© —ö--VAKIT 23 TEMMUZ 1934 — Hanımefendi, avucunuzdaki (o çizgiler, hayatınızda pek yakında fevkalâde bir hâdise olacağını gösteriyor. Sizi © devamlı hareket halinde görüyorum! — Aman Yarabbi!.. Sanatkârlar arasındaki istirkap birbirini çekmemezlik hadiselerin Cen birisi de, geçenlerde Vişide- i ; 3 i i © ki bir kaplıca caz orkestrası şefile © saksofoncu arasında geçmiştir. Yeni gelen genç orkestra şefi, - kendisinden yaşça bir az daha bü- ; yük olan saksofoncunun her ne - dense hoşuna gitmemiş... Her nedense değil, yanlış söyledik, şu sanatkârlar arasmdaki çekeme - mezlik-dolyısiyle ondan hoşlan - | © mamış. Gerçi kendisi iyi bir sak- sofoncu, ama galiba orkestra şefi olmak hevesindeymiş! . Her ne hal ise, saksofoncu, ça - İış sirasında sık sık falso yapmağa | başlamış. Bu suretle orkestraya | dahil bulunan diğer sanatkârlar gibi kendisinin de idaresine tabi| bulunduğu orkestra şefini sinir » | p Demek ko cam nihayet bana otomobil alacak! Saksofonda FalsonunSebebi saksofoncu, ve bundan sonraki birinde, inadına bir falso daha ya pıyor, Genç şef, istediği kadar tepinsin, elindeki değnekle sert ve keskin işaretler versin, sakso - foncunun umurunda değil, O, ca- nr isterse rahavete kapılmış ola - rak çalıyor, canı isterse de lüzu- sadece gülümsüyor| mundan fazla şiddetle... Hulâsa, parçalardan! lendirmiş. Bir değil, iki değil, üç), © dört veya beş değil... Genç or - kestra sefi, dinliyenler tarafından! kendisinin orkestrayı idarede tec-! rübesizliğine atfedilebilecek olan | saksofon falsosuna karşı müthiş surette sinirlendiğini, her falso-| İu parçanın çalınması tamamlan dıktan sonra ihtar ettiği halde,| Yol, Uzun Da! “Anne, çocuğuna mektepte o gün! neler öğrendiğini sordu. Perihan, | öğrendiği şeylerden tekini hatır- © olamıyordu. Annesi, üzüldü: © — Vah, kızım, vab!. Dedi, babanın hakkı varmış. Sen güzel- sin, ama bir az kalın kafalısın.. » Kolay kolay bir şey öğrenemiye - > Gceksin!, Küçük kız, kalın kafalılığı ka - — Gbule yanaşmıyordu: ww — Öğreniyorum, ama unutu yorum, anneciğim! © Anne, bunu bir madı: — Hadi, hadi!, Hiç dersini iyi- ce öğrenen, kolay kolay unutur mu?. Bak, komşunun kızı Hace- re... Kıza ne sorarsam, çıtır pı- tır cevap veriyor! Perihan, zeki bir bakışla, gözle- mazeret say» rini annesine çevirerek şöyle söy - ledi: — Hacerin evi, mektebe bizim evden yakın... Yolu uzun değil, » ki öğrendiğini eve gelinceye ka - — odar unutsunl!, — Aman, ne müthiş şey!.. Ne ya- pıyorsunuz orada? — Görmüyor musunuz?. Çalgı ça- yorum! — Çok şükür!. Ben de testere ile odamın bir yerini kesiyorsunuz, san- dım! Huysuzluk Mirası ! Cabir Efendinin evine hırsız girmişti. Adamcağız, ertesi sa - bah, geceleyin soyulduğunu anla- yınca karakola koştu. Polis gel- di. Tahkikata başladı. Hırsızın girdiği mutbak pençeresini mua - yene etti ve çalınân eşyayı tesbit etti: >— Hepsi bu kadar mı?. Yoksa ortada olmıyan başka bir şey de var mı?. İyi düşününüz!. Cabir Efendi, bir an düşündük! ten sonra; — Evet, dedi. Ortada olmıyan bir şey daha var: Hırsız!, Hırsız Nerede? — Aman ne huysuz çocuk, bil- seniz, bu benim çocuğum!. Bil - mem, ki bu huysuzluk ona kim - den miras kaldı!. — Her halde sizden değil... — Şüphesiz! — Sizden değil, çünkü siz huy- suzluğunuzu hâlâ muhafaza edi- yorsunuz!, | | İl l icap eden yerde icap ettiği gibi de- gil, icap etmediği gibi... Nihayet, bir parçayı çalışta fal- sonun ardı arkası kesilmeyince, sinirleri adam akıllı gerilen orkes- tra şefi, elinden değneği sakso - fonun geniş ağzına fırlatarak, or- kestrayı durduruyor : ve hiddetle bağırıyor: : © — Eğer hep böyle fali yapa - caksanız, açık söyleyin. Orkestra heyeti arasından çıkarılmanız için sizi gidip direktöre şikâyet ede'- ceğim!, Saksofoncu, gene gülümsüyor ve genç orkestra şefini çileden çi- kartan bir soğuk kanlılıkla, gayet sakin bir tavurla, öyle bir cevap veriyor ki, Kıyasıya bir öç a- lış mukabelesi.. Şöyle diyor : — Mükemmel!... Ben de size | şunu söyliyeyim, ki eğer beni di-! rektöre şikâyet edecek olursanız, bundan sonra tıpkı tıpkısına sizin dirije edişinize uygun olarak sak- sofon çalarım. Artık benim falso yapışıma haçet kalmaz, muhterem üstat!, Belçika Nüktesi! Belediye zabıtası memuru, $0 - före çıkıştı: — Gene nizama riayetsizlik et- tin. Hızlı gittin. Sana ceza ke- seceğim! — Hayır, ben nizama riayetsiz- lik etmedim! Memur, bir taraftan cezayı ya - zarken, bir taraftan da şoföre ba- karak, mırıldandı: — Sen, nizamı öğrenmemişsin daha, galiba! Şoför, şu cevabı verdi: — Nasıl öğrenmedim?. Öğren- mesine öğrendim. Hatta başka - larına da öğrettim. — Şu halde, nasıl oluyor da ni- zama riayetsiz hareket ediyor- sun? — Öğrendiğimi başkalarına öğ rettim, dedim ya..... Artık öğren- diklerimden bende bir şey kal - Cennetten Küçük Hasan, iyi bir çocuktur, ama nihayet çocuk!... Arada ya - ramazlık eder. Babası da çetin mi çetin bir adamdır. Yaramaz - lığa hiç tahammülü yoktur, Oğlu- nu uslu durmağa alıştırmak için, nasihat ve tekdir merhalelerin - den geçmeden, doğrudan doğru - ya köteğe müracaat eder. Konu komşu, babanın köteğe el attığını çocuğun daha dayak yemeğe bas- lamadan ciyak ciyak bağırmasın- dan anlarlar. Acaba, bu dayak atmak âdeti- ni, babası kimden öğrendi?.. Onu bu kötü işe kim alıştırdı?. Bu küçük Hasana merak oldu ve bir gün, çetin huylu babasının bir de- receye kadar yumuşamış, neşeli olduğu bir zamanı kollayıp sor- du: — Baba, sen beni bazan dövü- yorsun, değil mi?. — Dövülen sen olduğuna göre, bunu bana sorman abes!. — Hayır, zaten sana onu sora - cak değildim. Asil soracağım şey başka! — Sor bakalım öyleyse!, — Çocuk, çekinerek, sorgusuna DAYAK Çıkmadır! devam etti: — Senin beni dövdüğün gibi baban da seni döver miydi?. — Elbette. Ben, böyle terbiy& oldum! — Peki, senin babanm babasi da, babanı döver miymiş?. — Şüphe mi var?. kaya yatırıp dövermiş. — Peki, senin babanın babası” nın babası da, babanın babasın! döver mi imiş acaba?.... — Elbette, canım, elbette!, Pe” ki, bana ne diye soruyorsun bun ları?.. Küçük Hasan, dudak büküşle, düşünceli bir hal aldı: — Acaba bu işe bâşlıyan kim? O kaba herifin kim olduğunu me rak ediyorum, ama gene öğrene medim işte!. — Kaba herif kim mi?. Ben onun sâna kim olduğunu öğreti * rim şimdi!. Sen dayağın cennet” ten çıkma olduğunu daha bilmi * Hem fala"$! , yorsun, ha?. Nerede kızılcık değ”fit neğim?. Bu işe kimin başladığını merak fi, etmesi, küçük Hasana oldukç# pahalıya mal oldu!. A Hiç Faydası Yok! «Beyoğlunda büyük.bir mağaza | önünde . hususi otomobilinden inen adam, yirmi dakika sonra) mağazadan çıkınca, otomobilin yerinde yeller estiğini görerek te- lâşlandı: — Aman, nereye gitti otomobi- Tim?.. Kim çaldı acaba? Mağazanın yanındaki dar so - kağın başında duran fıstıkçı, ses - lendi: Ben, otomobilin çalındığını gördüm, beyefendi!. Ötomobil sahibi, doğrü koştu: — Aman, çabuk söyle!. bir adamdı bu?.. Yüzüne dikkat ettin mi bari?. Fıstıkçı, yeleğinin cebinden bif kâğıt parçası çıkarırken: — Hayır, dedi. Yüzüne bak * mağa zaman bulamadım, ama if” te otomobilin numarasını yazdı" Buyurun! hemen ond —— mn Yutulan Diş! Bir hasisle bir kadın arasında konuşma: — Geçen gün, altın diş ağzınız- da yoktu. Şimdi gene yerine gel- miş. Kaybettiğinizi söylemiştiniz. Buldunuz demek? Hasis, yutkundu. Sonra, kadı. na bir sır söyledi: — Doğrusunu isterseniz, dişi kaybetmemiş, eve geç (kaldığım bir gece, yolda bırsız ağzımda gö- rüp de çalar diye.. yutmuştum. Sonra tekrar meydana çıktı, yeri- ne koydum! a — Fakat, bu olur kepazelik değil!.. madı! : kiralamıştık. Şimdi ne olacak! Zahmetsiz Kazanç! Bugün fakir düşmüş bir ada” olan eski harp zengini Lebip ile yeni tanıştığı bir adam, şan” dan bundan konuşurlarken, L€ bip Bey bir zamanki, zenginliğ den bahs açtı. “Bunun üzeri karşısındaki adam sordu: — Demek siz yalnız bulgur careti yaplınız?. Tabii o K serveti, yorucu mesai sarfı #8 sinde elde ettiniz!. — Hayır... Bulgur ticareti tığıma göre Bulgur sayesin” ANI # 4 let Biz, otelimizde telgrafla evvol zata