'VAKTI ın Tefrikası: 34 — Feribe sözleriydi... onu daha beşikteyken akrabala - tından bir gence nişanlamıştı... Feribeye on beş ya- #mdayken söyledikleri ozaman, Feribe gülmüştü... Mehmede nişanlı olduğunu da gülerek anlatmıştı. Bu nişana Mehmet te gülmüştü. “Fakat bir gün Feribe, Meh - mede başka bir şey daha itiraf *tti... Hâmile idi, “Bir kadınm ilk çocuğunu wüjdelemesi en büyük sevinci - dir. Fakat bu sevinç, kanım hari- a yaşryanlar için bir ayıp o “Şimdi ne yapacaklardı? “Mehmet; *“ — Babama söyle, dedi. “ — Beni öldürür * — Öyleyse! * — Kaçalım... © “ Buna ikisi de cesaret edemi- Yorlardı. Feribe annesiyle baba - undan ayrılmak istemiyor. Meh - Met, rahata alışmış bir kızı sefa - İste sürüklemek istemiyor... Tesndüf imdatlarma yetişti. Hacı Ali Efendinin İstanbulda Mühim bir işi çıktı, karısını aldı, gitti, Onlar gittikten on gün sonra, Feribe dünyaya bir erkek evlât getirdi... Yalnız Feribeyi elinde üyüten dadısı bu esrarı biliyor - du... Kadın, çocuğu aldı, civar köyde, yeni doğuran bir kadma *manet etti, , Bir ay sonra Hacı Ali Efendi ile karısı geldiler, Hiç bir şeyin ıma varamadılar. :-—. .-«—. O tarihten sonra da Mehmet Para kazanmağa, zengin olma - ia Azmetti. Başını alıp gitti. Anadoluyu dolaşarak avukatlığa başladı. Üç sene çalıştı. Üç sene sonra, hayli para bi - riktirmiş, Yapmış olarak İstanbula döndü. “Mehmet Çiftliğe gitti, Kim - *eleri bulamadı. 4, Babası ölmüştü. Hacı Ali E- Sadi Çiftliği satmıştı. (o Feribe beşik, nişanlısı ile evlenmişti... “Artık Feribe onun için ölmü d ; ıç iŞ “Yeğâne ümidi oğluna kavuş - kelayde Civar köye gitti. Orada it bir haberle karşılaştı. Çocu - tan bakan kadın ölmüş, sefalet beyi dağıtmıştı. Ya oğlu?. Oğlunun ne olduğunu (bilen Mehmet çıldıracaktı.. , Müşfik Paşa sustu. Dilferip Ha - nihayet doğruldu. Ve endişe — Müsaade ederseniz Peymana v. «<eğim, dedi.. » ©“ kapıdan seslendi: a Rİ Mag yan, bahçe kapısının ö- h bir bey duruyor, söyle içeri Dilterin Hanım baygınlık geçi - İçeriye şakaklarına kir Hiyap , Orta yaşlı görünen bir ih- ? Dükerip Hanım kekeledi: irdi, N , Mehmet... a met ilerledi. Dilferip Hanı - ya ini 3ptü, Paşa: fi va - o İte böyle, yenge, dedi.. Ben a 9 senem ge ayten Ger sesk Yazan : Selâmi İzzet dini dökünce Mehmedi alıp bura- ya geldim. Derin, uzun bir sessizlik oldu.. Dilferip Hanım koştu: — Beni kimbilir ne haksız - yere itham etmişsindir Mehmet. Bırak ta şimdi kendimi müdafaa ede - yim. İki sene senden hiç bir ha- ber alamadım. İstanbula gelmiş- tik. Eve kapanmıştım. Çiftlikte ol - duğu gibi serbest değildim. İki se- ne sonra, Anadoluda bir araba ka- zası olduğunu, yolcuların öldüğü - nü gazeteler yazdılar. Bunların a- rasında senin de ismin vardı.. — Evet, ben de bu haberi, öldü- ğümü, bir kaç zaman sonra duy - dum. Fena bir yanlışlık Oolmuş .. Filvaki ölen de bir avukat Meh - met Beydi amma, ben değildim. — Bu felâket haberi babanı öl- dürdü ve bizim ikimizin de bet - baht olmamıza sebebiyet (o verdi. Babandan izin aldım, dadımla be- raber çiftliğe koştum. “Hmen baabnıza gittim, O da felâket haberini almıştı. Bana doğruluğunu teyit etti. Mehmet boynunu bükmüş din - liyordu. Dilferip hanım odevam etti: “— Ben oğlumun yanma git- tim. Birkaç gün orada yalnız ya - şadırm.. Sonra İstanbula döndüm. Bitkin bir haldeydim. Bu halimi annemle babam da farkettiler, Fa- kat sebebini bir türlü anlıyamadı- lar.. İşte o günlerde Rıdvan. gel- di ve bizim eve yerleşti... — “Beni sevdi. Babamdan iste - di. Ben reddettim. O inat etti. Ba- bamla annem ondan tarafa çıktı- lar ve beni zorla evlendirdiler. “Onlara başımdan geçenleri anlatabilir miydim ?. Bir çocuğum öyliyebilir miydim?. iy olduğunu söyliyebilir miydim Mehmet Ruhi Bey diye şöhret! “Buna cesaret edemedim. Sus- “Kalbim kanaya kanaya Rıd - vanla evlendim.,, ü Mehmet Bey göz yaşlarını sil- di. Müşfik Paşa, eli şakağmda dinliyordu. Dilferip hanım devam etti: O günden itibaren hayatım bir cehennem hayatı oldu.. Nesrinin doğuşu manevi acılarımı biraz da- ha arttırdı... Dilferip hanım doğruldu. Göğ- sü kabardı. Başmı dik tuttu ve sert bir sesle haykırdı: — Mehmet, hiçbir an, senden doğan çocuğumu unutmadım... Evlendikten sonra, çocuğuma ba- kan kadına mektup yazıyordum.. Bir müddet sonra cevap alamama- ğa başladım. Tam iki ay, oğlum- dan bir haber alamayınca, her şe- yi gözüme aldım. Çiftliğe gittim. Bana da size söylediklerini söyle- diler. Çocuğum meydanda yoktu. Nereye gittiğini, ne olduğunu bil- miyorlardı. “Siz bu haberi aldığınız zaman ki teessürünüzü ( anlatıyorsunuz. Benim ne hale girdiğimi tasavvur edersiniz..,, Sustu.. Boğazımda bir hıçkırık düğümlendi. Bir müddet, soludu- ğu işitildi. Rahat nefes alamadığı belli oluyordu. Kalbi, birdenbire duracakmış gibi atıyordu... (Devamı: var) LİN LA Mü .. Türki eri Ölüme Susayan Gönül | yo iktisadi ML ENAM Babası | bu macerayı senelerdenberi biliyo- rum. Mehmetle tanıştım. Bana der | siyaseti.. “Near East,, gazetesi yazıyor: Türkiyede son zamanlarda ta- kip edilen müfrit milliyetçi siya- set hakkında ne düşünülürse dü- şünülsün, bunu tasvire kalktığı” | miz zaman “lam,, ve ““mütekâ-, mil,, vasıflarını kullanmamak eli- | mizden gelmez. Türkiyeyi müm- kün olabildiği kadar müstakil bir hale sokmak gayesini güden bu siyaset, birbirine bağlı üç kısma ayrılmıştır. Bunlardan birincisi memlekette sakin olan ecnebile- | rin faaliyetini tahdit siyasetidir. Bilümum vazifeler, bir ecnebinin bütün hayatını Türkiyede geçir * miş olması dahi nazarı itibare a - lınmadan, Yalnız Türk vatandaş - larına inhisar ettirilmiştir. Bitta - bi bu hareket büyük O müşkülâta sebebiyet verdiği gibi bir çok ec - nebiyi Türkiyeden ayrılmağa mec bur ediyor. Bir taraftan Türki - yenin aldığı bu tetbiri hakir gör - mekle beraber, diğer taraftan tat- bik şeklinin, bütün hayatını Tür - kiyede geçirmiş olan bir ecnebi - ye az zarar verecek tarzda olma - sını temenni ederdik. Yeni siyasetin ikinci cephesi de ecnebi imtiyazlarının devlet ta - rafından almmasıdır. Bunlardan bir kaç tanesi satın alınmıştır ve görülüyor ki Ankaranın siyaseti, ecnebi şirketlere verilen imtiyaz - ları mümkün © olabildiği kadar tahdit etmektedir. Salâhiyettar Türk makamlarındaki kanaata gö- re Türk vatandaşları bugün (her hangi bir işi yapabilmek iktidarı- nı haizdirler ve kendi nafia işleri- ni ecnebiler yerine gene kendile- dir edilmelidir. Üçüncü kısmı da evvelce taf - silâtile bahsettiğim beş senelik sa - nayi plânı teşkil ediyor. Bu yol - da elde edilen terakki, son zaman- larda açılmakta olan yeni fabrika- larla tebarüz etmektedir. Sovyet şuralarının zirai yaziyeti.. “Tass Ajansı,, veriyor: Sovyet şüralar ittihadının cenup kısmında bu sene mahsul idraki geçen seneye nisbetle on, on beş gün evvel başladı. Diğer mta - kalardaki ekin biçmesi ise 1933 senesine nisbetle daha geç başla - mıştır. Maamafih temmuz sonun » da bütün ittihat arazisinde hasat 35 milyon hektarlık bir mıntaka - da tamamlanmıştı. Yani bütün ekim sahasının yüzde kırk üçü bi - çilmiş bulunuyordu. Ekim saha - sı cem'an seksen bir milyon hek - tardır. 1933 senesi 21 temmuzunda 22 milyon hektarlık arazide mahsul alınmıştı. Geçen seneye nisbetle on üç milyon bir fazlalık görül - mesi Kolhoz teşkilâtmm fevka - lâde muntazam olmasmdan neşet ediyor. Ayni zamanda kollektif ve devlet iktisatları takviye edil - miş bulunuyor. Kolhozlar hububat zeriyatının yüzde kırk üçünü hasat etmişler - dir. Ukraynada ve o Kırımdaki zeriyat hemen tamamen hasat e - dilmiş bulunuyor. Ekserisi © geç zeriyata başlamış olan Sovkozlar mahsulün üçte birini toplamışlar - dır. Bütün Kırım Sovkozlarında ha- sat bitmek üzeredir. Kombine zi- Taat makineleri hububat zeriyatı- nın yüzde seksen ikisinin hasadın- bie iğ adi v7 Tetrika No. 10 a ük BÜ) —— 5 — VARIN BABİL VE PERSEPOLİS SAGAYLARINDA DÂNÂ... İSKENDER T EYLÜL 1934 “ Yazan: İshak Ferdi Bu sebeple, meşhur Ninuva kulesine çıkılmasını yasak etmişti Babilde zadegân evleri kuş ka- fesi kadar zarif ve güzeldi. Bun- ların içinde yüksek sütunlu ve ge- niş balkonlu büyük binalar da| vardı. Her evin penceresinden ya bir papağan sesi işitilir veyahut bir tavus kuyruğu görülürdü. Zengin evlerinde bu kuşlardan birini veya her ikisini birden bes- lemek âdetti. Bazı evlerin bahve- lerinde beş on tavus birden görü- | lürdü. Fakat bir evde bir papa- ğandan fazla beslenmezdi. Papa- ğanlar çok kıskanç ve hassas mah- lüklar olduğundan, fırsat bulun - ca derhal biri diğerini öldürürdü. | Şair Huma papağanlarla konuş masını çok severdi. Humaya: — Sen kuşların dilinden anlı | yorsun! İ Derlerdi. İlk öğrettiği kelime şaraptan başka bir şey değildi. Papağan, şairi görünce: “Şarap.. Şarap,, diye bağırmıya başlardı. Bir akşam hassa kumandanı Taspa, şair Humayı evine davet etmişti. Huma o gece her zamanki gi- bi çok neşeliydi. Yeni cariyelerin arasında kendini kaybedecek kâ- dar sarhoş olmuştu. i Huma, hassa kumandanına, $a> rap içerken, aşk ve kadından bah- sediyordu: “.- Parayı Dürâ icat etti. Fakat kadın kalbine giden yolu hâlâ! bulamadı. Uzun seferlerden mu - zaffer olarak dönüyor da, bu kısa yolun nereden ( başlayıp nerede | bittiğini bilmiyor. Dâranm büyük | babası: (Zafer ve muvaffakiyet ıstırapları yenen insanlara mev - uttur!) demiş. Çok doğru bir söz. Ben de zaman zaman kalplerinde yaşadığımı zannettiğim kadınla - ra, ıstırabı yenerek muvaffak ol- duğumu hatırlıyorum. Fakat, sen öyle misin, Taspa? Sen, koskoca bir adamı bir yumruğunla yere vurup yendiğin halde, zayıf ve | ince belli bir dilberin sana verdi- ği üzüntüye hiç de katlanamıyor- sun! niçin?,. Onlardan karkuyor | musun?, (Ninova) daki meşhur| kulenin tepesine çıkan Asur hü - kümdarı (Ninos) kâinatı yüksek- | ten seyrederken, yerdeki insanla- | 0 da kullanılmıştır. Bazı mıntaka - larda hasadın yalnız yüzde iki ilâ | üçü bağlayıcı oraklar ve iptidai o- raklarla yapılmıştır. £ Kırımdaki Beysu Konçe, ziraat Sovkozu mah sulün yüzde doksan dördünü Konbinle yapmıştır, Hasat işleri- nin iyi tanzim edilmesi Kolhoz ve Sovkozların buğdayı devlete tev- dilerini kolaylaştırdı. Türkmenistan geçen seneye nisbetle 45 gün evvel buğday #to- kunu temin etmiştir. Bütün Kırım Savkozları da stok plânını tama- men tatbik etmişlerdir. Ukrayna- da buğday piyasası devlet tarafın- dan tatbik edilen stok plânmın ge- çen senelere nisbetle daha çabuk tahakkuk ettirileceğini gösteriyor. Melle gen ts eğ i ! "le Mısırdan atacaklarmış. rın karınca kadar (küçüldüğünü görmüş ve yere indiği zaman ku- lenin tepesine kimsenin çıkması» na müsaade etmemiş. Bunun se » çıkmasın anneki msenini nhtepesi bebini anladın, değil mi Taspa? Mağrur ve hodbin Asur hüküm» darı, kulenin tepesine çıkan in sanların kendisini “de yukardan karmca gibi küçük göreceğini düşünmüş. (Ninos) ölünceye ka » Ye Ng il i Ninos tebaasına küçük örünmekten korkardı! Jj dar, kulenin üstüne hiç kimse çıkamamış. Ben, bugünlerde Dârâda (Ni- nos) un ruhunu görüyorum, Tas- pa! Ondan korkuyorum.. O yü- rürken adımlarını şehirden şehre, ülkeden ülekye atmak ve yüksek * dağları, engin çölleri birer adım» " da asmak istiyor. Onun damarla» rını kadın ve şarapla uyuşturma» * lıyız, Taspa! Dârâ dünyayı “kana boyamak istiyor.. Yuvalarında hü zur ve refah icinde yaşıyan erkek» leri harbe, ölüme sevkedecek, Halkın saadet ve neşesini bozula- cak. Onu uyusturmak lâzım, Tas- pa! Onu kımıldamıyacak bir ha- le retirmek lâzım. ğ Ve bu isi ancak sen yapabilir« sin, Taspaf,, sv , s * o gece Taspanın yeni cariye- lerinden biri şairin kulağına şu sözleri fısıldamıştı: — Daranın yeni gözdesi Libya, hükümdarı Mısır aleyhine tahrik etmektedir. | Güya (Mısırlılar Menfisteki İran kumandanları kesecekler ve İranileri el birliği * Dârâ yavaş yavaş Mısırlı fettanın söz » lerine inanmağa başlamıştı. Mı » sır valisi olan yeğenine karşı i « timatsızlık gösteriyor. Bahter * lilerin Mısırlılara olan husumeti de hükümdarı Misir harekete geçirmeğe saik olacak * tır. Ortalığın kana boyanmama - İ sı için bir çare var.. — Ne yapmalı? — Libyayı ortadan kaldırmalı. Humanm tüyleri ürpermişti. Taspanın cariyesi, ( bu sözleri İ söyler söylemez şairin yanmdan i uzaklaştı. istiyordu? Şairin kulağına bu sözleri kıs - kançlık yüzünden mi söylemişti. Yoksa Libya hakikaten (o Dârâyı harbe mi teşvik ediyordu? i Eğer Mısır dilberi her hangi bir aleyhinde Taspanın bir şeyden haberi ! yoktu. Bu zeki bakışlı kadın ne demek İLe ri maksatla hükümdarı harbe sev * o ketmeğe çalışıyorsa, bu güzel ca » riyenin dediği gibi, Libyayr orta « dan kaldırmak çok doğru ve ma - kul bir hareket olacaktı. Fakat bir kadının ölmesiyle, seksen milyon İranlı huzur ve saadeti temin edilebilecek miydi”. Dârâ yeni bir Mısır seferine ha- zırlanıyorsa, onu bu fikirden kim vazgeçirebilirdi?