Mani olmam !.. İki kişi Beyoğlu caddesinde karşılıklı gelirlerken kalabalıkta biribirlerine çarparlar. Birisi ö | kine birdenbire bağırır: — Kör müsün be? Öteki dükkânlara yakın olduğu için: — Sen kör müsün, koskoca yo- İu görmüyorsun. Ben şuraya srkış- | mışım, dükkâna girecek değilim ya... — Girebilirsin, ben mâni ol - mam... Kabahat halkın.. Tepebaşında meşhur rejisör ve aktör ve piyes muharriri E. Bey vaktile büyük piyesler oynardı: Eşber, Napolyon, Tarık gibi. Gençliğinde bir gün Şehzadeba | şında Namık Kemal merhumun meşhur vatan piyesini de oynamı - | ya kalktı. İslâm bey rolünü ber - mutat kepaze etti, O kadar ki Şeh- zadebaşı halkı dayanamadı, oyu: | nun sonunda alkış yerine meşhur aktörü ıslıkla karşıladı. İ E. Bey perde kapanırken ıslik seslerini işitince arkadaşlarına nevmidane döndü: — Olur şey değil, dedi. Şu hal- ka bakın, Namık Kemal gibi bü - yük bir vatanperveri ıslıkla karşılı yor. | Orman müfettişi Bir eşkiya reisini dağda sıkış- tırıp yakalıyan jandarma adliye- ye tesi?m etmiş. Hâkim eşkiya re- | İsime: — Mesleğiniz nedir? | Diye dalgınlıkla sorunca herif $u cevabı vermiş: — Orman müfettişi... C tomobilin hıfzı Âdil beyin otomobili vardı. Yal- nız bu otomobil ikidebir ona dert olur, bir yerde inip bir yerde otu racağı zaman sokakta bekliyen o- tomobili onun için daimi bir en dişe teşkil ederdi. Çocuklar binip bir tarafınımı kırıyorlar, yoksa bir usta bir hırsız binip savuştu mu? Bir gün Beyoğlunda bir gazi - nonun önünde durdu. İçerde biri - | sile randevusu vardı. Yolda serse- riyane dolaşan bir adama sordu: — Azizim, otomobil kullanma - sını bilir misiniz?.. — Hayır... — Öyleyse bahşışınızı veririm. Şu otomobili yarım saat muhafaza eder misiniz? MEEEAMAREEEEEAAEEABENAEEEAASEREIENEANAAEEASANAEE BEYANA Doktor ücretlerinin Na Yy mi |- Maziden haber Saka! adam — Allah kahretsin, evins kadar gittim, yalvardım, yakardım da gene bana varmadı. Bir daha o şıllığın evine ayak atma öyleyse. Son nefeste Tahir Andelip efnedi fena hal- de hastalanmıştı. Son nefesini vermek üzereydi. Tahir Andelip efendi komis - yoncu, tellâl, tefeci bir zattı. Ha - yatında her şey almış, satmıştı. Yalnız Suriyenin bir köşesinde garip bir dürzi ailesi arasından çıkmış ve hangi dine mensup oldu- ğunu öğrenemeden İstanbula gel - miş, burada bir ermeni kuyumcu - nun dükkânında çıraklıkla çalıştık tan sonra kendi başma iş yapmı- ya başlamıştı. İşte bu işler onu ihya etti. Her türlü iş... Fakat en ziyade antika mal alıp satıyordu. Ve bu sayede koca bir yazıhaneye sahip ol - muştu. Daha elli yaşımda olduğu halde sekiz, on hanı, apartımanı, dükkânı vardı. Fakat ne çare ki ömrü vefa et » miyordu. On beş yirmi gün yattık- | tan sonra çağırttığı doktorun yü - İzünde ümitsizliği okudu. Zaten kendisi de kendi halinden anlıyor- du: Ne karısı, ne kimsesi vardı. Ev- sanasanansansan çokluğuna karşı... — Doktor ben bu smeliyata 15 liradan fazla veremem, beğenmiyorsan apandisitimi iade et. — Havalar ne yuzel yidiyor — Neresi güzel, yağmur yağıyor yahu e Üzerinde de yalnız ihtiyar bir kadın işini gö rüyordu. — Habibe hanım! Diye bu kadını çağırdı. Aslı ya- hudi olan Habibe hanım efendisi- nin zayıf sesine hemen koştu. — Habibe hanım, galiba benim vaktim geldi. Doktor ne ilâç veri - yor, ne de ümit veriyor. Onun için kendime bir dua yaptırmak isti « yorum, Fakat doğrusu pek böyle şeylerle meşgul olmadığım için bilmiyorum. Sen ne dersin? Dua ettirmek için papas mı, haham mı, gisi daha ucuza gelir.. Habibe hanım düşündü, taşın - dı; — Andelip efendi, dedi, müs - İ lüman dininden daba ucuzu yok - " İtur. Öyle olmasaydı ben dinimi de giştirmezdim. Sana gene bir hoca çağırayım, Andelip efendi kabul etti ve ci- vardan bir hoca celbedildi. Hoca - fendi hastanm başı ucunda kur'a- nı kerimi açarak makamı mah | susla bir sure okudu. Üfledi, için - den dua etti. Sonra kur'anı keri : mi öpmesi için Andelip efendiye Eski antikacı baygın bir halde idi. Yalnız hocanın bir ki uz disine bir kitap uzattığını... Titrek elile kur'anı kerimi aldı; evirdi, çevirdi, sonra gene hocaya iade ederek: — Anlaşılan epeyce antika imiş; dedi. Ama şimdi kimsenin kitaba para verdiği yok. Bir başkasına da göster bakalım, yoksa hocamı çağırtayım?... Han- | -| tap okuduğunu sezmiş, bir de ken | Mehpare hanımefendi yeni dul kalmıştı. Aradan iki ay geçer geç- mez öyle müthiş bir sinir buhranı na tutuldu ki etrafmdakiler şaşır: dılar. Kâh gülüyor, kâh O hüngü | hüngür ağlıyor. Fakat hergece uy | kusuz baş ağrıları içinde yaşıyor - du. ö Ailenin doktoru onu muayene etti. Bu zat bekâr ve genç bir dok- tordu. Mehpare hanımefendiye mümkünse tekrar evlenmesini tav- İ siye etti: — İzdivaç meşagili arasında sinirleriniz geçecektir efendim. Diyordu. Mehpare hanım sor - du: — Peki ama bir doktorla evle- İ neyim mi? — Nasıl isterseniz. Mehpare hanım doktorun göz lerinin içine bakarak: — Evet ama, ben sizin gibi be- kâr bir doktor nereden bulayım. O zaman kadının ne demek is- l tediğini anlıyan doktor hemen şap- kasını alarak: — Doktor ilâç tavsiye eder a - ma, ilâç olamaz.. İ Parisin her tarafında halâ bir vardır. Gazeteler bun- ânlarile doludur ve o her manasile münevver halkı içinde binlerce kişi bu falcrlara gidip fallarına baklırırlar. Bir gün Madam Dötep isminde ki meşhur fransız falcısına şık bir Paris Fransız mösyösü müracaat eder; Madam sorar: — istikbalinizd itiyorsu — Haym, maziden... Bu sabah di. Saat Eskişehirli Atıf efendi Sirkeci» | de bir otele indi. Eşyasını yerleş - tirdi, o günü istirahatle geçirdik - ten sonra gece Beyoğlunda biraz dolaştı. Akşam ince gar- sona sıkı sıkı te — Yarm sabah beni saat onda uyandır, işim var,, — Baş üstüne.. Ertesi sabah saat onu, on ikiyi, | ikiyi geçti tf efen Müşteriyi uyandırdı. Üçe doğru garson A - n oda kapısını; vurdu. akat Alf arımın bana ısmarladığı şey ney» efendi uyanır uyanmaz saate bak- tı: Üç... Garsona çıkıştı: — Yahu sana beni saat onda u- yandır, dedim. Bu v dırırlar?. t mi uyan * — Bizim saat işlemiyor da sa“ at on oldu mu diye sormıya gel miştim efendim. Boş yer Yemek yiyorlardı. Küçük Nadir bir pirzola yedikten sonra durdu: — Karnım doydu! Dedi.. Saşka bir şey girecek yer yok.. Annesi de babâsı da 66s çıkar - madılar.. Fakat yemek bitip tam sıra mahallebiye gelince Nadir bir tabak da kendisine ayırlmak iste - di.. Babası: — Hani karnında yoktu?. başka yer Diye sordu.. — Karnımda yok amma, başım- da var.. Kırda Çiftçi — Korkmayınız. Bir inek, ancak buzağısmı kaybettiği | zaman tehlikelidir. Seyyah — Ben de bundan kor - kuyorum ya.. O kadar aradım, or- > Doktor senin göğsünü dinlerken kocan ne dedi ? — Ha şöyle, bir azda seni başkaları dinl. 2 PA ŞA AŞ nd in, deği, nb, izi ve Dal j