| AKIT'ın Tefrikası : 58 13 MAYIS GECESİ.. >> Kapmın önünde biraz öksür, an geldiğini anlarım. > Olur efendim. san, tanımadığın açma. Anlıyor musun? > Anladım efendim. Hm, ve İçeri girmek ister. Sen ihtiya ii Anladım, o hanımı yazıhane İp alacağım, sokak kapısını sürme b im. Tanımadıklarıma kapr- © Açmıyacağım. — Tamam. * Ni Hasan Sıtkı bey yanmızda olsa, Vildan hanımı odaya ala- a mı?. — Al, al... Yalnız sakın ben- n bahsetme... O Safi beyi sora- #) “tır. Buradadır der ve bir oda- fa alırsın > Peki efendim, il Bu esnada şiddetli bir zil ça- r, Müfit sordu: gi | — Bu da ne?. Pİ, — Hasan Sıtkı bey sabırsızla- / lu. Gidip bakayım mı?. >— Hacet yok, ben gidiyorum. Vi Kapı açıldı ve bir hasta bakıcı fi eşikli bir genç kız göründü. idi görünce sordu: : i — Siz Müfit bey misiniz?. ©—— Evet efendim. Ayukat ilerledi: — Affedersiniz, fakat hastam sdbırsızlandı. Sesinizi duydu, Randı, yerinde duramıyor. Zapte- iyormm. — Maşallah, yaşma ve yarası- N Tâğmen hâlâ dinç. — Zannettiğiniz kadar dinç ğü, sihhati de bozuk. >— Ona siz mi bakıyorsunuz? >— Evet efendim. >— Şu halde müşerref oldum. pil $di. Müfit devam etti: | >— Refika hanım, ben sizin res- .Ji Aş hasta bakıcı olduğunuzu bil- | *Yordum... Kardeşinize yazdığı" ie gösterdi mi. İN Evet. Hatta zorla okuttu. h » *vvelâ okumak istemedim, fa- icbar etti. > Manasızlık. >> Manasızlık nedir efendim? vi» biteni bana haber vermekle eğin değil mi?. Hasan Sıtkı ve sizin hakkımda düşün - Mlerinizi öğrendiğim için babti- a Ve gülümsiyerek genç kızın ö- || “eiğildi. ik > Benim mektubumu size gös- İk vive hakkı yoktu. Onu affet - > Buna karışmam. Bu sizinle i inizin arasında halledilecek va, ii he Ben esasen, Hasan Sıtkı be- İş "izin hakkınızda söylediği söz ç İanmadığımı yazmıştım. > Teşekkür ederim... Haydi, pi Sıtkı beyin yanına gidelim. , “ika, güzel hasta bakıcı biraz y, /9r, biraz da ağabeysine kr Konuşmak, özür dilemek, anlaşmak, izahat vermek l Ha, bir şey daha, O geldik - İ kimseye | i ğim. Hasta bakıcı sıfatiyle rica e | diyorum. Hasan Sıtkı bey heyecan > Eğer tanıdık gelirse aç. O ha! lanmasın. ahbaplarından biri belki ge- İ zİncirini tak... Belki'de zorla | Kadar kendisini idare ediniz. titmi, i v İ e alem i kat'iyyen iyi değildir. Doktor sizi Genç kız şeytan şeytan gülüm- | | bir mektubu okumakla müba- | mA, Refika kulaklarına kadar kı -! — Ne?... Cemil size mektubu- | Fakat avukatın soğuk tavrı karşı - i sında bir şey yapamadı. Sadece dedi ki; — Sizden bir şey rica edece - — Bunun imkânı var mı?, -— Yok, yok ama, bir dereceye endini iyileşti zannediyor ama, ziyaret etmesine izin verdi. Fa * ji kat mecbur oldu. — Neden?. — Çünkü öyle hiddetlenecekti, ki bu hiddet kendisi için sokağa çıkmaktan beter olacaktı.. Fakat yol onu çok yordu. -— Sözünüzü dinlemiye gayret edeceğim Refika hanım. Evinde, hasta bakıcılıktan başka oynadı - ğınız bir rol daha olduğunu haber verirsem, acaba çok sinirlenir mi? Refika hiddetinden kudurdu, ağlıyacakmış gibi oldu. Fakat iz - zeti nefsi onu korudu. Göz yaşla - rmı akıtmadı. — Nasıl isterseniz öyle hareket ediniz. — İzninize teşekkür ederim... Fakat geç kaldık. Bekliyor. Lüt - fen siz öne geçiniz. Refika yürüdü, kapıyı açtı. Hasan Sıtkı bey, onları bermu- tat nezaketle karşıladı. Homurtu - lu bir sesle haykırdı: — Başbaşa vermiş ne kumpas i kurdunuz bakayım ?.. Refikaya döndü: — Gidip bana Müfidi çağır de- medim mi?.. Neden çabuk gelme- din?.. Ona söyliyecek neyin var - dı?. Ah kadmlar ah!.. Hepiniz yılan dillisiniz!. Refika sükünetle cevap verdi: — Müfit bey geldi efendim. .— Kör değilim, görüyorum... Beni kukla gibi bir yere oturttu - nuz ama, henüz kör edemediniz! İ (Devam var) : Misafirler Yunan gemicileri dün şehri gezdiler Evelki gün Aris mektep gemi - "siyle şehrimize gelen Yunan de - nizcileri dün sabah camileri ve mü zeleri gezmişlerdir. Misafirler öğleden sonra Hey- beliadaya giderek deniz lisesinde şereflerine verilen çay ziyafetin - de misafir bulunmuşlar, mektebi gezmişlerdir. Geceleyin de Yunan elçisi M. Sakelaropulos o Yeniköydeki © vinde misafirler şerefine bir su - vare vermiştir. Suvarede misafir- lerden başka şehrimizdeki bütün ecnebi elçiler, elçilikler | erkânı, vali bey, kolordu ve merkez ku - mandanları bulunmuşlardır. lm? Sucukların ucuzluğu, me- ğer gizli fabrikadanmış Piyasadaki bazı sucukların pi - yasa fiatından aşağı satıldığı na - zarı dikkati celbettiğinden tahki - kat yapılmış ve kâğıthanede fab - rika kuran bir tacirin kaçak suret- te öküz ve inek keserek sucuk imal ettiği anlaşılmıştır. istedi. | Tarlada yabancılar! Çilek koparacağız diye musallat olmuşlar Geçenlerde Sarıyerde Lâz Os- man ağanın çilek tarlasında bir hâdise cereyan etmiştir. Çocuklariyle beraber gelen ka- dınlı erkekli bir aile tarlanın ke- narmdaki ağaç altında oturdukla- rı sırada, çocukları tarlaya dala- rak çilek toplamağa başlamışlar - dır. Osman ağa, tarlaya müsaa- desiz girdikten başka, çileklerini de çiğniyen bu davetsiz o misafir- lere: — Çocuklara ben çilek gönde - reyim. Tarlayı çiğnemesinler. Diyerek, bir miktar çilek ver- miş ise de, çocuklar gene tarla - dan çilek toplamaktan vazgeçme - mişlerdir. Osman ağa bir defa da | oğlu vasıtasiyle ricasmı tekrar et - miştir. Gene aldırmadıklarını ve hattâ bir müddet sonra hep birden tarlaya girdiklerini görünce tarla dan ve kendi arazisinden çıkmala- rmı söylemiştir. Davetsiz misafir- ler hiddetlenerek bu ihtara silâh- lariyle mukabele etmek istemişler- se de Osman ağanın tarlasında ça- lışan amele yetişerek bunların si» lâhlarını istimale vakit bırakma - dan ellerinden almışlardır. Bir gazete Lâz Osman ağanın tarlasında çalışan amelenin kura- biyeci Şerif Babanın soyguniyle de alâkadar olduğunu yazmış ise de, bunun aslı olmadığı tahkikatla an- laşılmıştır. Zabıtada tekaütler Bu 32 memura para mükâfatı verildı Otuz sene zabıta hizmetinde bu- lunan 32 memur yeniden o tekaüt edilmiş ve kendilerine nakdi mü- kâfat verilmiştir. Bu memurların isimlerini yazıyoruz; Mardin emniyet müdürü Halit, Kütahya emniyet memuru Mazlüm Ankara emniyet umum müdürlü - ğü birinci şube (o memurlarından Cemal ve Mehmet Emin, İstanbul merkez memurlarından Necip, ü- güncü şube baş kâtibi Mehmet Ne- şet, birinci komiser Osman, Te - kirdağ birinci Okomiserlerinden Zekeriye, İstanbul © taharri me- murlarından Abdürrahman, ikin ci komiser (Abdullah, İzmirde ikinci komiser Ahmet Lütfi, Van ikinci komiseri Yusuf Zeyi, İs - tanbul üçüncü (komiserlreinden Hasan Sabit, komiser (o muavini Mahmut, üçüncü komiser Ahmet Niyazi, komiser muavini Kâzım, Mehmet Hilmi, Mustafa, Bursa ü- çüncü komiserlerinden Osman, Ba İikesir komiser muavinlerinden İs- mail Hakkı, İstanbul polis me - murlarından 2323 numaralı Meh - met, 1162 numaralı Mehmet, 665 numaralı İsmail Rahmi, 463 numa- ralı İbrahim, 3149 numaralı Meh- met Ali, 607 numaralı o Yusuf, 1350 numaralı Salih 1174 numara- kı Şükrü, 2439 numaralı Ahmet, 829 numaralı Mehmet, 928 numa- ralı Şaban, 171 numaralı Mehmet Sıtkı, 20 numaralı Recep Bey ve Efendiler. Emniyet müdürlerine biner, merkez memurlarına dokuz yüzer, komiserlere 720 şer, polis memur- larına 624 der lira mükâfatı nak - diye verilmiştir. Miz ie 5 — VAKIT 14 Temmuz 1933e apalı Hudutla AŞANLAR Güzel Lâponyalı kız beni süzerek: “Ne güzel adam!,, diye mırıldandı df lanırken, bulunduğum salonun ka- pısı açıldı. İçeri temiz giyinmiş ve önüne beyaş önlük takmış bir gar- son girdi. Elinde sofra ( takımları vardı. Bulunduğum masaya sofra | takımlarını yerleştirdi. Sonra dışa- rı çıkarak bir çorba getirdi. Çorba nın kokusundan fok balığı yağı ile yapılmadığını anlamıştım. İçtim. Çorbayı bir ren külbastısı ve iyi pi şirilmiş makarna takip etti. Ye- mekten sonra garson dedi ki: — Müsaadenizle odanızı göste - reyim. Ve önüme düşerek beni binanın bir yanındaki tek pencereli bir ye- re götürdü. Burada bir seyyar kar yola üzerine ren kürkleri ile yumu şak bir yatak yapılmıştı. Garson: — Bir emriniz olursa çağırırsı - nız, dedi ve dışarı çıktı. İçimi bir endişe kemiriyordu. A- caba mahpus mu idim? Odadan ve binadan dışarı çıkmaklığıma mü - saade edilmiyecek mi idi? Dima - ğrma yerleşen bu düşünce gittikce kökleşti. Bunu halletmek benim i- çin kat'i bir ihtiyaç halini aldr.Gar sonun gösterdiği küçük çanı ala - rak çaldım. Garson geldi. Sordum: — Dışarı çıkıp kasabayı biraz dolaşmak istiyorum... Garson bu sualime hayret eder bir tavırla mukabele etti: — Pek âlâ efendim.. Bu tenez - zühünüzde size bir yardımım ola- bilir mi? Cevabın tabiiliği karşısında şa - şırmıştım. Başka cevap bulamıya- rak: “Hayır! Teşekkür ederim, dedim. Garson dışarı çıktı. O va - kit içimi tarif edilmez bir üzüntü kapladı. Serbest olduğumu bildi - ğim halde dışarı çıkmayı canım is- temedi. Ren kürkleri üzerine uzan dım ve uyudum... Uyandığım zaman ertesi günün oldukça mühim bir kısmı geçmiş” ti. Saat on birdi. Doğruldum, Gar- sonu çağırdım. Bana şekerli gale- talarla güzel bir çay getirdi, çay - dan sonra dışarı çıkarak bir gezinti yapmıya karar verdim. Otelin ka- pısmın önündeki cadde oldukça temizdi. Fakat diğer sokaklar çok pis ve harapti. Sokakta gördüğüm çocuklar, zayıf, cılız, hastalıklı İ şeylerdi. Limon kabuğu renginde | yüzlü genç kızlar büyük bir bina - da salmon konserveleri dolduru - yorlardı, Bu kalabalık halkta te - essür hali (ogörülmemekle beraber neşeyi andırır bir halde yoktu. Yalnız yaşını on beş yaşında tah- min ettiğim güzel gözlü fakat ge - ne limon kabuğu suratlı zayıf bir kız, bana garip garip bakarak Sa- moyet lisanı ile: — Güzel adam.. Dedi. Doğrusu bu Samoyet kızı- nın böylece takdirini kazanmak Avrupalı gazetecinin kollarını ka- bartacak bir şeydi ya! Maamafih güzel gözlü kızın bu sözüne bir tebessümle muka « bele ettim.. Kasabanm en mü“ him kısmını gezmiş bulunuyor - dum.. Pis ve bir arşin genişliğin deki sokaklarda işim yoktu. Dı- şarıya çıkmak ise işime gelmiyor- du.. Saatime baktım on iki.. Şu dakikada Aslakın şehir haricinde beni beklediği muhakkaktı. Fakat ne yapabilirdim. Sarı benizlinin: edecektir. VA UMAŞ gir tedarik edebilseydim, üzerine atlayınca dört nala kaçmak tec < rübesine girişilebilirdi.. Fakat bu | menbus kutup memleketinde bey- Gezdiğim yollarda ren bile görmemiştim... Anlaşılan benim reni de bir tarafa götürüp bağla 25i mışlar ki meydanda yoktu. Otele dönmekten başka bir şey yapa» | mazdım.. Büyük salona girdiğim ve sekiz on kişi oturmuş vot- a içiyorlardı. Bunları ç tipinde adamlardı. çmiriz birbirler ine Rusça bir şey soruyor veya bir Tl da yoktu.. , Bir viski getirttim.. Beş on da kika geçti.. Sonra adamlardan bi- ri kalkarak benim masama geldi: ve müsaade istiyerek oturduktan sonra sordu; — Siz bir Fransız gazetecisisi- niz öyle mi?, da Suali Rusça sormuştu. Rusça - ! “Evet,, diye mukabele ettim. d-3 vakit Fransızca konuşmağa başla» dı: vi — Zingermanı evvelden tanır K misiniz ?.. Hayretle yüzüne baktım. Zin N nigerman,, isminde kimseyi bile - diğimden dedim ki: ğ — Bu isimde bir adam tanımıs yorum... ş Rus kadaşlarına yüksek sesle dedi ki: — Zingermanı tanımıyor. Si Bu sözler üzerine salonda bir fısırtıdır başladı... On kişi birbi riyle yavaş yavaş bir şeyler konur şuyor, arasıra beni süzüyordu. Ni- hayet masamdan ayrılarak i daşlarınım yanına gitmiş olan Rus tekrar masama geldi ve iki elini masaya dayıyarak: — Arkadaş, dedi. Zingerm a sizi tanıdığını söylemişti.. Demek onunla eskiden bir ahbaplığınız. yok... Şu halde dediği gibi o ziyarete gelmediniz.. Şimdi si soracağım.. o Buraya gelmekten maksadınız ne idi?, vi Yaptığım haltı anlamıştım. in german denilen adam sarı be nizli herif olacak.. O beni müş. kül mevkide bırakmamak için et kiden tanıştığımızı söylemiş. Ben ise bu sözü reddetmekle b , belâyı sarmıştım.. Adama bildiği bozuk Fransızca ile anlıyabilecek bir lisan kullanarak mukabele et- tim: döndü ve bizi seyreden ar- | / N (Devamı var) Fransızların bayramı Bugün Fransızların “14 te ci muz,, milli bayramıdır. Bu mü - nasebetle şehrimizdeki Fransızlar da bugün bu bayramı kendi arala» rında kutluluyacaklardır. için İstanbuldaki fransızlar bu bah saat on birde (o Beyoğlundaki eski Fransız elçiliği binasında top lanacaklar, Oomerasime Fi maslahatgüzarı M. Barbier riya: : a gir nerede?. Tü de Aralarında yal mız iki Samoyet vardı. Ara bes, 4 bir fikir yürütüyorlardı. | Gidip bir masaya oturduğunu görünce lâkirdiyi kestiler, Dikkat çi ettim, sarı benizli adam araların « j Bu kara düşünceler içinde yuvar » benim şehirden çıkmamaklığım i- b. İ çin lâzım gelen emirleri vermiş ol | duğu muhakkaktr.. Eğer bir bey-