Ni .. >— Deli misiniz? Bu vaziyette çok mu fazla ol duğunu zannediyorsunuz? Küçü- & bir manga askeri muhakkak pe” gönderip de, blokhavza edildiği zaman, siperlerde Mitsız, müdafaasız kalmamızı İstiyorsunuz? İki üç bine yakın “Abzagel) lere meydan okuyo - a Bizi bir hamlede ezecekleri - umuyorlar, asıl cephanelikle * ” müstahkem mevkie yapacak» op, İaarruzda kullanmak niyetile İzin için fazla gülle israf etmi - Yorlar; yoksa esirgediklerinden ğin, Hayır, onlar için hiç bir *Y yapacak vaziyette değiliz! (Roberts) in söyledikleri doğ- Mİİ. Beklemek lâzrmdr. Bu ge- kmenir sebebi her halde yara - in sırtta taşınmaları da o « , Mirdi. Gece saat İl e doğru kadar Şüfile barabar devriye o rak dolaşırken bir mitralyoz ne- heri alelâcele şu haberi verdi: —Bir yaralı bize doğru sürüne Ürüne geliyor. Bizimkilerden bi- “olacak! | Hemen ti nakledip, yere © yatırdılar. İ yatırılmaz binbaşı mu- inş bu adamın bir bacağının kı- Miray olduğunu gördü. Yaralı K rağmen blokhavz a görmek istedi. Ro - iş le Subadar yanına yaklaştı - » İkisi de olan bitenden haber Vak istiyorlardı. ona yardıma koştular. zaman bizi yavaş yavaş ku- olduklarını gördük. Bizim çok fena idi. Mahmutla Mu - Aralı uzun uzun nefes aldı ve © yavaş bir sesle devam etti: «> Ben (İnekbaşı) tepesinden bu yarayı aldım. Yalnız yaralıları sağ bırakmaz - Patan) elile çok mana ifade bir harekette bulundu: Nikolson ne oldu? altıdanberi görmedim, Zankihan çavuşla in Ni Maurice de Cobra'nın Son Romanı : Türkçeye çeviren: Fahamettin Arvay 28 yorsam bizimkilerden dönenler var galiba.. (Robets) in işitmek hassası pek kuvvetliydi. Filhakika arala - rmda yüzer metre fasıla ile yirmi kadar (Patan) blokhavzm du - yarlarına doğru sürüne sürüne ilerliyorlardı. Yaralı (değildiler. Bunlarm arasında bir zabit ve - kili de vardı. Gelir gelmez hemen koştu, raporunu verdi: — Yüzbaşım, size sağ kalanla- ri gelirdim. Ric'atimiz esnasında mahvolduk.. Bizim kurtulmamız da mucize kabilindendir.. Akşam saat sekize doğru mülâzım Nikol- sonun da maalesef yaralandığını arzedeceğim. Göğsüne bir kurşun isabet etti. Beş yüz metre kadar taşıyabildik. O sırada adamları - mızdan ikisi daha vuruldu. Onu sırtımda götürmek istedim.. Ka - bul etmedi, orada bırakmamı, a - damları toplayıp, gecenin karan- lığından istifade ederek dönmek» liğimi söyledi. Şayet vakit geçi - rip güneş doğduğu zaman daha istihkâma girmemiş olursanız hiç birinizin kurtulmasına imkân yok tur, dedi. İtaat etmek istemedim ama, mülâzım emretti, Robertsle Subadar, patanın a- deta ağzınm içersine girecekler - di: — Ey.. Sonra? — Sonra tekrar yola koyulduk. Fakat (İnekbaşı) tepesinin şimal cihetinden doğru dolaşarak yolu uzatmak mecburiyetinde kaldık.. Çünkü muhakkak hainlerin eline düşecektik ! yüzbaşım.... Patanın sesi titremiye ve al - şalmıya başladı; ilâve etti: — Emretmesine rağmen itaat etmereliydim.. Çünkü arkadaşım Bustan karanlıkta uzaktan iki (Abzagel) in bir yaralıyı parçala dıklarını görür gibi oldu. Çığlık - larm geldiği tarafa doğru tahmi- ni birkaç el ateş ettik; fakat kor- kuyorum, mülâzım Nikolson için çok endişe ediyorum. Zabit vekili sustu. Üç adamın ruhlarma çöken kasveti bu süküt bir kat daha arttırıyordu. Sükütu evvelâ Subadar bozdu: — Bunun ne demek olduğunu anlıyorsunuz değil mi yüzbaşım? Roberts sinirli bir (o hareketle ve kabaca cevap verdi: — Sizin kadar ben de anlıyo- rum! (Devamı var) ERESSEEAEEARE EEE SERER EAA RESME SERTER IEEE Bir ruhani âyin Geçenlerde Madritte ölen Is- panyanın eski elçisi M. Yuan Yvest için dün sabah Pangei- tıdaki Saint-Ensprit kilisesinde ruhani bir âyin yapılmıştır. Ayine Papanın Türkiye mümessili Mon- senyor Margotti riyaset etmiş, metasimde şebrimizdeki bülün ecnebi elçiler ve İspanyol Kolo- nisi hazır bulunmuşlardı. Izmirden sabıkalı geliyor mu? Dün akşamki bir gazetede Istanbuldan birçok sabikalıların İzmire gönderildiği ve İzmirden iade edildiği yazılmıştı, Dün yaptığımız tahkikata göre Istanbuldan İzmire gönderilmiş ve iade edilmiş hiçbir sabıkalı yoktur, -— H/ganıstanda Bir idam Sabık hariciye nazırı neden asıldı ? Bir kaç gün evelki telgraflar efganistanın sabık harbiye nazırı Gulâm Nebi hanın Kâbilde idam olunduğunu haber veriyordu. Londradan son posta ile ge- len gazeteler Nebi hanın idamına saik olan sebepleri izah etmek- tedir. Amanullah kan devrinde Har- biye nazırlığını yapan Nebi ban vatani biyanet ve efgan kabile. lerini Nadir şah aleyhinde tahrik etmek cürmile kurşuna dizilmiş- tir. Mumaileyhin efgan kabile- lerini şimdiki hükümet aleyinde tahrik ettiğine dair yazdığı mek- tuplar bulunmuş ve bu mektuplar yözünden mahküm edilmiştir. Nebi han, Loetirga, yani ef- gan Milli meclisi tarafından mu- hakeme olunmuş, yazdığı mektup- lar meclis karşısında okunmuş, nihayet meclis idam kararını ver- miştir. Nebi Han, Amanullah Han devrinde Harbiye nazırlığı yap- tıktan sonra 1928 senesinde Efganistanın Moskova sefirliğine tayin olunmuş, Amanullah Hanın Efganistandan çıkması üzerine Efganistanda türeyen Ibrahim Bey namındaki serkerdeye yar- dım ederek onun Kâbilden elli altmış mil mesafede olan bir vilâyette hâkim olmasına hizmet etmişti. : Nadir Şahın “Kâbil, i zaptet- mesi üzerine Nebi Han Efga- nistandan çıkarak o Almanyaya gitmiş ve orada kalmıştı. Fakat geçen ay, Nadir Hanın biraderi ve Efganistanın Londra sefiri Şab Veli Hana iltihak ederek onunla birlikte “Kâbil, e giden Nebi Han, Efgan kabi- lelerini tabrik etmek suçile idam edilmiştir. Romanyada basılan esrar tarlası Romen emniyeti umumiye me- murları Köstence sancağına tabi Kokarca kazasında haşhaş ekil- diğini haber almışlardı. Hint keneviri denildn bu rebattan esrar çıkarılmaktadır. Avrupada ilk defa olarak ekilen bu çok tehlikeli ve zehirli nebatın ekil- diği saha dört hektarlık bir yerdir. Bunu eken Minas Çolak oğlu namında Türkiye kaçaklarından bir Ermenidir. Bu Ermeni kendi milletdaşla- rından mürekkep bir gurupla Köstencede bir çete teşkil ede- rek Bükreşe vesair büyük kasa- balara mühim miktarda bu ze- birden yollayormuş. | Minasın memurlar tarafından araştırıldığı ve yakayı ele vereceği anlaşılın- ca Pazarcık veyahut Silistre Ermenileri delâletiyle Bulgarya ya kaçırıldığı anlaşılmıştır. Köstencede birçok (o Ermeni evlerine, kahvelere baskın veril- miş ve tevkifat yapılmıştır. m enğmmlmek Hindi bolluğu Son günlerde Istanbulda bir hindi bolluğu vardır. Istanbulun muhtelif taraflarında sürülerle hindi gezdirilerek çifti 3 ve 4 — Daha çok seveceksiniz. Ba- | kımız burada he iyi arkadaşlar var. Mektep te güzel ve rahât | değil mi? Siz ingilizceyi anne- | bizden öğrendiniz sanırım, — Evet efendim. — Ağnenizi tanıyorum; sizi buraya getirdiği gün tanıştık, Çok iyi bir hanım. Bizim iyi bir dostumuzdur. Başı ve sonu belli olmıyan bu muhavere Turanda iyi bir tesir bıraktı. Kimsesizliği içinde ha- torını soran bu muallime, ilk de- fa o gün, içten bir sokulganlık hissi duydu. Mister Meyer onun yanından aynlırken karşıdaki jimnastika- neden bağrışmalar yükselmiye başlamıştı. Bu bağrışmaları du- yarak koşan birçok arkadaşları gibi Turan da jimnastikaneye gitti. Orada eski ve büyük ta- lebeler basketbol oynuyorlardı. Turan henüz bu oyun hakkında | hiçbir fikir sahibi olmamakla beraber, topun heyecanlı koştş- malarla elden ele gitmesi ve ni- hayet yukarıdaki çemberin için- den geçmesi alâkasını harekete | getirdi. O da farkında olmadan heyecanlanmıya ve her sayı olu- şunda bağırmıya başladı. Bu ca- zip oyun ruhunun bütün hüznünü dağıtmıya kâfi gelmişti, lik hafta sonunda eve çıkar- ken annesi onu trenden karşıla- dı. Yolda ve evde mektep hak- kında maruz kaldığı suallere kı- sa ve izahatsız cevaplar verdi; ne geceleri duyduğu hüzünden, nede orada gördüğü alâka ve- rici şeylerden bahsetti ve cüma akşamı mektebe dönerken, ilk günlerde tahmin ettiği gibi, pek İşliyen Yara Sai | eğlenceli isteksiz değildi. Cumartesi akşamı mektepte sinema vardı. Salonda kendile- rile beraber oturan genç bir mu- allim onlara ara sıra eğlenceli taklitler yapıyordu. Çocuklar bu- rada o muailimle bir akran, bir arkadaş gibiydiler; Turanın he- nüz arkadaşlarıma yapmıya ce- saret edemediği şakaları arka- daşları omuallimlerine (o yapıyor- lardı. Ertesi gün pazardı; haftanın ikinci bir tatil günü, Haftada böyle iki tatil günü oluşu diğer | mekteplere nazaran negüzel bir tali işiydi. Gerçi o gün eve gi- dılmiyordu; fakat mektebin ge niş avlusunda dışarısını hiç arat- mıyacak surette ağlenmiye im- kân vardı. O gün akşam yemeğinde, Mis- ter Meyerin on talebeyi yemek- ten sonra evine devet ettiği ilân edildi, Bu davet edilenler ara- sında Turan da vardı. Mektepteki bekâr müallimler leyli talebenin yattığı binada bu'unan bususi *odalarda, aile sahibi o'anlar da mektebin civa- rındaki evlerde otururlardı. Turan diğer dokuz arkaşile beraber Mister Meyerin evine giderken içlerinden biri lezzetli pastalardan ve yemişlerden bah- sediyordu. Muailimle zevcesi on- ları büyük bir mubabbetle kar- şıladılar ve hakikaten eğlenceli bir gece geçirdiler. “Mister Me- yer onlara birçok hikâyeler an- lattı, gramofon çaldı ve Msis Meyer etle hazırladığı kaymaklı ve çukulatalı pastalardan ikram elti. v Döneilei Yazan: Necmettin Halil ziyade “şişko, diye lâkabını söylediği Ali, Mister Meyeri bilhassa pastalari yüzünden sev- diğini itiraf ediyordu. * Uk haftalar Turan için mü- bim bir tereddüt devresi Oldu. Rubu bu muhite uyabilmek bu- susunda cezir ve metler geçiri- yordu. Bu mektep hayati bam başka birşeydi. Onun için çocuk bu günleri kendine göre müşa- i hedeler ve mülâhazalarla geçirdi Ankaradaki ilk mektep bayatile bunun arasında (o mukayeseler yaptı. İlk zamanlarda bu hayat şeraitini yadırgar gibi olduysa da daha sonra bunları kendi ser- bestlik temayüllerine göre tefsire müsait buldu ve ruhu aldatıcı şeraite kapılarak mevsimsiz açı- lan bir çiçek gibi inkişafa baş- ladı. Ankaradaki ilk mektepte he- men daima genç olan muallim- leri de, meselâ Emine Hocanım, hattâ baş muallim Sadi bey- onların oyunlarına iştirâk ederler, ! onlarla akradş gibi konuşurlardı. Dershanede ise küçük sıraları üstünde, en eğlenceli mevzu- lar bile, iptizam ve ciddiyetle dinlerlerdi. Bu intizam ve cid- diyeti bozacak ufacık bir bay- lazlık teşebbüsü bemen mualli- min müdahalesile bastırılırdı, He- le son sınıfta kocaman birer deli- kanlı gibi ders dinlemiye - mışlardı. Dersin ve oyunun hu- dudunu ayırabiliyorlardı. i Fakat burada Turan tekrar ilk mektebin ilk sınıflarına dön- müş gibiydi. Ders esnasında çok sahneler... geçiyordu. Hele yanlarında, o sinemada kendilerine taklitler yapan genç muallimin, Mister Perinin sınıfın- dan taşan kahkahalar onlerı bile sebebini anlamadan güldürüyor- du. Mister Meyerin hasta olduğu bir gün iki sınıfı birleştirmişler- di. Turan o gün Mister Perinin sınıfının neden o kadar eğlenceli olduğunu anladı. Dersanede hür- riyet bir kasırga halinde esiyor. du. Nedense dersin sonuna kas dar ayni sırada, ayni yerde otur- mak âdet değildi. Arka sıralar- da, teneffüs zamanından kalma ibtilâflar serbestçe halledilebili. yordu. Hele bazı komik çocuk- ların, ipgilizce bazı kelimeleri Türkçeye benzeterek, hatta çok defa münasebetsiz kelimeler şek- line sokarak okuması sınıfın key- fini arttırıyordu. - Tubafı şu ki, iyi ka'pli muailiimde bu gibi ballerde sınıfın neşesini bozmıya kışamıyordu. Gürültünün en bâd bir devresinde Mister Peri zarif bir kurnazlığa müracaat ediyor, Türkçe satıcı taklitleri yaparak umumi alâkayı kendi üzerine top'ıyabiliyor, sonra derse de- vam ediyordu. O günden sonra Turan da, ders haricindeki zamanlarda bu şakacı ve güler yüzlü muallimin etrafına lopianap çocukların âra- sna kalılmışa başladı. Bu eğ'enceli hayat içinde Tu- ran yalnız Türkçe derslerini ki- raz kuru buluyordu. Türkçe der- sanesi Kolecin içinde ayn ve yabancı bir âlem gibiydi. Mu- allim bey dışarıda ayrica iş sa- hibi olan bir zatı; Galiba bir gazeteciydi. Onun için mektebe ancak derslerini vermek için ge- lirdi ve derste talebenin başka şeylerle meşyul olmasına müsa- * vi