ha ka İk a H wabı bir tehdit gibi! ve öyle bir süratle koşa- ği uzaklaşmıştı ki, birdenbire ; Sinden rücu eden paşa ona ye- devek için koşmıya mecbur kal- Yak güçbelâ bir kapıyı geçerken oMalıyarak nefes nefese: aşi Peki... —dedi— Yapaca- a hatun ile beni buluştur. Er- / bab. ş sefer de kadın itiraz etti: dei Hayır. . Kızlar ve “ekeh'er m tahliye edileceklerdir. Mü! din cezasını sonra verirsin. 1 Güzel ses hâlâ işitiliyordu.. 4 ;ölikten gözüne ilişs.. manzara « a e kesiciydi ki, paşa y oyun eğdi: ğPekâli.. «© Zaman kadın; Kayâleliyi bilirsiniz... Lâleliden ıya inen yolu da bilirsi- | “Elbette... İ ve Alâ. O caddede 50! kolda ipi kapılı evde otururum ben.. Ae hafta içinde haberi: alırsr- v Paşanın bir tek kelime söy- me fırsat ve imkân brak- yn, kayboldu gitti. Yere vi bir lâhze kadar durduğu) ON İdr, sonra o da geldiği k A çıkarak, adamını arkasına Mai Merdivenli yokuşu çıkmıya| 1. “ Mi i.e ei e e kip öle ezanları okunurken Pasa- *ihm arka bahçesinden cıkan kadın acül hatvelerle birbirin Ayrılarak, muhtelif istikamet) “B uzaklaşmışlardı. | X Çeyrek saat sonra ayni ka “e çıkan başları sarıl: üç er- tig, de, gene aynı tarzda uzaklaş- abayı Kadına verdiği sözü tut| te; hatta fazla bir gayretkeşlik- li ; mevkufları giydirt-| VE yaralarını sardırmıştı. ALTINCI KISIM Si marsık İneşi elele vermiş haziran.. anan m iyor. Ne zaman!. “ çesiz bir yangından ateş al sah Sibi. İstanbul. | Sokaklar el, mahalleler sessiz.. Kara bile sipahi © ahırlarının da kırık kiremit- Zölge dileniyor. Yığın toprakları ve iğrile ; Wziyan denizile şu kosko- N ad z soft yi cacık yemiş e su başı, her köşe başma : leş çenkellemiş olsaydı vel 1 Yanı ve resimlerin telif hakkı mahfuzdur ! elbiseli bir zenci bahçenin tarhları arasında dolaşıyordn Acuzenin definesi ! Müellifi : Nizamettin Nazif yi“ Ressamı; Münif Fehim j5 Kasıklarını bastırarak çılgın kah- eğer payitaht, bir iki gün evvel kanla bastırılmış bir isyanın, te- dehhüşün içinde sinmiş olsaydı, bu sokaklar gene bu kadar tenha- laşmaz, bu şehir gene bu kadar sessiz olmazdı. Gökte tek bulut yok... Denizi bir an evvel aşmıya ça-| balıyan şu kargalar, galiba Gala- ta damlarından ohavalandılar. Kim. bilir, belki de niyetleri, Üs - küdar #ezarlıklarmın servilerine ulaşmak! KN m Kız kulesinden üç kulaç ötede bir marti, kâh yükseliyor, kâh alçalıyor, dalgalara göğüs vere- rek kafasmı sulara daldırıyor. Sonra gene havalanıyor, gene yükseliyor, dönüp dolaşıyor, ge- ne iniyor... Galiba gagasma uy- gun bir şeyler arıyor.. Kör kursak! Haziran ayındayız dedikya... Onuncu asrın son senesi... Ve haziran, günlerinin yirmi dokuzunu, taze tuzlanmış yirmi dokuz çiroz gibi ipe dizmiş, otu- zuncu gün bağrını güneşte dağlı- yor. e Rüstem paşa köşkündeki cin- guguklu saat, beşten sonra ge“ len buçuğu henüz çalınıştı ki, biri yerde biri minderde bağdaş kur- muş olan iki adam, turunç şerbe- tipe bir daha saldırdılar. Büyücek bir tepsi üstünde ko- saman bir çini kâse ve bu küsenin içinde, karlı şerbete yar yarıya daldırılmış altın bir kepçe vardı. Minderde oturan tasın dibin » deki son damlayı süzdükten son- ra dilini damağında şaklattı: — Ovooh! Buda olmasaydı vay halimiz: — Haklısın... Çok sıcak... — Öyle sıcak ki! Ne buruyurur sun efendi? Bir daha versem mi? Yerde oturan adamın tavurla- rmda vakur bir ahenk varur — Teşekkür ederiri $.' adem — dedi — Red ne mümkün? Fas kat görüyorsunuz ya daha elimiz» dekini bitiremedik... Sehzade. Demek ki bu bir «chzadeydi... Siyah softan, göğsü kücük ka- ra düğmelerle süslü entarisi vs *e- pesi siyah kocaman k «uğu k bakışta insana heybet değil, yeis veren bu genç başka ne olabilir- diki... Gözlerini bir nokiaya dikiyor, 2 a a a kendinden geçiyor, dalıp gidiyor- du. Yirminci vaşına ulaşmış mıy- dı? Kim bilir! Fakat her halde ; ahalar savurmıya başladı: İpekli kara marsık ha? Hahhah.. ah.. haaa! fazla göstermiyordu. Geniş pencereleriyle denizi, boğazı ve adaları kucaklıyan oda- da derin bir sükün vardı. Dışar- dan lâle ve sümbül kokuları geli- yor, gümüş çubuklu bir kafeste iki bülbül şakıyordu. Yerde oturan adamda birden bir hareket oldu: — Hayır ola efendi? Mahmur bakışlı gencin bu sua- li bir müddet cevapsız kaldı. Yer de oturan adamın kaşları kendi- liklerinden çatılmış, yüzü hemen o anda müthiş bir gayzın hatlarile sertleşivermişti. e Çenesine doğru seyrekleşen kıvırcık kara sakalını parmaklarile tarıyarak kafasmı salladı.. Galiba cevap verip ver- memekte müteredditti. Şehzade sualini tekrarladı: — Hayır ola Baki efen li haz - retleri? o Acap ruhumuzdaki me - lâl midir bu ani tahavvülün bais ve müsebbibi? — Estafurullah efendimiz.. Siz den her an neş'e alır bu can! O e? Yerde oturan adam, hissiyatını daha ziyade saklamıya imkân bu- lamadı: — Görmüyor musunuz efend-i miz? — dedi — İpekli kara mar- sık... — Nerede? — İşte.. Bakımız! Nah şurada, — Şu taflanlı yolun nihayetine bakı- BiZ. — Baktım ama... — Göremediniz mi? — Han.. Ha ha!.. Evet evet... Ve akabinde genç adam yum- ruklarile kasıklarını © basrırarak çılgın kahkahalar savurmıya baş- ladı: — İpekli kara marsık ha? Hah hah hah haaah! Yerde oturan adam, gülümse - mekle iktifa ediyordu. İşaret ettiği yerde, bahçenin taflanları arasında, baştan başa beyazlar giymiş bir fellâh, elinde- ki kamçıyı sağa sola savurarak do laşıyordu. Her halde ipekli kara marsık bu olacaktı. — Hah hah hahhaaa ! Genç şehzade hâlâ gülüyordu. Köşkün kapısından bahçeye fır - lıyan kahkahalar beyaz elbiseli zencinin kulaklarına © ulaşınca; hazret şöyle bir durakladı ve he- men o anda gözleri köşke dikildi. Tıpkı oğlak sezmiş bir boğa yıla- nt gibi kırmızı dilile mor dudek-! larmı yağlıyarak köşktekilere doğ ru yürümiye başladı. — Eyvah geliyor... — Yandık.. Şehzadeyle arkadaşı, güya o - nunla meşgul olmuyorlarmış gibi kâselerini doldurarak turunç şer- betine dayandılar. Yerde oturan adam muhavereye bir baska mec- ra vermiş olmak için: — Şehzadem... — diye anlat- mıya başladı. — Güneş gurup €- derken, Kız kulesinin bu yalı - lardan seyri bir hayli güzel olu » yor değil mi? — Hakkınız. var Baki gfendi hazretleri. — Hele boğazın böyle perde perde gölgelere dalması.. Sonra denizin ufuktan bize doğru mora- ra morara yaklaşması.. . Yerde oturan adamın sesinde öyle sürükleyici bir ahenk vardı ki; Genç gözlerini ufka daldıra - rak gene tasdik etti. — Hakkınız var Baki efendi hazretleri. . na... Yerde oturan adam, kim bilir) © Hanım 5 7 — VAKIT 23 Teşrinsani 1Y31 lar nasıl güzelleşebilirsiniz? Harikulâde bir usul yeni deri getiriyor ? İİ ĞİN me Tenlerinin düzgünlüğü ile meşhur olan sinema artisileride balkonlarındı yan çıplak bir halde hava ve güneş banyosu yaparlar Halimden anladı. Bir şey ilâve et. meden, kıvrak bir tavurla: — Dostum tavsiyeleriniz. Dedi, Şimdi ne zaman güneş ve hava| banyosundan bahsedersem, o şon ba) har gününü, prensesin balkonundan sarkışını hatırlarım. Pijamasının sek) Dini, teferrdatını hatırlıyamıyorum.! Yalnız toz pembe rengini farkederim.|. Merakta kalmayın! Hikâyemin #0 nunu da getirerek tavsiyelerime de - vam edeceğim . Prenses şirin bir hiddetle anlattı: — Herkes ısrar etti, Ben inat et tim. Nihayet ben kazandım. Yalnız sizin atölyeye uğrıyamıyacağım. Bu tarafta da kocamin ısrarı zaferi ka- zandı... O dakika prensesi göremiyeceğimi. zi anladım. İnsanlar ne gariptir. Hayatları na senelerce razı olurlar da birden isyan ettikleri zaman yeni bir şey farketmiş gibi sabırları, tevekkülleri tükeniyor. Prensesten ayrıldıktan sonra işe av det etmek güç geldi. Sen nekr: üstün. deki vapurlardan birine girdim. Paris; civarmdaki sakin köşelerden birinde akşamladım, Güneş ve hava banyolarına avdet ediyoruz. Güneşin cilde olan faydası, adale leri kuvvetlendirir. Cildi (tabii bir şekilde çeker, cihazlarımıza bir kır-i baç vurur. Dahili cihazların cilt gü- zelliği için büyük âmil oduğunu söy- lemiye ihtiyaç yoktur. Bütün doktorlar ten için ziyadan istifade ediyorlar. Tlatta kışın yaz güneşini bulabilmek için hususi lâm- balar icat etmişlerdir. Harikulâde bir sistem yeni deri getiriyor Son senelere kadar Avrupada tat-| bik edilen usuller muhtelifti. Fakat daha neler söyliyecekti.. Fakat tam o esnada, mezar kaçkını bir iskelet gibi kaburgaları takırdı-| yan sıska fellâh, tık nefes bir ko- ca karı sesile kapıdan seslendi: — Gene kimleri çekiştiriyorsu- nuz bakalım? Bre Baki efendi. Sen ne zaman gammazlıktan vaz! geçeceksin ? Seyrek sakallı adam denize bakan gözlerini bir yıldırım sür- atile fellâhtan yana çevirdi. Bir > kaşları çatıldı.. Hani az &al- I, saldıracaktı fellâhm boynu - (Bitmedi) esasları hep birbirine benzerdi. Ge çen sene Fransız kadınları harikülü. de bir sistem karşısında gözlerini hay retle açtılar. Deriyi değiştiren bir iki ay içinde yepyeni derj getiren sistemi Amerika- Idar bulmuşlardır. Senelerce Av- rupalılardan gizledikleri bu tedavi &- sulünü biliyorsak, buna“mudim P, Duvah'in bıkmıyan, tükenmiyen hay- rına medyunuz, Amerikalılar güneş ve hava banyo- larına başlarken kadmlarım yüzüne bir krem sürüyorlardı. Amerikan gü- zellik müesseselerinde sürülen o krem çok gizli tutulduğu için kutu ile ha - riçte satılmıyordu. Tabii müşterile « rin yüzlerine sürülmüş kremi topla - yıp tahlil etmek ve terkibini anla mak kabil olamıyordu. Bir türlü o kremden bir kutu tedarik edemiyor. duk. Nihayet Paristeki bütün güzellik müesseseleri karar verdik. Senelerce cilt doktorlarının maavinliğini yap. mış olân madâm P. Duvâl'; Amerika» ya yalnız o kremi anlamak için gön - derdik, Madam P. Duval Amerikadan mu vaffakıyetle döndü. Amerikalıların kullanlıkları kremin terkibini keş- fetmiye muvaffak olmuştu. Madam Duval şimdi Parisin en ay- dınlık mahallelerinden kemmel bir güzellik milessesesi açtı. Amerikadan getirdiği kremleri dost müesseselere veriyor. Kendj müesse- sesinde de aynı kremlerle tedavide de vam etmektedir. Yalnız biz o krem- leri ticarette kullanılan ve her tarafa ihraç edilen piyasa kremleri o haline düşürmemek için kendisine söz ver « dik. Güneşte deriyi iki üç ay içinde de giştiren kremi yapıp satmak hakkını, o uğurda Amerikada aylarca yorul « muş olan madam Duvaf'e bıraktık. | Kendisine yazılırsa reddedeceğini zannetmem. Bilhassa (İstanbul için rekabet mevzuu hahis değildir. Çok nazik olan Madam DuvaVin türk ka dınlarının ricalarını o reddedeceğine ihtimal vermiyorum. Şu halde ziya banyosuna başlar - ken yüzümüze ziya banyosu için kul. lanılan kremlerden sürmeyi ihmal et. memeliyiz. Çünkü güneş Ziyasını te min eden limbalar altında da aynı kremi sürmeliyiz. birinde mü- hill lde