21 Eylti 1932 ii Va Onu so , Adil hemen kararını verdi. Gi- Ün babasını getirmeli idi. O ih- “yar cerrah şüphesiz ki, bu genç, İrübesiz doktordan daha iyi an ie, pek az bir ümüde istinat etti- ti halde, eğer Ahsen bir baygın » ik geçiriyorsa onu uyandırırdı., Saatine baktı. Haydarpaşaya i dakika sonra bir tren var « Hemen aşağıya indi, kapıda Yapacağını şaşırmış, efendisi» Min hayatından ümidini kesmiş İran İsmaile: — Ahsen gitti, doktor Şevket onun öldüğünü söyledi. Be * iyeye de haber verecek. Ama en koşup bir kere de babamı Ütireceğim. Eğer belediyeden bir tor gelse de siz ben gelmeden ir şey yapmayın. Babam da iş kere muayene etsin, sonra def deriz. Ahsen beyin hayatından ümi- Üni çoktan kesmiş olan uşak, bu- Ny rağmen bir şaşkınlık içinde e — Beyefendi, beyefendi... de- Bizim bey. Adil onu bu şaşkınlık içinde İrakarak istasyona koştu. , , » # ç Trende, sonra vapurda sevgi- Mi ikadaşıngi naşı ile karşı kar- olmadığı ve biraz taze hava ie “için bütün Kafızasını klıyabiliyordu: Gece yarısı, daha ben Erenkö- üne gelmeden çok evvel anlaşı- birisi Ahsenin odasına girmiş onun bana vermiye can attığı ları alarak savuşmuş. Bu işi kim yapabilir? Benim ime geçen, benim ismimi ver- olan bu adamın ne kadar cür “kâr ve pişkin bir hırsız olduğu danda. Gözü açık olan, konu: bilen Ahsene benim yerime hi- MP etmiş, onun kolundan anahta almış, aşağıya inmiş, (kasayı Itmış, sonra altınları aşağıki Budan bir arkadaşma vererek “rar kapıyı kilitlemiş; yukarı Mamış, anahtarı gene Ahsenin ko tay takmış ve savuşup gitmiş, Ahsen ona sual sormuş. O da ! 1ap vermiş. Ahsen karşısında Meni gördüğüne, benim sesimi i - İtiğine, eminmiş. Bu bana benzi (9 bir adamın işi olabilir. Başka e olamaz, çünkü zavallı Ah - bu hali bir hayal ile değil, dey katl karşılaştığını gösteren ildir. Maamafih Ahsen o deh- hararet içinde aldanmış da in Z « Silir, Ancak © aldandığı basit noktadan ibarettir. Gelen İş ne sesi, ne kendisi buna iği halde benzetmiş o » ın olacaktır. Belki de hay fe ES fi etmiştir. “Bundan başka sabah erken A girdiğim zaman gaz lâm - ti, henüz yanıyordu. o Üstünde de »bajur vardı. Demek ki bu Yür Üstündeki abajurla o bü « e odasını müşkülâtla ays ada iliyordu. İşte bu da hay bana benzetilmesini kolay 1$ olacaktır. j4 Yalan söylemiyordu ya... O dar kanmatle | söylüyordu. ki, | iin n nefesinde bile o derece şedit bir hiddete sürükliyen bu inkisar değil mi idi “Bu böyle, gelelim (Ahsenin bana atfettiği cinayete. Ahsen ci- nayetle bu hırsızlık arasında bir yakınlık görüyordu. Bunların i- kisi arasında nasıl bir yakınlık o- labilir, Bence ikisini yapan ayrı ayri adamlardır. Yalnız Ahsen şu nu düşünemiyor. Madem ki, o bu parayı zaten bana vermiye hazır- dı, ben neden onu öldürerek bu paraya konmak istiyeyim. Acaba benim bütün bunlara rağmen pa- rasına bir an evvel konmak iste- diğimi mi zannetti? Acaba para- yı bana vermek fikrinden vazge - çer korkusu ile onu avda öldürdü- ğüme, yahut öldürttüğüme mi ka- ni idi? “İnsan onun sözlerinden bun - ları çıkarıyor. Sirkati o cinayete bağlıyan sebepler ancak (bunlar olabilir. Fakat ne düşüncesizlik, ne ağır ittiham!.. “Vakıa bu ittiham zavallı Ah- seni de kimbilir ne kadar üzdü, kimbilir ne acı bir inkisara sürük ledi. Zaten onu son nefesinde bi- le o derece şedit bir hiddete sü- rükliyen bu inkisar değil mi ya.. Ona en yakın dost olarak bildiği Adilin kendi katili ve paraları» nt çalan adam olması inkisarı... “Ben bu inkisarı tadil edecek, ona izahat verecek yerde, onu büsbütün iğzap ettim. Keşki onun katili olamıyacağım gibi, parala- rının hırsızı da olamıyacağımı da ha vazıh ve delillere müstenit o - larak ona gösterseydim.. “Fakat ahtim olsun,on sene bile uğraşmak icap ederse uğra - şacağım, katili, hırsızı bulup ada- İete teslim edeceğim..,, » » » Bir evlâdının acısile yüreği kanamakta olan ihtiyar cerrah Adilin anlattığı vak'aları dinle - yince dayanamadı. Hemen yerin- den fırladı; Erenköyüne Odoğru yola çıktılar, Adil babasma Ah » Vapurcular birliğin- |IDeniz talebesi Atinayı den bir sorgu Baltık beynelmilel deniz kon- gresi riyasetinden dün İstanbul- daki vapurcular birliğine müs- tacel kaydı ile bir telgraf gel- miştir. Kongre riyaseti bu telgrafın- da Türkiye cümhuriyeti sahille- rinde mayi mabrukat için husu- si depolar mevcut olup olmadı- ğım ve bunların gemilere ne suretle nakledileceğini, gemiden gemiye nakil imkâm mevcut olup olmadığını sormuştur. Telgrafta bundah maada bu nakliyatın bir de tarifesinin gön- derilmesi rica edilmiştir. Vapurcular birliği bu husus- benim sesimi ve kıyafetimi-!-ta-tam-bir malümata sahip ol- madığı için bu telgrafı ticaret odasına o göndermiştir. “Ticaret odası tetkikat yaparak cevap yazacaktır. ——mme Kasaplar cemiyeti Kasaplar cemiyeti 25 pazar günü öğleden sonra toplanarak yeni idare heyetlerini seçecek- lerdir. EV senin kendisi için ayırdığı ve ken disine vermiye ( hazırladığı altın ları anlattı. Sabah Ahseni ne hal- de bulduğunu ve zavallı arkada şımn kendi hakkında ne fena it- tihamlara kalktığını ve nihayet nasıl birdenbire öldüğünü söyle « di. Ve dedi ki: — Baba, doğrusu bir taraftan kardeşimin acısı, diğer taraftan bu sabah içinde bulunduğum sah ne beni öyle şaşırttı ki, bir takım şüpheler ve şaşkınlıklar (içinde mutlaka sizi getirmiye karar ver- dim. Çünkü ne yapacağımı bilmi- yorum; Ahsen hakikaten öldü ise onun gösterdiği şüpheyi ya zabr - ta da gösterirse, ben bu dakikada kendimi hakkile müdafaa edeme- mekten korkuyorum. Sonra Şev - ket bey ismindeki doktor onun i- çin: “Tıp noktai nazarından Ah- sen bey artık ölmüştür.,, dedi. Fa kat bu bana pek kat'i görünmü- yor. Alelâcele gelen ve giden bu mahalle doktoru Ahsenin kurtula- mıyacağını söyledi, (o Öldüğünü mü? Onu da bilmiyorum. İhtiyar cerrah, oğlunun sözle- rini kemali dikkatle (dinliyordu. Bir ara hınçkırıkları söz söyleme- sine mâni olunca: — Canım efendim, madem ki Ahsen beyin ölümü henüz mu » hakkak değildir, şimdiden bu de Tece müteessir olmanın * manası yok. Kendine gel, bahusus söyle- diğin vak'alara göre itidalini mu- hafaza etmiye mecbursun. Maamafih Adil babasının te » sellilerini ta Erenköyüne (Okadar dinlemedi. Erenköyünde köşke doğru giderken cerrah: — Evvelâ Ahsen beyi görelim, onun ne halde olduğunu anlıya » İrm. Ondan sonra seni de, beni de alâkadar eden meseleler hak- kındaki fikrimi izah ederim, (Devami var) ziyaret edecek mi? Atinada çıkan (Etnos) gaze- tesi Türk deniz talebesinin Ati- nayı ziyâret edeceğini ve Yu- nan bahriye mektebinin misafiri olacağını yazıyor. Biz deniz İise- si müdürlüğünden bu baberi tahkik ettik, böyle birşey olma- dığı cevabını aldık. Almanya ve Yugos- lavya bankaları arasında Almanyanın Reichbank ile yu- göslavyanın milli bankaları ara- sında son günlerde ticari vazi- yete yardım maksadile bir mu- kavele yapılmıştır. Bu mukave- leye göre Almanya ve yugoslar- ya hükümetleri dahilindeki tüc- carlarden iki memleket arasında muamele yapanlar döviz husu- sunda sıkıntı çekmemek için is- tedikleri opara ile borçlarını ödeyeceklerdir. Bunun için Re- iehbank veya yugoslavya milli bankası tavasut edecektir. Bir İngiliz kadını niçin Müslüman olmuş ! Hayatımın en mes'ut devirlerinder birinin başlangıcı olan hadise ri iyiğğ'd2 Bu soluk benizli, nahif, fakat elleri çok güzel, ipek saçları dal- ga dalga delikanlı, mütevazi din- leyicilerini istiğrak içinde bırak- mıştı, Dünyanın en meşhur üstat- ları tarafından verilen konserler- de bile vu vecit, bu heyecan ve is- tiğraka tesadüf edilemezdi. Konser bittikten sonra salonun arkasındaki odaya gittik ve san- atkâr ile görüşmek istedik, Onu gördüğüm zaman derin bir heye- can duydum. Bu genç, Floransa- nın eski resim üstatları tarafın- dan portresi yapılan, kara, ince gençlerden biri gibi idi, Kubelik'in üstü başı intizamsız ve kendisi çok mahcup, fakat mağrur idi.. Valdemin sözleri ve kuvetli teşvikleri onu son derece memnun etmişti. Kubelik yalnız Almanca biliyordu. Valdem onun la Almanca konuştu. Bu da onu kat kat mes'ut etmişti. Kubelik, bilhassa İngilizce öğrenmek isti- yor ve Londrada muvaffak olma- yı biliyordu. Valdem, ona İngilizce öğretmeğe hazır olduğunu söylediği zaman san'atkârın neş'esine payan yok- tu, Bu hâdise hayatımın en mes'ut devirlerinden birinin başlangıcı- nı teşkil eder.. Kubelik her gün bize geliyor ve valdemin verdiği dersi aldıktan sonra onunla bir- likte şehre çıkıyor ve Floransayı geziyorduk.. Ara sıra bir kahve- haneye giriyor ve İtalyan şürup- ları içiyorduk. Ara sıra validemi de alarak dağlara tırmanıyor ve dağ tepe- lerindeki otellerde yemek yıyor- duk. Kublik yemekten sonra ke - manı çıkarır ve saatlerce çalardı. Onun kemanını duyanlar, hemen toplanıyor ve kesif bir halka teş- kil ediyorlardı. Fakat san'atkâr kalabalıktan hoşlanmadığı için herkesten w- zak bir yere gider, yapayalnız o * turur ve onu dinlerdik.. Validem uzaklara gitmek yüzünden yorul- duğu, soluduğu halde sesini çıkar- maz, bilâkis san'atkârı dinlemek, onun şevkini kırmamak için en ehemmiyetsiz şikâyette bile bu- lunmazdı. Bahar mevsimi geçmiş, yaz gel miş, fakat biz bir türlü Floransa: dan ayrılamıyorduk. Bu eski şeh- ri o kadar sevmiştik ki onu bira kıp gitmek fenamıza gidiyordu. Jan Kubelik'i ne zaman sev- miye başladığımın pek farkında İ değilim.. Onun sevgisi içime dam- la damla akmış ve bu damlalar yavaş yavaş büyümüş ve kalbimi sarmıştı. Hayatta ilk aşk kadar tatlı bir şey yoktur. İlk aşkın ma- sumiyeti, samimiyeti, ve güzelliği hayatın en aziz hatırasıdır. .. Zaten ben, pek hayalperver bir çocuktum. Rüyalara o kâdar da- larım ki hakikatleri unuturdum.., Mazinin en büyük aşıklarına ait bütün hikâyeleri okumuş ve ha- yalimi bunlarla beslemiştim. İ Onun için kendime has bir hal- de yaşıyordum. Bu kara ve par- lak gözlü, şayanı hayret parmak- hs san'atkâr, rüyalarımın kahra- manı idi. Sanki onun şahsında e- satirin kahramanları yaşıyordu. Ben de onu bütün ruhumla se- viyordum. Fakat onun benimle ;« alâkadar olup olmadığını bilmi - yordum. Bu yüzden duyduğum ıstırap ve valdemin gözünden kaçmadı ve valdem, benim hasta olduğuma zahip oldu. Ara sıra, dikkat ediyor ve san'atkârın kara gözlerini bana dikerek ruhumun içini okumağa çalıştığını görüyor dum, Onun bu hali, beni mes'ut ediyor, beni heyecanlandırıyor, beni şaşırtıyor, ben de onu yalnız bırakarak kaçıyordum. ( Floransadan ayrılmamıza bir gün kalmıştı. Kubelik ile birlikte yapyalnız gezmeğe çıkmış ve Ti- iesol tepesine tırmanarak orada» ki otelin taraçasına oturmuştuk. Kahvelerimizi içerken şaküalaşı- yor ve eğleniyorduk.. Akşam üstü mualtar muzlar içinde eve döner- ken ikimiz de susmuş, ikimiz de meyus olmuştuk. Çünkü ertesi gün ayrılıyorduk . Gide gide taştan bir duvârm enkazına vardık. Ve yari yat o- turduk. Kubelik kırık dökük, fa- kat pek cazip İngilizçesile bana aşkını anlattı. Hayatımın en gü- zel ve en tatlı dakikası idi. O günkü duyduğum zevk ve he yecanı hayatımda (duymadım. Jan sözlerini tamamlıyordu: — Size böyle şeylerden bahset- mek haddim değil. Çünkü çok fa- kirim, ve size hediye edilecek bir şeyim yoktur. Fakat muvaffak o- lacağımı zannediyorum.. OO za- man pederinize müracaat ederek sizi İstiyeceğim. Zannederim ki siz de beni biraz seviyorsunuz! Jan, cevabımı yüzümde oku- muştu., Bütün Floransa aşıklarının bir- birlerine aşklarını itiraf ettikleri eski duvarın enkazı üzerinde Jan Kubelik'i beklemeğe söz verdim. Karanlık koyulaşıncıya kadar burada oturduk. Gümüş gibi ay, ağaçların tepelerini aydınlatıyor « du. Fakat biz hiç bir şey hissetmi- yor, yalnız kendimizi, yalnız aşkı» mızı duyuyorduk, o Ay doğduğu zaman Jan beni kollarının arası- na çekerek, fakat ürkek ürkek öp- tü. (Devamı var) EN ER GRES ENA KERMON em Felemenk parlâmen. tonsunda bir hadise Lâhey, 20 (A.A) — Parlâmen- tonun açılış celsesinde kraliçenin nutku bittikten sonra iki komlü- nist meb'us: “Kahrolsun krallık, kahrolsun kraliçe, diye bağır- mışlardır. Diğer meb'uslar milli Marşı terennüm ederek komi nist meb'uslarla bu baykırışlarını bastırmışlardır.