Teşrinievvel 1932 M4 Kadri Ağanın kulübesinde, tavan arasındaki ayak sesleri ve ihtiyar kadının gizli altınları —4yE “O evlendiğindenberi, anası da, ı da yüzlerini çevirmişler, mla konuşmazlarmış. Oğlanın fındıkçı bir karı imiş ve ko- inin evde, dükkânda bulunma. iğı sıralarda bir çok münasebet. ikler yapıyormuş. — Amma boş dedikodular ha... — Sabret canım... Sen Eren. köylü küçük kızın tarifi üzerine men gittin, Feyzi Beyi takibe ladım. Halbuki kız gördüğü a- n kızıl saçlı olduğunu söylü- — Ayni şey.. £ — Hiç de ayni değil, kızıl kır u başka, sarı başka .. Diyece- im şu ki Adil Beye gelen mek- arın ikisinde de Kadri ağanın İu Nadirin mavi gözlü ve kırmı- saçlı olduğu yazılı idi.. Bu tarif nim için çok mühim geldi.. — Hiç de mühim değil.. İstan- İda açık sarı, yani kırmızı saç- eksik değildir, Onların da i mavi gözlüdür.. Maamafih bir şey geliyor.. Galiba bu | Beye yazılan mektuplar da eyzi Beyin şeriki cürmü, yahut amı tarafından yazılmış olacak- | ir. Çünkü bu suretle asıl mücri- in güya Nadir olduğu zannını Pek hayalâta dalıyorsun mi- ; — Hiç de hayalât değil. Yal - — Dur hele, ben daha biti anlatayım: Yen bu mel tıplarla meşgul i- Ayşe korka korka Kad anım anasına ii R Semaya 2 kr "yak sesleri duyduğunu, © kata kendisinin çıkması çoktanberi ka» İı koca tarafından mennedildiğini iylemiş.. ç “Meğer bir gün Kadri ağanın 1 hastalandığı için Ayşeyi yu- İrından tavan arasından bir tuğ» . İla almıya göndermiş, Isıtıp ayak- larma koyacakmış.. Ayşe kız ta- van arasının sofaya benziyen kıs- mında tuğlaları bularak aşağıya indiği sırada basık kapının arka- sından ayak sesleri duymuş ve Kadri ağanın karısına koşmuş : Yukarıda birisi dolaşıyor, hırsız var, demiş... Bunu işitince kadın sapsarı kesilmiş, kaşlarını çatmış, hatta baygınlık geçirmiş bunun ü zerine küçük Ayşe hemen evden çıkarak Kadri ağanın bulunduğu ahıra koşmuş, ona da titriye titri- ye hâdiseyi anlatmış.. Kadri ağa | küfürler ederek karısma atıp tut- | İ muş. Sonra da gülmiye başlamış, Ayşenin fare seslerini ayak se - si zannettiğini söylemiş., “Ayşe duyduğu seslerin ayak i sesi olduğuna kat'iyyen kani... Fa- re olamaz, diyor.. Derken Ayşe Kadri ağanın anasına gidip bun- ları birer birer anlatıyor. Sonra da Erenköyünde dönen dedikodu- ları anlatıyor... Ahsen Beyin Kad- ri ağa tarafından vurulmasından bir çok kimselerin şüphe ettikleri- ni sölüyor.. İhtiyar kadın evlâdı- na pek kinli olduğu için: “Belki de, diyor.. O kendi evlâdını sokak | ortalarına bıraktı, kötü kişi yap- | | te amma, o çocuk katil olamaz: Fakat Kadriyi bilmem.,, “Küçük Ayşe, kadınm bu söz- lerinden cesaret alarak kulübenin tavan arasında dolaşan adamm Ahsen Beyin katili O olmasından süphelendiğini söylüyor.. Belki de oğlu Nadirdir.. Çünkü Nadir de kırmızı saçlı imiş.. Benim köşkün yanında gördüğüm adam da kır- mızı saçlı idi.,, Bu sözleri duyunca ihtiyar ka- dına bir fenalık geliyor, sus sakın | kimseye söyleme.. Sonra baba o ğul ikisini de asarlar, diyor.. Sön- deliyor, düşüyor, bayılıyor, Erte - si sabah da ihtiyarı ölmüş bulu- / yorlar.. Kadri ağaya anasının öl- |, düğünü haber veriyorlar. Kadri ağa ile karısı Göztepeye koşuyor- lar.. Küçük Ayşe de fırsattan istis fade ederek gelip köşkte bütün bunları Adil Beye hikâye ediyor.. İhtiyar kadına oğlundan ve tore- nundan fena bir tarzda bahsetti» ğini ve belki de ölümüne sebep olduğunu ağlıyarak anlatıyor. “Ertesi gün ihtiyarı gömüyor * lar.. Üç senedenberi, ne Erenkö- yüne, ne anasına ve me babasına gelmiyen Nadir de cenazede bulu nuyor ve Ayşe kız bu geni görü- yor, fakat dikkat ediyor: Saçına, boyuna, posuna, böşma.. Bu o değil... Köşkün etrafında gördü- ğü adama benzemiyor. Bu genç ve öteki yaşlı... 3 — Tabii... Halbuki Feyzi Bey kırk beşinde var., l — O gün cenazeden sonra, ih- tiyar anasının mallarını getirmi- ye giden Kadri ağa karısına ge- ce fevkalâde heyecanlı olarak a- nasının odasında küçük bir çek- mecede 2500 altın bulduğunu söy- lüyor. (Devamı var) SARAYA ear eray NEZER Meşhur âlim Einstein Nev York, 12 (A. A.) — rofesör Einstein, yüksek tet- | kikler enstitüsü daimi müdürlü- ğünü kabul etmiştir. Moskovada Şark sergisi zesi, bir sergi küşat ki Iran, Japon; inde a inkılâbi Mele Be ilmiştir. Ordumuzda askerlere, mek- teplerimizde talebeye, evleri- mizde kendimize. Üzüm, incir, fındık yedirmesini öğretsek © vakit bu şifalı satılamaması şöyle dursun, is tihsalini arttırmak icep ede- “cektir. Milli ikfısat ve Tasar- ruf Cemiyeti i yy ed — Fakat marki hazretleri, ben eminim ki Volnik şatosu mesele- Sayfa 5. lâzım mı i değil mi ? o.sraramermense ses sas sasananssaseasa sar Dişçi mektebi etr afında hararetli sözler Mektep müdürü yapı'an tenkitleri çok yanlış bulduğunu söylüyor Geçenlerde, Kâzım Nami Bey yazdığı bir makalede dişçi mekte- bini tetkik ve şiddetle tenkit et- mişti. Bunun üzerine mektep mü- dürü Sait Cemil Beyle konuşa: rak verdiği cevabı yazmıştık. Dün bir refikimizde diş tabiple- rinden ve muallimlerinden Ali Azmi Beyin ayni mevzu üzerinde söylediği sözler bu bahsi tekrar heyecanlandırmaktadır. Azmi Bey, kalfalara imtihanla diploma verilebileceğine dair çı» kan bir kanunun ancak liyakati o- lanlara diploma vermeğe imkân vermesine rağmen çıraklara kadar diploma verildiğini, imtihanda basit sualler sorulduğu, vaziyetin mektepte okumuş ve diploma al- mış hakiki diş tabiplerini İhugün diş tabibi olduklarını söylemek- ten sıkılacak bir hale düşürdüğü- nü, talebenin şimdi ekserisinin gayri Türk talebe olduğunu, bu- nun da rast gelene diş tabibi dip- loması verildiğini gören Türk ta- lebenin artık mesleğe rağbet et- mekten vaz geçtiğini gösterdiğini söylemektedir. Mektep müdürü ne diyor ? Dün mektep müdürü, müderris Sait Cemil Beyle tekrar görüşerek sorduk. Dedi ki: “— Bu zat dişçi mektebinde Moskova Şark medeniyeti mü- | değil muallim, asistan bile değil- ecektir. | dir.. Sözlerinde bir çok hatalar Serginin bususi salonu ise Tür- | gördüm. Meselâ doktor Server Be- Server Bey öleli 3,5 sene olmuş- tur!, Dişçilik mektebi bugün memle- kete büyük randman veriyor. Her- bep mek indi bir hüküm olur, Bilâki, mektebin mühim lüzumu vardır , Sonra Ali Azmi Bey tabip kelime. sile doktor kelimesinin münasını- da biribirinden tefrik etmiyor.. l tabip olabilir. Fakat her | süphesiz, adliyeye tevdi edecek! biraz iyileşir iyileşmez. m tabip doktor olamaz. Doktor aslı lâtince olan bir kelimedir ve üstat, allâme manasına gelir.. Dişçi mek tebi çıraklara, kalfalara sudan bir imtihanla diploma vermez.. Dip- loma almak ucuz bir şey değildir. Anadoluda iş görecek bir çok dişçiye ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaca tekabül edecek diplomalı dişçi kâfi değildir. Hükümet bu ihtiyas « cın önüne geçmek için muvakkat bir kanun çıkardı. Bununla ehli - yetli ve senelerce müuvaffakıyetle iş gören kalfaların imtihana tabi olmak suretile kendilerine dişçi » lik yapabileceklerine dair bir ve- sika verilmesi kabul edilmişti. Bu vesika diploma değil ruhsatna - medir. Sonra Türk talebenin mektebe rağbet etmediği de doğru değil - dir. Geçen sene mektepte 240 tale be vardı.. Bunlardan 122” si ec- nebi diğerleri Türktü, (Bu sene daha fazla müracaat vardır. Fa- kat henüz kayıt ve kabul devam ettiği için şimdilik kat'i bir ra kam söylenemez. Iraktaki sefirler Bağdattaki Alman heyeti Berlin, 12 ( A. A. ) — Volf Ajansından; Milleiler e cemiyeti Irakı cemiyet en kabul etmiş olduğundan yı bağ- dattaki Alman heyetinin sefarete tahvil edileceğini yazmaktadırlar, Bu heyetin reisi olup geçen- lerde elçiliğe terfi edilmiş olan ve Bağdattaki Alman tebaasına | ait işleri idare eden M. Fritz Grobbo, yeni sefareti idare ede- cektir. Ingiltere Flistin Komiseri İngilterenin fevkalâde Flistin Komiseri dün ingiltereye gitmek üzere Toros ekspresile şehrimize gelnlekir. üzel e Marki hayretle dinliyordu: — Böyle şey mi olur, hiç sev « & malin K “Gülü lü K d 1 iki u uş u a ın . si hakkında tamamen cahil olan Marki, Raule yaklaştı ve emre- | diğim kadını öldürtür (o müyüm? Arsen Lüpenin yeni bir macerası — 72 Yazan : Mocis öblan- “> Marki hazretleri, dedi, si » konüşmaktar çekiniyor - TA, eğer yanılmıyorsam, e MUZ tâmamen hususi bir vu idi, ve yabancı şahıs - lüzum yoktu. Ma- ih, düşündü geyler Haka Konuşacağı - Eb, şimdi, hakikaşi yag na Bebite başlıyacağım. Mi alınları daima açık gez - i Raul, durdu. Ahtonin valiye”: n ehemmiyetine rağmen ol; memnundu ki, az kalsın kah. Yı basacaktı. Kendisini zorla ituyordu. Raulün vaziyetinde huşuşunda öyle bir komik hal dı ki, insan kendisini tiyatro « zannediyordu. Raul devam et- adliye, sizin aleyhinize bir tahki. katla meşguldür ve sizden bu hu- susta bazı malümat istemektedir — Bu faciada benim oynadı - ğım bir rol yok kil. — Buna eminim. Fakat adli - ye, bu takdirde, sizin Elizabet Or. nenle olan münasebetinizi, Vol - nik şatosunu gizlice satın alışını - mel asilzadeyi Jorjöre denilen po- | zı, oraya arasıra gelip kalışınızı lis memuru ile karşı karşıya geti - | niçin sakladığınız merak edi. İ ren vak'aları, Raulün öteki üze - | yor. Bilhassa, elde ettiği bazı de- rindeki büyük faikiyeti artık geç- | lillere göre sizi itham ediyor, miş hadiselerdir. Bizi bu gün alâ- Marki titredi: adar eden mesele Volnik şatosu — Beni itham mı ediyor? Bu faciası, Elizabet OOrnenin ölümü | da ne demek? Kim ve neden beni ve tekrar servetinizi ele geçirme - | itham ediyorlar, nizdir. Söze böyle başladığım için | © Marki, Raule yüksek sesle hi « beni mazur görünüz marki haz - | tap ediyor ve onu kendisine bir | retleri. Bu suretle meseleyi daha | düşman telâkki ediyordu. Tekrar kolay halledeceğiz, ayni zaman- | sordu: da, etrafımızda dolaşan bazı mü - — Beni kim itham ediyor, söy” nasebetsiz kimselerin o suallerine | leyiniz! de meydan vermiş olmıyacağız. — Valteks! Marki Raulün sözünü kesti: || — Bu haydut mu? — Kimsenin sualine cevap ve- | — Bu haydut, aleyhinizde recek değilim, “ Türkçeye çeviren : fa. — Bugüne kadar olup halle - dilmiş meselelerden bahsedecek değiliz. Sarı Klara ile Antonin Gotyenin biribirlerine benzeyiş - leri, Raulün hareketi, bu mükem- | mühim bir dosya hazırlamış, ve | den bir sesle; — Söyleyiniz, dedi, bu alçak » | beni neyle itham ediyor. Jorjöre şimdi, bu mücadeleyi seyrediyor, konuşulan sözleri yu- Niçin? — Şarkı söyliyeceği zaman si- ze tevdi ettiği elmasları almak i- çin! — Peki ama, bu elmaslar sah- dum yudum tatarak içiyordu. Ra | şe idi, ul, markiye şöyle cevap verdi: — Valteks, sizi Elizabet Orne- | ni katl ile itham ediyor. Bu sözleri bir süküt takip etti. Fakat markinin siması gittikçe a - çılıyor, neşeleniyoru. Nihayet, kahkaha ile, temiz ve saf bir kah- kaha ile gülmiye başladı. — Anlatınız, bakalım, dedi, nasıl olmuş. Raul anlattı: — O tarihlerde siz, buralara geldiğiniz zamanlar, aptalca ve saf bir çoban tanırdınız, kendisi - le görüşür, ona arasıra para verir- | Şiğnetmemek içindi. diniz. İsmi baba Gasya olan bu adamın bir mehareti vardı. Sapan ile kuş vururdu. Siz de işte bu a- dama, Elizabet Orneni şarkı söy - lemiye davet ederek öldürtmüşsü- nüz. — Değildi. İşte, marki hazret- leri, bütün mesele burada. Eliza « bet Ornen bu elmasları, Arjantin- ili bir milyarderden almıştı. Bu sefer marki dayanamadı: — Yalan, dedi, Elizabet ben - den başka kimseyi sevmedi, ya * lan. Hiç insan sevdiği kadını öl » dürür mü? Onu o kadar seviyor * dum ki, hâlâ unutamadım ve bu şatoyu eğer aldımsa, onun hatı - rasile arasıra baş başa kalmak, o- nun öldüğü yerleri © yabancılara ben öldürmüş © olsa ; fesi cinayetimin rm an - mak için burasını satın alır mıy » dım, Görüyorsunuz ki bu ittiham pek gülünç bir ittihamdır. 0 Dm va | | i Eğer onu ğ |