SULTAN HAMGDEN KABUSLARI Bu işi bugünlük tehir edelim. Bir şeamet hissediyorum Tefrika WTebrik ederim, İyi intihap et- Mişsiniz. Bu kıyılarda bir alay Beker toplansa kimsenin dikka- ni celbetmez!> dedi: — Ya, arkadaşlar nerede? — Arz ileride olacaklar. — Ya, mavnalar? — Onlar da o tarafta... Gök yüzü daha nlııculınmış- &. Üzerinde yürüdükleri geniş yolun boz renkli toprağını seç- Miye başladılar. Az ötede, suda iş manda leşlerine benziyen ı.îkı'ı'mışynn mavna beşikleniyor- du. Dümen yanlarını kıyıdan u- satılan iki burma sarıklı Rume- N çitakları yerlerinde yaylan- miş gibi bir anda ayaklandılâr. Gün ağarıyordu. Denizin ko- yu yeşil suları ve akıntı çırpın- fılarının beyaz köpüklü dalga- gıkları seçilmiye başlanmıştı. Karşi yakada ağarak sıra Sıra #Saraylar ve siyah tekneli iki Bacalı Mesudiye zırhlısı!... Alar ga geçen beyaz yelkenleri rüz- Kgâr dolu üç direkli bir gemi, kâ Hat üzerine elle çizilen resim gi- bi idi. Serasker İzzet paşa oğlu şa- ir Süleyman bey, ayağa kalkan sarı sarkık biyikli, içli bakışlı düşkün muhacirlere ilerliyerek mavnacıların gelip gelmedikle- Tini sordu: «Bilmiyiriz görme- dik efendi> cevabını alınca sa- Yardı. Sabah olduğu halde hâlâ gelip görünmediklerine göre?!.. Sabah ayazında dişleri çarp- maştı, Sarsıldılar: At nalı sesle- ri! Geniş gösenin alt başından gelen nal sesleri vardı. Başları- hi döndürüp bakınca yürekle- Ti çarptı: Dört süvari zaptiye! Dört nala geliyorlardı. Klean- # ile Ali Suavi ceplerindeki kü- Çük tabancaların saplarına yapı balık ağlarının asıldıkla- yı bodur direkleri siper aldılar. Yaklaştıkça büyüyen gekilleri i- âce seçilen dört zaptiye yarışa Zılınmı gibi !dl?u. Ellerindeki Vincester tüfeklerini cirit değ- nekleri gibi havalandırarak ge- liyorlardı. Başlarını döndürüp bakmıya bile lüzum görmeden geçmişler- &i. Dört ihtilâlcinin gözleri par Jdadı. Geniş birer nefes almışlar- dı. Boşuna geçen vaktin kuş ka nadı hizile ilerlemekte olduğu- 'nu düşündüler nerede ise güneş doğacaktı. Taş kışladaki tabur kumandanının «Gün doğmadan harekete geçilirse, Beşiktaş cad desine inebilir ve yolu kesebili- riz!> dediğini hatırlıyan Klean- ti Skalyeri sinirlenmişti. Ali Suavi ve Süleyman beylerin yüz lerine bakarak: «İş işten geçi- yor! Geç kaldık!» diyerek göz- lerini büyülttü. Boğazında kısılan ses titri - yordu. Mavnacıları aramak üze- ye hizlı hizli ayrılan Süleyman beyin ardından baktılar, Koşar casına ıraklaşan genç adam, Kuzguncuk iskelesindeki kahve 'ye girer girmez yüreği çarpmış- *tı: Mavnacılardan Tuzsuz Ham- zanın bir gözü kör tayfası! Tek gözünü değirmileştirerek kalkmıştı. Kahve dışına çıktı- lar, Seraskerin oğlu acele acele gordu: — Ağan nerede kaldı? — Yassı üzeri geldiğinizdi Elbet gelirler. Bekleyin demiş- fik ya... — Sabaha kaldıkları olur mu böyle? — Olür ya, 'neden olmasın? (Gülümsedi) Gelataya, eğlenti- ye gittilerse ilk vapurla döner- Ter demiştik size. Kolunu uzatarak: — <Deha... Vapurda geliyor işte!> diyerek, Yazan: BEHÇET SAFA — Sevim hanım, sizi hakika- ti olduğu gibi söylemiye, bir ke lime bile değiştirmeden söyle- miye düvet ediyorum. Çünkü #özünüz'bu adamın hayatına mal olacaktır. Noterin katledil- diği gün size beş bin'lira veril- miştir. Elinizdeki paradan yir- tik olansve gömalı - kâğıtla ya- piştirilmiş- bulünan bir. tanesi bize gösteriyor ki bu paralar maktul noterin kasasından aşı- rılmış olan paralardır. Demek ki parayı size getiren adam ka- tilin ta kendisidir. Kimdir bu a- dam? Cevabınızın müthiş âkıbe- tini hesaba katarak düşünün ve bana öyle cevap verin! Sorgu hâkiminin odasını o anda derin, korkunç bir süküt sardı. Bütün bu feci sahneye hâkim olan Ahmet Fikri bey, kıvılcım lar saçan gözlerini kâh erkeğe kâh kadına dikiyor, bütün dik- katile onları süzüyordu. Ali Şeref sık sik telâşla nö fes alarak kalbini ve bütün vâr Tığını çalmış olan bu kadına deh- #€&t ve korku ile bakıyor, onun İKBAL KALFANIN No. 51 akıntı yukarı tırmanmıya Bava- gan eğri bacalı külüstür vapüru gösterdi: Ikına sıkına geliyor- du. İskeleye koştular: Kimseler yok! Yavaş yavaş güneş doğmuya başlamıştı. İstanbul tarafında cami kıyıları ve minare ülemle- rinin parlamıya — başladıklarını gördüler. Aydın dolu, 'nurlu gün başlıyordu. Kör tayfa: «İs- tanbulda değil onlar. Bu taraf- #a bir yerde kumara kapanmış olacaklar!» dedi: — Sabaha kadar zar atıp v: kusuzluktan bir köşede sızmış- larsa akşamı beklemeli? — Sonra ne yaparız oğlum? Bana söz vermişlerdi. — Öyledir - onlar. - (Güldü) Sizi görünce verdikleri sözü ha- tırlarlar. (Boynunu uzattı) 'e arıyor deniz öteleri? — İrgatlar vardı. Bebeğe gö- türeceklerdi. — Vapura doldurun. Eşyala- yı varsa onları da alır. vapur. Konuşa konuşa caddeye çık- tılar, Süleyman bey balık ağla- yı asılı arsaya geldiği zaman, durup «Yok. Bir tarafta yok he rifler!» diye ellerini kaldırdı. «Felâket!» dediler. Güneş de- #irmisi üzerlerinde parlıyordu. #Taşkışladaki alaylı binbaşının tâyin ettiği saati — kaçırdıkları bir şey değil, karşı yakada Me- cidiye camii avlusunda toplana- cak olan yiğitleri hatırlıyarak> sarardılar, Az daha gecikecek olurlarsa, ya dağılacaklar, ya- hut şüphe üzerine zaptiye kara kolunda sorguya çekilecekler- di! Bir daha: «Felâket!> diyerek dişlerini sıkmışlardı. Zaten ya- Hdan ümitsiz çıkmaş olan Kle- anti Skalyeri, Ali Suavinin ku- lağına eğilerek: «Bu işi bu gün Tük tehir edelim. Bir şeemet his sediyorum.> dedi — Beni dinleyiniz... — Bunca hazırlıktan sonra?! (Başile gösterdi) sırtlarındaki denklerde silâhlarını bile geti- yen şu yiğitleri nasıl “savabili- Tiz? — Onlar Rodop Balkanların- daki muvakkat Dağ hükümeti- 'e yardım için gönüllü gidecek- lerini ve padişaha dua maksa- dile karşı yakaya geçeceklerini sanmıyorlar mı? — Hepsi değil, bir kısmı olanları! — Peki, şimdi ne yapmayı dü günüyorsunuz? — Az daha bekliyeceğim ve mavnaları zaptederek - karşıya geçeceğim. Siyah gözlerinde delice bir pa rıltı yamp sönmüştü. Karşısın- dakiler ürpererek Çırağan sara- yi istikametine göz attılar. Ka- narya kafeslerine benziyen mer mer bina, bol sabah güneşi ışr A altında ağarıyordu. Kabart- ma bir minyatür örneğine ben- ziyen zarif yapılı Mecidiye ca- Tali tarafına baktılar. Bir saat kadar daha bekledi- ler: Alaturka saat iki!... Üskü- dardan Beylerbeyine ve Beyler- beyinden Üsküdara giden kayıt Bız yolcular ve tek atlı arabalar sıklaşınıya başlamıştı. -Kabına sığamıyan sabırsiz Ali Suavi, birden kaşlarını çattı: — Mavnaları zaptedelim. — Kim idare edecek? — Doğru... (Süleyman beye baktı) Kuzguncukta tanıdığınız kayıkçılar yok mu? — Var, var amma onlar kü- rek çekmesini bilmezler. toy YENİ BA BAH “Tanzimat Edebiyatında Fransız Tesiri,, aha 1933 yılında yapılan üniversite değişikliğini mü teakip, bu müessese men- supları için konulmuş hükümler arasında şahsi araştırmalar yap mak ve bunları yayınlamak mec- buriyeti de vardı. Besbelli bu mecburiyet neticesi, İstanbul Ü- niversitesinin her fakültesi, o za- mandanberi alabildiğine neşriyat yapıyor. Gerçi böyle ilim mües- seseleri için, her biri kim bilir ne orijinal mesai mahsülü olan neş- riyatın bizdeki miktarı bile pek mahdut sayılabilir. Amma, fakir büdecemizden bu hususta — yeter derecede tahsisat — ayırdığımıza şüphe yok. Elverir ki, o tahsisat mahalline sarfolunsun, değersiz eserleri yayınlamak yolunda he- ba olup gitmesin. İşte, bana «dostum, aziz mes- lekdaşım> gibi nezaketli hitap- larla, eserlerinden mümkün oldu ğu kadar lütfeden doçent Cev- det Perin'in «Tanzimat Edebiya- tında Fransız tesiri» adlı kitabını okurken, bu düşünceler zihnimi meşgul etti. Edebiyat fakültesi- nin «Fransız edebiyatı - doçenti> olan Cevdet Perin'e karşı «dost- Juk ve meslekdaşlık> vazifemin, bu kitap hakkında düşündükleri: mi açıkça yazmaktan ibaret ol- duğuna karar verdim, Çünkü bu eser milletin parasiyle yayınlan- mış olduktan başka, beliki de bir ders kitabı gibi fakültede okutu- lacaktır. (veya okutulmaktadır). Yâni, bir ilim müessesesinin aka- demik neşriyatındandır. Burada şunu kaydetmeliyim: — Hayretle öğrendim ki, bizde, ilim müc: selerinin neşriyatını, daha evvel) den kontrol eden hiç bir makam yoktur. (belki dünyanın hiç bir yerinde de yoktur). Bu olmadık- tan gayri, Üniversiteye - mensup bir doçent, sahasının otoritesi sa- yıldığından, meslekine dair ha- zırlıyacağı eserleri, mâli imkân- ların müsaadesi — nisbetinde, ra- hat rahat resmi sermaye ile neş- redebilir. Bir asistan belki böyle yapamaz. Bir doktora tezinin neş Ti, bazı kayıtlara tâbidir. Ama profesörü yabancı olan bir kür- sinin doçenti için vaziyette ken- disini rahatsız edecek herhangi bir kontrol ve murakabe mevzuu bahis değildir! Temenni ederim ki bana verilen bu malümat yal- nış olsun; o tarzdaki neşriyat da, meselâ daha evvel yakın kürsi sahipleri, branşın öğretim üyele- Ti grupu tarafından münakaşa yollu gözden geçirilmiş — bulun- sun... Heyhât ki, Cevdet Perin' in eseri bana hiç de öyle gö medi. Sayın doçenti, başka eserlerin- den de tanıyorum. Cesaretli adam dir. Fakat «Tanzimat Edebiyatın| da Fransız Tesiri> kitabının üs- tüne müellif sıfatiyle imza ata- bilmek için, cesaretten çok daha| fazla bir şey, adetâ kahramanlık lâzımdır. Ceşdet Perin, bu eseriy- le işte o çeşit kahramanlıklardan birini göstermiş oldu. Sanıyorum, Gerçi sayın doçent, Fransızca manuellerden çırpıştırıverdiği ter eümeleri uç uca ekliyerek önce «Fransız edebiyatına - toplu bir bakış» adı altında yayınlamıştı. Hattâ, daha sonra, mukaddeme- sinde «bu eserin Fransız edebiya- tına toplu bir bakış'la hiçbir alâ- kası yoktur» diyerek, hakikatta © eserinden sayia sayfa iktibas- lar yapıp; daha doğru bir tabirle © eserini biraz genişleterek <Fran (Devamı var) Telrıika No. 41 bir sözü ile gerefinin, hürriyeti- nin ve hayatının bahşedilebile- ceğini düşünerek titriyordu. Sevim, bütün soğukkanlılığı na, iradesi zaafa uğramamak yo lundaki azmine rağmen bir ölü gibi sararmıştı. Bakışları sabit, kararsız ve garipti. Alnında he- recanını belirten bir çizgi orta- ya çıkmıştı. Nihayet kararını vermiş gibi gu sözleri söyledi: — Sayın hâkim, evvelce de dediğim gibi bu beş bin lirayı bana getiren ve pazartesi günli öğledn sonra teslim eden Ali Şeref bey olmuştur. Ali Şeref haykırmak, reddet- mek için ağzını açtı. Fakat kuv veti yoktu. Bir çeşit ümitsizlik sar'ası içinde oturduğu iskem- lede kendini kaybetti. Bununla beraber dudaklarının arasından gu mirilti İşitilebildi: — Allah bilir ki yalan! Hâkim bu hususta — tecrübe sahibi idi. Uzun süren bir sor- gunun verdiği yorgunluğu, he- yecanı, sinirliliği - pek İyi bili- yor, bu hallerin şahitler ve suç sız edebiyatı tarihi> adı altında lular Üzerinde nasıl irade dışı akisler, tesirler uyandırdığını ve onları nasıl her şeyi itirafa sürüklediğini hatırlıyordu. Böy le anlarda artık onlar günahla- rını saklamıya, hileye baş vur- mıya muktedir olamazlardı. Şimdi meşgul olduğu — vak'a Bibi bazı hususi hallerde, gü muvaceheye benzer karşılaşmalar hazırladı. Neticenin hakikati or taya çıkaracağı hakkında ümi- di kuvvetli idi. Bu kargılaşma plânını elde mevcut delillere ve bu iki şahsın ayrı ayrı verdik- leri ifadelerin uyandırdığı şüp- helere dayanarak tertiplemişti. Fakat gu karşılaşmanın müsbet hiç bir netice vermediğini de kendi kendine — gizlemiyordu: Kadın teyit ediyor, adam inkâr ediyordu. Bununla beraber ni- hayet bu iki ilgilinin sinirlerini adam akıllı gevşettiğine ve bi- raz zorlayınca ikisinin de bir çok şeyleri ortaya çıkaracağına emniyet getirmişti. Bataryanın son fişeklerini meharetle kul- lanmalı idi. Sabık sahne olan genç kadına dönerek çok tisti yeni bir tetkikmiş gibi neşretmiş- ti. Ama, onlarda, tercüme yoliy- le de olsa, yine şahsi emeğin iz- lerini bulmak mümkündür. «Tanzimat Edebiyatında Fran- Sız tesiri> İse, sadece başkaları- nın mesaisini münasip cümlecik- lerle birbirine eklemekten me: dana gelmiş, acele ve tabii son derece kifayetsiz, yalan / yanlış, tenakuzlarla dolu, tertipsiz, dü- zensiz bir kitaptır. Sırası gelmişken açıklıy yın Cevdet Perin'le hiç bir gel- miş geçmişimiz yok. Kendisinden, meslek sahasında icabettikçe ko- laylık ve yardım gördüm. Buna rağmen hakikata olan bağlılığım dostluğundan - fazladır. Yukarı- daki hükümleri sebepsiz vermek için insanın çılgın olması lâzım; değil mi? Bense, delillerini sayın dostumun eserinden alacağım bu hükümlere şunları da ilâve edi- yorum: Bu eser, ilmi zihniyetten tamamen mahrum, son derece savruk ve ihmalci, üstelik çalış- ma metodundan habersiz, kendi kendini kontrol ve tenkit kudre- tinden uzak bir insanın elinden ancak çıkabilir. Başlıyoruz: Kitabın (veya eserin) ismi hay- li geniş ve iddialı. «Tanzimat E- debiyatında Fransız tesiri> adın- dan sonra topu topu iki yüz yet- miş sahifelik bir kitap geliyor. Bir ihtisas şubesinde, hele muka- yeseli edebiyat gibi, tetkikin hac- i bir misli artıran bir şubede iyle zengin malzemeli bir devri © dar hacme sığdırmağa elbette imkân yoktur. Müellif (!) de bu imkânsızlığı takdir etmiş olacak| ki, «Önsöz> kısmında «uzun za- mandanberi meşgul olduğur nu söylediği Türk edebiyatındaki Fransız tesirine ait çalışmaları- nın ancak birinci kısmını neşre- debiliyormuş. Halbuki eserin plâ- nında «Tanzimattan önce Fransız tesiri> ne ait elli altı sayfalık bir| «Giriş> kısmını müteakip yedi bö lüm içinde Tanzimat şiirinde Fran sız tesiri (on sayfacık), — Vefik, Paşa, Ahmet Midhat, Namık Ke- mal, Hâmit tiyatro, roman ve $ şahsiyetlerinin bütünü — bakımla- rından incelenmiş bulunuyor. Ge- riye ne kalıyor? İkinci kısım kimlerden ve ne lerden bahsedecektir? Bu husus- ta kitabın hiç bir yerinde, hiç bir kayda rastlıyamadım. Halbu- ki ilmi çalışmalarda bir - eserin bütün plâmı önceden — hazırlanır ve eser bu plâna göre tahakkuk ettirilmiye çalışılr. Eğer birinci kısım sadece Tanzimat Edebiya- tında Fransız tesiri ise ve ikin- ci kısım Serveti Fünun edebiya- tında Fransız tesiri olacaksa, bi- zim Tanzimat devri edebiyatı yal- 'nız yukarıda adları geçen sanat- kârların eserlerinden ibaret olma dığına göre, bu kitap, şüphesiz çok daha kifayetsiz, hattâ işe ya ramaz derecede noksan — demek olur. Yâni, bu mülâhazalardan çıkan tabii netice, böyle bir mu- kayeseli edebiyat terkibine daha pek çok vakit ve emek gerekti; dir. Şayet müellif, Fransız filo- lojisi sahasında kendini zayıf his- sederek böyle bir yola dökülmek istemiyorsa, eserini — hazırlamak için hiç olmazsa bir elli senecik daha beklemeliydi. — Mukayeseli | edebiyat, önceden yapılmış mo- sâkin, adeta ilgisiz bir tavırla dedi ki: — Sevim hanım, cevaplarını- zı öğrendim. Ancak küçük bir nokta var ki bu nokta hakkın- da da malümatınıza müracaat etmeye lüzum görüyorum, Ha- ni gu çekmecenizde ehemmiyet- le kıvrılmış, saklanmış olan bir gazete vardı. Size bu gazeteyi kim getirdi? — Ali Şeref bey, — Ne vakit bıraktı? — Salı günü sabahı, yânı ci- nayetin işlendiğinin ertesi gü- nü, O zaman Ali Şeref bey bir- den ayağa kalktı. Haykırır gi- bi, daha doğrusu gürler — gibi bir sesle: — Sayın hâkim, Yalan söylü- yor. Yalan! Fakat hâkim emreder gibi bir seslo Ali Şerefe: — Susun, Artık senin tara - fından ileri sürülen itirazların hiç birine inanmıyorum. Şu işin başındanberi sen yalnız yalan dedin, Her gey yalan!... Sonra sesi tekrar yumuşıya rak, sükün bularak Sevim hanı- ma döndü. Sevim hâkimin se- sinden tamamile cesaret bul » muştu: — Demek ki Seyim hanım, All Şeref salı sabahi evinize geldi, - Gazeteyi biraktı, / Peki Yaznıî:__â | Zahir Güvemli nografik tetkiklere istinat eder. Cevdet Perin, kitabında bize, is- tifade ettiği kaynakları — Badece değerli mütefekkir ve — edipleri- mizle yaptığı konuşmalardan ve bir de Ankara ve İstanbul Üni- versitesi talebelerinden İlgililerin neşredilmemiş travaylarından iba ret gösteriyor. Kitabın sonuna koyduğu bibli- kendisinin bu yolda tet ği eserleri değil, merak edenlerin icabında başvurabilecek | leri kaynakları göstermektedir. O kalabalık listeyi hakikaten 0- kumuş bir insanın bu derece ku- surlu bir kitap yazmasına zaten imkân kalmaz. Şu halde, sayın doçentin, tet- kik ettiği sahada kendinden ev - vel yapılmış neşriyattan ya ha- beri yoktur (yani en iptidai bib- Hografya etüdünü dahi yapma- mıştır); yahut kendini bu saha- da ilk tetkikçi göstermek hevesi ne kapılmıştır (ki bunu hiç ka- bul edemem). Her iki şekli nak- zeden bir nokta var: o da, doçen- tin kitabına mütemadiyen Başka eserlerden iktibaslar yapması, e- Berini makas yoliyle vücuda ge- tirmiş bulunması, Kendinden ev- vel yapılmış tetkikleri reddediyor| sa, bunları evvelâ zikretmeli, son ra tenkitlerini - yapmalıydı. On- İ dan sonra da gahsi mukayesele- rini izah etmeliydi. Halbuki, aşa- Bida görüleceği gibi, kitapta gah Ban yapılmış karşılaştırılmalara dayanıldığını gösterir hiç bir alâ met yoktur. Mücllif, mukaddemesinde «E- debiyatların ne dereceye — kadar, birbirlerinin tesiri altında kaldı- | ğım, tesir altında kalan ve tesir yapan eserleri karşılaştırmak su retile meydana çıkarmak, edebi sahada gerçek değer ölçülerinin belli olmasına yardım etmek de- | mektir» diye eserine bir de mak- sad gösteriyorsa da, bütün kitabı okuduktan sonra, sonunda bir ne tice kısmı bulunmadığı (hakikat- taysa eser noksan ve kifayetsiz olduğu için) Tanzimat Edebiyatın daki Fransız tesirinin hangi ger- çek değer ölçülerini meydana çı- kardığı meçhül kalıyor.Yani o ka dar gürültü, patırdı, bur ölçüleri meydana çıkarmağa yardım et- memiş oluyor. Istanbul Jandarma Satınalma Komisyonu Başkanlığından 1 — Jandarma ihtiyacı için evsaf ve nümunesine göre (52000) Kilo vaketanın 5.6.049 cuma günü saat 15 de İstanbul Taksimde Jandarma satınazma komisyonunda kapab zarf eksiltmesiyle i- halesi yapılacaktır. Muhammen fiatı 800 kurüş lira olup muvakkat teminatı da 2 — 52000 kilo Vaketanın ve muhammen bedeli (20390) liradır. (416000) tamamı bir istekliye ihale edile- ceği gibi onar bin kilodan aşağı olmamak Üzere kısımlar halinde ayrı ayrı isteklilere de ihale edilebilecektir. 3 — Mühürlü Numunesi, Komisyonumuzdadır, Şartname (20) lira 80 kuruşluk mal sandığı makbuzu karşılığında — komis- yonumuzda verilir, 4 — Isteklilerin Vekatının aımlara göre yatıracakları teminatlara ait malsandığı veya banka kefalet mektubu ve larını eksiltme saatinden bir saat evveline kadar gılığında kurulumuza vermeleri, tamamına veya girecekleri ki- makbuzu kanuni belgeleri havi”kapah-zarf makbuz. kar- — 4654 Kütahya Belediye Başkanlığından 1 — Mevcut keşif fenni ve hususi şartnamelerine göre 160239 beygir takatinde ve <182600> lir. grubunun alınması kapalı zarf usulü ile ve bir ay müddetle siltmeye konulmuştur, 2 — Ihale 3,5.949 li günü a keşif bedelli iki Elektrojen dizel ek- saat 15 de Kütahya Belediye bi- nasında daimi kömisyon huzurunda yapılacaktır. 3 — Taliplerin ayni gün ve darıı meler nazarı itibara alınmaz.. 4 — Taliplerin özel şartnamı #saat 14 de kadar teklif mektup- Başkanlığa vermeleri şarttır, Postada vuku bulacak gecik- lede belirtilen vesaiki ve geçici te- minat olarak 10380 liralık banka mektubu veya makbuzu veya tahvilatı üsülüne göre tanzim edeceği teklir zarfını — başkanlığa yererek mukabilinde makbuz alacaktır. * 6 — Belediye dalmi komisyonu mektupları — açtıktan — sonra vuku bulan teklirleri tetkik ederek ihaleyi yapıp yapmamakta #erbest olduğu gibi talipler arasında tercih kakkını haizdi: 6 — Ev işe ait keşif ve şartnameler tatil günleri hariç hergün Kütahya belediyesinde görülebileceği gibi başka yerlerden vuku bulacak talepleri de bedelsiz olarak gönderileceği ilân olunur, TABSHİH: 2 nisan 949 tarihli gazetemizde çıkan yukardaki ilânda iha. le tarihi 3.5.949 salı olması lâzım gelirken 2.5,549 salı; geçici teminat 10380 lira iken 13696 lira olarak yanlış yayınlanı tır Tashih ve tavzili olunur, amma nasıl oluyor da bu kadar ehemmiyetsiz bir meseleyi bu kadar açıkça hatırlıyorsunuz. Bir gazetenin bırakılması mesele mi dir? Nasıl oluyor da zihni- nize hâkkedilmiş bulunuyor? — Şundan dolayı gayet iyi hatırlıyorum: Ali Şeref gazete- yi getirmekle beraber bana nayetin parayı getirdiği gün işlenmesi can sıkacak bir şey olduğunu da ilâve etti idi! — Bu takdirde işin şüphe gö türür tarafı kalmıyor. Ali Şeref kendisi için o dere- ee ağır ithamlarla dolu olan bü- tün bu sözleri işitince donmuş kalmıştı. Gözleri bir noktaya ta kılmış, alnından iri ter damla- Jarı akmıya başlamıştı. - Biraz sonra donuk gözlerinde iki dam la da göz yaşı görüldü, Sorgu hâkimi ona mânası an laşılamıyacak, garip bir nazar- la baktı. Sonra bir düğmeye bastı. İçeri giren adama: — Öteki iki şahidi çağır! de- d. ı Nihat boş durmuyordu. Bü- tün zamanını, zekâsını, iradesi- ni, tecrübesini «İkl vasiyetna- me> ye ait esrarın anahtarını bulmıya hasretmişti. O da Me: JMhatin babasına yüklenen it « 4197 — ——— ——— hamların ne — dereceye — kadar haklı olduğunu anlamak, bu it- hamların yerinde olup olmadı- ğanı meydana çıkarmak için sor gu hâkimine yeni unsurlar elde etmiye çalışıyordu. Fakat Ali Şeref beyin etrafını saran bulut ları dağıtacak en hafif bir Ümit rüzgârı hissetmediği için susma- yı tercih ediyordu. Adli Tıp tarafından hazırlan- mış olan raporu dikkatle bir ke- re daha okudu. Bu raporda ve cinayet etrafında yapılan tahki katta hiç bir nokta eksik değil- di. Cesedin vaziyeti, yazıhane- nin havası, öldüren cerihaların hususiyeti, cerihayı yapan dar- belerin giriş ve çıkış vaziyetle- ri, kurgun izleri... Adli Tıp bu delillere dayanarak cinayetin iş lendiği saati gayet sarih olarak tâyin ediyordu. Fakat neye yarar ki bunların hiç birl Nihada yeni bir şey öğ retmiyor, katilin Ali Şereften bir başkası olup olamıyacağına dair fikir veremiyordu. İki hafta olmuştu ki Nihat a- Geta geceli gündüzlü, durup din Jenmeden bir takım şüpheler pe ginde, o izden ötekine, o, tahmin den, bir başkasına atlayıp du- yuyordu. (Devamı var) Yazan: Eski“bir pehliyan Muhacir sert NİSAN 1949 SRAMAZAN N (GÜREŞLERİ Tefrika No. 51 bir hamleden sonra Çakırı yendi Güreş müthiş bir hız kazan- mıştı. İki pehlivan da kıy birbirlerine hamle ediyorlardı. El ense ve tırpanlar gırla gidi- yordu. Çakır bir ara güzel bir dalış yaptı. Fakat muhacir bo- yunduruğu vurdu. Ve öyle bir Sıktı ki Çakır paçaları ellerine geçirmiş olduğu halde bırakmak mecburiyetinde kaldı. Muhacir de o zaman boyundurağu bo- şalttı. Çakırın yüzünü görenler hayretten dona kaldılar. Gözle- ri yuvalarından fırlamış, sura- tı pancar gibi kızarmıştı, Ancak © zaman zavallının yediği boyun duruğun ne müthiş bir şey ol- duğunu anlıyabildiler. Bir da- ha da Çakır dalmayı aklından bile geçirmedi. Halk güreşi büyük bir alâka . ve heyecanla seyrediyordu. Bu sırada büyük ortayı kazanmış olan Dalyan Kadrinin arkadaşı da ustasına yaklaştı. Bu adam yelkenlide muhacirle en çok a- lay eden ve kemiklerini kıraca- ğından bahseden pehlivandı: — Gördün mü senin pehliva- nı Kadri? dedi, — Birak Allahinı seversen... Tam bir baş pehlivanmış. — O kadar da alay ettik. Yol da bir defa ağzını bile açmadı. — Ya büyük ortaya çıkaydı, ne yapardın? — Tevekkeli büyük lokma ye meli, büyük söylememeli demiş ler.. — Herif çok kuvvetli... Bak bir boyundurukta Çakırı ne ha- le getirdi. — Çakır çıkaramıyacak onul — Çıkaramıyacak... Gitgide güreşi de bindiriyor muhacir. — Bakalım sen ne yapacak- sın? — © kadar değil canım... Ye- neceğim tabif... Fakat biraz uğ- raşmak lâzım gelecek, — Buna kırıcı bir güreş tut- turmak lâzım. 'a — Ben de öyle yapacağım. El ense ve tırpanla ezip bitirecek, ondan sonra leşini yeneceğim. — Ne de olsa Çakır onu yor- muş olacak... Bu sırada muhacir ters bir el ense çekip Çakırı öne doğru gekti. Şaşırtıp müvazenetini boz du ve dâha toparlanmasına mey dan vermeden hemen kaz kana- dmnı taktı. Çakır kurhulmak için geri ge- ri gidiyor, kendisini yüzükoyun yere atmak istiyordu. Çünkü na Bıl bir tehlikeye düşmüş olduğu nu pekalâ idrâk ediyordu. O gel hacir kendisini çekmiye çalışı- yordu. Bu suretle kelimenin tam mânasile ortada bir çekiş. me göze çarpıyordu. Bu y dele beş dakika kadar sürdük- ten sonra hiç umulmadık bir ge- kilde sona erdi. Muhacir Çakırı kendisine doğ ru çekmekte iken birden kaz ka nadını boşaltarak onun iki 0- muzundan itmiş, bir de çengel yetiştirmişti. Çakır o hızla ev- velâ oturmuş, sonra sırt üstü yere yuvarlanmış, yine de hızı- ni alamıyarak başının Üstünden bir de takla atmıştı. Davul zurnalar hemen kesil- di. Çünkü Çakır akla hayale gelmez bir gekilde yenilmiş bu- lunuyordu. Fakat halkta en ufak bir ha- reket görülmüyordu. Her ne- dense hiç kimse muhacir peh- Mvanın gösterdiği bu yüksek kuvvet ve ustalığı alkışlamıya cesaret edemiyordu. Bunun iki sebebi vardı. Birin cisi Çakırın halk tarafından çok sevilmesi ve takdir edilmesi idi, Bu kim olduğu bilinmiyen peh- Jivana onu herkes tercih ediyor. du. İkincisi halkın bu pehlivanı Dalyan Kadrinin bir adamı san ması idi. Kurnaz Dalyan nere- den bulmuşsa bu belâlhı adamı bulmuş ve onu ilk önce Çakırın karşısına çıkarmak Üzere ustaca bir çıvgar hazırlamış ve işte daha ilk elde muvaffak ol« muştu. Eğer bu muhacir Çakı« Tı yenmemiş bile olaydı, Çakır Dalyan Kadrinin karşısına çok jyorgun ve bitkin çıkacaktı. V Pek tabif olarak Kadriye yevile- cekti. Şimdi muhacir, Dalyan Kadri ile her halde bir oynaş | güreşi yapacak ve pes edip ors| tadan çekilecek ve baş ödül Dal yan Kadriye kalacaktı. Halk pehlivanlar arasıns. ver tip edilen bu gibi çıvgarlardan hiç hoşlanmazdı. Ve işte bu mu hacir pehlivanı en çok bunun için hiç kimse alkışlamıyordu. Dalyan Kadri ne söylese, ne Kkadar ısrar etse hiç kimseyi bu nun aksine inandıramıyacağını için ses çıkarmıyor, gü- reşi bekliyordu. Bu yabancı mu hacirin Çakırı bu şekilde yen- mesi onu büsbütün şaşırtmıştı. Bu sırada cazgır muhacire yaklaştı: — Dinlenmek ister misin peh livan? — Hayır, yorulmadım. He- men güreşe hazırım! (Devamı var) ye gitmek istedikçe mü IrKlSA HABERLER Ü 4 Ödemiş şilebi 16 nisanda Tunusa hareket edecektir. Öde- miş oradan demir yükledikten sonra İngiltereye gidecek, dönüş te de Eti Bankın maden direği nakliyatına başlıyacaktır. * Hollandadan gelen yeni va- purlarla şehir hatları - takviye edilecektir. Bu cümleden olmak üzere Yalova, Büyükada ve Bü- yükdereye direk seferleri ihdası düşünülmektedir. * Milli Türk Talebe Birliği idare kurulunun istifası üzerine Birliğin yapılması - kararlaştırı- lan fevkalâde kongresi evvelki gün yapılmıştır. Bu kongrede İ- dare kurulunun istifası sebepleri görüşülerek kabul olunmuş, vak- tin geç olmasından yeni idare kurulu seçimi tehir olunmuştu. Yeni idare kurulu seçimi — için kongrenin ikinci oturumu bugün saat 13 te Veznecilerdeki Kızıl- ay salonunda yapılacak :r. * Evvelki gün, Mehmet ve Nuri adlarında iki genç Ortaköy , vapur iskelesi açıklarında balık avlarlarken, Ereğli limanma ka- yıtlı bir motörün çarpmasile san dalları parçalanmış ve denize dö külmüşlerdir. Bu sırada Ahmet Yiğittürk adında bir polis memuru imdada yetişerek kazazedeleri muhakkak bir ölümden kurtarmışlardır. » Bundan bir müddet - önce, Küçükpazarda arkadaşı - Muhar- remi tabanca ile yaralamaktan sanık olarak 2 nci ağırcezada yar gılanan Cafer, dün 4 sene 10 a- yya mahküm olmuştur. * Dört gün önce Galatada, dargin bulunduğu karısı — Nazi- menin keşerle başını yaran Ha- Ni, dün Sultanahmet sulh ceza yargıçlığı tarafından tevkif edil- miştir. * Mecidiyeköyünde oturan ve Galatada Mumhane caddesinde tornacılık yapan İlhan adında bir genç, dün tamiratile meşgul ol- duğu bir tabancayı kurcalarken silâh ateş almış ve kurşun, ay- ni yerde çalışan Behzatın bi ğana saplanarak — yaralanmasına sebep olmuştur. 'Yaralı Beyoğlu Belediye has- tahanesine kaldırılmış, İlhan hak kında da gereken soruşturmala- ra başlanmıştır. İçkili yerlerin tahanan- den vazgeçildi Vilâyet Tahdid - komisyonunun kararına itiraz eden içkili yer ip « letenlerin dilekleri İçişleri - Bakan- lığınca kabul — edilmiştir, —Alınan karara göre bu yerler, sahipleri öldüğü veya dükkânlarını — başka birine devrettiği zaman — kapatı « lacaktır. Evvelce tesbit — edildiğine — güre şehir içinde 267 meyhanenin ka « patılması lâzım gelmekte idi OKUYUCUŞ & SÜ Küçükayasofya medres sokağının Tâğımları tıkandı «— Medrese sokağının kanali- zasyon tertibatı bozulmuş oldu- gundan, çok sıkıntı çekmekteri Bunu belediyenin emri gereğince herhangi bir Zâğımcı ile yaptı mak mümkün değilmiş. —Ancak belediyenin yapması lâzımmış. Bu şikâyetimizi — Belediyenin dikkat nazarına koymanını vicu ederiz.> Adres: Sultanahmet Küçur- ayasofya Medrese sokak No. 4 Alâeddin Özüdoğru * Şehzadebaşı camiindeki helâ hakkındal yete cevap İstanbul Vakıflar Başmüdürlü ğü Basın Bürosundan aşağıdaki mektubu. aldık «Sayın — gazetenizin 6/4/949 günkü nüshasında intişar eden ve Aşir Ef. Caddesi Katırcıodlu Han 10 No, da Abdullah oğlu Nuri Sevil adlı okurunuzun (Va kıflar idaresinin dikkat nazarı- na) başlıklı " Şehzade — helâları hakkındaki yazıya cevaptır. Mevzuubahis helâ, belediye e- linde ve Şohzade medresesi itti- salinde olup o civarın bilhassa medresede oturan kesif halk ta- rafından helâ - halinde kullanılmakta — olması — itibari- le bunün kontrol ve - temizli: Belediyece — temini — lâ- gelmektedir. edi - yemize bu hususa dair tekrar bir müracaatta bulunulmustur.. şikâ. ğinin zim