a a : f Acuzenin definesi İN eni Müellifi : Nizamettin Nazif gili, Ressamı; Münif Fehim > 5 g 3 Burada iki karış eninde veüç karış irti- İaında bir yarık vardı..Güzel ses, artık bütün berraklığıyle kulağa çarpıyordu , Küf ve çirkef kokan, metruk, bir konak mutfağına benziyordu. girdiği yer.. Mamafi etrafını iyi- ce tetkike vakit bulamadı. Çünkü © anda görünmiyen bir kapı gıcır- lamış ve kadm gene belirivermiş- ti. Bürümcük şalı gene başınday- dı ve fıldır fıldır dönerken be- bekleri ışıldıyan iki gözün başka iç bir yeri gözükmüyordu.. — Eh.. Geldik işte.. - diye ho- murdandı Derviş - Söyle bakalım ne istersin?.. İşkillenmiye başlamıştı. Nere - siydi burası? Kimdi bu kadın? Ne €srarengiz işti bu? Fakat kadın, bu hali, hiç de garip bulmıyan tabii bir sesle; — Daha vakti gelmedi.. - dedi- Lutfen beni takip ediniz.. Evvelâ size göstereceklerimi cöstermeli - yim.. Eğer bana bir «lifte bu- İunmak lüzumunu (hissederseniz © zaman ben de sizden istiyeceği- mi isterim, Paşa kadınm boyuna posuna şöyle bir baktı; netice hoşuna git memiş olmalı ki suratını ekşit- rek: Nasıl bir. teklifte bulunacak-| muşım sana kabayım? -dedi - Kadınım ağzından hafif bir kah kaha fırladı: — Onu zaman gösterecek.. Şim| di geliniz bakalım.. Bir kapıdan geçtiler. Uçları bir taşlığa gömülü üç beş sütun, tahta bir tavana destek vuruyor- du. Duvarları yosunlu bir dehliz- de dört beş adım attıktan sonra; ancak dört adamın ayakta dura - bileceği kadar dar ve her tarafı taştan bir odaya girdiler, Kadın parmağını dudaklarına dayadı — Suss! Her tarftan su sızıyordu. İki eliyle, yekpare büyük bir taşın bir tarafımı tazyik etti. Çok sıcaktı burası.. Üfliyerek, püfliyerek alnındaki terleri siler- ken subaşı birdenbire gözlerini aç tı. Az kalsın, avazı çıktiğı kadar: — Aaa! - diye O bağıracaktı. Kendini güç tuttu. Koca taşın or- tasında bir mil vardı galiba, ki 6 merkezin etrafında dönüverince her iki tarafında birer adam ge-! gebilecek derecede geniş iki delik açılmıştı. Yalnız bu olsa gene iyi.. Aynı zamanda, insanı sinirlerivle, eti, deri kemikleriy- le kavrıyan ve hüznü neşe ta- tarak sunan, kıvrak, tatlı ve bay- gm bir ses işitildi. Paşa kadına hayretle baktı. — Bu kim? Nerden geliyor şu ses? — Sus. Ve işaret etti: — Arkamdan gel.. Deliklerden içeriye girdiler.! Burası fevkalâde sıcak bir yerdi ar, ama bir insanın ancek yan Yan çıkabileceği derecede dar bir Merdiveni çıktılar. Havada bir rütubet vardı, te-| effüs müşkülleşmişti. Kaynıyan| suların fıkırtısına benzer bir gü-| tü geldi paşanın kulağına, . Bir € ne baksın!.. Ayaklarımı bastı» ğı maltızlar arasında, birbirinden) işer karış aralıklı üç kozan kay- iyor mu? 5 Bu da ne? —diye mıvıldan- , Fakat kadın öyle bir şiddetle! "mdirmişti kolunu ki, derhal çe- mi tuttu. yaf va e hattâ kaan unca boylu bir adamın başı» kay deck derecede alçak bir » azami on adım murabba- ,zemini ve drvarları taştan bir yerin üstünü örtüyordu. Fk v ır kaynıyan üç kazandan —Deliğö gözünü yudur da içersini şöyle bir seyret b zıkan su buharı ciğerleri dolduru-' yor, insana aksırmalar vesiyordu. | Sıcaktı, terliyorlardı. | Üçüncü kazanın yanından gelen bir ziya huzmesi de olmasa, göz gözü gör-| mez bir karanlıkta kalacakları muhakkaktı. Derviş Paşa, bu garip yerde, katran kazanları arasında bir ce- hennem zebânisi gibi dolaşan ka- dına yan gözle bakıyordu. O hiç söz söylemiyordu. Şimdi. sc3,-daha yanık bir şarkı! tutturmuştu. Paşayı yakasından çekti. Ka- zanların arasından ihtiyati adım- larla geçerek, oraya, ziya buzme- sinin geldiği yere yaklaştırdı. Burada iki karış eninde 've üç karış irtifamda bir. yarık vardı. Ağzını subaşının kulağına “dayı: yarak fısıldadı: — Bak buradan. . İçeriye bak!. Güzel ses artık bütün Lerraklı- ğıyle kulağa çarpıyordu Rabbim, ne yanık, ne içten ko-| nuşan sesli bu!. Derviş Paşayı vâlâşan, hemen'e- ğildi, kafasını deliğe soktu. Evet! soktu, ve o anda öyle dehhaş bir heyecanla sarsıldı ki, eğer ka- dın, sıkı sıkı tutmamış olsaydı, pa- şa hazretleri muhakkak muvaze- nesini kaybeder ve pald ü kazanlardan birine düşüri Ve lâşüphe, bir dana sörüşüne dö nerdi mevlâna, . Bereket versin dedik a.. Kadın kolundan tutmuş, arkasından des- teklemişti, Hey anam heey! Paşa Hazret- leri nasıl olurdu da heyecana uğ- ramazlardı. Siz olun da titreme- yin ve sabredin. . Bu delik, dota cehennemden cennete açılmış ma- verai bir pencereye benziyordu. Kaynıyan kazanların sırrına, su başı derhal intikal etti. Salundu-| ğu yer bir kadınlar honızmının külhanıydı. Delikten görünce pan yerdeyse, yarı çıplak bi dın, göbektaşının üstüne eda ile uzanmış, kınolr parmaklarıyle oynıyarak söylüyordu. Mesafe yakındı. Paşa onun çok güzel olduğunu gördü. Ama cid- den muhteşemdi bu kadın! Kaş- larını, gözlerini, endamını tarifel şuh bir ellerinin şarkı | lüzum yok.. Güzeli arıyanlar onu görünce, mutlaka, — Eh işte... Artık aradığımızı bulduk! —derlerdi— * Paşa, az ötede, bir kurna başın da su dökünen iki kadım daha gör| dü.. Bunlar da güzel şeylerdi. Fa- kat, göbektaşındaki görülmüş, işi-l tlmiş güzellerden değildi: — Vay canına!. —diye homur- dandı— paşa, . Kadm, delâletini, galiba © kâfi bulmuş olacaktı ki onun gene ya- kasından çekti: — Gel! 3 Derviş, başını delikten istemiye istemiye çekti. Damarlarındaki kan, senelerdenberi hissetmediği bir hararetle kaynıyor, kalbinde İ ve asabında tatlı, ılık bir heyecan dolaşıyordu. Kazanların arasmdan geçtiler, | merdiveni indiler, dışarı çıktılar. Delik bu sefer kendiliğinden ka- pandı; ve kadın, hiç yüzüne bak- madı, geniş adımlarla uzaklaş- mak istedi. Lâkin bırakan kim?. Gördüğü manzara ve hâlâ hafif hafif kula- ğına gelen tatlı ses paşada el a- yak bırakmamıştı. o Arkasından seslendi: — Hişşt. « Dur! Galiba kadın da bunu bekliyor- du ki hiç nazlanmadı. — Buyurunuz. . — Söyle bana sen kimsin? Bu işteki esrar nedir? Kadın şeytaneti bebeklerinde bir volkan gibi yakan gözlerini o- na dikmişti: Garip bir sesle: — Fakat bu bir tekl'f değildir.. —dedi— — Teklif mi? İkide bir tekrar- ladığın bu kelimeden murat ne- dir? — Hiç.. Hani, şu güzel sesi,! belki beğenebilirsiniz zannetmiş- tim. — Beğenebilirim de söz mü?. Elbette beğendim. . Kadın şeytan şeytan sırıttı: — Onu daha yakından dinle- mek istemez misiniz? Paşa can atıyordu ama, ne ka- dar olsa serde subaşılık vardı, u- tanıyordu. — Acep mümkün olabilir mi? —diye homurdandı.— — Bu teklifinize bağlıdır. . İs- terseniz pekâlâ mümkün olabilir.. — Yaa... — Elbette paşam, siz emreder» siniz de olmaz olur mu?, Dervişin ağzı sulanmıstı. Saka- İmı avuçlıyarak manalı manalı baktı: — Anlaştık demek kadın. . — Elbette anlaşacaklık. , — Peki öyleyse, şu hatunu bir gece, karşı karşıya oturup dinls- mek isterim. . — Emredersiniz.. Gayet yakm Hanımlar nasıl güzelleşebilirsiniz? Prenses tenis maçlarını da deniz banyosile yapmıya başlamıştı Re Prenses Faucigny Lucing hava banyosuna muhtaç olduğunu söy- lediğim zaman sormuştu: — Nasıl başlıyacağım? İlk baharın iptidalarında oldu- ğu için prensesin (daha bir kaç hafta Pariste kalacağını, ondan sonra sayfiyelerden birine çekile- ceğini biliyordum. Kendisine tedrici bir hava (Kürü) tavsiye etmek icap edi- yordu. “Şanzelize Bulvarında,, çok güzel hususi bir evde oturan pren- sesin hava banyolarına hemen başlamasına imkân vardı. Kendisine şu kısa sözleri söy- ledim: — Balkonunuz havadar ve gü- neşlidir. Sabahları (kalktığınız zaman giyinmeden kahvaltınızı pijamanızla yapmıya başlayınız. Sonra tedrici bir tarzda pijama - nızın ceketini de çıkarırsınız. Fakat unutmayın ki, ilk günle- rin hava ve güneş banyosu yirmi dakikayı geçmemelidir. Bu tavsiyeyi verdikten biraz son- fa prenses Fransanın cenup say- fiyelerinden cennet gibi bir yere çekildi. Kendisinden kışa kadar habe ralamıyacaktım. Ta, Pari- se avdetine kadar.. Prensesin şimal sayfiyelerini tercih eden ahp-pları atölyeme devam ediyorlardı. Yüz masaj- larını yaptığım zaman kulak mi- safiri olarak anlıyordum; prense- sin aile istirahati bozulmıya baş- lamıştı,. Kocası Parise avdet et- miş, kendisi yalnız olarak (Li- do) ya çekilmişti. Merak ettim. Tahkik ettim. Anladım ki, prensesin istirahati benim yüzümden, tavsiyelerim yüzünden bozulmuştu, ! Anlatıyorlardı: Hava banyo - sunu çok fazla ve çok açık bir şe- kilde tatbika başlıyan prenses te- nis maçlarını da deniz mayosile yapmıya başlamış. Diyorlardı: — O kadar güzel, dal vücudu olan bir kadın da gezebilir mi? var... Kocasi ısrar etmiş, de gençliğinin yegâne sırrı olan hava O banyolarını bırakmamak için inat etmiş... Bir gün atölyesinde otururken telefon çaldı. Telin öbür ucunda prensesin şakrak sesini duydum. — Çabuk geliniz dostum, di - yordu. Ne yapalım meslek icabı; de- dikoduyu (o severim. Kadınların hususi ve gizli vak'alarına da çok meraklıyım.. Keten gömleği çı- kardım; ve hemen bir otomobile prensesin adresini verdim.. Parisin bulunmaz bir son ba- harıydı. Güzeller (o banyolardan dönmüşler, daha güzelleşrişler.. Sokaklarda hafif fakat O insanı bir zamanda sizi bu arzuya r.il e- deceğim. . * gibi öyle Kocasının hakkı! kaplıyan bir sıcak vardı; güneş de pırıl pırıl gülüyor, tıpkı şark güneşi gibi.. Gi e MX Otomobil prensesin Kapısında durunca, yukardaki balkondan son hecesi uzıyan bir bonjurla karşılaştım. Prenses nefis bir toz pembe İ pijama içinde balkondan #ark- İ mış, saçlarımın dalgaları Aârasm- da güneşler yanıyordu. Ne yalan söyliyeyim; o dakika insanları sınıflara taksim eden i kaidelere lânet ettim ve prensesin prenses, çok kıskanan kocasına hak ver- dim... Desenleri yepyeni, kristalleri bol çay masası başındaki basır koltuklardan birini gösteren prens sesten gözümü âyıramıyordum.. Ne değişmiş, ne kadar çocuklaş - mıştı. Kadınlarm yaşlarından ge- ri gittikleri zamanlar bir bakış - ları vardır. Dikkat ettiniz mi bil- mem... Yüzlerinin gençliği nispe- tinde bakmazlar. Sanki aynadan cesâret alırlar da, Ta!... Genç kız- lıklarına kadar dönerler... Bakışı genç kız, vücudu genç kadın, hususiyeti yumuşak güzel prensesimin karşısında söyliyece- ğimi şaşırmıştım. ! (Bitmesi) | — Ya ne istiyorsun? —Basit.. Dün gece benim dost. — Ne kadar bekliyeceğim.. Fa| larımdan birinin evinde bir kına raza? Gün söyle, . —Bu bir ehli ırz hatundur. Sam- suncubaşınm da karısıdır. . — Yaa?.. Bak işte bu fena.. Ol adem, eli silâh tutar, gözünü budaktan sakınmaz bir belâlıdır.. — Olabilir, . Fakat benim ter- tip ettiğim bir nevi macun vardır ki, ehli keyfe safa ve güzel hatu- nu olan azılı erlere rehavet verir.. Hem size ne a efendim. . Bu cihet bana ait. . — Alâ.. Bu işi yaptığın gün sa» na çil çil yüz altın veririm. Nasıl? Pazarlık uydu mu? — Hayır.. Para, ne zaman terseniz “Kera,, köleniz size is» bol bol verebilir. . . | Paşa tuhaf tuhaf baktı: gecesi vardı. Tabii pirü civan işi- nüşa dalmışlardı. Mahalle müez- zini gammazlık edip bunları zina ediyorlardı deyu. . Derviş onun sözünü kesti: — Çinari Selim meselesi mi? — Beli, . Bu namuslu derhal tabliye ettirmenizi rum, , — Yoon. . Bu işi yapamam. i — Dahası var.. O gammaz mü ezzine ki, sarhoş müezzin derler.. Eccey?. — Onun da Yedikuleyi bayla- masını istiyorum. . — Yoov.. Yapamam bu işi. . — Öyleyse ben de yapamam.. (Bilmedi) tazıleri istiyo 7-— VAKIT 22 Teşrinsani 19351 —& i di