Ez Beş Dakika Süren Ders Muya Uy” My” Meşhur bir piyanist, zengin kim- , masi bir olur, denilebilecek dere- ları için, ortada mesele yoktu! selerin kızlarma piyano dersi ve- rirdi. Ancak, o kadar aceleci idi, ki hiç bir talebesi, piyanistin der- sinden tam bir saat istifade etmek #emkânmı bulamamıştı. Meşhur piyanist, ders saatinde şöyle bir uğrar, oturmasile kalk- gg ayyy PA g Meslek Aşkı Bir evde eş, dost toplanmışlar- dr. Eğlenti yapıyorlardı. Bu arada | lan her biri, muhtelif toplan; bitli meharetlerini gösterdiler, Bu evin sahibi olan Didar hı- nm efendinin evinden misafir ek- | sik olmazdı. Hemen her akşam yapılan eğlentilerde, birçok kişi hazır bulunurdu. Tabii bu kadar misafir ağırlıyabilen kadm, çok zengindi. Zengin ve misafirper- yer! Salonda dakikada bir mânalı, Mmânasız kahkahalar koyveriliyor, herkes bir şey söylüyor, el şakırtı- ları işitiliyor, hulâsa çılgmca eğ- e İki saatten beri böy- Misafirler arasmda bulunanlar» dan doktor Halil Bey, en sona kal-! tr. Ev sahibi Didar Hanıme- “ona iz — Doktor bey, sıra sizde! Şişman bir adam olan doktor Halil Bey, iyice yaslandığı kübik yarı uyuklar vaziyette idi. Birdenbire doğrulmağa çalışa- vak, mırıldandı: — Ben de mi?... Eh, yaklaşın, bakalım, Ben de hepinizin nabzı yoklıyayım bari? yy dErkeğe Acıyan Kadınp' Bağdat caddesinde yanyana yü- rüyen karı, koca, yaşlıca bir zata rast geldiler, İhtiyar, selâm vere- rek, sordu: — Acaba istasyonuna kaç dakikada varabilirim, Daha cok uzak mı? İhtiyar, teşekkür , ederek uzak: laşırken, erkek, karısma sordu: | — Niçin doğru söylemedin? O- mun Yürüyüşü ile istasyon en aşağı yarım saatlik yoldur) Kr 91, ihtiyarın arkasmdan ba- — Evet, dedi. İhtiyara acıdım düser gözünü ni korkutmak © iste- pp Nimet Ilanım, sabah kahvaltı - smda kocasına damıştı; — Bey, Nermine yarmdan iti. baren kendisine yol verdiğimizi şiwdiden bildireyim mi?... Vahit Bey, az kalsın çay finca- amı elinden düşürecekti: cede kısa bir müddet talebesinin salonunda kalır, kendisini dışarı- ya dar atardı. Talebeler, ondan istifade ede- miyorlardı. Fakat, zengin aileler, kızlarınm böyle meşhur bir piya- nistten ders aldığını söyliyerek ö- ğünmekten sonsuz zevk duyduk- — Kocam, fazla masraf ettiğimden Şikâyetçi. Bana geçen gün Meşhur piyanist, günün birinde çoktandır görmediği bir dostuna rast geldi. Ayak üstü bir müddet konuştuktan sonra, şöyle söyledi: — Beni burada bekleyiniz. Beş dakikaya kadar gelirim. Şu konak taki bir talebeme ders vereceğim! Kib kibarların çek sade giyindiklerinden bahsetti! > Sen ne «e'ap verdin ? — “ Ben, kibarlık taslamaktan hoşlanmam ,, dedim! — Sakın ha, dedi. o Unuttun mu?... Bugün ev sahibi gelecek. Sonra benim evde olduğumu: söy- ler! m. — Sana bu akşam, bir bal oldu. Bana boyuna saatin kaç olduğunu soruyorsun! Bu, altıncı defadır! — Bunda şaşacak ne var? Sen de her soruşumda başka türlü ce- vap veriyorsun! im. Faize Hanım, kasaba giderek ya- rım kilo kıyma çektirdi. Kasap, bunu tartarken baş parmağı ile te- raziye kuvvetle bastı. Bu, hanım gözünden kaçmadı, — Otuz kuruş! Kasap kıymayı kâğıda sardığı sırada, azametl: bir tavırla böyle diyince, Faize Hanım, gülümsedi: — Kasap efendi, tartmasaydı- nız istemezdim, fakat mademki bir kere tarttınız, oldu olacak onu da kesip kâğıda koyuveriniz! Kasap, bir şey anlamamıştı. Hu- şunetle kadına baktı ve sordu; — Neyi? — Baş parmağmızı! Hansisini ? — Boduruma odun taşı- makta kıza yardım eder- sen,sana eski bir pantalon veririm ! — Görebilir miyim? — Odunu mu? — Hayır, kızı! LL — Bana kalırsa, artık kızımızı evlendirsek iyi olacak, kocacığım. Kız, tam evlenme çağında... Vakit geçirmeğe gelmez! — Karıcığım, ne acele ediyor- sun?... Dur bakalım, hoşuna giden bir delikanlı karşısına çıkımcıya kadar beklesin! — Ya, mükemmel doğrusu! Ben, o kadar bekledim ini zannediyor- sun?, ÇE. 7 —VAKIT 12 ŞUBAT i934 — AR | Çifte Pantalon Y | Aptallığı ile tanınmış bir arka- | terziye yaptırdım elbisemi. İyi et- daşile karşılaşan Ferit Bey, onu baştan aşağı, şöyle bir süzdü: — Sen adam akıllı şrklaşmışsm, Yakup Bey! Yakup Bey, ağzını bir karış aça- rak, güldü: — Değil mi?... Senin söylediğin yy Ky arlıkl v >. Taslamak ioşuna > itmiyen bİr yy yg medim mi? — Çok iyi etmişsin. Pantalonu çift yaptırmanı söylemiştim. Öyle mi yaptırdın?, — Tabit değil mi ya. Yalnız, bas zan bacaklarım ateş gibi yanıyor çifte pantalonla! Ferit Bey, dikkat edince, aptal lığı ile meşhur arkadaşımın panta- lon paçalarının çifter çifter sarktı» ğını gördü! pp İki arkadaş, sokak ortasında | karşılaştılar. Selâmlaştılar, hal ha- tır soruştular. Sonra, konuşma şöyle devam etti: — Kuzum, bana beş lira ödünç ! verebilir misin? — İmkânsız, azizim! — Neden? — Benim, şimdi bir âdetim var. Belki biraz garip gelirse de,... aym İ birinci günü, alacaklıya bile para vermiyorum! — Mükemmel, fakat, bugün a yın ikisi!.... Bir an süküt. Sonra cevap: — Sahi, öyle!.. Fakat, ayın iki- sinde de paralar suyunu çekiveri- yor! “— Vermeğe niyetim yok,, de « sen, el — Ne 0? Bugün pek dalgın du- ruyorsun? — Sade bugün mü? — Bilhassa son zamanlarda s€- ni hep böyle görüyorum; Neyin var? a —Üzüntü, beni adam akıllı yıps ratıyor. Düşüne düşüne bundan kurtulmak için bir çare buldum. Gazeteye ilân verdim, beni üzün- tüden kurtaracak olan kimseye beş yüz lira vermeği vadettim! — Güzel, fakat, bu kadar para“ yı nerden bulacaksım?. — Zaten benim üzüntüm de pas ra bulamamak! a e © Bebek-Fiyat-Kız p Minimini Feriha, annesinin he- diye ettiği gözleri kapanıp (açılır bebeği sevinçle kucaklamış, öpü - yor, kokluyor, her tarafını gözden geçiriyordu. Bu muayene sırasında, bir ara - Irk bebeğin bir yerindeki fiyat yaf tası gözüne ilişti, Bunu okuyunca, bir an düşündü, sonra annesinin yanma koştu. — Ne var, Feriha? Annesinin önünde duran kız, parmaklarının ucuyla eteğini tuta- rak kaldırdı, şöyle söyledi: — Anne, benim fiyatım ne ka - dar?... Baksan, a! i. — Baba, ben ne olmak istiyo- rum, biliyor musun? — Söyle de bileyim! — Altın arayıcı! Demin roman- da okudum. Altın arayıcıları, ka- ranlık mağaralara girerek, altın madenleri keşfediyorlar, sonra... — Kâfi, eğer sahiden altm ara- yıcı olmak istiyorsan, hemen ola- bilirsin! — Sahi mi?. Nasıl? — Çabuk, sepetle küreği al, in kömürlüğe, sepete maden kömürü doldur, getir yukarıya! — Kömür altın değil ki, baba! — Niçin olmasın? Sobaya attın mı, altın gibi parıl parıl yanar! p — Hoca, senin vazifelerini ya» parken benim yardım ettiğimin farkına vardı mı? Çocuk, babasmın bu sualine karşı, başmı salladı: — Galiba anladı, baba? — Yaa? Nereden anladı? — “Bu kadar yanlışı, senin yals nız başına yapmış olman, müm- kün değil!,, dedi de! p Baba, çocuğuna nasihat veri. yor: — Sen, daima “İsterim de İste- rim,, diyorsun. Halbuki, O çocuk kısmı hiç bir şey “istememeli,, dir. Bunu sana bin defa söyledim. Bir türlü kâr etmedi. Vazgeçmek için, evvelâ vazgeçmek “istemen, | lâ- zım! — Kocam, gençliğinde kendisi- ne en uygun düşecek kızı bulma- dan evlenmemeğe and içmişmiş! — Peki, senin en uygun düşe- cek kız olduğunu kimden öğren- miş? — Kimden olacak? Benden!