em Bm ii ji azı kaldı ! © “| letme beni, S5 N adi af Ve gayet lâkayt, her şeye, ço- Suğun bağırışma, lâhnalarma ve dünyaya lâkayt bir rehavetle doğ» raldu: | — Bu sabah size taze çalı fa - Bulyası, hiyar.. Turfanda toma - » Sonra,, —Dur bakalım daha neler gön-i idim... Haaa... İki kalgal soğan,! gal sarmısak. Dala daha..! likanlı onu dinlemiyordu.! o farkında değildi.. . ne gönderdin baka - Ne görderdiysen gönderdin. Hesabını arkadaşla © görürsün.. Lâhnaları da say.. Bana işin kısa tarafını söyle... Borçlumuyuz, a- acaklı mıyız? — Nerdecee! Daha geçen baf- ta aldığımız parayı ödiyemedik... ŞE eriklerile bir şeyler hesap- Pulat Yin. i — Daha çok alacağınız var amm ya İİK a e a, en ORAK e A AR EE ENE Li Sn EV” ik e Üryan, bana müsaade Deminden beri her şeye karşı v bir lâkaydi gösteren bahçe- il birdenbire ve garip bir alâka sordu: — Yemiş ağaçları arasında bir dolaşmak istiyorsun, de- mi? Genç tatlı tatlı gülümsedi: — Evet.. i — Haydi, öyle olsun.. Sen İ Pek fena dadandın o yıkık duvara iv neyse. İş bir kere Mollanın hr gitti mi bil ki yandık! Gene cevap vermedi. Yalnız 0- Mup göbeğine parmağıyle doku. dilini cıkardı ve koşar adımla! dan laştı. Bahçevan orun arkasın»! şakrak bir kahkaha furlatmış, ia yeni yeni filiz veren bir tar- ayı başına çömelip yabani otları klamıya başlamıştı. Yıkık duvar.. Eh, bu duvar pek değildi. Lahna tarhlarmı sonra genç, ısırganlarla bahçenin nasılsa bakımsız 14 bir yerine vardı. Yirmi ©- adım kutrunda, harman yeri meydanlıktan sonra sık Hİ lu, 23 pi Z Ş ğa daldı. On adım ötede ! a etrafı arla çevriimiş bir bahçe, bir konağın bahçesii ii çi -- Hadigit.. Yarın sece çok bek- erken gel !. iğ ( Yazı ve resimlerin telif hakkı mahfuzdur i Ağaçlar arasında düşünceli düşünceli dolaşan bu genç kız... Genç ağaçlığa dalınca bir lâhza kadar durdu. “Acaba gözetliyen göz var mı,, gibilerden etrafını! şöyle bir kolaçan etti. Sonra ram- pa dıvara. . — Pisst! Pist. . Pısssst' Konağın bahçesini i - ir iel ie EMEK is miş ve bir yerinden de, ama tam ortasmdan yıkılıvermişti. Orta boylu bir adamın göğsün- den yukarısı öbür taraftan zörüle- biliyordu. Genç delikten içeriye uzatmıştı kafasını. . — Pist, . Pist. . Pist! Dıvarın öteyanı da yemiş ağaç- larıyla doluydu. — Pist... Hişşşt! Prssst! Ağaçlar arasında düşünceli dü- şünceli dolaşan bir gene" kız, bu sesi işitince başmı çevirdi. Ve ga- liba o da böyle bir davete intizar ediyordu ki, derhal duvara yanlş- tı: — Geldin mi? — Geldim ya... — Beni özledin mi? — Özledim ya... — Ama çok bekledim bugün seni. — Ne yapayım. . Çok iş çıktı. . Asker değil misin... Verilen emri yanmıya mecbursun. . Git oraya, gel buraya. . z — Eyi. . Güzel. , Kime yutturu- yorsun bunları... Sen asker değil. sin ki.. Koskoca bir bölükbaşr- sın., — Daha eyi söyledin ya.. Rüt- be büyüyünce vazifede büyür.. Her ne halse, akşam raaht vyu- dun mu?. — Alay ediyorsun galiba.. Han gi uykudan bahsediyorsun... Sa- hura kadar biraz uyumuştum a- ma.. Sahurdan sonra gözlerimi kırpmadım.. — Neden?. — Senden.. —ı”.. — Ne olacak bizim halimiz böyle. — Sus... Artık söylemiye mahal kalmadı, . Murat Paşa gelecek bu sefer. — Kim bu? — Kubbe veziri.. Arkadaşlar dediler ki “Yahya Efendi onun sözünden erkmaz!,, — İşallah.. Ah Halim, bilsen ne azap içindeyim. Babam iki gün denberi tutturmuş, “illâ o teneşir yıkayıcı softa ile evleneceksin de' Çoğu gitti, a | e : Acuzenin definesi | inn Müellifi: Nizamettin Nazif piya, Ressamı; Münif Fehim > -- Ehemmiyet verme ! evleneceksin!, diye beynimin eti- ni yiyor. . — Onu istemem ben desene. . — Demiyor muyum sanıyor- sun. . Daha temin üyeyi anamla kavga ettim. Bana “Beğeneme- din mi onu??, dedi Koskoca bir! Sun'ullah Efendinin kardeşiymiş! 9.. Maksatlarını öğrendim. . Sun'- ullah Efendi bugünlerde Padişa- hın pek gözündeymiş; babam mevkiinden korkuyor. . Beni kar- deşine verirlerse, akrabalık başlı- yacak, babam da kırılası kafasın- in müftü kavuğunu çıkarmıya- — Ehemmiyet verme.. Çoğu gitti azı kaldı. . Bu, güzel bir kızdı. Duvarın ya- rığından görünen omuzları yuvar lak, baş örtüsünün şeffaflığmdan gözün çalabildiği gerdanı, göğsü ve bilhassa yüzü. . Hele kaşlarının çapkın mânası. - Dudakların bi- tişen yerlerine yakın, yanakların- daki çukurcuklar pek cazipli. Bir müddet önüne baktı, gözle- rinde elemli bir ifade ve düşünü- şünde çarpışan iki fikrin, insani bir neticeye ulaştırmıyan kararsız lığı vardı. Delikanlı hayran bayran onu seyrediyordu. Kızm O duvgunlu- ğunu görünce sordu: — Ne düşünüyorsun Halime? Yal yapi — Yok yok. . Gizleme, söyle! Kız başını rim mall kuda sayıklar gibi, dalgın dalgın söylendi: — Diyorlar ki Halim, seninle evlenirsmmem ben aç kalırmışım.. Çıplak kalırmışım. . i Genç bir kahkaha salvermemek için kendini güç zaptetti: — Desene ki mesele mühim. . Genç kız kimbilir daba neler söyliyecekti, Fakat ağzını açama- dı. Çünkü tam o esnada güzelce sesli bir kadının âvazı çıktığı ka- dar bağırdığı duyulmuştu: — Halime! Halimece! Hey Ha lime. . Halime Hanuum! Genç kız telâşla: — Hadi git!... dedi. Yarm ge- ce çak bekletme beni. . Erken gel.. — Merak etme.. Hadi oğurlar olsun. . — Sana da.. Güzel kız eve doğru koştu. De- likanlı da gene koşar adımla lah- Palabıyık Osman Efendi vakit- siz misafir beklemiyordu. Yatsı ezanından sonra kim gelebilirdi? O günlerde şehirde sık sık garip| vak'alar olduğunu gazetelerde o- kuduğu için, Osman Efendi, asağı inmeden evvel, pencereyi actı ve! esen hızlı rüzgârın uçuşturduğu! palabıyıklarının arasından: — Kim 6? Diye seslendi. Aşağıda, köse başındaki kapının önünde pelerin li bir hayalet görülüyordu. Başını kaldırdı: — Telgraf!. . Dedi. Osman Efendi, müsterih oldu. Camı kapadı. Arkasına pal- tosunu alarak ve “acaba nerden, kara haber olmasın da,, diye düşü nerek merdivenleri indi, kapının! kol demirini hınklıyarak kaldırdı, açtı, elini uzattı. O ande kuvvetli bir ef, Osman Efendiyi bileğinden yakalıyarak dışarı çekti ve üzerine, köşeden fırlıyan pelerinli dört kişi çullan- dılar. Osman Efendi neye uğra- dığına şaşırmış, kılını bile kıpır- datmıya vakit bulamamıştı. Aklı başına gelir gelmez, ilk hareketi sevki tabii ile, kurtulmıya çalış- mak oldu. Fakat eli ayağı sımsıkı bağlanmıştı. O zaman istimdat et- mek için bağırdı. Bu sefer de an- cak boğuk iniltiler duyulabildi. Zi ra, başı kalın bir pelerinle sarıl mıştı, zorlukla nefes alabiliyor - du. Maamafih, kendisine hücum — Sesi pek duyulmuyor, amma, dedi, ihtiyaten ağzıma bir tıkaç koysak. Bir başkası: — Sende bir mendil filân var- — Sende... — Bende de yok. — Ne yapalım? — Ha... Bıyıklarını agzma s0- kalım, olur biter. Bir kaç kahkaha duyuldu. Son- ra birisi Osman Efendiyi bağır- masın diye gırtlağından bastıra- rak, başmdaki pelerini çözdü. Osman Efendi, hiç olmazsa bu elin sahibini görmek, ve bilâhare teşhis edebilmek için gözlerini dör açmıştı. Fakat gecenin ka- rar “oda bir şey göremiyordu. Bu aralık, üzerine iğilmiş olan a- dam, palabıyıklarını, ta.. kulak- larının arkasma kadar giden pa- labıklarını toparlamış ağzına sok- mıya uğraşıyordu. Osman Efendi- nin gözleri artık karanlığa alış- mıştı. Kendisine taarruz edenleri görebiliyordu. Bunlar, beş kişi idi ler. Beşi de uzun pelerinler giymiş lerdi. Maskeli yüzlerinden hiç bir şey görmek mümkün olmuyordu. Osman Efendi bunları tetkik e- derken, dişlerini sımsıkı sıkıyor, üstündeki adamım avucunda top- ladığı bıyıklarının ağzına sokul- masına mâni olmak istiyordu. Fa- kat, meçhul mutaarrızlar, bu de- beleşmekten artık usanmışlardı. Reis gibi görünen: — Çabuk olunuz, dedi, şimdi biri gelir. parmağını, Osman Efendinin bu- run deliklerine takarak başını ge- ri kanırdı. Zavallı adam ağzını açmak mecburiyetinde kaldı. Şimdi, Osman Efendinin başı gene pelerinle sarılmıştı. Biçare, bir araba çalı süpürgesi yutmuş gibi tahammül edilmez gıcıklan- malar, tiksintiler duyuyordu. Son-. ra, kendisinin yerden kaldırıldı- na tarhlarının içine daldı.. DÖRDÜNCÜ KISIM Sıraları gelenler — Başka? — Bir saatçi var. — Ne yapmış bu adam. — Yeniçeri ortasında saatleri tamir ediyormuş. Kolu mu çarp- mış, ne olmuş; yanlışlıkla duvar- dan bir levha düşürmüş.. . — Sonra? (Blimedi) İki kişi daha iğildiler, Birisi iki! 5 — VAKIT 16 Teşrinsani 1931 —— ayyy yy i Hikâye | Niçin Kaçırdılar ? İ Üy Yazan :Fikret Âdil ğını, bir otomobile bindirildiğini hissetti, ve, bayıldı. #.. Osman Efendi kendine geldiği zaman, biraz daha ferahlamıştı. Bıyıkları ağzından çıkarılmıştı. Şimdi, rahat bir koltuğa oturtul- mustu. Kolları ve vücudu koltuğa bağlanmıstı. Ayakları da bağlıy- dı. Herhalde deminki vaziyete na- zaran daha rahattı. Yalnız, bu se- fer, gözlerinde siyah bir bağ var- | dı, hiç bir şey göremiyordu. Osman Efendi düşündü. Ken- disini niçin kaldırmışlardı. Hiç bir düsmanı yoktu. Bu adamlar ne istiyorlardı?. Sakın canma kıy masınlar?. . Bu düşüncenin tesirile tirtir tits rerken bir ses duyuldu: — Ben hazırım, ne dersiniz, kes seyim mi? Osman Efendinin korktuğu ba“ şına mı gelecekti? Zavallı adam can hevlile bir hareket yapıp kur- tulmak istedi. Fakat bağları sıkıy- dı. Meçhul adamlar konuşuyor« lardı: Li — Kes amma, başmı oynarsa işine mâni olur, başmı bağladın mı? — Nasıl bağlıyayım, neresin- den? Biriniz saçlarından tutarsa nız olur biter. — Peki ama önce şöyle makas“ la bir başlasan, sonrası daha ko- lay olur. — Lüzum yok canım, sen suyu- kaynat getir, Ben yumuşatırım 6 nu... Nerdeydi? Bu adamlar kimdi? Osman Efendiyi kaynar suda haş layıp ne yapacaklardı. dam, engizisyon mezslimine uğ- rıyacaktı. Osman Efendi, çocuk- ken bunları okumuştu. Kaynar su- ların hünilerle gırtlaktan dökü- lüşlerini, gözlerin o oyuluşlarını, tırnakların sökülüslerini gösteren resimleri görmüş, fenalıklar ai işti. Peki amma kabahati neydi? Seg allı memur yahni seyi incitmemişti. Hatta, palabı- yıkları ile alay edenleri bile. Os- man Efendi bu düşüntelerin tesis rile ağlamıya başladı. Yaşlar, gözlerindeki bağdan süzülerek ya naklarından akıyordu. O kadar içini çekerek ve sessiz ağlı - yordu ki, cellâtlardan birisi mer- hamete geldi ve: — Arkadaşlar, dedi, haline ba- kın zavallının, kıymıyalım şuna. . Sert bir ses cevap verdi: — Hayır, olamaz, kararımız kat'idir, hüküm verilmiştir. Su da hazır, haydi başlayın bakalım. . . — Peki, şuradan usturayı ver. — Biledin mi? — Evet...» Osman Efendi, üst tarafıma ta- hammül edemedi. Tekrar bayıldı. . : * Ertesi günü gazeteler iri harf- lerle $u satırları yazıyorlardı: SON BIYIKLI Dün akşam, “Buyk aleyhtarları 66 miyeti,, gece yarısına doğru şehrimi. zin maruf palabıyıklarından — Osman Efendiyi, Lângadaki hanesinden kal- dırarak bir semti meçhule götürmüş- ler, ve mumaileyhin bıyıklarını tras ettikten sonra tekrar evine getirip İ bırakmışlardır. Osman Efendi traş es- İ masında farlı teessüründen iki defa bayılmıştır. Kendisi ile grüşmek isti İ yen muharririmizi, Osman Efendi, ka bul etmek istememiş, sadece, kapı & İ ralığından: İ — Ben bu yüzle nasl elâleme gö: İ rünür, sokuğa çıkabilirim. Maameatik bu aleaklardan intikamını alacağım. Bıyıklarım tekrar eskisi gibi çıkana kadar evde oluracağım, İşe gidemiğe ceğim müddet için de zarar ve ziyans mı “Bıyık aleyhlarları cemiyeli,, nden dava edip alacağını. Demiştir. Haber aldığımıza göre,"Bi yık aleyhtarlari cemiyeti, polabıyık Osman Efendinin traş ettikleri bıyık- larını cam bir mahfaza içinde sağla” muya karar vermiş, ve bu tarihi Bayık» ları bir sigorta şirketine 100,000 Türk lirasına sigorta ettirmiştir. Fikret Ad