmayordu. Malik bey, ne sebepten dolayı karısına karşı bu kadar itaat ve inkıyat gösteriyordu? İzah edile- mez, azizim... Yalnız şu kadari tahmin olunabilir ki, karısı, koca- sının bazı esrarını biliyordu. Me- selâ, derebeyi zade, adamlarına bazı cinayetler işletmiş, olabilirdi yahut da, istemediği insanların vücutlarını bizzat kendi ortadan kaldırmış olabilirdi. Eeee... Dere- beylik bu.. Kolay mı? Karısı, belki, bu esrarı faşede- ceğini ileri sürerek kocasını tehdit ediyordu. Malik bey, uzun seneler, sabu- rane, istipda da boyun eğdi. hiç ses cıkarmıyor. Lâkin, aradan bir müddet daha geçtikten sonra sabrı, sükünu taştı. Bir sinirlilik arız oldu malik beğe... Yolda 1889 da Nam sahneye koy- duğu zaman büyük bir muvaffa- kıyet kazanmış, ondan sonra Namus, bütün cihan sahnelerinde temsil edilmiş ve her yerde, aynı büyük rağbeti görmüştür. * .. kısaca (o mevzuunu Namus'un anlatalım: Robert Heinecke zengin Müh- lingk'in Hindistanda mümessilidir. Avdet ettiği zaman kızkardeşi Alma'nın Mühligk'in oğlu Con- rad'ın metresi olduğunu anlı- yor ve küplere biniyor. Anası ile babasının bu namussuzluğun bedeli olarak Mühlingk'ten 40,000 mark kabul etmeleri onu bütün bütün çileden çıkarıyor. Müh- lingk'e bu parayı iade edip, kahve kralı dostu baron Trast'ın yardımı Malik beyin cinayeti yürürken, elile, başıle bir takım işaretler yapıyor. Kendi kendine bir şeyler konuşuyor. Malik beyde, bir “neurasteni,, başlamıştı. Bir müttede, mesele böyle devam etti. Bir sabahtı. Malik bey, “K...,, kasabasının ortasında, bomba gibi bir havadis patlattı: — Karım kaçtı. Hemde bazı kıymettar evrakıda beraber götürerek ka Malik beyin yakal ait e direk varmış; eshamı varmış; paraları varmış; bunlarida götürmüş. Herkes hayret etti. bir hafta müddetle, ortalıkta, bu firar ha- disesinden başka birşey konuşul- madı. Kadın neden kaçmıştı? Malik bey neden böyle deli ol- muştu? neden asabiyeti, eskisine nisbetle arttıkca artmıştı? yoksa, karısını sevmiyordı? Yoksa, karı- sını seviyorduda, bunca zaman, onun istibdadına o sebeplemi boyun eğmişti? Muamma, muamma... Lâkin, çok geçmeden muamma, kendi kendiliğinden ortaya çıkıverdi. Hakikat anlaşıldı. Ne müthiş haki- kattı bu, yarabı! Ne müthiş ha- kikat!... Söyle, azizim, senin edip- leripin karıhalarında böyle bir mevzu doğmuşmıdır? Malik beyin harekâtı, gün geç- tikçe, büsbütün fenalaştı. Artık, ahvalı, “deli gibi,, diye vasf edi- lemezdi. Malik bey, deli olmuştu. Zir deli. Arada sırada, sokaklara fırla- yordu: — Hortlayor! hortlayor!l hort- layor! - diye bagıra bağıra yok larda koşuyordu. Sonra, yine, bir cazibenin tesi- rinden kurtulamamış gibi, gerisin geri, evine dönüyordu. Kapularını kilitleyordu. (Evde bir müddet kaldıktan sonra, yine sokaklara uğrayordu; avaz avaz haykırı- yordu: — Heortlayor! Hortlayor! Malik beyin kimseye zararı dokunmadığı için, zincire vurul- madı. lâkin, bu hareketi, fevkalâde dedikoduları mucip oldu. Kasabanın polis müdürü, işten şüphelendiği için, gözcü koydu. Anlaşıldı ki, Malik bey, evinin içine girince, bir odaya giriyor. Kulağını duvarlara veriyor. Du- varları dinleyor, dinleyor. Sonra, haykırıyor : — Hertlayor! hortlayor! Polisler, Malik beyin sokağa fırlamasını müteakip, kulaklarını dıvara © yapıştırmışlar. (o Dıvarın içinden bir inilti gelmiş, konağın her tarafı taştan yapılmış olma- sına rağmen bu dıvarın tuğladan olması ve yeniden yapılmış bu- lunması nazarı dikkati celbetmiş. dıvarı yıkmışlar. İçinden Hay- rünnisa hanımın cesedi çıkmış. Boğulmuş bir ceset. ile Hindistana avdet ediyor. Trast bir baloda Alma ile Conrad'a rasgelmiştir . (o Vaziyeti U bildiği için Robert'e (40,000 marklık çeki veriyor, Robert'i şeriki ve vasisi yapıyor ve onu Mühling- k'in kızı Eleonore ile evlendiri- yor. Sudermann , birbirlerine komşu oturan biri zengin ve fabur, di- geri fakir ve zelil iki ailenin ya- şayış tarzlarını çok canlı ve hiç noksansız tasvir etmiştir. * .. “ Namus, cihan sahnelerinde kazandığı rağbeti, bizim sahne- mizde de kazandı. Bu muvaffa- kıyette, piyesin kuvvetli olmasile beraber, Seniha Bedri hanımın tercemesi en büyük âmildir. Su- dermann'ın bu şaheseri, kıymetine Sahife lede Adam akıllı ölmüş. Hattâ tefes- sühe başlamış. Mesele anlşılıyordu. Malik bey, karısından ebediyen kurtulmak için, onu öldürmüştü. Fakat, fev- kalâde korktuğu karısını kortla- yor zannederek çıldırmıştı. Şimdi soracaksın, azizim: — Ya o sesler? Duvarın arka- sından gelen sesler bir tevehhüm eseri olsaydı, onları yalnız Malik bey işitirdi. Halbuki, bu sesleri polis hafiyeleri de işitmişler. Bunu merak ediyorsun, değil mhi, azizim? Arkadaş'ma: — Hayır, merak etmiyorum! o seslerin nereden geldiğini bili- yorum! - dedim. —? — Malik bey, cesedi divarın arkasına koyduğu ve üzerine dıvarı ördüğü esnada, içeriye, ber nasılsa bir kedi girmiş. Orad günlerce mahpus kaldığı için miyavlarmış. Malik beyde bu sesi duyarak, karısı hortladı san- mış ve çıldırmış. Polislerin duy- duğu inilti de, bu miyavlamadan başka bir şey "değilmiş. — Peki amma, bunn nerden biliyorsun ? - diye (o arkadaşım şaşmıştı.. — Bu, meşhur Amerikan mü- ellifi Edgar Pol'nin bir mevzuu- dur. - dedim. - Bunu, sana, biri anlattı. Sen de “K...,, kasabasında geçti diye bana yutturmak iste- yorsun, değil mi? İtiraf et ba- kayım. Arkadaşım, böyle bir muhayyel hikâye olduğunu bilmiyormuş. Vakanın hakikatliğine dair yemin billâh etti. Bende şüphede kaldım. Şüphem ebediyen zail olmayacaktır: Aca- ba, meşhur romancının muhayyele- sinde doğan müdhiş vaka, Ana- dolunun bir kasabasında, nice zaman sonra, sahiden ceryan ettimi? Ettise, hayal ile hakikat ara- sında ne müşabehet... Hatice Süreyya ÇOCUK DÜNYASI karileri arasında gazetemiz tarafından tertip edilen ISTANBUL'un GÜRBÜZ ÇOCUĞU 9 Teşrinievvel Cuma günü saat 10 da Beyoğlunda İstiklâl caddesinde SKETİNG PALAS Salonunda ve hakem huzu- runda seçilecektir. Müsabakaya iştirak eden çocukların önümüzdeki Cuma sabahı 9 buçukta, ebeveynin- den birer kişi ile beraber mezkür mahalde hazır bulun- maları rica olunur. ina ile terceme edilmişti. Dört perdede aksıyan bir cümle, rabıtsız bir söz, aykırı ve uygunsuz bir tek tabir yoktu. Güzel ve düzgün bir türkçeye kavuşan sanatkârlar da, rollerini iyi yaptılar, Galip beyi, Neyyire hanımı ve bilhassa Halide hanımı zikredebiliriz. Alma rolünü oynı- yan yeni artistimize de hâlisana tavsiye ederiz: Ezbercilikten kur- tulsun. Ezberlediği tiratları çok yeknasak bir tarzda söylemediği gün, istidadını kurtarmış olacaktır * v. Sahnemize klâsiklerden evvel “Namus,, ayarında eserler lâzım- dır. Alman sahnesi, sahnemize çok yardım. edebilir, bu yardımı da, tercemeyi bu derece güzel ve hiç kusursuz yapan Seniha Bedri hanımdan bekliyebiliriz.