—6—VAKIT 8 Kânunuevvel 1931 Müellifi ; Nizamettin Nazif Ressamı : Münif Fehim Sabah akşam afiyon yutan bayrak- tarlar ve içindebuhurlar tüten sar ay.. bir hadise şeklini al Bu kadar —gi. İSTEMEZÜK! İSTEMEZÜK! Mehter oynak bir hava çalıyor- du. Orta kapının iki kanadı ardı- na kadar açık duruyor, üzerlerine ayetler işlenmiş allı yeşilli yirmi otuz bayrak hafif hafif sallanı- yor, arasıra dalgalanıyordu. Dünya ne kadar değişmişti! Bü yük istilâ devirlerinde, dört nala koşan atların, uçuşan yeleleri üs- tünde rüzgârları tokatlıyarak, ıl- gar edenlere yol açan bayraklar! bunlar mıydı? Yıkılan bir kulenin üstünden aşan, yanan bir şehrin dıvarların- da dolaşan ve koşan, mütemadi- yen koşan atların sırtımdan, her- gün bir yeni hedefe ulaşan Tür- kün bayrakları bunlar mıydı? Sabah akşam afyon yutan bay- rakdarlar ve içlerinde buhurlar| | tüten saray odaları, bunlara da zehrini kusmuştu. Diyeceksiniz ki rüzgâr yoktu. Bu yaz gününün öğle sıcağında! bir yaprak bile kıpırdamıyordu. | Olsun. . Vistül ve Viyana gün- lerinde, Pasin ovası harplerinde ve daha nice yaz günlerinde dal- galana dalgalana parcalananlar gene bunlar değil miydi? Sorun niçin o zaman öyleydi de, şimdi böyle? Çünkü o zaman bun-! larm gönderleri gökleri deler, a-! lemleri güneşin göbeğini dürter- di. Ve zaten fırtınalar, boralar dai bundan kopardı. Sorarım size. : Şimdi niçin rüz- gür essin ve neden saldırsın şu a- yetli bez parçasına? Kardeşlerini kesen bir deni, be- line kılınç kusandı diye mi? Yok-| sa bütün bir Türk ülkesi zulme bâş eğmis te, ölenin yerinde tü- riyen yeni taçlı bebeğin karşısın- da saravlılar göbek atıyor diye mi? ! tls'li geç yiğitim gec!.. Rüzgâr Türkün eski mağlübudur. Fakat mağrurdur... Sultan Mehmet Manisadan ge- lebilir, babasının tacını başıma ve bilmem hangi ceddinin kılıcını boynuna geçirebilir.. Altın kak- mal: tahtı hünkâr sofasımın önüne çıkaranlar, incili sayvanım ortasın da sallanan kocaman zümrüde hayran hayran bakabilirler. . Son ra bunlar eğilebilirler de.. Burun larını yerlere değdirebilirler de.... Ve gene köpekler gibi saçak öpe- bilirler de. . Fakat rüzgâr; bunların kapr- sında, şu esarete tahammül ede- bilen bayraklara (o dalgalanmak için fırsat vermez!.. . ipi” acet Sele a 3 Evet... Mehter oynak bir hava çalıyordu. Orta kapının iki kana» dı ardıma kadar açık duruyordu.! Ve bayraklar dalgalanmıyordu; çünkü rüzgâr esmiyordu. Arasıra, arkasında yirmi otuz atir, bir vezir kapıdan geçiyor, iki keçeli dizilmiş bostancılar baş ke sip selâm veriyorlardı. Bugün Yeniçeriye maaş dağıtı- lacaktr. Maaşla beraber de cülüs bahşişi çıkacaktı. Saray ve vezir- ler, bir de medrese çömezleri, ka- faları sarıklı zaniler yeni padişa- ba biat etmiş bulunuyorlardı. Fa- kat asıl biyat günü bugündü. Yeniçerilerin hâkim olduğu şu memlekette, Yeniçerilerin tasvi- bini kazanmıyan bir biatın ma- nası mr olurdu? Bir adam tahta çıkabilirdi ama,! ancak Yeniçeriler bunu kabul et- tikleri takdirde orada kalabilirdi.! İşte bu iş bugün anlaşılacaktı.! Saray müthiş bir telâş içinde kaynaşıyor, askere hoş görünmek, Yeniçerinin gönlünü kazanmak için kazanlar yakılmış, envar tür- lü yemekler pişiriliyordu. Valide Sultan kırılıp dökülü- yordu. Hattâ harem mutfağında, önüne futayı takmış bizzat kendi elceğiziyle tatlı pişiriyordu. Cari- yelerde bir telâş harem ağaların: da bir telâş hattâ sarayın selâm- lık külhanlarında bulaşık yikıyan keloğlanlar da'gene bir başka te- laş vardı. Çünkü Yeniçeriydi bu. Hiç şa- kaya gelmezdi bu arslanlar.. Kaş- la göz arasında palaları sıyırırlar, hani “biz şehzade efendilerimizin masum, şehit kanlarını isteriz!,, diye yaygarayı basarlar, ortalığı altüst ediverirlerdi. Bunlar, mem- leket sınırlarından kuyruklarını kısıp dörtnala kaçarlardı ama, İs- tanbul sokaklarında bir hayli kah raman olurlardı. Binaenaleyh, bugün, saray ne yapıp yapacak, bu heriflerin göz- lerini doyurup “Sultan Murat han evlâtlarının masum kanlarını,, ha tırlamalarına fırsat overmiyecek- ti. > Sadaret kaymakamı Halil pa - şa ustaca hareket etmişti. Cülüs bahşişiyle “Reşen,; i (*) aynı gü- ne getirmişti. Bayrama dört gün kalmıştı. Bittabi bayram üstü her yeniçeri elinde fazla para bulun- durmak isterdi. Cülüs bahşişile (Reşen) i bir arada ceplerine atın ca mesele kalmıyacak, asker yeni padişahı kabullenmekte tereddüt etmiyecekti. Zaten iki gün evvel, pazar günü, maaş defterlerini kaymakama götürdükleri zaman hiç bir sızıltıları (o olmamıştı. Bu her şeyin tabii cerayanımı takip ettiğine delâlet ederdi. Reisülküt- tap efendi defterleri gerisin geri- ye gönderirken zabitlerine kahve- ler, şerbetler ve buburlar ikram olunmuştu; hemen hepsi kahve“ leri ve şerbetleri içmişlerdi. Şim- di mesele bugün sarayda verile- cek ziyafetteydi. Eğer ortalar ka ravana kaldırmazlar da valde sultanın tatlılarını birbirlerile ya- rış ederek atıştırırlarsa bu O gece padişah da, anası da, danası da rahat rahat © uyuyabileceklerdi. Yoksa, yeniçeriler bu caanım ye- meklere iltifat etmezler de saray- dan çekilip giderlerse, o zaman; ne olup ne biteceği kestirilemez-! di.. Artık o defter maaş defteri| değildi. Onda akla gelen her şey yazılıydı. Binaenaleyh kubbe altında bi- rer ikişer gelip toplanan vezirler! endişeyle bekliyorlardı. | Kubbe altı saraym en yüksek kubbesinin altında inşa edilmiş bir daireydi. Bir bölme bu daire- yi tam ortasından ikiye ayırıyor, pencerelerden giren güneş duvar- lardaki altın yaldızlı yazıları pı- rıl pırıl yakıyordu. Soldaki böl - menin üstünde gene altın yaldızlı kafeslerle çevrilmiş küçücük bir mahfel vardı. Padişah da bu mahfelde otu- ruyor, pencereden, aşayı seyre- diyordu. Dışarda mehter, havanın biri- ni bitiriyor, birine başlıyordu. Güneş de inadına yakıyordu ha.. İşte müslümanlar öğle nama - zından çıkarlarken, © yeniçeriler- de ortalarından çıkmışlar, bu ya- kıcı güneş altında, Ayasofyanın| önünden geçip Topkapı sarayının çıkış kapısma dayanmışlardı. (Bitmerli) (*) Yeniçerilerin maaşı yevmis ye hesabile verilirdi. Fakat bun - İar ancak üç ayda bir tevzi oluna- biliyordu. Binaenaleh senede dört! defada verilen bu maaşlara şul| dört isim takılmıştı: Müsar, Receç, Reşen, Lezez.. Reşen; (Recöp), (Şaban), ve (Ramazan aylarma âit olan maaş 3 Hava çok soğuk! Her hangi bir evde bir dişi ke- inin doğurması daima mühim kedi yavrusunu ne yapmalı? Ço - cukalr umumiyetle bunların mu - hafazası ve beslenmesi taraftarıdır. Fakat ekseriya bir çok kedi yav- rusu muhafaza edilemez. Bunla” rm içinden en güzeli ayrılır. Di- erleri şuraya buraya (dağıtılır, yahut sokağa atılır. Bir gün küçük matmazel Ber- tin evinde bu vaziyet hadis oldu. Bert ağlıyordu. O Çünkü babası, ekseriya Fransızların © yaptıkları gibi, küçük kedi yavrularını su- ya atıp boğmak istiyordu. İ — Oh!. Babacığım, sana yal - varırım, bu yavruları suya at « ma!..,, Babası dedi ki: — Bu birkaç saniyelik bir! meseledir. Bu yaçruların zavallı anneleri hepsini birden nasıl em- ziresek? Nasıl besliyecek?., Matmazel Bert: — Lâkin hava çok soğuk! Diye hıçkırmakta devam edi» yordu. Nihayet: — Babacığım, dedi, eğer mut Taka bu yavruları suda boğmak lâzımsa benim hatırım için bir şey yap? — Nedir. kızım? — Hiç olmazsa suyu ısıtalım! Doktorun uykusu Bir gün doktor (5...) in başına garip bir vak'a geldi. Gece yarı - sından sonra kapısı çalındı. Bir zavallı kadın ağlıyarak kendisini kocasını muayene etmek için ev - lerine çağırıyordu. Dektor çok yorgun ve ihtiyar olmasına rağ- men kadının yalvarışına taham - mül edemiyerek ricasını kabul et- ti. Süratle giyindi. Gittiler. Dok- tor (S..) hastanın yanına vardığı zaman kadının hıçkırmakta de - vam ettiğini görünce kendisini hastayla yalnız bırakmasını söyle- di.. Kadın çıktı. Sonra kulağını! hastanım göğsüne yapıştırarak: «- Yüksek sesle bir, iki, üç di- ye rakamları sayınız, ben dur deyinciye kadar!,, Dedi. Bir çeyrek saat geçti. Dışarıya çıkmış olan kadın içer- den ses geldiğini görerek kapıyı araladı ve içeriye ii, doktor (S..) hastanm göğsü üze- rinde uyuya kalmıştı. Hasta ise Meğer| şu BAŞTAN. MER, AE AM Eğlenceli Fıkralar — Yahu, bana çabuk söyle, suda yüzmek için ne yapm!* m Birinciye 15, ikinciye 10, Üçüncüye 5 li&' Diğer Wir çok karie muhtelif kıymette hediyeler (VAKIT) bir eğlenceli fıkralar müsabakası aç — iştirak şartı (Eğlenceli fıkralar) sayfasında gördüğünüz dukralar gül zetemize bir mektupla gönder” nükteli, eğlenceli fıkralar yazıp ga Her kari kendi imzasile bir, iki, yahut ştar. Bu mü LA üç fıkra gönderebilir. Gazeteniği Jarı tetkik edecek muvafık görüldüğü takdirde biri, ikisi, yahut üçü neşrolunacaktır. Fıkraların neşri müddeti ne karilerimizden sorulacaktır. LA bittikten sonra hangi fıkraları beğendik Gelecek cevaplara göre reyler ee, nacaktır. En çok hangi fıkralar rey kazanmışsa bunlardan de göre yirmisine yukarda İşaret ettiğimiz. başka hangi fıkranın birinci çıkacağını bu keşfinde isabet ettiği anlaşılan ka Müsabakaya iştirak edecek olanlar (VAKIT eğlenceli fıkra müsabakası) hediyeler (o verilecektir. « evvelden tahmin edip bize vd rilere de ayrıca hediyeler ve! e gönderecekleri fıkranın zari ği ibaresini yazmalıdır. Zarfın şöyle olmalı: (VAKIT gâzetesi İstanbul, Ankara caddesi.) Gelecek fıkralar (Eğlenceli; fıkralar mıza geliş tarihleri 'sifasına göre neş Karilerimizden Tasdikli hikâye! | ( Aşağıdaki fıkrayı karilerimizden Sen Jozef mektebi onuncu sınıf tale - besinden Ziya Cemalettin bey gönderi miştir. Altında iki meşhur imza ile müveşşah bir cümle vardır. o Aynen “Bu hikâye tarafımızdan tasdik © dilmiştir... mütemadiyen sayı saymakta de- vam ediyordu: — 970... 971. 972... - Aman kalfa, ne yapiyor- sun? Yemek pişirmek için gümüş kaşık mı kullanıyor» sun? — Hanımcığım, ne ehemmi- yeti var, bu kaşık zaten kirli idi ! Niçin razı olmuş? — Demek nihayet onun met- resi oldun ha? — Ne yaparsın, bana karşı o kadar terbiyeli duruyordu ki daba fazla uslu oturamazdım!. Bir sual ve cevabı — Alelâde bir genç kızın aş- kı ile bir zarif aşiftenin o aşkı arasında ne fark vardır? demekti ve bu ayların ilk harfle- rinden çıkarılmıştı, — Beş liralık bir banknot kâğıdı kadar birşey. iğ1 e İ ta hayatını bile kaybedersin! Altındaki imzalar: Çallı ibrahim.) Yeni Zelandada, misyoner bir Ta - hip, bir gün çok içki içen bir adama nasihat verir: — Oğlum içki içeme, Eğer içki içer sen cennete gidemezsin, aklmı kay- bedersin, sıhhatini kaybedersin, hat- Ahmet Refik, Bu vak'adan sonra epey gün ge - çer. Adam bir kaç zaman ortadan kaybolur. Rahip bir gün evinde otu-| rurken canr rakı ister, Hizmetçisi ra kıyı getirir. Rahip kadehi eline alır,| ve tam İçeceği sırada o adam kapıyı açar ve içeri girer: — Rahip efendi, der, eğer rakı içer| sen cennete gidemezsin, aklını kaybe- dersin, sıhhatini kaybedersin ve hat- ta hayatmı bile (kaybedersin, senin! hayatın benimkinden (daha kıymetli olduğu için, benim hayatımı kaybet- mem daha münasiptir! Ve şaşa kalan rahibin elinden ka- dehi alır, bir yudumda içer! Kabahat onun değil! M. Feliks epeyce bir zaman- danberi karısının sadakatsizliğin- den şübheleniyordu. Fakat bir türlü eline © geçiremiyordu. Bir gün öğleden sonra bir adamla yakaladı. Fakat ku adamın en yakın dostlarından olduğunu gö- | rünce hayretten dona kaldı. Ve hiddetle bağırdı. — Kar,, sana bir kelime bile söylemeyi fazla görüyorum. Fa- kat sen.. Hanri! Sen ki benim en samimi bir dostumdun. Be- ni nesil aldattın? Bahusus be- ' / ) sayfasında ayrı bir sütunda rolunmaktadır. > gelen fıkralâr Atmasyon Köylünün biri dişinden, dan arttırdığı para ile oğur ak r için (Paris) e yollar, Fakat # raya gittiğinden az bir K ra eğlenceye ve zevku safaYf # rak tahsilini ihmal eder. Hi ge vallı babası (oğlum okuyor ei ona mütemadiyen para yol : dır. Nihayet çocuk, sözde ge ikmal ederek memleketine d: bası ona Fransızca öğrenip diğini sorup, müsbet cevap sonra sorar: — Peki, kazmaya ne derler Her şeyden bihaber çocuk verir; — Kazmasyon, — Küreğe? — Küreksiyon. — Ya torbaya? — Torbasyon, Baba, oğlunun hakikatte bir meyip bir sorduğu keli bir (yon) ilâvesile kendisini 8' istediğini anlaymca kızar “©” ya # — Öyleyse haydi bakali kazmasyonla küreksyonü pah lasyona gel! Cevabını verir, Yaş mesele$i ye — Ne dersin şu Fat törlü ye ve yaşı li rıya çıkamıyor — Nasıl çıksun, oi VA ciya kadar ne çok zabı i ld ti, elbette elinden geldiği fazla kalacak! si y v4 > nim evimde! Buna nasıl edebildin? Hanri şaşaladı ve — Azizim, dedi, san8 ederim ki kabahat bendi karın bir türlü benim mek istemedi!