SANATLA Yunan milli tiyatrosu Mazhar Osman Beyle beraber — Palabıyıklı ihtiyar— Stadyum ve Akropol — Napoliye.. Sevgili okuyucularım; geçtiğim ve gideceğim şehirler | 5 6 8 ş hakkında yazılmış güzel yazılar çıkmış derecesinde müşahedeler Benim seyahat mektuplarim gevezelik te diyebilirsiniz. Nasıl isterseniz. Her halde iddi am yok. : gLoyit Triyestina” nun benden yaş» * “Aventino” suna binerken manevi» Yatım bozuktu. Fakat Antalyadaki doktor arkada- — Burhanettin Beyle üstat Mazhar “man Beyi vapurda görünce neşem Yerine geldi. Maneviyatım düzeldi; İs ili hekim, benim vehimlerimi silip rüştü, İstanbuldan uzaklaşınca yolcular birbirleriyle tanışmağa, İkaynaşmağa ilbiler” Alişan yenik” seloğunde Soyuz pala bıyıklı, kari kaşlı; mavi #ömlekli kravatsız dinç bir ihtiyar na- Sah dikkatimi celbefti. Bu adamcağı- | * Yemek merasimi, süs ve tantana si- kiyordu.. Her gölen yemeği endişeli ı şlarla süzdükten sonra tabağına a- Yordu, Merak etmiştim. Bu adamca- İS kim? Neyin nesidir”. Nere *e gidiyor?.. İnsan yolculukta fazla is oluyor. Âdeta bir vapur #olüsu halkin bütün hayatını ve düşün: lerini öğrenmek istiyor.. Ustat Maz | ağ Osman Beyle ertesi gece sigara sa- “anda iskambil oynamağa çıktık. Hoş benim bu aşçı iskambilini bile “renimeğe istidadım yok... Maksadı - wülmek ve eğlenmekti.. et Bia başına üstat, refikası hansm- Rordi şoğlu “Lâhut” ve ben oturduk. Senir acemiliklerim, yanlışlıklarım #ünü de kahkahalarla güldürüyordu. Hey Allahım, Şu kâğıt oyunlarının *N basitinde bile kazanmak nasibim “eğilmiş! Fakat bundan “aşkta kaza- orum” manasını çıkarmayın sa - kani, rig aşkta, ne kumarda... Hiç biri - ie kazandığımı bilmem!.. Biz gü - »; eğlenirken beyaz pala bıyıklı, ka- di şi adam dışarda geziniyor. Ara erdem başımı üzatarak bize Yor, bir elini de “Hay Allahi, iç ister gibi sallayıp gidiyordu. a #r& Mazhar Osman Beyle göz gö- ye ve Âğinalık etti. Kardan eden ayrılınca hemen üstada Karani » Meğer bu zat zengin bir Er- imiş. na 27 yil evvel Amerikaya gitmiş, pa- *, Himayei Etfale mühim teberrülerde bulunmuş. Şim- male Armerikaya malını Bü, için gidiyormuş, gayri ömrü - Dame Erzincanda, doğup büyü- Miş, , “İN Reçirmeğe karar ver - di Vahap ve de keyifle, saltanatla se- | *diyormuş... Görü e. Yorsunuz ya, h Ma oleulüğum hiç sake değil, He day ari deniz âdeta bir göl ka- Y, tahı sofradaki. Hime Köle relay, kendi ken- Nil 5 Tabiğ le Söleniya; abii onlar da be. Yer, gülyor. Sonra başını utanarak! bu sütunlarda ! çapkın. Pire ile Atinanın mühim ve | yosma kadınlarını biliyor... İ vapura gole kıymetli kalemler tarafından Be im bu güzel yazılar ve pek tabi acağın bir fantezi olacak İsterse Çünkü buralarda — İstanbuldakinin aksi olarak Yunancadan ziyade Türkçe konuşuluyor. Şoförümüz Niğ- deli... Rehberimiz Radoslu. Doktorun hemşerisi... Bu genç rehber oldukça görülecek yerlerinden ziyade güzel ve | Karışık, hendesi sokaklar geçildikten sonra ye- ni asfalt Atina yoluna çıktık. Etref İ güzel, mahsur amma yeşillik yok.. Gölge de yok... | Uzaktan görünüş:Keskin çizgiler... sarı ve kavrulmuş toprak rengi.. Hü- lâsa insanda bir bozkır şehri * intiba uyaniyor.. Karşımda hörgüç gibi Akro- pol üstü kül tutmuş bir cehennem a- teşi gibi yanıyor... Zaten hava o kadar sıcak ve güneş öyle yakıcı ki, herşey si- lik ve titrek bir hal almış. “AveroP” un yaptırdığı meşhur (Stadyom) un ö- nünde durduk. Çam yarması gibi, ihtiyar, pala br- yıklı Efzun bizi kapıda selâmladı.. Gez- dikten sonra onunla birlikte bir resim çektik. Doktorla Efzunun yanında ben, “Cim karnında bir nokta” misillü kalıyorum... | Stadyomdan sonra müze. “Fidyas” m heykelleri... Yunan heykel " incelikleri bir araya gel- iş.. Nefis vazolar. Bir kaç mumya. Mısır ve Romadan bir avuç kadar e ser. İşte o kadar.. Çok buruşuk yüz - lü, âdeta ihtiyarlıktan küçülmüş bir Türkçe san - müze hademesi ben doktorla konuşurken içini çekti.. Nihayet daya- namadı, yanımıza sokuldu.. Halis A - nadolu Türkçesiyle âşinalık etmeğe başladı.. Meğer Antalyalı imiş... Doktor da “Antalyadan geliyorum” deyince ihtiyar sendeledi: “Ah o mem- leketi hatırlatma. Gayri o günler bir daha gölmiyecek!” Diye mırıldandı. Belli ki, bu adamı “Sıla hastalığı” ka- | sup kavurmuş.. Meydanları, büyük caddeleri, akademiyi, Akropolu sürat- le gezdik, öğle yemeğinden sonra doğ- ru Milli tiyatroya gittik. Tabii mev - sim münasebeliyle tiyatro tatil. Bir madamın delâletiyle içini ve sahnesini gezdim.. Bina hiç te fena değil... Sah- ne yeni ve müteharrik... Oldukça da büyük.. Sigara salonları da güzel.. Se- yirci koltukları sade ve rahat... Loca | yok.. Sade üst üste iki balkonu var... Tiyatronun içi (1200) kişi alıyormuş. Velhasıl Milli tiyatro Atina için güzel bir eser. Diğer tiyatrolar bizim- kilerden farksız. Yahut belki iyi! Ne ise burasını geçeyim. Çünkü meslek- daşlarımı ve bilhassa ahbaplarımı çekiş. tirmek istememi!,. Yalnız Atinada hoşuma giden şey yaz, kış az çok bir tiyatro hareketi - nin mevcut oluşudur. Dönüşte eski ve yeni “Faliron"* Pa. şa limanı Pirenin bütün yeni plâj- larını yakından gördük!,. Rıhtımda ıklaşırken muhtelif dillerde | gazete satılıyordu, gözelecinin elinde bir VAKİT görünce Hem de yirmi dört saat evvelki gaze- te.. Benim göremediğim sayı. Gazete- ciye kaç para diye sordımı, aduncağız | atını söylemeğe hazırlanmışken, bir. | Asm durdu, gazetayi usulcacık çevirdi, resimlerden birisine dikkatle baktı, on- dan sonra “Bir buçuk İtalyar, lireti!” çok sevindim. * Dedi. Demek VAKİT gazetesi Pire | Rusçaya tercüme edilecek| | Pragdan hareket etmiştir. İ & kadar çok şey okumuş ve o kadar şi- | Etem Izzet Beyin romanları Türk ve Sovyet fikir hayatı a -| rasındaki bağ, günden güne kuv- vetlenmektedir. Nitekim geçen - lerde Moskovada toplanmış olan beynelmilel muharirler kongresi -| ne Türk edipleri de davet edil - mişti, Sovyet Sosyalist Şüralar İttiha-! dı ilimler akademisi Şark enstitü- sünde ihdas edilen Türk şubesi, Türk fikir ve edebiyat hayatını Sovyetlere daha iyi tanıta bilmek için ehemmiyetle çalışmağa baş - lamıştır. Enstitünün Türk şubesi, bu a” rada bugünkü Türk edebiyatın tarihini telif etmek ve bir çok Türk edebi eserlerini rusçaya çe - virmekle meşguldür. Enstitü, değerli roman muhar * riri Etemİzzet Beyin eserlerini de etmeğe karar bir mektupla rusçaya tercüme vermiş, bu kararı kendisine bildirmiş, eserlerini is - temiştir, Necil Kâzım Bey Türk musikisinin en son yetiş : tirdiği değerli ve kuvvetli sanal 1 kârımız Necil Kâzım Beyin mu vaffakiyetlerinden VAKIT man zaman bahsetmiştir. Necil| Közm Bey Viyana ve Prağda tahsilini, etütlerini muvuffakiyet- le bitirmiş, diplomasını almıştır. Necil Kâzım Bey, refikası pi - Naciye Hanımla billik - gelmek üzere za- yanist te memleketimize Alay köşkündeki sergi Balıkesirdeki Necati Bey mu - allim mektebi resim muallimi A. Sırrı Bey, vücude getirdiği resim- lerden mürekkep bir sergi tertip etmiştir. Segri (o Gülhane parkı methalinde Alayköşkünde hazır- lanmıştır. Bugün saat dörte umu- mün ziyaretine açılacaktır. rıhtımında aşağı yukarı (16) kuruşa... İster istemez parayı verdim, gazeteyi | elime alır almaz, işin iç yüzünü anla - dım, meğer resmim varmış. Herif o- nun için ağır baslı... Yolculuğun iki günlük plânçosu ol- dukça olğun... Şimdi dört gözle “Na- poli” yi bekliyorum. Acaba İtalyanın bu eski beldesi bir çok şairlerin teren- | nüm ettiği kadar şiirle, güzellikle do- lu mu?.. Acaba gurubunun renkleri methedildiği kadar tatlı ve değişik mi? Merak ediyorum... Eski ve kiymetli sanatkâr (Madam Kınar), Napoli için irler dinlemiş ki, kendi muhayyilesin- de yarattığı (Napoli) yi, vaktiyle ba- na da anlatır, beni de hayallere sürük- lerdi, Acaba sanatkâr o mühayyilesin - | de yaşayan, akşamları bin Napoli; her sanatkâr tabayyülü gibi ve yahut dürbünün renkli acı bir çıplaklık tersiyle görülmüş uzak bir fantezi ol- masin?) Bakalım!!.. Kırk sekiz saat sonra | anlıyacağız!ı. Şehie Tiyatrosundan: M. Kemal ea üseyin Kahmi Beyin. portresi Roman üstadı Hüseyin Rahmi Bey, yarım asırdan fazla bir za - man kendişile beraber düşünüp | beraber çalışan ve berabör yaşı gl yan en yakın dostu mütekait mi- ralay Hulüsi Beyi gecen yıl bu mevsimde ve bu aylarda kayıp) ettikten sonra Heybelizda kendi - sine zindan olmuş, üstat nihayet hava ve muhit değiştirmek üzere seyahate çıkmış, kışı Mısırda ge- çirmişti. Ressam Halil Paşa a bir za maşslanberi Mısırda bulunuyor - du. Halil Paşa, meşhur romancı- mızın bu seyahatinden istifade e- Ecnebi edebiyat — Z derek portresini yapmak istedi, Yukarıya fotoğrafını dercettiği « miz tablo bu suretle.vücuda geldi, Bu tablonun fotografisi Mısır - da, Fransızca ve Arapça muhtelif gazete ve mecmualarda intişar et- Mısır matbuatı, bu münase- betle gerek büyük edibimizir, ge- rek ressam Halil Paşanın, şöhret, sanat ve kudretinden takdirle bahsetmişlerdir. miş, Ressam Halil Paşa, fotografi - sini yukarıya koyduğumuz tablo- yu, sergide teşhir edilmek üzere İstanbula getirmiştir. Alman hikâyeleri Oksford Üniversitesi matbaası, çıkardığı ucuz kitaplar “seçilmiş Alman küçük Miki | ri,, adir bir eser daha kattı. 289 sayıfa tutan kitapta yalnız beş mu harririn birer hikâyesi vardır. Bun lardan Hofman, Kleist ve Tik mu| hitimizde tanınmış yazıcılardır. Hikâyeler, on dokuzuncu asrın telekkilerini göstermek bakımn- dan meraklı hatta öğretici ise de, bugünkü sanat kıstaslarına göre,| “küçük hikâye,, sınıfına giremez: ler. Bu çeşit hayal oOdolu, fanta- zi hattâ bazı noktalarda münasız| yazılara “masal, demek daha doğru olur. Çünkü bunlar, okuyucunun dü-| şünce ve hislerini harekete getir- mekten ziyade, vaktini (boş yere harcatmak için yazılmışa benzi - yor.Hakikatte de, bu hikâyeler re aliteden bizi uzaklaştırıyor, haya! âleminde dolaştırıyorlar. Beş hikâyede hâkim olan ro - mantık üslüba rağmen satıh nak-| kaşlığının ustalığının da bulunma-| serisine ması yazıların düştüğü el debi kaosu pek güzel gös- teriyor. Bu (itibarla, bu uslübun modası geçmiş ve itibar - dan düşmüş olduğunu haklı olarak iddia edebiliriz, Hikâyelerde edebiyat çeşitleri « nin karmakarışık bir surette kul - lanılmış olduğunu da görüyoruz. Meselâ gayet ciddi fikirlerin başı boş mevzulara esas yapıldığına, aşağı tabakadaki Oo insanların a - ğızlarında büyük büyük felsefelik düşüncelerin dolaştığına raslıyo » ruz. Bundan, bir asır önceki Al « man hikâyecilerinin form, eda, 4€- çim gibi hikâyenin belli başlı en | basit unsur ve usullerini öğrenme: miş olduklarını çıkarıyoruz. Zira, ciddi ve hafif, şeni ve galiz mevzular ayni kalıptan dö - külmüşler, entellektüel — sınıf ile yarı münevver ayni zaviyeden tet- kik olunmuştur. Bu hikâyelerde ne ahenk, ne de nisbet yoktur. Binaenaleyh bek- lenen tesir de görülemez. ——.— (Devamı 12 inci sayıfac