1 TEMMUZ 1941 Ajans Haberleri Amerikada yakalanan casuslar Meşhur bir Alman kon- feransçı da bunların ara- sında beamuymltcrar. Nevyork, 50 Şi —— ü si Almanyada doğmuş olan 29 ki-! şi casusluk suçu ile itham edile- rek tevkif edilmiştir. Casusluğa ait kanunun kabulünden beri casusluk töhmetile kütle halin- de yapılan tevkifatın en mü - bimmini bu son tevkifler teşkıl etmektedir. Bu tevkifleri tahkikat bürosu şefi B. Ergar Hoover pazar gü-| nü bildirmiş ve bütün mevkuf-; Jarın casusluk — zannı deral polise mensup memurlar bu meselede gayet seri davran-| mışlar ve bütün maznunları son 24 saat zarfında yakalamışlar -| dır. 18 kişi Nevyorkta, diğerle- | ri ise Newjersey, Michigan ve, Wisconsin'de tevkif edilmişler-; dir. Mevkuflardan beşi daha evvel hapse girmiş kimselerdir. Mevkuflar arasında 3 kadın vardır. B. Edgar Hoovr, yaptıgı be- yanatta, bunlardan bir coğunnu | harp malzemesi yapan fabrika- | larda, birinin de Transatlantik hava hattında çalıştığını söy - lemistir. Mevkuflar casusluğun tenkili hakkındaki 1917 tarihli Kanunun hükümlerine istinaden zan atma alınmışlardır? B. Edgar Hoover bunlardan bazılarının faaliyeti hakkında ifşaatta bulunarak harp malze- mesi ve bilkassa tayyarelere ait malümat topladıklarını beyan etmiştir. Federal makamlar bun ların harekâtını iki seneden be- ri takip etmislerdir. Maznun - lardan biri Kapta doğmuş Fred | rich Oubert Tuguesne isminde bir muharrir ve konferansçıdır. Bu zatın beynelmilel bir şöhreti wardır. Alman olan Max Blank | adında diğer bir maznun ise Roosevelt'in emrile son zaman- larda kapatılmış olan Nevyork Alman istihbarat ajansında ça- lışıyordu. Amerikada 900 bin kişi silâh altına davet edildi Hydepark, 30 (a.a.) — B. Ro- osevelt pazar günü bir kararna- me neşrederek önümüzdeki 1 _Temmuzda başlıyacak sene için Amerikan kara ordusuna alına- cak askerlerin miktarını yaz - dıklarını 900 bin olarak tesvit etmiştir. 16 Teşrinievvel 1940 “dan sonra 19 yaşını-ikmal eden- altında | bulunduklarını söylemiştir. Fe-| ler yarın kayıt - muamelelerine başlıyacaklardır. Mütehassıslar Ingiliz kabinesin- de tadilât Levazım işlerine büyük ehemmiyet verildiğini gösteriyor Londra, 30 (a.a.) — Başve - kâlet tarafından pazar akşamı neşredilen tebliğde bildirilen ka- bine tadilâtı hakkında mütalea yürüten Reuter'in parlâmento * muhabiri şöyle — demektedir: Lord Beaverbrook'un levazım nezaretine tayini levazım işleri - ne verilen ehemmiyeti göster - mektedir. Lord Beaverbrook tayyare imalâtı nazırlığında İngilterede ©o zamana kadar — görülmemiş derecede tayyare imal ettirme- ğe muvaffa kolmuştur. Şimdi yeni — vazifesinde her türlü harp malzemesi imalâtına yeni bir hız vereceği tahmin edile- bilir. | Lord Beaverbrook levazım nezaretinde B. Duncahi istihlâf etmektedir. B. Duncan ise tica- ret nazırlığına getirilmiştir. Ye- ni ticaret nazırı geçen eylülde Herbert Morrisonun yerine le- vazım nazırlığına tayin edilmiş- ti. İngilterede | modern j tayyareler Londra, 30 (a.a.) — Havacı- hk mütehassıslarına göre, İn- giltere, daha seri ve müessir avcı tayyaresi imali icin yapı-! lan yeni mücadelenin ilk safha-| sını kazanmışa benziyor. lngi-* Jiz hava kuvvetlerinin son ©on beş gün içinde Manş üzerinde yaptıkları muvaffakiyetli —hü- | cumlar yeni Hurricane ve Spit-| fire modellerinin Almanlar ta -| rafından bu kadar methedilen ve dünyanın en seri ve en yük-| sek irtifaa çıkabileceği iddia edilen son Messersehmitt 109 larına çok üstün olduğunu gös- | termiştir. İngiliz hava kuvvet. lerinin bunlardan başka iki ko-, zu daha vardır. Tornado ve Typhoonlar. Bu yeni tip tayya- reler Spitfire ve Hurricaneler - den de yüksektir. Şayet fabri - katörleri, havacılık sahasında bir inkılâp teşkil edecek bır tayyare yapmağa muvaffak o- lamadılarsa da, şimdiden İngi- liz hava kuvvetleri tarafından temin edilen üstünlük Tornado ve '?'yphoonlar harekâta iz—trak ettikleri zaman büsbütün ken - dini gösterecektir. yarın orduya kaydedilmek için Müracaat edecek olanların 700 bin kişiye varacağını tahmin et mektedirler, | Türkh Denizcisinin Her Sabah Bayramı ugün Türk denizcileri, Türk vatanını çevreleyen kıyılarda göğüslerini kabarta, kabarta bayram ediyorlar. Hakları var. Gülsünler, eğ- lensinler. Onlar artık Türk milli sularının hakiki efendile- ridir. Bu satırları okuyan yeni nes- le mensup bir okuyucu belki: — Bu da ne demek? Türk denizcisinin, Türk sularının e- fendisi olmasından tabii ne o- labilir? diyecektir. O da haklı, çünkü Türk su- larında ürk denizcisinin ök - süzlük çektiği devirleri idrâk etmemiştir ve bu itibarla Türk denizcisini öz sularında efendi pâyesine çıkaran Cümhuriyet Türkiyesinin bunu yapmakla neler başarmış olduğunu, eski kara günleri idrâk etmiş olan nesil kadar kavrayamaz. Bun- da da mazurdur, zira kendini bildiği andan beri o, bir Türk limanından diğerine gönderin- de nurlu hilâlimizi taşıyan bir Türk gemisiyle gidip geldi. * Aman yarabbi ne idi o kara günler.. Birbirinden köhne, birbirin- den murdar “İdarei Mahşusa,, gemileri.. Haliçte birbirinin ü- Zzerine abanmış yeis - verici bir pas ve harabi manzarası içinde Ççürüyüp — giden, sözüm ona, posta vapurları. Köprü - Kadı- köy seferlerini sakin havalarda bir saatte, biraz denizli lodos- larda iki, iki buçuk saatte ya- pabilen mahut (4) numaralı vapur. Yol alırken zangır, zan- gir bacası sallanan ve makine- sinin sesı: — Çabalama kaptan, ben gi- demel temposuna kolayca uyan ydn,, lar, “Eserişev- ket,, ler.. Sandalının içinde ayağa kal- kıp kolunu uzatarak: Yetişebilirsen, çiğneme- mezlik etme!.. hitabı karşısın- da bile sür'atleri saatte ikı, üç mili bır türlü geçemeyen Hali- | çin başı, kıçi düz; yandan çark- h tontonları.. İşte bu yokluk ve boşluk içinde Türk suların- da Türk gemisi ve Türk gemici- si hakirdi. Çünkü her ikisi de bakımsızdı. , Buna mukabil Osmanlı impa- ratorluğu asker sevkiyatını bı- le “Destüni,, isimli bir yabancı ' kumpanyanın vapurlariyle ya- pardı. Türk limanları arasında hep ecnebı bandıralı gemiler iş- lerdi. İstanbulla Mudanya a- rasında bile sefer eden küçük teknelerin hemen hepsi ecnebi bayrak taşırlardı Bütün bu yabancılar arasın- da yalnız “Şirketi Hayriye,, vapurları yüzümüzü güldürür ve yalnız Türk sancağın bu müessesenin temiz gemilerinde seyr ıle sevinirdik. * O kara, hazin günleri yaşama- miış yeni nesil Türk denizcile- rin bayramındaki — göğüs ka- bartıcı mânayı ancak bu izahat- UNDDNT < <e ğ *A l FÜ o Pa — KÖLE n âYııan: Ulunay Tefrika No Dw — Anmneciğim. İnsan mutla- ka sevdiğinden maddi bir şey mi bekler? — Ona ne şüphe. — Pekâlâ, Bu kız -bana bir yuva kuracak/ Muhabbet geti- © recek, saadet getirecek. — Belki “lk-zamanlarda öyle. Fakat sonraları sana zaruret ge tirecek, sefalet getirecek! Pa- Ta$)ız aşk olmaz. — Nasıl? — Evet. Paracız âşk olmaz. .Bılk; clur fakat devam etmez. işte kardeşin gözünüa - önü duruüyor. Kocasının fakirliği den ona bile bıkkınlık eOIdı — Ben böyle düşiünrmüyo - Tum. -- Bu düşünmek meselesi de- gildir. Akıllı adam böyle hare- ket etmez. Sen akılsız bir adam gın, — Kendimi öyle zannetmiyo- vum, — BSözüme dikkat et. Sana zeki değilsin, demiyorum. Akıl- sızsin diyorum, - Akıl ile zekâ büsbütün ayrı şeylerdir. Baban hiç zeki degğildi. Fakat akıllr adamdı. Her şeyi:bana bıraktı ve ölünciye kadar rahat rahat yaşadı, < © Fazıl, annesine karsı kendi ni hangi sahada müdafaa etse Nadire hanım'ona kavsı vere - cek bir cevap buluvordu! Biri- birlerinin kanından, etinden, ke- miğinden” yaratıldıkları halde, düşünce, duygu, hayatı görüş itibarile tamamen birlerine yabancı olan bu-ane oğul ara sında mücadele devanı ediyor - du. Nadire hnram, oğlunun ile- Ti sürdüğü bütün — nazarıyeleri kendi mantığına göre çürütü yor ve genç 'adamı yavaş yavaş tamamen tahaküm — çenberinin içine alıyordu. Fazıl: — Anne! dedi. Bizim biri - birimizi - anlamamıza — imkân yok. Hayat hakkında nazariye- lerimiz tamamen ayrıdır. Bu nazariye meselesi de- Bil, sen hayatta bir istisna teş- kil ediyorsun. Hiç kimse senin gibi düşünmez. — Maâalesef öyle, kimsenin benim gibi düşünmediğini ben de biliyorum.” Servet, insanlar için bir fazilet'olmuş. Fakat bu mütlaka beni de herkes gibi dü- şünmeme bir sebep teşkil etmez. Onun için: bana müsaade edin.. Nadire-hamm, öfkeden do- nuk bir cam rengini alan na - zarlarını oğluna dikti: — Bu meseleyi halletmedik- ten: sonra odadan — çıkamazsın! dedi. Fazıl ayağa kalktı: Rica ederim, - anneciğim, beni bırakınız gideyim, — Sizin için bw meselenin hallı - benim muvafakatim - demektir: ve ben buna “evet,, demiyeceğim. — 'Diyeceksin! — ©O.-halde ben irademe sahip değilim. — Üzerinde mes'uliyet olan adam iradesine sahip olamaz. Senin üzerinde bu evin mesuli- yeti var. — Dikkat et anne! Bana â- deta esir muamelesi “ediyorsun. Nadire hanım ısırıcı bir kah- kaha kopardı: — Ay! Sen kendini başka bir sey mi samyordün? Görü- yorum ki odanı — doldurduğun na öğretememişler, Cemiyet ha- yattaki hakiki mevkilerini sa- na öğretmemişler. Cemiyet ha- yatında” yaşıyanlar - esaretten kurtulamazlar, En hür, en müs- takil sandıkların bile hiçoolmaz- sa üzerlerine âldıkları işin, mes- uliyetin esiri: olurlar/ Ben bu- v ÇAM T UKD Arada bir Şimdilik — ——Bukadar ! Yakln tarihten “Mahkeme dolan- hoş bir fıkra Bugünkü siyasi kararsızlıklara karşı siyasi tarihimizde hoş bir hadise Yazan : Aka GÜNDÜZ Yeni Türkiye, bütün — hâdi-' seler karşısında kKarar vermeği ve kararını tatbik etmeği öğ- renmiş bir memlekettir. Siyasi hareketlerde olsun, harp karışık- lıkları karşısında olsun hiç bir işimizi tereddüde kaptırıp med- res: ve dusürmeyiz. Fakat buna mukabil, dünya- ya söye bir göz atınca görüyo- ruz ki bir çok siyasi ve içtimai muhitleri derin bir tereddüt ve kararsızlık kabiamıştır. Harbe girmekle girmemek, gi rilirse ne olur veya ne olmaz, sağa dönmekle sola bakmak, sakala üflemekle bıyığa üfle- mek arasında o kadar çapraşık tereddütler, lüzumlu lüzumsuz endişeler, katmerli kararsızlık- lar görüyoruz. ki tuttuğumuz dürüst ve açık yoldan iftihar ve , gürür düyüyoruz. Bugünkü siyasi kararsızlıklar karşısında hoş bir hâdiseyı ha- tırladım. Bu bizim siyasi tarihi- mize bir güç geçecektır Çünkü Abdülhamidin siyasi devri ba- kımından büyük bir mânası var- dır. Önce dekorunu çizeyim : Yıldız sarayında — Abdülha- mit, korku, korkutma , zulüm devri. İstanbul yakasında İstanbul Şehremini Rıdvan Paşa. Rıd- van Paşa iyi bir vezirdir. Ab- dülhamidin göz bebeği ve za- manın en nüfuzlu bir şahsiyet- tir. PErenköyünde — oturuyor. (Not: Dedirhanlı Ah Sami Pa şanın adamları tarufından — E- renköydeki köşküne giderken tabanca ile öldürülmüştü. Ta- rihi bir vak'adır.) Balkan muharebesinde vazi- fe alan Kara Said Paşa Selimi- ye kumandanıdır. Sert huylu, pervasız bir zattır. Genç Muzaffer bey de paşa- nın yaveridir. (Genç Türk) ler- den vatansever bir delikanlı. Ayni zamanda kiminle olursa olsun şaka ve muziplik etmegi pek sever. Dekor bitti. Sahnede hareket başlıyor: Rıdvan paşa ata meraklı. Güzel, cins bir Arap kısrağı al- mıştır. Bu kısraktan döl almak istiyor. Aratır taratır. Bir gün haber verirler; — Selimiye kumandanı Kara | Sait paşa hazretleri biraderi- nızde Beğlik Hârânın çok cins bir aygırı varmış. Ondan döl a- labiliriz. Rıdvan paşa haber gönderir, giden kelli felli zat yaver Mu- zaffer beye anlatır. Yaver oda- ya girel aa ON AAA A | tan sonra lâyıkiyle kavrayabilir- ler. Türk denizcileri, bayramınız kutlu olsun!, A. * TACOĞLU nW okadar umumileştiriniyorum Benim düşüncem şu evin içi- ne: aittir. Burada herkes esir- dır ve benim esirimdir. Anladır ni? Fazıl, tahakkümün bu dere- cesini aniamıyordu. * Anasına hayretle baktı.. Nadire hanım her cümlenin arasındâ bir kere. poflayarak, devam etti: — Her esir, peş tahtaya pa- ra sayılarak satın alınmaz Bir takım mecburiyelter de insan- ları birbirine kol köle eder. He- le senin vaziyetinde olanlar pa- raile alınmışlardan daha $ lam surette temellüke - hak zanırlar. Benini senin üzeriade emeğim var. Son! esir pazarın- dan alsaydım: nihayet verdiğim para - kadar. kiymeti) — olurdu. Öyle değii, Ben seni peydahla- dim, boya getirinciye kadar uğraştım, emek verdin Üze- rindeki hakkımı — ödeyemezsin, Bana itiraz - etmek, - istediğimi yapmamak senin ne haddine! Fazıl düşünüyordu. Anmesini tarihte okuduğu ka- dınalrın bir (tenasüh) ü gibi gö rüyor, onu rakibelerini boğdu - Tup denize attıran valide sultan- lara, kocalarını, âşıklarını - ze- hirliyen Lükres'lere, Dalila'lara benzetiyor, karşısında halâyık- ları hamama sokarak - kırbaç- la döven, bütün ev halkını tit- reten- ©. eski Nadire hanımı görüyordu. Çocukluğundanberi ikinci tabiat | Hükmüne geçmiş Düi — Rıdvan paşa hazretleri bi- raderinizin selâmı var, gözle- rinizden öptü. Saray Hârâsı- na mensnb olun nezdi devleti- | nizde bakılan aygırdar. döl al- mak istiyorlarmış. Ne emir bu- yurursunuz. Kara Sait paşa biraz tered- dütten Ssonra emir verir: —- Gönder Muzaffer.. | Muzaffer bey çıkar. Fakat paşanın kısa tereddüdü gözün -| den kaçmaz, tekrar içeriye gi-, rer: — Paşa hazretleri, der.. Ay- giri emri devletiniz. mucibince göndereceğiz, baş üstüne, fa- kat bir maruza. — Söyle bakayım, ne var? — Şey efendim, hani, aygır Hârâyı Hümayuna mensuptur . Padişah efendimizin atlarına ne kadar meraklı olduğunu . .. — Anladım. Gönderme Mu- zaffer!. — Başüstüne efendim. Muzaffer bey vaziyetin ko- mikliğini hemen kavrar, beş da- kika sonra gene girer: — Ne istiyorsun Muzaffer? — Paşam LAf buyurunuz, ak- hma âcizane bir düşünce geldi. | — Neye dair oğlum?. — Hani, yok mu ya, aygır meselesi.. — Aygırı göndermedin de- ğil mi? — Müsaade buyurunuz pa - şam. şey.. düşündüm ki Rıdvan paşa hazretleri biraderiniz zatı gbz bebeğidir Haber alırlarsa ki damım Ridvan kırk yıl- da bir aygırı istedi de en iyi ada- mım Said. — Gönder, Muzaffer!. On dakika sonra Muzaffer bey gene paşanın huzurundadır. — Gödenrdin mi Muzaffer ? — Paşam ,bir türlü işin için- den çıkamadım.. Göndermesine gönderelim. Fakat, ya saraya sormadan gönderdi diye hafiye- ler jurnal ederlerse? — Gönderme, Muzaffer!. Be şon dakika sonra Muzaffer bey gene huzurda: — İyi ettin de göndermedin. — Fakat paşa hazretleri, mü- him hir bot'tavı arzetmekliğime müsaade buyurunuz... Diyelim ki sarayı hümayuna yazıp sor- duk. Şüphesiz muvafık irade çıkacak. Ya bunu Rıdvan pa- şa hazretleri biraderiniz duyar da (vay! derse, paşa biraderim bir aygırı bana inanmadı da padişahımızı - rahatsız etti.) ve doğruca saraya — gidip - hâşâ şikâyet değil - biraz sızlanır- sa? — Gönder, Muzaffer!.. Biraz sonra genç muz'p gene paşanın karşısında: (Sonu sayfa 5 sütun 6 da) bir korku bütün — hüviyetini sardı. Fazıl, Nadire, hanımın da de- diği gibi ahlâk itibariyle ba- basına çok benzerdi. Anasma bu kadarcık da mukavemeti ge- ne ondan aldığı az buçük - bir irade kuvvetiyle idi. Yoksa ta- mamen babası gibi hareket et- mı= olsaydı ıpkt&n “münasip- !, diyecek işin içinden- çıka- .a.ku Nadire ' hanım — Fazılın mukavemetinin yavaş yavaş kı- rılmağa - başladığını — hissetmiş gibi sesini yükseltti: -£ Sana şimdiye kadar ma- kul bir adam gibi söz söyledim ; anlamıyorsun.. Benim bir - ta- kım züğürt tesellilerine karnım tok. — Fakat anne.. Pakatı makatı yok.. Sa- yledim .Bu odadan ancak teklifime muvafakat etmek su- retiyle çıkabilirsin. Yoksa: en büyük rezalete hazır ol.. —- Bana çovuk muanmmelesi edi- yorsun. — Hayır çocuk muüamelesi etimiyorum.. Köle muamelesi e- diyorum, Senai doğurdum, bü- yüttüm, -okuttum, yetiştirdim... Şimdi kârı e prenses Dilfikâr hamın — elendiye — satıyorum.. Kafana dank dedi mi? v Siyah, Beyaz Matbaanın rütubetli, darko- Fi vadisah efendimizin | dırıcıları Söziine inandığım bir ta- nıdık anlattı: “— Hükümet çok yerinde bir kararla bundan iki sene evvel “mahkeme takipçisi,, ün- vanı altında çalışan bir takım tufeyli adamları işten men ve bu gibi işlerle her modern mem lekette olduğu gibi münhasıran avukatların meşgul olabileceği- ni ilân etti. Belki bu takipçiler arasında bir kaç namuslu ve dürüst a- dam da vardı. Fakat bunların | ekserisini mahkeme xoridorla- | rında avlıyacak safdil arayan | bir takım serseriler, dolandırı- cılar filân teşkil ediyordu. Kurulan tuzak unlar bilhassa icra ve hukuk mahkemelerine iş- Jeri düşen zavallı vatandaşlara musallat olurlardı. Meselâ evi satılmakta olan bir adama ya- naşırlar, kanunu iyi bilmiyen, | belki de okuması yazması bile olmayan bu masum vatandaşı tuzağa Gdüşürürler. Hâkimler, müddeiumumiler nezdinde mu- hayyel nüfuzlarından (!) dem vurarak işi bir çırpıda hallede- ceklerini, bunun için şu kadar paraya ihtiyaç olduğunu söy- lerler. Biçare vatandaş çok ke- re bunlara kanar, Elinde av- cunda beş on para kaldıysa ve- rir. Fakat bu parayı alan ha- ( yırhah (!) dostları bir daha | bulamazdı. Bu müddet zarfında | kanun da seyrini takip eder. | Bunlara inanan vatandaş bir çok hatalı işler yaptığı için | neticede evini büsbütün kaybet- der. | Başka bir usuf Ayn'ı adamların başka bir Marifetleri de izalei şü- yu vesair satacak işlerine bu- runlarını sokmak, bunları al- mak mecburiyetinde — bulunan : eshabı mesalihi malın kıymeti- ni arttırmak tehdidile soymak- tir. İste hükümetin yeni kararı bu gibi şüpheli adamları mah- keme koridorlarından uzaklaş- tırdi. Fakat... | Fakıt geçenlerde mahke- meye bir işim düşmüş- , tü. Bununla uğraşırken mahut takipçilerden bir kaç kişinin ye- niden koridorlarda dalaştıkla- rını ve bu defa gayri resmi su- rette avlıyacak zavallı araştır- dıklarını gördüm. Gözlerine kes tirdikleri eshabı mesalihe yak- laşıp bir takım muhayyel nü- fuzlardan bahseden bu dolan - dırıcıların mevcudiyeti hakkın- da sayın müddeiumuminin na- zarı dikkatini celbedersen bü- yük bir iyilik yapmıs olacak - sın.., | — -Ben de bunu ehemmiyetleBay | Hikmet Onat'ın nazarı dikka- tine arzediyorum. İ MURAD SERFOĞLU —'w»w ridorunda, merdivenin yanında oturan kapıcı Hüseyin ağa bir kaç gazete ile bir zarf uzata- rak: — Dün getirdiler! dedi. Fazıl zarfı cebine kayarken sordu: — Yahya bey geldi mi? — Yukarıda beyim. Gazeteleri koltuğunun altına sıkıştırdı; pis duvarlara sürün memeğe çalışarak dar merdi - venin çatlak mermer kademele- rini ağır ağır çıkmağa başladı. “İstikbal,, gazetesi - sahibi Yahya bey birinci” katta, |bir meyhane tezgâhını -andıran idare bölmesinin yanında - is- kemleye oturmuş - karşısındaki Mürettiplerden birini sigaya çe- kiyordu. Fazıli »selâmladıktan sonra tezgâhın -üstünde duran bir gazeteyi aldı, uzattı. — Size ait bir makale - var, dedi. — Nedir? — Okuyun. — Güliba size tariz ediyorlar. Fazıl gazeteyi cebine soktü; ikinci kata çıktı. Muharrirlerin çalıştıkları büyük odaya girdi. İstihbarat müdürü Tevfik Bey, eskilikten, kirdentabil bir par- laklık alan ve eski kalem oda- larındaki yazıhaneleri andıran gözlü masanın başında oturu - yor, ve kâğıdın üzerine kurşun kalemi ile manasız çizgiler çizi- yordu. — Buyurunuz üstad! ( Arkasıvar)j gençler