KA f Y TT H L Uzandığı şezlongtan doğrula- rak pencereden dışarıya baktı Tabiat ne güzeldi. Yıldızlar ne sevimli parlıyordu. Ağır, ağır a- yağa kalktı. Pençereye doğru bir kaç adım attı. Durdu. Saate baktı. Kendi kendine: — Tuhaf! - Diye seslendi.. Şimdiye kadar gelmeliydiler. Pencerenin önüne gelerek ba- şını cama dayadı. Ve mehtabi emmeye başladı. Ay yuvarlak ve parlaktı. Gözleri çabuk ka - maştı. Ve yumdu. Biraz dakdlı. Kendini kaybetti- ği esnada, kapı hızlı, hızlı çalın- dı. Anf silkindi ve koşarak ka- piyi açtı. — Oh.. Nerede kaldınız? Ya- Tım saattir sizleri - bekliyorum. Hoşgeldin Cemil.. Sen de, şair.. Pardesüsünü acele giydi. Hep beraber dışarı çıktılar. Her nedense tiyatro bu akşam pek kalabalıktı. Üçünü kapıda karşılıyan şişman Ermeni mü- dürün yüzünde, ağzını kulakla- tına kadar ayıran yağlı ve tit- süslü şişman ellerini sallıyarak; rek bir tebessüm vardı. Onları, neş'e içinde localarına kadar gö- türdü. Cemil, Orhanın kulâğına eği- lezek birşeyler fısıldadı. Orhan ani kızardı. Şair: | — Ona aldırma Orhan, dedi. Ben ne demek istediğini anlıyo- rum. Ve bü kıza inanıyorum. Senin sevdiğin bir kız herhalde harikulâdedir. Ve, dün anlattı- ğan şekilde, tesirlere malik olan bir kız, seçme ve asil olmalıdır. Bu kız, şimdiye kadar ruhsuz olanlara ruh verebiliyorsa; ha- yatları karanlık olan insanların içinde güzellik duygusu uyan- dırabiliyorsa, o zaman bu genç kız, senin perestişini haketmiş- tir. Orhan, Şairin elini sıkarak: — Teşekkür ederim, diye ce- vab verdi; beni anlıyacağını bi- liyordum. Cemil hep böyledir.. 'akat,. işte orkestr: Dikkat et.. Biraz Sonra-perde kalkacak 've sen kendisine bütün hayatı- nı vereceğin kızı göreceksin. Biraz sonra, alkış tufanı için- de Orhanın sevgilisi sahneye girdi. Evet! Sevimli ve çekici bir güzelliği olduğuna da şüphe yoktu. Şair ayağa kalkarak alkışla- maya başladı. Orhan, hareket- siz ve rüya görüyormuş - gibi gözlerini sevgilisinden çekmeden bakıyordu. Sahne (Toska) operasının —. Sandâlcılar kendi kendilerine öteden beriden konuşuyorlardı. Biri dediki: — Ne fena hava? Arkadaşı cevab verdi: — Çok sürmiyecek. — Neye yaradı? Bugün balık — Adam sen de! Allah yarın kısmetimizi verir. Üçüncü de muhavereye ka- — (Hansen) in ağları akın- tıya kapılmış. — Paralanmış mı! — Ne paralanmış? Takımiyle gitmiş. — Vah vah. Zavallı adam fa- kir de, — Ya! O biçarenin beş çocu- gu da var. — Başka ağı da yoktur değil mi? — Ne gezer, onu da borç ile edinebildi. Elân bedelini ödeye- medi, — Şimdi ne yapacak? — Hiç! elleri böğründe kal- mış. Akşam gördüm. Pek müte- essir idi. Adeta — teessüründen ağlıyacak dereceye geldi. — Doğrusu pek acıdım. Mua- venet kabil olsa. — Elimizden ne gelir ki? Bi- zim de halimiz meydanda. — Doğru! Fakat bize nâsıl ol- ga biri lâzım değil mi? Hanesini gündelik ile yanımıza alırız. — Hele bakalım eve gidelim de. Zaten de geldik. Mubaverelerinden - balıkçı ol- PZ Aşkın GünahNl.. Yazan : OĞUZ ÖZDEŞ mil ayağa kalkarak pardesüsü- Fakat oynıyamıyor. Haydi gi- Şım.. Bu akşamınızı ziyan etti- Zim için çok müteessirim. İki- gduklarını anladığım üç kişi ha- ’” Z rinci perdesini gösteriyordu. Ka- ba ve biçimsiz giyinmiş aktör- lerin kalabalığı arasında, genç kız, daha yüksek bir âlemden, | Bir varlıkmış gibi, kımıldanma- ya başladı. Orkestra icab ettiği | için iki bölüm çaldı ve dans baş- | ladı. Genç kız dansederken, bir ne batın suda dalgalanmasını an- dırıyordu. Bununla beraber $ şılacak derecede favsolu ikugö | şılacak derecede kayıtsızdı. Sesi, güzel olmakla beraber, ton ta- mamen falsolu idi. — Mısrala- |- rın bütün hayatiyetini uzaklaştı- rıyordu. Orhan, ona bakarken ani sa- rardı, - Şaşırmıştı. — Çaresizdi, Dostlarından hiç birisi, kendisi- ne bir şey söylemeye cesaret e- demiyordu. Evet! Şüphesiz ar- kadaşları da kendisi gibi müthiş sukutu hayale uğramışlardı. İkinci perdeyi beklediler. Fa- kat heyhat! Orada da ayni idi. Parlak ziya altında çok cazib görünüyordu. Fakat, oyununun tiyatrovariliği tahammül edil - mez dereceye varıyordu. Devam ettikçe, daha kötü oldu: Hare- ketleri, gittikçe sunileşti. Bu, a- | paçık muvaffakıyetsizlikti. Hat- | tâ, bir aralık, seyirciler o kadar sıkıldı ki, yüksek sesle konuş- maya ve ıslık çalmıya başladı- lar. İkinci perdenin sonunda, Ce- nü giydi ve: — Kız çok güzel Orhan dedi. delim. Delikanlı sert ve acı bir sesle: — Hayır, dedi. Ben kalaca- nizden de af dilerim. — * — Sevgili Orhan, dedi. Bana kalırsa sevgilin bu akşam has- tadır. — Keşke hasta olsa... Fakat, bana sadece hissiz ve soğuk gö- rünüyor. Baştan aşağı deği: miş.. Dün akşam büyük bir sa- natkârdı. Bu gece, ancak, ale- lâde, orta, hattâ fena bir aktris- tir. Haydi, siz gidin.. Ben yalnız kalmak istiyorum.. Görmüyor musunuz ki, kalbim parçalanı-, yör. z Ve iki genç adam, beraberce çıktılar. Son perde hemen hemen boş sıraların karşısında - oynandı. Nihayet, perde müstehzi gülüş- melerin üzerine indi. Oyun biter bitmez, Orhan sah nenin arkasındaki, aktörlerin 0- dasına fırladı. Sevgilisi orada, tek başına duruyordu. Hayret “kikaten insaniyetli, merhametli adamlar imiş. Ağları akıntıya kapılan Han- sene muavenet etmek hususun- daki fikirlerinden de bu anlaşıl. miyor mu idi?Binaenaleyh iyi a- damlara tesadüf etmiş idim. Balıkçılardan biri kırk beş elli yaşlarında vardı. Fenerin gayet hafif ve donuk ziyası altında tahmin edebildiğime göre diğer iki balıkçı yirmi ile yirmi beş a-. rasında idi. Fakat iri vücudlu ve kuvvetli adamlar idiler. Bi- raz sonra köyden içeriye girmiş- tik. n Daracık bir sokağı takib edi- yorduk. Küçücük köy evlerinin kısmen tahta ile kapalı pençe- relerinden akseden ziyalardan, balıkçı reisinin elindeki fenerin ışığından başka sokaklarda bir şey görülmüyor, Münih sokakla- rındaki gayet parlak ziyalı fe- nerlerden eser bulunmuyordu. Balıkçılar bir kapının önünde durdular, delikanlılardan biri kapıyı anaktar ile açtı. İçeri gir- dik. Bilâhare bu iki delikanlının babası olduğunu anladığım ba- lıkçı reisi oğluna: — Emil? çabuk anneni kaldır. | Dedi. Balıkçının evi iki kattan iba- ret, fakat temiz ve düzgün idi. Balıkçı bana: — Biraz sabret delikanlı. Dedi. Bu sırada yukarıdan bir" kadın sesi: — Ne oldü? Ekers! — Ağağı gel! Nehirden” bir YENİ FAB j Tek Kollu Cem Gişesi Sahibi: CEMAL GÜVEN Daima yüksek tevcocüh ve iltifatlarını esirgemeyen — mes- lekdaşlarının, İstanbul ve taşrâdaki sayın müşterilerinin Kurbau Bayramlarını candan — kutlular. Yeni Tertib Biletlerimiz Gelmiştir. Bayram Günleri Gişemiz açıktır. İstanbul, Bahçekapı Adres n caddesi No. 27. | TEK KOLLU CEMAL GÜVEN Devlet Demiryollar' İlânları Muhammen bedeli 1940 lira olan 20 aded. «lokomotif kazanlarını yı- kamak için bezli ve dışı helezoni telli lâstik hortum — 12X10X35X53> açık eksiltme usulile satın alınacaktır. Münakasa 20/1/941 pazartesi günü 11 de Sirkecide 9. işletme binasında A, E, komisyonu. ndan — yapıl caktır. İsteklilerin ayni gün ve saatte kanuni vesaik ve 145.5 lira | teminatla komisyona müracaatları lâzımdır. Şarinameler parasız olarak — komisyon- | dan verilmektedir, (44) | * * * | Muhterem halkımıza bir kolaylık olmak üzere bayram münasebetile vu- || kubulai izdihamın önlenmesi için 12/1/941 Pazar günü Haydarpaşa - An- Kara arasında mevcut yolcu trenlerinden başka Haydarpaşadan — 14.25 hareket etmek ve Ankarâya saat 655-de vârmak üzere 14 numaralı kata- rin da #«bir güne mahsus olarak? sefere konulacağı ilân olunur. (160) de! k: i Ca e Zonguldak defterdarlığından | 21 gün müddetle kapalı zarf usülile eksiltmeye çıkarılmış olan — ve 3/1/941 Perşenbe günü ihalesi mukarrer bulunan 20768.67 lira keşif bedelli Zouguldak Vilâyet hükümet binası bahçe dıvarı tamiratına talib çıkma- | dığından 2490 sayılı kanunün 40 ıncı maddesi mucibince 3/1/941 tarihinden | itibaren bir ay müddetle pazarlığa bırakılmış ve bu müddet çıkacak talibi- ne pazarlıkla ihalesi takarrür etmiştir. | Keşif ve şarnameleri görmek isteyenlerin - Vilâyet Nat mudurlur_uıvcw ve talib olanların deftardarlık makamında müteşekkil komisyonu mahsu- suna 1557.50 liralık teminatı muvakkate makbuzları veya teklif makîubl.ı-l rile birlikte müracaat edebilecekleri ilân olunur, (100) 'I"ığ.__. BİR HAKİKAT! ** Pırlantalı ve elmaslı sast demek bir kelime iİle- SİNGER SAATI demektir. Çünkl: Pırlantalı ve elmaslı saatletin bütün hakiki evsafı meşhuru âlem olan SİNGER — saatlerinde — toplanmıştır. Bunun için saat alacağınız zaman, tereddüdsüz SİNGER saati almalısınız. Ve — santin üzerindeki — SİNGER markasına, müçssesemizin adresine dikkat etmeniz Jâzımdı Modayr' takib seden her asri kadı beden böyle bir harikulâde SİNGER SİNGER Saati No. 82 - A, 200 Elmas ve 11 PIRLANTALI 500 LİRA, EMSALLERİ GİBİ 16 SENE GARANTİLİDİR. leri İstanbulda yalnız Eminönü merkezindeki mağazamızda satılır - İstanbulda PS yoklur. Adrer SİNGER SAAT Mağazaları, İstanbul, Eminönü No. 8 Dikkat: Singeı “Yeni Sabah,;ın | ilân fiyatları sağiriği y Kr. Başlık maktu olarak — 750 Birinci sayfada santimi 500 İkinci — » v . S0 Üçüncü », » 300 Dördüncü ,, » 100 Beşinci —» » 75 Altıncı — » » 50 Kurban Bayramında Türk Ha- va Kurumuna yapacağımız yar- dımla, tabiatin gazabına uğriya- Yok, karakış orlasında yersiz yürt- suz kalan vatândaşlara da elimiri uzatmış olacağız. Sahibi: A. Cemaleddin Saraçoğlu Neşriyat Müdürü: Macid Çetin Basıldığı yer: (H. Bekir Gürsoylar ve Cemaleddin Saraçoğlu matbaası) Gözleri, görülmemiş bir ateşle | yanıyordu. Onda herşey ışıldı- yordu. Orhan içeri girince, kız, ona | baktı ve sonsuz bir sevincin ay- | dınlattığı yüzünü, ona doğru u-| zatarak: — Bu akşam ne kadar fena oynadım, dedi. Delikanlı: — Müthiş.. Müthiş, diye inle- di. Pek fenaydın.. Hasta mısın? | — Hayır!. Fakat anlıyamadın | mı Orhah? | — Neyi? — Buü ahıyakt Dü kalak olduğumu? Ve niçin daima böy- | le olacağımı? — Hastasın., Niçin oynadın? Herkes senden sıkıldı. Kız, onu dinlemiyor . gibiydi. Sevinçten sarhoştu. Ve ruhunda, büyük bir saadet hüküm sürü- yordu. — Orhan! Orhan! Seni tanı- zadan önce tiyatro, hayntımmi tek hakikatı idi. Yalnız, sahnede olduğum zamanlar yaşıyordum. Bugün Toska, yarın Jubet.. Ö- bürgün Margrit.. Beattice'nin gevinci benim sevincimdi. Fakat bir gün karşıma sen çıktın,. Ba- na, asıl güzelliği gösterdii humu zindandan çıkardın.. Bana hakikatı Oh! Benim Cevabını verdi. Sesini işitmiş olduğum kadin: — Vah! Vah! Diyerek paldır küldür merdi- venlerden aşağı indi. Beni sır- sıklam bir halde görünce küçük oğluna: — Emil! Büyük odayı aç. Dedi, beni kolumdan tutarak yukarı götürdü. Kadın odanın dolabından bir takım — çamaşır çıkardı. Oğlu beni güzelce soy- du, kuru çamaşırı giydirdi. Bi- raz sonra arkamdaki yaş çama- şırın kâffesini çıkarmış, insani- yetli balıkçıların vermiş olduk- ları eskice fakat son derece te- miz gömleği giymiş idim. Balık- çı reisi de karısı ve diğer oğlu ile birlikte yukarı çıktı. Karısına: — Bu delikanlı sudan - çıktı. Hava da soğukça, odaya biraz ateş getir. Emrini verdi. Bu fakir balıkçı kulübesinin mefruşatı gayet sade- olmakla beraber her şey temizdi. Odada büyücek bir dolab, üzeri temiz örtülü iki büyücek ot minder, dört sandalye bir masadan baş- ka bir şey yoktu. Duvarlar ba- lıkçılığa aid bir takım kaba re- simlerle süslenmişti. Kuru ça- adam kurtardık. maşırları giyib bir - köşeye çe- güzel sevgilim! Bu gece, haya-| tımda ilk defa olarak, bunca za- | mandır içinde oynadığım bu boş | alayın kofluğunu, - sahteliğini, | manasızlığını gördüm. Bu ak ”| şam, ilk defa olarak anladım ki, | karşımdaki aktör çirkin ve kâ-| badır. Bahçedeki ay ışığı sahte, | manzaralar bayağı, söylemeye | mecbur olduğum sözler yapma-| cıktır. Sen bana aşkın hakikaten ne olduğunu anlamayı öğrettin. | Sevgilim! Sevgilim! Gölgelerden | yoruldum. Bu-gece sahneye çı- kınca artık bir Şey;yapamıyaca-| ladim. Izlık çaldıklarını | duydum. Ve gülümsedim. Onlar | bizimki gibı bir aşktan ne an- lardı.. Orhan!, Tiyatrodan nef- | ret ediyorum. Beni al, götür. Bu | fena oynamamın neye - delâlet | ettiğini şimdi anlıyor musun? Delikanlı kendisini kanapeye | attı ve inler gibi: — Aşkımı sıldadı. Kız, bu söze inanmıyarak sev- gilisine baktı ve güldü. Kalktı. Sevgilisinin yanına oturarak, küçük parmaklariyle saçını ok şadı. Orhan, kızgin ayağa kal- karak: — Sen benim aşkımı öldür- dün, dedi. Artık hiç bir tesirin kalmadı. Seni seviyordum. Çü rdün, diye fı- Bir çalgıcının seyahati | 128 kildikten sonra vücudümde bir titreme hâsıl oldu. Adeta üşü- yor, donuyordum. — İsminin E- kers olduğunu öğrendiğim ba-| lıkçı reisi bu halimi farketti: —| — Üşüyor musun oğlu! Demekle; | — Evet. * | | Cevabını verdim. — Oğulların- dan biri: — Elbet üşüyeceksin, sana biraz rom vereyim. İ Diyerek ayağa kalktı. Dolab-| lardan birini açarak büyücek bir | şişe çıkardı, elime verdi. Babası | da: | — Emll! bir de kadeh ver. Şi:| şe ile içemez. Bizil gibi alışık | değildir. Dedi. Bu adamların xc söyle- diklerini, ne yaptıklarını lâyikiy- le işidib göremiyordum. Başım- da bir sersemlik hâsıl olmuş, | gözlerim kararıyor, kulaklarım * şeyden bir iki kadeh dolusu tim. Vücudüm biraz ısmır gibi oldu. Balıkçının karısı odaya bir mangal doluşu ateş getirdikten sonra derhal güzel bir yatak | aptı. ) | Allah rahatlık Versin oğlum. Çocuklarım ile karım lâzım ge- len hizmetleri ifa - edeceklerdir, Ben sabahleyin erken/ kalkmağa | uğulduyordu. Rom'dedikleri açı | kü, sanatın ve zekân vardı. Şim- di bunlar yok.. Sen - sahtesin.. | Seni artık hiç görmiyeceğim, düşünmiyeceğim.. Sanatin olma- yınca sen bir hiçsin, Kız sarsıldı. Titriyordu. —Ciddi mi söylüyorsun Or-| han? Sahi mi? — Evet! Kız ayağa kalkarak Ona sa- rılmak istedi. Orhan giddetle ge- ri itti.. Kız, kendini onun ayak- | larına atarak, orada, çiğhenme- miş bir çiçek gibi kaldı. —- Orhün! Orhan! Beni ter -" ketme! Buna tahammülüm yok.. Sen beni, bu akşam için affatt yecek misin?.. O kadar çok çalı- şacağım ve terakki etmiye gay- ret edeceğim ki! Ah, beni terket- me! j Mustarib bir hıçkırık nöbeti genç kızı boğdu. Yaralı bir hay- van gibi yerde sürünüyordu. Fakat onun hıçkırığı Orhanı sı- kıyordu, “Ben gidiyorum,, dedi ve odadan dışarı çıktı. Kız sessiz ağladı. Küçük elle- ri kör gibi uzandılar ve onu a- rıyor gibi göründüler. Ertesi gün, sabah, gazeteleri, genç kızın, odasında ölü olarak bulunduğu haberini veriyorlar- dı.. Oğuz Özdeş mecbur bulunduğumdan. şimdi- den yatacağım. Zaten vakit ge- ce yarısını geçti. Sabah yakın. Diyerek odadan dışarı çıktı. Balıkçı reisinin tavsiyesi üzeri- ne yatağıma uzandım. Yorgani | başıma çektim. Rom dedikleri | içkinin tesiri geçmiş olmalı ki | yine üşümeğe başladım. Bir ka- deh daha istedim. Balıkçının E- mil namındaki oğlu: y — Baba böyle olmaz. Bu ço- cuğa bir çay kaynatalım. ile iki oğlu bana bir| iyilik, bir hizmet yapmak için âdeta birbirleriyle müsabaka e- diyorlardı. Emil çay ibriğini ayağa kalktığı sırada büyük kardeşi dolablarda çay, ırlamur | arıyor, babaları mangali eşerek | bir taraftan odayı ısıtmak, diğer | taraftan çay kaynatmakla mes- | gül oluyordu. O sırada ben de| Üşümeden eser kalmamış, vücu- düm yavaş yavaş yanıb -tutuş- mağa başlamıştı. Bunun için yorganın ıxlundzm: bâşımı çıkardım, hane sahibine: — Rica ederim, çay zahmet | #etmeyiniz. Üşümekten eser Kal- madı, ter içindeyim. Dedim. Balıkçı: Sen o ateşe aldanma oğ- almak için ( Yoğu in için kaymetli taşlarile ve nefis işlemesile hakikalen nazari dikkati cel- aatine sahip olmak Âdetâ bir saadetlir. Hoşa gidecek en Sıhhatini geref eyler, a meye bitişik Gazinosu sahibi | UDİ MARKO | Sayın müşterilerinin bay- || ramlarını kutlular | | İSMAİL DEMİRIŞIK adyo-elektromekanik, tamirati Galata — Haraççı her nevi radyo ton, Midvest; Filk C. A ilh.) - ölçü âletleri, el “(fikli besap, yazı, teksir Maki- er—— uZ detaptarı bilümüm elektrikli makineler - Motör— ler, Doktor ve Diş Tabibi âlet- leri, Nâsyonal para ka: yi fâ- miyatını 23 senelik tecrübe ve ihtısasına dayanarak yapar. makbul ve en güzel Namlı Kayserili ( APİKOĞLU ) Türk sucuklarını her yerde arayınız. Taklidlerden sakınınız. Taşra siparişi muntazaman gönderilir. rtçu Ekşinozlu A. HALİD Sayın doet ce müşterilerinin Kurban' Bayramımı tebrik ile kesbi Bu münasebetle pek yakında: Yeni yoğurtlarımızın gelece- | ( ARNAVUTKÖY Akıntı burnu çeş- Ecnebi seyrisefain şir-| ketleri ve armatörler Cemiyetinin heyeti umumiyesi 24 Kânunusani 1941 tarihine müsa- | dif Cuma günü tam saat 11 de Galaz ta, Kuto hanında 7 numaralı dairede| wuku bulacağını mezkür Cemiyet a-| zalarına arz ve teşrifleri rica olunur. Ruzname 1940 Mesaisi hakkındaki rapor, bi- Jançonun tasvibi ve çıkan idare hr—y'w etinin ibrası. Yeni 'e heyetinin seçilmesi, çalışacağız. O nöbettir, hastalık eseridir. İki gün kadar hasta yattıktan sonra iyileştim. Balıkçı ailesine | bütün sergüzeştimi anlattım. İnsaniyetli kadın bir balıkçı| kadınınn söylemeğe muktedir 0- lamıyacağı bir çok nazik lâkır- dılarla bana neler söylüyordu. Biraz teessürüm geçer gibi ol- du., Kadının rica&ı üzerine Al- ferdle nerede buluşup nasıl ah- bab olduğumuzu, biribirimizi ne kadar çok #eVdiğimizi, öküz ara- balarından atladığımızı, bakkal-| aya — tutuştuğumuzu, fin Münihde Mösyö| Brommerin hanesinde başına gelen vak'ayı şimendüfer araba- İarı denilen o menhus arabalar- da madam peynirci ile nasıl eğ- lendiğimizi, şimendüfer arabası- nın devrilib altında kaldığımızı, hülâsa bütün vekayii baştan a- ğı kadar anlattım. En nihayet sıra köprüye gel- di. Sergüzeştimin bu noktasına gelinciye kadar tamam üç saat | geçmişti. | Kadın cidden pek müteesir ol- du. Hele Alferd Müllerin Napo: lide-bir nişanlısı olduğunu haber alınca iki ellerini dizlerine vu-| rarak: — Vah biçare - Alferd! Gör-| dün mü bir kere! Kısmet değil | imiş. | Diyerek gözyaşları başladı. ©O gün bütün köyde sergüzeş- timi işitmedik kimse — kalmadı, dökmeğe | yın müşterilerimizin nazarı dikkatine : Hediyeliktir şubemiz sevenler (RADYO 8.00 Program 18445 Çocuk 8.03 - Haberler saati 818 Müzik ,1915 Müzik B45 Ev kadımı ,19.30 Haberler, * ,49.45 Müzik 12.30 Program 20.15 Radyo 12.33 Müzik : Bazetesi 12.50 Haberler — 2045 Müzik 1305 - Müzik (21L10 Konuşma 1820 Müzik 2125 — Müzik * İ2145 Müzik |18.00 Program — |22.30 Haberler 18.03 Müzik 5 Müzik |18.80 Konuşma | 23.25 Kapanış 7 İkincikânun 941 Açılış ve Londra 1 Sterlin New - York 100 Dolar Cenevre — 100 İsviç. Fre. 21 Atina 100 Drahmi Sofya 100 Leva Madrid 100 Peçeta Belgrad — 100 Dinar . Yokohama 100 Yen 311375 İstokholm — 100 İsveç kr. —— 31.005) ESHAM ve TAHVİLAT Ergani 1938 9t 5 ikramiyeli Sivas - Erzurum 2 Türk Ticaret Bankası A tertibi namına 19Iş 19.55 1919 Z 1941 senesi çin iki hesap mürakıbı. Öğleden sonra madam Mari komşu kadınlardan birkaçının beni ziyaret etmek maksadında bulunduklarını haber verdi. Ben sıkılacağımı söyledim: — Yok oğlum! Burada kimse kimseden sıkılmaz, sıkılacak ne varmış? Bir kusur, bir kabahat olmadıktan sonra insan başkas sından niçin sıkılıb utansur? Dedi, Ben de: — Siz bilirsiniz. Deyiverdim, Vakıa çok sürmedi. Oda kapı- sından içeri iki yabancı kadınla dokuz on yaşlarında bir erkek çocuğu girdi. Ben elân pençere önünde minderde oturuyordum, Kadınlar kapıdan içeri girer gir- mez ayağa kalkmağa davran - dım. Ev sahibesi: — Yok oğlum burada o kadar incelmeğe lüzum var mı? Gör- müyor musunuz ki hastasınız, haliniz müsaid değildir. Yabancı kadınlardan biri de: — Sakın oğlum, sakın. Raha- tına bak. Başına gelen felâket- leri haber aldık ta sizi bir defa görmek istedik. Dedi. Minder epeyce uzun idi. Kadınlar da bunun bir köşesine oturdular. Küğük-çocuk kapının yanına yerleşiverdi. Kıyafetle - tinden fakir oldukları anlaşılı. - yor idiyse de elbiseleri gayet te- Miz idi. Ben bu iki kadının kar- şısında utanıb sıkılıyordum. He- nüz ev sahibesine bile alışama- mıştım, Mahcubiyetimden başı- mı önüme eğdim, kadınların yü- züne bakamıyordum. — Bunlar - dan biri: (Arkası var)