YENİ SABAH 3 TEMMUZ 1941 , Külbastı altı okka.. üçer ku- ruştan on sekiz kuruş üzüm, altı okka, kırkar paradan altı kuruş.. ekmek otuz para tam okkası.. hepsi yirmi beş, yirmi altı kuruşun içinde idi. Pehlivan misafir geldi mi, Beyazıt fırınına derhal külbas- tıyı dayardım.. İşte Hergeleci- ye de bu ziyafeti verecektik. Hergeleci elimize geçmişti. Hiç onu salıverir miydik? Her halde onu, idmanda soyacak- tık, Oyunlarını, tutuşlarını gö- recektik.. daha, daha ona gec- miş hatıralarından bahsettire - cektik.. İşte, ben Hergeleciyi böyle tanımıştım. Tarihi bir hatıra olur diye o- kuyucularıma — arzediyorum... Bilmem, okuyucularımı sıkmış bulunuyor muyum?.. Fakat, ne de olsa bu yazılar doğrudan doğruya Hergelecinin hayatına taallük etmesi cihetile zikre değer... Ve Hergeleciyi bize daha yn.k.ın:iı:ı tamıtır.. Hergeleci o gece kaldı. Hafız ile medresede beraber yattılar.. (Sarı Hafız, namı diğer Kola.. Balkan harbinde yirmi yedi yaşlarında iken Tekirdağı ö- nünde şehit düştü). O akşam yedik içtik.. Cemal Bey Hergeleciyi epeyce söy - letti. Tevazu göstermekle bera- ber birçok şeyler söyledi. lecinin hâfatı hakkı da söylediklerini sırası geldiği zaman ğım.. şimdi bun - lara burada lüzum yok.. Asıl lü- zumlu olanları sırası gelmişken anlatayım. Sabahısı Cuma idi. Mithat Paşanın boş konağının bahçesi- negittik. Sultan Hamidin zap- tiyelerinin gözünden uzak ol - mak lâzımdı. Cemal Bey ve çırağı Sarı Ha- fız soyundular. İdmana başladı- Tar.. Bizler hemen hemen bu id- manlarda bulunurduk. Hergeleci lâtasını topladı. Sır tını duvara verdi. Çömelip otur- -“du. Cemal Beyle Hafızı dikkat- Zaten hepimizin istediği bu idi. Bunun üzerine Cemal Bey: — Usta, ben giyineyim, sen benim kisbetimi giy ve soyun.. Dedi. Cemal Bey yarım saat kadar daba Hafızla altalta üstüste boğuştu. İdmanını aldı. Hergeleci, soyunmağa başla- dı. Kisbetini giydi ortaya çık- tı. Yetmiş beşlik ihtiyar; — Ben pehlivanım! Diyordu. Hakikaten her ta- rafı pehlivandı ve belli idi. Hepimiz Hergelecinin kisbetli soygun haline göz dikmiştik... Bu, yetmiş beşlik ihtiyar bu - ruşıauş ve çökmüş olmakla be- raber dimdikti. Adeleleri, kuru ve iri kemikli vücudünü kapla- mış porsuk olduğu halde mü- şekkel duruyordu. Ben olduğum yerden atıldım, zeytin yağı binliğini elime ala- rak Hergeleciye yağ dökmeğe koyuldum. O, iri ve kemikli ellerinin i(,:i-I ne dökt zeytinyağını yere | bir damla bile damlatmadan ne güzel de alıp vücudüne sürü - yordu. Hergelecinin bu hali hayreti- mi mucip oldu. Hattâ onun vü- cudüne yağ sürüşü bile manev- ralı idi. Yağı, sol elinin ayası içine alıyor ve birdenbire sağ #eli ayası içine kısmen dev- rederek ve kollarını havaya kal- dırarak sü üyor... Yani, diyebilirim ki, Hergele- tinin yağlanması gibi bir peh- livanın yağlanmasını ömrüm- de görmedim. Diyeceksiniz ki, bu da bir marifet mi? Bu da bir pehlivanlık mı? Evet, bir pehlivanın yağlan - lanması bile bir pehlivanlıktır. Hattâ kazan dibinde yağlanan bir pehlivanın ne derece ve ne ayarda olduğunu pehlivan olan bir bakışta anlıyabilir. Dayanamadım, — Hergeleciye Bordum: — Usta, bir dirhem yağ bile yere dökmüyorsun?. Korkma yağ bol!, Evet, oçvakitler zeytinyağı - nın tam #ört yüz dirhem okka- Bl üç kuruştu. Hem de halis Ayvalık ve Edremit yağı.. Ben Hergelecinin yağ ziyan olmasın diye cekingen hareket ettiğini zannetmiştim, O, buna gülerek: Hergeleci İbrahim Yazan: Sami Karayel — A be oğul! Biliyorum yağ boldur... Fakat, pehlivan dedi- ğin yağını yere vermez.. Dedi. O vakittenberi anladım ki pehlivan dediğin adam yağını yere vermez. Hergelecinin bu inü orada bulunanlar işit - Mişti. Hakikaten böyle idi. Cemal Bey yağlanırken görürdüm., O da, yağını yere düşürmezdi. Tıp kı Hergeleci gibi yağlanırdı. Anlaşılıyor ki, Cemal Bey, ustası olan Hergeleciden bu u- suülleri öğrenmiş... Hergelecinin: — Pehlivan dediğin yağını yere vermez... Dediği yalnız yağını yere dökmemek olduğunu da anla - mıştım, O, ayni zamanda peh- livan dediğin toprağa ve yere değmez demek istiyordu. Hergeleci, yağlandıktan son- ra şöyle bir çırpındı. İri elleri- ni oyluklarına vurarak hava - landı. Ne güzel ve rahat çırpın-, mıştı. Çırpınırken elleri tâ, yu- karı kadar havalanıyordu. Vü- cudü de beraber ayak parmak- ları üzerinde dikiliyordu. Ben, böyle bir çırpınma bütün hayatım müddetince hicbir peh- livanda görmemiştim. Fevkalâ- de ahenktar ve bir heykel gibi idi, Yavaş ve mevzun bir tavırla bir kolu başının üstünden yu- kazı doğru dimdik uzanırken a- yak baş parmaklarının ucuna basarak dikiliyor ve yukrıdaki el aşağıya ve oyluğuna inerken tetik bir adımla ileri atlıyarak diğer kolunu havalandırıp diki- , liyordu. Fakat, Hergelecinin bu çır - pinmasını kalemle tarif etmek mümkün mü”?. Bu o kadar a- henktar, o kadar cazip, o kadar heyecanlı ve hız verici bir çır- pınma idi ki, pehlivan olmıyan bile oldluğu yerde elbisesile mey dana yürüyebilirdi. Bütün bir he di. © vakit anladım ki pehli- vanlık bambaşka bir seydi. Her kes peksivan olamazdı. Meğer, | Cemal Bey Hergeleciyi taklit edermiş.. Onun da çırpınmala - rında güzellik ve ahenk vardı. Hattâ Cemal Bey, gerek idman güreşinde, gerek ciddi güreş - lerinde kat'iyyen ayaklarının topukları üzerine basmazdı. Maarif Vekâleti çok yerinde bir düşünce ile ticari hayatiıîn de bulunanlar ve yeniden bu ha- yata atılacak olanları hazırla- mak ve ticari malümatla tec- hiz etmek için akşam ticaret mektepleri açmağa karar ver- Miştir. Bunun için hazırlanan tali - matnameye göre mekteplerin gayeleri müdavimlerini bulun - dukları veya yeniden girecek- leri müesseseler için daha elve- rişli bir hale getirmek, bankala- rın, şirketlerin ve bilümum ti- caret evlerinin servislerini tam bir vukufla çevirebilecek mü- tehassıs yetiştirmektir. Akşam ticaret mektepleri üç Şube halinde tedrisat yapacak-. lardır. Ve bunlara A, B. C. kursları adı verilecek ve her şubeye şu evsafta olanlar devam edeck - tir: Genç kadın başını kolları ara- sına koymuş, zaptedemediği hıç- kırıklarını serbest bırakmıştı. Ağlıyordu. Çocuğundan ve koca- sından nasıl ayrılacak ve bilme- diği, tanımadığı yerlerde nasibi- ni nasıl arıyacaktı!. Hayır, o bu- na tahammül edemezdi. Çok sev- diği yavrusu için her türlü ha - karete katlanması lâzımdı. Ona annesizliğin verdiği büyük acıyı tattırmamalı idi. Bu düşüncelerle başını kaldır- dı. İşte akşam olmuş, kocası ge- ne gelmemişti. Kimbilir nereler - de dolaşıyor; Hangi eglence ve kadın peşinde geziyordu?!. Bes- lediği kin, duyduğu merhamet hissiıae mukavemet edemiyordu. Gene” ağlamağa başladı. Herşe- ye rağmen gitmeli idi. Akşamın alaca karanlığı tâbiatı sarıyor, denizin vahşi homurtusu işitiliyordu. Bu vah- şi sese çamların çıkardığı derin iniltiler karışıyor, kasabanın iç- lerine kadar sokuluyordu. Sema- —_“ 32 Daha ileri giderek yazabili - rim ki, Cemal Bey sokakta yü- rürken bile topuklarının üzeri- ne basmadan yürürdü. İşte, Hergeleci, bu koca ih- tiyar böyle bir iki çırpındıktan sonra, Sarı Hafızın ensesine yapışmıştı. Hergeleci, dimdik duruyor - du. Ense bağlayışında fevkalâ- de bir ustalık olduğu göze çar- piyordu. Karşısındaki pehlivanı dertop edip bağladığı görülü - yordu. Sarı Hafız fevkalâde kuv - vetli idi. Diri ve genç bir peh- livandı. Biraz sonra Hergeleci güreşe girdi. Hafız acı kuvvetile ihtiyar us tanın girişlerini çelmeğe ve. defetmeğe çalışıyordu. Fakat, Hergelecinin girişlerinde meha- Yet vardı. Bir aralık, durdu. Hafıza şun ları söyledi: — Hafız, sen hareketlerimi idare et.. ve nasıl giriyorum, onlara dikkat et dedi. Hafız, Hergelecinin direktifle hareketleri idare edi- yordu. Ve Hergelecinin girişle- rine mâni oluyordu. — Çok geçmedi, Hafız, bir - denbire hareketlere mâni ola- maz bir şekle girdi. Hergeleci, bir hareketle ve girişle Hafızı budayarak önüne ve altına alı- vermişti. Bu nasıl olmuştu?.. Hafız, alta düşer düşmez Hergeleci, Üzer «e gitmedi. kaldırarak sordu: — Ne yaptım?. Nasıl tut - tum?, Hafız, cevap verdi: — Tek çapraz budadın usta! — Nereden budadım?, — Ayaktan... — Bu kadar mı?. Hafız, susmuştu. E! Biz d> hareketi Hafız gibi görmüş - tük.. Cemal Bey, gülmeğe baş- ladı. Meğer Cemal Rey bu ©- yunun içyüzünü biliyormuş.. Hergeleci Cemal Beye döne- rek: — Cemal Bey, bu oyunu gös- termedin mi Hafıza?, Deyince, Cemal Bey: Hafızı ayağa — Hayır usta!.. — Neden?. — Daha sırası gelmedi de ondan... (Arkası var) Akşam ticaret ckulları ha zırlıkları tamamlanıyor verdiği - - A şubsi: Tahisiline devama | imkân bulamayıp herhangi bir , ticaret hanede iş sahibi olmak, umumi bilgilerini arttırmak ve yahut ticari bilgilerini elde et-! Ğıek isteyenlere mahsus olacak- | r. | B şubesi: | B şubesi: Hâlen bir ticaret 2 hanede iş yapmakta olan ve yahut akşam mekteplerine ' de- | vam zaruretiyle ticaret biıgııe-; ri edinmek ihtiyacında ölan kimseler içindir. ' C şubesi: Hâlâ, bir ticaret- | hanede iş sahibi bulunan veya olma_k istiyen kimselerin biri ve ya bir kaç kursu takip edebil - mesi ve bilgilerini ar!.ıırn'ıasıW maksadiyle açılacaktır. * Bütün bu kurslara 12 - 45| yaşında olanlar devam edebile- | ceklerdir. İstanbulda bu kurslardan üç tane açılacaktır. — HİKÂYE dan muttasıl yağan kar tepeyi kapla_yan nefti renge sed çek me_k istiyordu. Dalsaların sahi- le" ır!_dı_rdı,ği darbe bir tüfek gü - âultusü gibi kulakları hırpalıyor- u. Genç kadın pencerenin önün - den ayrıldı. Son vapüur da gelmiş kocası halâ eve ugramamıştı. Demek ki bu geceyi de yalnız geçirecek bütün gece gürültüsü- nü bir kâbus gecirir gibi dinliye cekti.Çocuğuna baktı bu onu bi- raz sakinleştirdi. Sonra masa - *nin başına geçerek talebelerinin tahrir vazifelerini tetkike baş - ladı, Saat hayli ilerlemiş, gece ya- rısı olmuştu. O halâ elindeki kâ- Ka —FESPORS— İstanbul atletizm birincilikleri Beden Terbiyesi İstanbul böl- gesi atletizm ajanlığından: İstanbul atletizm birincilikleri aşağıda yazılı tarih ve günlerde Fenerbahçe stadında yapılacak- tır. Birinci kategoriye iştirâk edecek atletlerin listesi 4.7.1941 tarihine tesadüf eden cuma gü- nü akşamına, bayan atletlerin listesi de en geç 9.7.1941 çar- şamba günü akşamına kadar at- letizm ajanlığına vermeleri lâ- zımdır. 6 Temmuz pazar saat 10 dan , itibaren: | 4 üncü kategori: 50, 100, 110 mânia (seçme). ! Gülle, disk, yüksek, uzun (fi- nal). 3 üncü kategori: — 100. 200, 400, 110, 200 mania, 4X400 (seç| me). | Gülle, disk, cirit, yüksek, u- zun, üç adım, sırık (final). | 1 inci kategori: 100,200, 400, 110 ve 400 mamia (seçme) 10000 4X400 (final). | 12 Temmuz cumartesi saat | 15 de: Bayanlar: Yüksek, uzun, gül- le, disk (final). 80 metre mânia, 100, &X100 (seçme). | 3 üncü kategori: 200 metre mânia. (final), 4 Üüncü kategori: 110 metre Mânia, 50 metre (final). j 1 inci kategori: 400 metre mâ- nia (final). 13 temmuz pazar saat 14 de: 4 üncü kategori: 100 metre (final) 3 üncü kategori: 110 mânia, 100, 200, 400, 800 (final). Bayanlar: 100 metre, 80 met- re mânla (final). | 1 inci kategori: 100, 200, 400, 110 mâma, 5000, gülle, disk, ci- rit, çekiç, yüksek, uzun, üç a- dim, sirık, 4X100 ve Balkan bayrak (final) DEL/ED İki hırsız kadın tevkit | olundu I Yün ipek mağasasına müşteri sıfatile gırip iki ton tafta ca- larak Üsküdar iskeles.ne kadar götürmeğe muvaffak olan Nai- 5 me ve Meliha adında iki hırsız kadın şüphe üzerine takip edi- lirlerken kaçmağa , baslamışlar ve yakalaânmışlardır. Üçüncü sulh ceza mahkemesine verilen iki suçlu yapılan ilk duruşma.: larında tevkif kararı alarak hor ikisi de tevkif olunmuslardır. , Bakkalın katili —— İdamdan otuz sgn2 hapis cezasına ma'ıküim oli Üsküdarda bakkal Kema'in kasasını soyduğu sırada şen bakkalın başına bi dirhemi vurarak ö suçlu arabacı Şadanın ağırcezada muhakemesine de devam edilmiş ve karara bağ larmıştır. | Müddeiumumi muavninin inci maddeye göre istediği hâdisenin durumuna re mu- vafık bulunmuş ve ölüm cezası verilmiştir. Ancak menfaat nisbeti, çaldı- ği paranın 6 lira gibi pek az bir şey olması takdiri tahfif sebebi bulunduğundan ölüm cezasının 30 sene ağır hapse tahviline ve müebbeden âmme haklarından mahrumiyetine temyizi kabil ol mak üzere karar verilmiştir. — | TAHRİR VAZİFESİ Yazan : Süheylâ Uytun atlarla meşgul görünüyordu. Ba zan masanın kenarına ayırdığı bir dosyaya gözü ilişiyor, bazan da bu dosyanın kapağı ile oynu- yordu. Nihayet içindekilerden birini eline aldı; ve yüksek ses- le okumağa başladı. Bu serbest mevzulu bir tahrir vazifesi idi. Nihayetinde şu satırlar vardı: « içinde çıpındığım hayatı id- rak edebildifim şu günde etra - fımda bir çok boşluklar hissedi- yorum. Bu duvcu öyle acı ve ha- zin ki.. Bence anne şefkatinden uzak, baba muhabbetinden mah- rum yaşamak tabiatın sırtında serserice sürünmekten daha kor kunçtur. Annem bilmem, hangi memleketlerde yalnız yaşıyor ba DÜNYA HARBİ I (YENİ SABAH) IN BÜYÜK SİYASİ TEFRİKASI l Çanakkale imanın İki yeni manitörü istediğiniz vazifelerde kullanabilsiinriz. Bombardıman gemilerine gelin-. ce göndereceklerimiz en mütekâ | mil modellerdendir. Sizin ve or- dunun vazifelerinizi sonuna ka- dar ifa edeceğinizden eminim. “Artık Çanakkalenin fila ta- rafından yapılacak münferit hücumlarla zorlanması zamanı- nın geçtiği kanaatindeyiz. Bu- | günkü vaziyette artık buna ma- hal olmadığını da zannediyoruz. Çünkü ordu ihraç edilmiştir. Büyük mikyasta takviye kıta- atı gönderiliyor; biç şüphe yok ki Kilitbahir havalisi zamanla ve sabırla ele geçirilecektir. Şimdi sizin yolunuz, ordunun pahalıya mal olan i müzaheret etmek, kuvvetlerini: zi, ordu vazifesini ikmal ettiği zaman tahaddüs edecek yeni va ziyete saklamaktır. Size altı. monitör daha göndereceğiz ki, bunlar eski kruvazörlerden - Zi- yade oradaki vaziyet için bu Muvafıktır. Size yakında gönde- receğimiz telgraflar: bi 1 — Denizaltılara karşı ağ- ların, 2 — Maymnlara karşı bazı zırh hlarına — koyacağımız — hususi tertibatın, 3 — Büyük çapta topların, İrsalini bildirecektir.., j Bütün bu telgrafları Lord| Fiseher'le birlikte yazdıktan | sonra uyumak üzere biribirimi- | zden ayrıldık. Fırtınalı bir top'antı 14 Mayısta toplanan harp meclis pek fırtımalı oldu. Şu vaziyetle karşılaşmış bulunu - yorduk: Gliboludaki Hamilton ordu - su kat'i surette yerinde mıh - lanıp kalmıştı. Bu ordu yarım-| adaya pek muhataralı bir su - rette çivilenmişti. Ona takviye | temin etmek güçtü. Ricat etmek | ise daha güctü. Filo âdeta seyir | ci bir vaziyette bulunuyor, Lord| Fischer Çuen Elizabeth'in geri| çağırılmasında ısrar ediyordu, | Alman denizaltıları, büyük birW filonun Çanakkale önünde mü- essir bir bimayeden mahrum o- larak tahasşüt etmis olduğu Ege denizine girmeye hazırlan- makta idi. Ayni zamanda Fran-| sız cephesinde İngiliz hücumla- rının hiçbir netice vermediğine şüphe yoktu. Filhakika buW French ordusu 20,060 kisi kay- bettiği halde hıçbir muvaffaki- yet elde edememişti. Büvük ka- rargâh daha fazla takviye ve mühimmat isterdi. Mühimmat buhranı patlak vermis ve ogün- kü Times gazetesi obüs kıtlığı | mı acığa vurmuştu. Bunları di- ğer bir buhran, vahim bir siyasi buhran takip etti. Her ay Prus yanın zâfı ve hezimeti daha bü yük ve daha şiddetli oluyordu, Derin bir yı ddetli aksülâ- meller o günkü içtimaa ve münalkaşalara hâkimdi. Evve Lord Kiçner söz al- dı. Farbiye nazırı gayet ağır bir lisanla onu bunu tahtıe edi- yvordu. Lord Kiçner, Çanakkı- leve tir ordunun gönderilmesi - ni, denanma tarafından boğaz - alrın zorlanabileceği kendisine ee — bam ise zayıf iradesinin emretti ği şeyleri zevkle tatbik etiyor. Henüz tekâmül etmiş bir çocuğa bundan büyük darbe indirile - mez, Meger ben aile otoritesinin haricinde şamağa mahküm bir kızmışım!.. Genç kadın gözyaşların demedi. Büyük bir vicdan duyuyordu. Yavrusunu tei dip gitse o da böyle ıztırap çe - kecekti. Lânetler edecekti. Bun- da küçüğün kabahati ne idi?!. Anne ve baba gecimsizliğine daima çocuklar mı feda editecek ti?!. Genç kadın kararını veri Gitmeyecekti. Yalnız onun için, onun betbaht olmaması için bu- nu yapmıyacaktı. gözlerini açtı. Kar gene ayni şi- onun! de çeliğe karşı zaferi temin edildiği için kabul ettiği- ni- soylüyordu. Şimdi ise bahriye, teşebbüsü bırakmış, taarruzdan vazgeç - miştir. Onun bu fikirleri Çuen E lizabeth'in rakipsiz vaziyetine ve bu geminin Çanakkaleden geri çekilmesine istinat ediyordu Bu büyük harp gemisi, hem de öyle bir zamanda geri çekiliyor- du ki, ordu Gelibolu yarımada- sında ik mikyasta bir ha- rekete girişmiş ve bu ordu ken di mevcudiyeti için mücadele etmekte bulunmuştur. Her taraf sakat ! Lord Fiseher bu ithamlara karşı müdahale etti: O daha başlangıçta Çanak - kale seferine muhalif imiş. Başvekil ile Lord Kiçner bunu pekâlâ bilirmiş. Bu müdahale hepimizin sükütile karşilandı. Harbiye nazırı sözüne devam ederek diğer harp cenhelerine geçti. Son derece bedbindi. Fransadaki ordunun bütün mü- himmatı, şimdiye kadar ma - lüm olmıyan bir nisbet dahilin- de harcettiğini söylüyordu. Her neviden mühimmat siparişle - rinin son derece geciktiğini, Rusyanın zayıf düşmesi, Alman larin şark cephesinden kuvvet- lerini garp cephesine geçirme - lerine ve bize karşı taarruza geçmelerine müsait olduğunu anlatıyordu. Üçüncü olarak da İngilterenin istilâ tehlikesi kar- şısında bulunduğunu ileri sü - rerek mülâhazalar serdetti. Daha neler olacağını nasıl keş- fedebilirmiş?. Her ne pahası - na olursa olsun, evvelâ İngil - terenin müdafaasını temin et- mek lâzımdı ve şimdi Fransa - daki İnğiliz kıtaatına vâdettiği dört. fırkayı göndermek icap ediyordu. Henüz bedbin olmamalı ! o ü bitirince harp mec- lisi âzasının gözleri bana, daha doğrusu benim aleyhime dön - dü. Söz aldım ve bu kitabın ru- hunu teşkil eden, okuyucuları - man bildikleri delillere istinat ederek müdafaaya başladım: Eğer üç ay ewvel, Mayısta 80 ilâ 100 bin kişilik bir ordunun emre hazır olacağını bilsek hiç şüphe yok ki, Çanakkalede yal- nız denizden bir tarruza giriş - mezdik. Bazı noktalarda işlerin fena gittiğine de şüphe yok. Bu hal bizim üzerimizde fena tesir bıraktı. Fakat simdi he - nüz cesaretimizi kıracak ve bi- zi şaşırtacak bir vaziyette de- Ahval henüz son derece kötü değil iken bunu pek ber- bat göstermenin de mânası yok. 'anakkaledeki harekât (Çuen Elizabeth harp gemisine istinat etmemiş olduğu gibi bundan sonra da bu gemiye istinat et- miyecektir. Oraya yapılan ta- arruz plânına, bu gemi dahil bile değildir ve bu yeni geminin oraya sevki sonradan kararlaş- tırılmıştır. Şimdi bu gemi geri çekilmektedir, Bu kadar kıy - metli bir harp gemisinin deniz altı taarruzundan masun tutul- ması lâzımdır. Fakat onun ye- rine diğer harp gemileri, moni- törler gönderiyoruz; ki, bunlar bambardımanlara hem daha müsait, hem de denizaltı tehli- kesine karşı daha iyi mu- hafaza — edilmektedir. — Deniz kuvvetleri tarafından orduya (Sonu: sahife 6, Sütun 1 de) ddetle yağıyor, rüzgâr gene ay - ni kuvvetile esiyordu. — Odada birinin dolaştığını hissetti. Bak- tı. Kocası idi. Ellerini arkasında birleştirmiş ve beyaz — bir kâat tutmuştu. Düşünüyordu. — Kemal!.. — Uyandın mı Neriman?. Genç adamın bakışları bu gü- ne kadar tesadüf edilmeyen ga- rip bir ışıkla parlıyor, hareket- lerinde mahcubiyet seziliyordu. Affet beni Neriman.,, De- di. “Seni ve çocuğumu bir hiç yüzünden ihmal ediyordum..,, Sustu. Elinde tuttuğu kâadı genç kadına gösterdi.. Ve ilave etti: “— Şu gencin ilk iniltili fer « yadını okudun mu? Biz küçüğü- müzü aynı akibete sürüklemeye- ceğiz. Sen de söz ver Neriman!. Söz ver ki müsterih olayım.,, Nerimanın gözlerinden iki dam la yaş yuvarlandı. Bu sevinç göz yaşlarile yuvasının yıkılmak tan kurtulmasını tes'it etmiş oldu.