in Kayanın hayretle yüzüne ; Eyi görünce, birden sustu.| Sunu ve bu çoşkunlukla hü-| ni ele vereceğini sezdi. Mr | iş ij Safer Ali Beyi banaböyle il han Kaya, yavaş yavaş, tane altın bakışlı gözleri arıyarak ç Bazan öyle hamleleriniz var anlardı haleti ruhiyenizin ne Sunu anlamak isterdim.. Siz- hari iki şahsiyet yaşıyor. Fa- Mr, ei larile meşgul olduğunuz “Mi, yoksa hayatın şımarttı- yerle güldüğünüz anlar mı ?. an Kavanın sesi, Günayı alt il, e , Gencin sert çizgili yüzü | Cey ini bütün bütün kesti. ” b Orka vermedi.. ği Kaya, ısrarla sordu! fe, 4 vap vermiyecek misiniz İten İdı.. Lekesiz, > faştemiyordu.. Bivaz dolaşalım mı Günay?. İn Y. 868 çıkarmadan yerin - aleti, Etrafta oturanlar, i- Pijamanın yuğurduğu bu in- yy Süde imrenerek bakiyarlardir i Kaya, bir iki erkeğin söy- Siğini duydu: X. * güzel kız!.. İL Zamanlarda, bu Mü güzel kıza pek nadir te- kg; a gaya içini çekti: “Ah, bir a bunun kadar esraren- ğ 1ZA tesadüf etmedim!.,, a Sok > Cİstfalin deniz eğlencele: Tağbet görmüştü. Bütün Atağı köya, koydan yukarı iv kadar donanmıştı. De. .“ lerin aksile, büyük bir Bi ve benzemişti. iy İS, deniz hamamlarının or- onan bir cazbant, sularda enler uyandırarak ortalığı Ye vetiyordu; Mani bi kosarita nataçes Si Adurimi.... komaya İs da urimi, saf yüzü | Çok ta şık!.. y edebi tefrikası : 70 tyagiilrmyyssttiiyazyn, İtoplu bir birlik vardı. iki Günay hangisidir?. Ne | N samimisiniz?. Hayatın cid- | kadar zarif, ! Adermani!.. | ya , eri taam ve renk renk e an. pijamalar, ağır çar, ii etlere, beyaz panta - td, ve smokinlere karı - i Mumlarda dönüyorlar, R ““nüyorlar, birbirlerine Siftler, cazbanda ayak uy Samlıklarda kayboluyor- daş ok, Vak i ; R ' e * Bring ehepines i Yat tuevriwan.... , z İzthötay, m ie N of joy: | Mi * yerinden oyniyordu. | Na çisibesinden kurtulab. kalaba 208, ahenge kapı. ona gözlerini devirmiş, yuvarlak Esmanın omuzlarına koydu: ğa katılıyor, dalga- armada, çalkalıyor, caz başlı, Zinodaki keman bir Yi yukarı yamaçlar - yay, 221 derunum, v bu aha bile... koyg.2l, trtıllanarak, lo - relenirken, kadınlı | e w s tuzağı ay EZELİ Izzet wn erkekli, şen bir grupun şakıyışları herkese kulak kabarttırıyordu : Bekledii de gelmedin, Hiç mi be- ni sevmedin, Göz yaşımı silmedin, söyle söyle. Hiç mi beni sevmedin... Bütün bu ayrılıklara rağmen, Güneşten abanozlaşmış on sekiz, yirmi yâ- şında genç kızlar, şakaklarına kır düşmüş erkeklerin etrafında dö - neşiyorlar, onlara, yirmi yaş genç- leşmek kudretini veriyorlardı. Günay, bir an dans edenlerin akıntısına kapıldı, uzaklaştı, arka- daşlarından ayrıldı. Bu eğlenceyi, bu kalabalıği ilk defa yören Günay, bir şişe şam - panya içmiş kadar sarhoştu. zevk- ten, neşeden başı dönüyor, rast gele gençlerle dans ediyordu. Ka panın kolları arasında kalıyordu. Klüpte olduğu gibi, dans ederken kulağına imalı sözler year kızın başı öteyanadöndü. | lardı. * Sırf eğlenmek, dans etm ri Marmaranm uzak ufukla. | zevki için dans ediyorlardı. Günay memnundu, mesuttu, Bu gıllıgışsız eğlenceye kendini kap - tırmıştı., Bir aralık kulaklarında tiz bir ses çinladı: — İşte burada!.. iha karşısında idiler.. Onların ari öte - kiler geliyorlardı. Esma, sırıtarak Bülendin koluna asılmıştı.. Onun memnun çehresi ile, Bülendin bir karış suratı, öyle bir tezat teşkil ediyordu, ki Günay, bir kahkaha basmamak için kendini güç zapt etti.. Orhan Kaya, Matmazel Moreno ile Fikriyenin arkasında, elleri ce- binde yürüyordu.. Cemal Rağıp, Fikriye ile Matmazel Morenoya kur yapmakla meşguldü. Sadun Bülent, adeta dargın bir | ihtirasımız,, “Ankara istasyonun - sesle: — Günay Hanım neredesiniz?. Bir saattir sizi arıyoruz. Dedi. Günay güldü: — Ben sizi aramıyordum. Kaya saate baktı: — On bir oldu.. Hani,fişek fa. | da diyor ki: lan atıldığı yok.. Sonra, genç kızm çıplak kolla- İ rına dokundu ve samimi bir endi. | Anlatamamış deyip, dudak bükme şe ile sordu: i — Üşüyeceksiniz.. Arabada ça- ketiniz yok mu?. Bülent, bu sozü fırsat bildi. Es- manın elini kölündan çıkardı, der- hal pardesösünün bir tarafını aç- tu: — Üşüyenlere kalorifer var!. | Bunu, komik bir ciddiyetle söy- lemişti. Esma hemen pardösü -! nün içine büzüldü. Bülent ses çı- | karamadı.. Pardösünün öbür ka- nadını açtı: -— Burası boş, siz de buraya ge- lin!.. Günay tereddüt etti.. Fakat i- çinden Esmayi kızdırmak geliyor- du... Esma, büzüldüğü yerden, yuvarlak bakıyordu.. Birden, Günayın bileğini bir el sıktı.. Bu, Orhan Kaya idi. İnce yün spor çaketini çıkarmış, genç kızın omuzlarına koymuştu: — Bunu giyiniz.. : Günay çaketi omzunda tuttu.. | Kaya adeta emretti: — Hayır, tamamiyle giyininiz, | di ii İnanlı Edebiyat (Baş tarafı 3 üncü sayıfamızda) Belki şiirim aksaktır, belki ahenk 7 İ yazmak yasak. İ Kırmazsam ellerimle kaleminü al çağım, Fakat anlatacağım, mutlak anla- tacağım.... Ve onları yeknasak bir ahenk ve aksak musralarla anlatıyor. Fakat şairin inkılâba ve Gaziye inananların tercümanı olan şairin #nısraları ver, ki ber. biri inan - - Iı bir edebiyatın oOçok güzel bi- rer nümunesidir.. Bir iki beyti buraya naklediyo- rum.. Sorma dünya tarihi banu kaç dev- re diye, Umumun tarihini sen böldün üç devreye: “Senden evvel,, “Seninle,, “Sen - yaklaştı.. Alnından sızan ter dam den sonra,, devri Var.-| la damla kirli sakallarmdan akı: Göğsüme sokulacak olanın ba$ı| yordu.. Elmacık kemiklerine top döner, | lanan kanla kıp kırmızı olmuştu. Cazibesiz bir yıldız gibi boşlukta söner, i Solup düşer uğramış gibi bir anda sama, Kim girse “Seninle, devrindeki havama, Behçet Kemal “fenafilgazi,, dir ve bu mukaddes sevdanın ilhamı ile hemen hemen kemale ermiştir. Diyor ki: Aşıksınız siz: Ete, renge, kancık zekâya... Biz tutkunuz: Öz ele, öz hakka, öz dehâya!. “Fenafilgazi,, olmak derler bizim sevdaya Bize “dudak bükenler, kendisine eğ gülmeli. Ve şair, bu mukaddes aşkın il- hamı ile, bugünün ve battâ yarı- nm ülküsünü canlandıran manzu- melerle, bir kitap doldurmuştur. “Ankarada,, “Açılırken, “Er- İ genekon,, “Bizim aşkımız bizim | da,, “Çobandan parçalar,, “Kızıl ırmak,, “Sadabattan geçerken, “Köylere gireceğiz,, manzumeleri bir mevsimi değil, bir nesli bes- liyecek, doyuracak güzel manzume lerdir.. Şair, kitabının en sonun- Kâğıtta his, karada balık yaşatma- sı zor, bana sor: Bir takse mektup olsun gönder, : 5 cevap vereyim, Kitap deyip te geçme, hurda bir kalb çarpıyor... ! Behçet Kemalin şiirlerinde sa- | hiden bir kalb çarpıyor; bir şair | kalbi, hem de imanlı bir şair kalbi. Selâmi Izzet kollarmızı geçiriniz... Genç kız, bu emre itaat etti ve dedi ki: — Evet ama, siz üşüyeceksiniz. — Siz beni düşünmeyin.. Ben üşümem, benim kazağım var, ça- ket zaten fazla idi.. Bülent, pardösüsünü çıkardı , — Bu güzel fikir, dedi, pardösü de bana fazla geliyordu.. Bu aralık, sahillere dizilen ha-| va fişekleri patladı... Islıklı bir helezunla, arkalarında kıvılcımı izler bırakarak yükseldiler.. Gök | yeknasak (fi Sevdirmezsem kendimi, bir saür (| i kahvenin karşısında bir kenarda i durmuş, mütereddit düşünüyordu. * | Başımızın çaresine bakm.. Bari be i nun için köpek, yalnız ısıran bir İl Yadigâr, uzun kılıcını çekmiş, rast gele sallıyordu.. Fakat, bu| sallayış hiç te boşa gitmiyordu. Kı ıç her sallanışta bir inleyiş ve bir sukut duyuluyordu. İki ardakaş | askerleri mütemadiyen ileri kovu- yorlardı. Halk tamamiyle dağıl- muştı.. Kara oğlan ortaya çıkmamış, O, çarpışmaktan korkmuyor fakat nasıl muzaffer olacaklarını kuru- yordu.. İhtiyar Ali Ekber Kara oğlana «— Evlât, dedi, iki asker haber vermeğe gitiler.. Şimdi nerede ise süvariler ge - lecekler... Krara olğan, muhitin yabancısı olmakla beraber kahvenin etrafı. nı ve kahvenin teşkilâtını tamamı | ile biliyordu.. Daha ilk geldiği ge ce, etrafı gezmiş, bir çok yerler öğrenmişti. — Sizin kahvenin arka kapısı açık mı?. Diye sordu.. Ihtiyar, ayni korkak hareketle: — Hayır, hayır... Dedi. Siz benim kahvemde bulunmayınız. ni yakmayınız!,. Kara oğlan, ihtiyarı kolundan tutarak kabvenin içine fırlattı: — Süvariler gelinciye kadar kurtulmak lâzım... Diye söylendi. Muğrav ile Yadigâr, mütemadi- yen kılıç sallıyor, boğuşuyorlardı. Kara oğlan, vakit geçirmenin çok pahalıya mal olacağını düşündü.. Arkadaşları yakalanırsa iş büsbü- tün sarpa saracaktı. Sonra ken - disinin hâlâ işe karışmaması, hele Yadigârın büsbütün kuvvei mane- viyesini kırıyordu. Birden yattıkları yere fırladı Hey besinin içinde hiç eksik olmıyan iki tabanca aldı.. Uzun kılıcını beline doladı, kalın kayışı sıktı. Bileğine bilekliği geçirdi.. Kapi- ya geldikleri vakit, askerlerin Ya. | digârı gittikçe sarmakta oldukları. nı gördü.. Bir an Yadigârın başı arkaya düştü.. Gözleri etrafta Kara oğ - lanı arıyordu.. Fakat, bu arkaya bakış ona pahalıya mal olmuştu. Birden ağzından “Köpek,, kelime si döküldü. Yadigir köpek keli- mesini boş yere kullanmazdı. O.. mahlüktu.. Vücudündeki yarala - | ra da köpek dişleri derdi. Bu, köpek kelimesini Kara oğ- lan da duymuştu.. Beklemeden, etrafa bakmadan: — Hayyyyt!.. Yadigâr geliyo- rum, gayret!... Diye bir nara attı. Bu nara, o kadar sert ve çelik bir sesti ki askerler ne olduğunu! anlıyamamışlardı. İ Kara oğlan, ileri atılmakla be- | raber iki elindeki tabancaları da ateş etmiş, Yadigâra kılıcını hava | yüzünde sarılı, mavili, kırmızılı kandiller peyda oldu.. (Devamı var) le etmiş, iki kişiyi yere sermişti.. İ Üçüncü bir yardımcı, bitkin bir hale gelen Muğravla Yadişira AŞK DELİSİ >HÜKÜMDAR i yordu.. ye gidelim., döneriz. Türkler bize ordu verir. ler... j Yazan: Niyazi Ahmet yeniden kuvvet vermişti.. Son bi. rer atılışla birer kişi daha yere yı varladılar.. Artık, askerler mukavemet ede miyorlar, kaçmağa fırsat arıyorlar- İdi... Kara oğlan, bunun farkınavar- dı: — Köpekler... Diye bağırdı... Buradan uzaklaşmazsanız hepini « niz işkembenizi deşeceğiz.. Beş dakika sonra, üç arkadaş Ali Ekberin kahvesine girmiş, ar- ka karanlık odada toplanmışlardı. Kara oğlan, Yadigârın kolundaki yaraları sarıyordu.. tılan elbiselerini düzeltiyordu.. Yadiğâr, hâlâ soluyordu: — Süvariler bizi bulacaklar.. Muğrav, dişlerini gıcırdattı: Bunu Karaciğay Han yaptı.. Ye # min ediyorum, intikamımı alaca» Kara oğlan: j pi — Burada fazla duramıyacağız. Nerede ise süvariler gelecekler... Onların elinden kurtulmak bir az güç olacak... Yadigâr, hiddetini yenememiş ti: — Köpekler ısırdılar beni... e Muğrav: : — Dostlarım, dedi.. Karaciğay bana bir oyun oynuyor.. Bakalım sonu ne olacak?, Oyununda mw vaffak olamiyacak.. Size gelince. Şimdiki vaziyet tehlikelidir. Sizi müdafaa edemiyeceğim.. Burada e. fazla durmayınız... Kara oğlan, Muğravın da vazi- yetini tehlikeli görüyordu. — Bizi düşünme, dedi, icap e- derse çarpışırız.. İcap ederse sıvı- Fakat şimdiki halde senin vaziyetin de tehlikelidir. Sen de şırız... bizimle gel.. — Nereye? — Türkiyeye!.. — Türkiyede ne yaparız?, — Türkiyede yapacağımız işler var... Ketevan” kraliçe Hünkâra adam gönderdi, yardım istedi, biz de gider icap ederse Hünkârla gö. rüşürüz. Türkler, Şah Abbasa düş- mandırlar... Kızılbaşları kılıçtan geçirecekler,. tırız, sana itimat ederler.. Biz her şeyi anla» ğ Muğrav, düşünüyordu. Buralar. dan uzaklaşmak bir parça güç ge iyordu.. Ketevan ne olacaktı. Kübrayı bir daha görememişti.. Halbuki Kübra, Tamaradan haber getirecekti.. Tamaranın nerede ol duğunu haber almadan gitmek im kânsızdı.. — Hayır dostlarım, dedi, benim burada daha görülecek işlerim var... Kara oğlan itiraz etti: — Bugün müşterek çarpıştık.. steriz ki muzaffer oluncıya ka - dar beraber çalışalım:. Görülecek şleri beraber görelim,. iğ — Bana yardım edeceğinizden eminim.. Fakat bu işi yalnız yap. mam icap ediyor., 3 En nihayet Yadigâr da söze kas | aştı: R — Muğrav, dedi, gel Türkiye- Sonra gene beraber (Devamı var) p. Muğrav, yır- 4