6 Nisan 1939 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 5

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

LA İ WOSEEAEI A & ” y & SA SA . * 6.4.- 1939 FULUS [ HMAYAY aASINAT ] Çok yemekten gelir mi? Şeker hastalığının en büyük — se- beplerniden biri çok yemektir, der- ler. Bu işin meraklıları istatistik de tutmuşlardır. Fakat, doğrusunu iz- t iz, bu istatistikl biribirine pek uymazlar: Kimisine göre şe- kerli hastalardan yüzde 20 si, kimi- sine göre, 22 si, kimisine göre de yüzde ancak 15 i çok yemek yiyen Fakat bu nisbeti pek az bulah he- kimler de vardır. Onlardan - birinin ğın alâmetleridir. Bu hastalık da vü- el inl rın a ke ll bozulmasıdır. Çok yiyen adam yedik lerinden istifade edemediği için çok yemek yer. Herkes bilir ki çok yiyen az yiyenden daha çabuk acıkır, çün- kü çok yiyenin yemeğe ihtiyacı az yiyenin ihtiyacından ziyadedir. Z Çok yiyenin şişmanlamasi da bir hastalık alâmeti sayılır. Ancak - şiş- manlamak, her vakit bir fenalık de- ğildir. İnsan şişmanlıkla, daha fena hastalıklara karşı koyar. Bu rivayetine göre şeker hastalığ tutulan 1000 kişiden 772 si mutlaka çok y ve şi lrk dola- yı bu hastalığa tutulmuştur. Çok yemekten şeker hastalığı ge- leceğine | t hasıl ol hangi gıdalardan çok yenilirse şeker has- talığı hasıl olacağını düşünmek de tabiidir: Bunu düşünen hekimlerin ilk akıllarına gelen şey, gene tabii- dir ki, fazla şeker yemenin şeker hastalığı yapacağı olmuştur. Zaten mantık da bunu gösterir. Fakat mantığın bizi çok defa aldattığını bilirsiniz. İnsan her şeyi kendi aklı - na göre hesap eder de, sonra evdeki pazar çarşıya uymaz. Şeker hastalı- ğı işinde de böyle olmuştur. İnsan hiç şeker yahut şeker olacak şeyler yemeyip de yalnız et ve yağ yese şe- ker hastalığı gene hasıl olur. Çünkü vücudumuz bizim büyük endüstri fabrikalarından daha usta fabrika - dır: İsterse etteh de, yağdan da şe- ker yaparak şeker hastalığını mey- dana çıkarabilir. Ondan dolayı çok yemek yiyenler- den hoşl. ' Hekiml. şimdi, hangi türlü ' yemteklerden çok yeni - lince şeker hastalığı hasıl olur, de- mekte karar kılmışlardır.. O halde, şeker hastalığından korunmak pek kolay olacaktır: İnsan ne şekerden, ne etten, ne yağdan çok yaıı"ıeyiııce Ş bm ledrem Ç V i * başka yi ı halde şişmanlık, yerine göre in- san için hastalıklara karşı koymak için bir müdaf, “İRELLİA KSN İEE Nitekim şişman adam şeker çıkar- mıya başlayınca bir taraftan da kendi kendine, daha perhiz etme- den zayıflar. Bu hastalığın en iyi şekli olan ve yağlı şeker hastalığı de- nilen türlüsünde bile böyledir. Şe- ker çıkarmıya başlayınca ne kadar çok yesetekrar şişmanlaması pek üçtür. Adı şiş; lıkla çık oldu- ğu için, meselâ 90 kilodan 80 kiloya inmiş adama hâlâ şişman derler. Halbuki on kilo kaybetmesi böb - reklerinden çıkardığı şekerden ileri gelir. Büsbütün zayıflarsa iş işten geçmiş demektir. ! Zaten zayıf olan adam şeker çı - karmıya başlarsa şeker hastalığı da- ha çabuk yürür. Bundan çıkacak hisse en ziyade şişmanlıktan zayıflamak istiyen ba- yanlaradır. Şişmanlıktan zorla za - yıflayınca arkasından ne geleceği bilinmez, verem hastalığı, şeker hastalığı yahut ikisi birlikte... G A, Aleni tesekkür Validemiz Hafıza Arımın ebedi gay bubeti sebebiyle duydugumuz büyük da tesliye ve taziyede bulunan çin binde 772 şans kazanır demektir. Fakat... İşin garip tarafı şudur ki sace muhterem zevata ve bizzat cenaze me rasimine iştirâk eden aile dostlarımı- /çok yemek şeker hastalığ b olduktan başka onun alâmetlerin- den de biridir. Bu hastalığa tutul- muş olanların çök yemeği sevdikleri meşhurdur. Aralarında obur denile- cek kadar çok yiyenler bile görülür. Onlardan birini tanırım: Gönlü de gani olduğu için, çok yemiye veîüe 'volsun diye, hemen her gün evine misafir toplar ve tabii onlara en ne- za dan teşekkürlerimizin muteber gazetenizle ilânını dileriz. 1177 — Mühendis Sami Arım ve Hamit - Kösef ve aileleri J""'"""""""'""""""""' MÜNÜR NURETTİN 12 ve 13 Nisan Yenişehir uws sinemasında fis tatlılardan ikram eder, kendisi de misafirlerinin iştahını arttırmak için tatlılara çokça rağbet gösterir.., Bazıları şekerli hasta olduklarını dü- şünerek tatlılardan ve böreklerden çekinirlerse de etlere ve balıklara rağbet gösterirler ve daima çok yer- ler. Çok yemek şeker hastalığının alâ- metlerinden biri olduğuna göre ona P- Lastalığın sebebi demek acaba dağru Otu- <y7 Şeker hastalığin.— p aslangicını analiz raporunda şeker .î —ülîiüğii tarihten itibar edersek doğru ©0. Halbuki böbreklerden şeker çıkma- sı bir başlangıç değil neticedir. Bu hastalığa, böbreklerden şeker — çık- masiyle belli olduğu için, şeker has- talığı denilir, ama o, şeker çıkma- dan çok önce başl sa- yılabilir. Bunun büyük bir delili de şeker çıkaranların şeker çıkarma- dan hayli zaman önce çok yemeleri- dir. Yalnız 2 könşer verecektir. Yerlerinizi hemen kapatınız. VlyankunuanaaKNAKKAKAKA KA KA KA AAA N KR KK aKK F” p—Son gün— Stat ilâhları Yenişehir ULUS sinemasında Dünyariım bütün sinemalarında aylarca devam eden... “Seanslar: 14 - 16,15 - 18,30- j A, $i'de Sabah ımu ALTİN Arayan kızlar DİCK BOVEEL - ADOLPHE MENJO- DM kiçok y k sonra şeker çıkarmak aynı hastalı- İçimizdeki Tefrika No: 4 — Yazan: Sabahattin ALİ aydanberi bizde. de gidiyor....” Başını çevirerek Macide'ye baktı. Ömer'in elini sıkan kız: “Konservatuvara gidiyorum rdi. Ömer kafasını yorarak a- ün İstanbul, Balıkesir ve rini tekrar ileri çevi dedi yüzleri aşan ve bug daha bir çok yerlere yayı arasından annesinin büyük nunu bulup çıkarmağa çalışıyordu. ine teyzeye ilişince on Emine tey: fade almış olduğunu Gözleri z biraz kederli ve şaşkın bir i farketti. Sordu; o: Piyanoya çalışıyor, bir v münâ IDÜNDEN '0 ON GEÇERKENI Dünkü mâdenciliğimizinizi bugünkü mâdenciliğimizin hızı smanlı saltanatının fütuhat ve satvet devrinde türk ma- denciliğinin vaziyetine bir baka - lım: orduyu Osmani Afrika çöl- lerinden Viyana surlarına kadar hâkim olduğu — yıllarda bilhassa harp levazımı kendi topraklarımız- dan temin ediliyordu. Padişah Sü- leyman'ın Kanunnamesinde maden- ciliğe ait şu satırlara rastlıyoruz: — “.. ve demir kürelerini de Ka- ” “râdeniz kenarında kum cemedip” “yuyup emekleri geçüb demir ha-” “sıl edeler. Bir yük demirden al-” “tı akça alına amma maden mesa-” “lihi için gelen demirden nesne a-” “lınmaz.” Bu tarihlerde Anadolu'da bilhas- sa Gümüşhane, Espiye, Keban, 1- negöl, Ergani, Bilecik ve Kigı'da bakır, demir, gümüş ve kurşun, Van'da zırnık, Erceyiş, Niğde, Kay- seri, Malatya ve Karaman'da gü - herçile işleniyordu. Bunlarla bronz toplar dökülüyor, top yuvarlağı ya- pılıyor, dünyaca meşhur olan türk çeliğinden kılıçlar imal ediliyor, gemi lengeri- inşa ediliyor ve barut ihtiyacımız da karşılanıyordu. Gü- müş bulunan yerlerde de akça dar- bı usul haline gelmiş idi. Cevher çıkan mıntakaların halkı maden ve madencilere yardım et « mekle mükellefti. Buna mukabil Osmanlı devleti madenciliğe husu- si menafi temin ediyordu. Maden- lerde çalışanlar “imdadı menzil, hazeriye ve seferiye, nal ve kaftan baha, öşrü dem ve diyet” gibi bir çok vergilerden muaf idiler. Hat- tâ madencilerin — o vaktin tabi - riyle kürecilerin — işlerinden u - zaklaşmamaları gayesiyle araların - da veya başkalariyle hâdis davaları ait olduğu mahakimde görülmez, Maden Eminleri tarafından hâl ve faslolunurdu. (1). Türk madenciliğine verilen bu mümtaz vaziyet o vakitki fütuhat ve satvet devrinin ihzar ve tahak- kukunda başlıca âmiller arasında bulunduğu şüphesizdir. Osmanlı saltanatında bir devlet mültezimliği olarak maden ve ma- denciliğin istismarı bidayette müs- pet netice vermişti. Fakat zamanla garp tekniğinin tekâmül, inkişafı ve madenlerde tatbik seyrinin ta- kip edilmemesi aksi tesirini yavaş, yavaş hâllettirmeğe başlamıştır, Madenciliğin bu gerileyişi tarih sayfalarında Osmanlı devrinin in- hitat seyriyle tevemdir. Zaten sat- vet ve sanat biribirine o kadar bağ- lıdırlar ki.... : Tanzimat devriyle Avrupa “hal- kai düveliyesine” giren Osmanlı hükümeti garbın ekonomi — libr kaidelerine de ayak uydurmayı lü- zumlu bulmuştu. İşte türk maden - ciliğinin bir devlet mültezimliğin- der çıkış hamlesi 9 - muharrem - 1278 tarihinde neşredilen kanun mahiyetindeki nizamname ile baş- lar. Bu beş fasıl ve elli maddelik nizamname Türkiye madenciliği - nin ilk zapt ve rapta alınış ifade - sidir. Bu nizamname evelâ 3 - mü- harrem - 1286 tarihinde tebdil edi- lerek fasıllameetörde indirilmiş, Maddeleri de 98 & çıkarılmıştı. 18 - şeytan i lık K 'Tel: 2193 —- (1) Hı:rı 967 - 1200 divânı humayun ev rakı Nİ Ömer içinde birdenbire sevince benzer bir şey parladığını hissetti ve gene bir anda bu histen do- layır müthiş bir utanma duydu. Bu ölümü kendisi. ne yardım edecek bir hâdise olarak telâkki etme- nin pek dürüst bir şey olmadığını düşündü. Fakat bab de el $ Bu sırada içimizde, bizim “ahlâk” tarafımızla hiç bir şekil- geçmiyerek hâdiseleri muhakeme eden, neticeler çıkaran ve tedbirler alan bir “hesa: bi” tarafımız vardı ve lâfta değilse bile fiilde dai- ma o galip çıkıyor ve onun dediği oluyordu. Bunları düşünürken geçen bir'kaç saniyelik sü- * dedi ve gözle- kütu Ömer'in bir akraba ölümü karşısında duydu- ğu teessüre hamleden Emine teyze: ç “Bugünlerde bize uğra, uzun meseledir, sana lmış bulunan akrabaları yölalrrme ” dayısını ve onun toru- Dedi, Eminö ü'ndeki t y a » y.'in. [Cİ_İ!' un yüzünün bir ta- F | da söy “Bunun y lerdi. Kadın ve genç kız Ömer'den ayrıldılar, De- likanlı bir müddet onların arkalarından baktı ve kendisine itiraf etmediği halde, Macide'nin başımı çevirmesini bekledi. N Yazan : Sadrettin Enver zilhicce - 1304 tarihinde yeniden tâdile uğrıyan maden nizamnamesi nin fasılları tekrar ona çıkarılmış, maddeler de doksan ikiye indiril - miştir. Başlıca tadilât da damar ha- lindeki madenlerin doksan dokuz sene, yığın halinde olanların ise kırk sene müddetle imtiyaza raptı esas kabul olunmuştu. Bu nizamname maali de 1 rebi- ülevvel 1319 ve 21 zilkade 1323 ta- rihli sedaret tezkeresiyle taharriye ait kısımları yeniden degiştirilmiş ve nihayet 14 safer 1324 ve rumi 26 mart 1322 tarihli nizamname ile ma- denlerimizin işletme seyri kontro- la alınmıştı. Yalnız bu kanun hükümleri ha- ricinde Zonguldak kömür havzamı- zın idaresi için bahriye tarafından tanzim edilen 100 maddelik bir havza nizamnamesi mevcuttur ki, taş kömürlerimizin işletilmesi bir nevi iltizam olan kesene tarikiyle âmillere tevdi etmektedir. Taş kö- mürü havzamızın idare ve müraka- besinin bahriyeye verilmesi gene alıcısının bahriye nezareti olmasın- dan münbaisdi. M:şrutiyet ilân olunduğu " za- man meri olan 1322 tarihli A tet fatı ile madenlerin ihtiyacı olan hususi büyük sermaye birikintile- rine sahip değildi. O halde maden- lerimizin istismarı hariçten gele- cek kapitalin himmetine mevdu bir keyfiyet oluyordu. Yabancı serma- yenin de Türkiye topraklarının gizli servetini ortaya çıkarmak i - çin riski üzerine almasında ne gibi âmil, saik olabilir?... Bu âmilin mo- râl bir gaye istihdaf etmiyecek ka- dar saf bir düşünceye kapılınmazsa ecnebi bir sermayenin yabancı mu- hite hicret etmesinde makul iki e- sas bulunabilir: ya hırsı tahrik e- decek gayri tabif vâsi bir kazanç; yahut siyasi amâl.... Milli istiklâli- ne tapınan milletler topraklarını i- ki şekilde de istismar ettiremez. Fakat, bu müsamahakâr vaziyet ol- masa bile kanunun bahşettiği işlet- me imtiyaz hakkı madenlerimize spekülâtif bir hava yaratmasına mani olunamamıştır. Ticaret neza- reti celilesi kuyudatında binlerce den arama ruh i, yüzler- ce maden işletme fermanına rast- landığı halde ihracat istatistikleri- mizde maden cevherimizin yekünu bu miktarlarla ölçülemiyecek ka - dar - azdır. Bu sözlerimizi bir misal ile vesi- kalandırmak ister isek 1318 sene- kanun mucibince ş politikamız hususi menfaatlere ve bilhassa ecnebi sermayeye tevdi et- mek esasında toplanmıştır; buna rağmen de divanı hümayun usulün- den müdevver devlet hesabına ke- sene tarikiyle yani emaneten işli - yen beş madenimiz mevcuttu. Er- gani bakırı, Bolkardağ ve Gümüş- hacıköy simli kurşunu, Eskişehir Lületaşı, Mihalıcık'taki kil madeni, bir de iptidai maddesini Ergani'den alan Tokat kalhanesi. Kesene tarikiyle maden işletme- si asrımız madenciliğinde tatbik e- dilmekte olan geniş ve rasyonel ça- lışma sistemlerine uyar tarafı yok- tur. Tabif olarak iptidaf ve dar bir çalışma sistemiyle istismarı düşlü - nülen yeraltı servetleriyle ne ka - dar kendine hâs bir zenginlik gös- terirse göstersin beynelmilel piya- salardaki rakipleriyle karşılaşamaz- dı; öyle de olmuştur. Ergani, Bolkardağ, Gümüşhacı- ' köy de mukadder akibete uğradı. Yalnız Ergani umumi harp esna- sında © zaman müttefikimiz Al - manya'nın bakır ihtiyacını kismen olsun karşılamak için askerf idare tazyikiyle bir müddet çalıştırılmış, ©» 70 nispetinde ceyheri ihtiva e- den kara bakır istihsal olunarak Al- manya'ya sevkedilmiştir. Bu zoru- na çalışış da mütareke ile hitama erdi. mtiyaz-şekline gelince; bu “usul de — madenlerimizin m€iemleket iktisadında bir mevki sa- hibi ol nı temin et işti Sehep de basittir. Büyük sermaye plantıları olan ketlerde bu sistem belki faydalı olmuştur. Fa- kat memleketimiz uzun harpler, da- hilf iğtişaşlar, nihayet saray isra- ei var ya!.,...” Ömer güldü: “Sen zaten başka türlü düşünemezsin ki; o mü- barek kafan her şeyi mevcut bir ölçüye uydurma- dan rahat edemez, Bu adam şu kadını tanımıyor- du, gitti, konuştu. Kadın polise vermedi, demek ki o yolun yolcusu idi. Oldu bitti. Başka bir şey ola- maz, Hayatta feykalâde hiç bir hâdise yoktur. Her oynadı şey biribirinin aynidir. İşte bu kadar,..” Eliyle arkadaşının kafasını dürterek; “Böyle düm düz bir beynim olacağına hiç ol- mamasını tercih ederdim. Muhayyele bir şey yok yahul!....” Nihat bu sözlere ehemiyet bile vermeden sor- du: “Peki, iki gözüm, ne oldu öyle ise? Sen yanı- na gider gitmez kız: vay, nereden çıktın, kâinatın teşekkülü esnasında karanlık âlemlerde eş oldu - ğum insan! Diye boynuna mı sarıldı?” Buna inan- sam bile o şişman karının bu metafizik aşinalığı sinden 1323 senesine kadar imtiya- zı alınan 228,984 ceriblik sahadan altı senede ve sürekli olmamak üze re 70.306 ceriblik sahası işlenmiş - tir. Cümhuriyet ilân olunduğu za - man da 1322 tarihli bu kanun ma- hiyetinde maden nizamnamesi cari “idi. Bunun memleket iktisadındaki fayda ve zararları şeflerin gözün - den kaçmadı. İlk iş olarak Türki- ye topraklarının medfun servetle- rinin kıymetlendirmesinde milli bir kontrol konulması lüzumlu görül- dü. Maden sermayelerinin hiç de- ğilse kanuni olarak türkleştirilme- si esnasında yüründü. Bazı mühim madenlerimizde sermaye ve işlet - fneye iştirâk şekli tecrübe edildi. Garp tekniğinin yüksekliğine ve melekesine rağmen miks çalışma tarzı da beklenen neticeyi vermedi. Buna en canlı örneği eski Ergani şirketinde — bulabiliriz. — Şirketin 1333 senesinde aldığı imtiyaza işti- râk eden türk sermayesinin büyük hüsnüniyeti, samimi alâkası da 18 sene işletemedi. Çünkü ikinci taraf ilük İ Gün İcin —— Türk gazeteciliği Yazan: Nasuhi BAYDAR Türk. gazetecileri, memleket işle- rini anlayış anlatış hususlarında ya- bancı meslekdaşlariyle mukayese edildikleri takdirde, haklarında ve- rilecek olan hüküm lehlerinde mi, aleyhlerinde midir? Böyle bir sual, gazeteciliğimizle Avrupa gazeteciliği arasındaki fark lar malüm olacak olursa bir mâna ve kıymeti haiz olabilir. Fakat, bu- günkü şartlar içinde, Avrupa gaze - teciliği değil, Avrupa gazetecilikle- ri mevcut olduğunu düşünmeliyiz. Gazeteciliğimizi bunlardan hangisi ile mukayese edeceğiz? Sadece ide- al Avrupa gazeteciliğ ile; yani bi- — len, gören, iyi bildiği ve iyi gördüğü için izah ve tenkit eden, matbuat hüriyetinin matbuat mesuliyetini de tazammun ettiğine vakıf olarak teş- ri ve icra kuvetleri yanında üçüncü kuvet vazifesini hakkiyle ifa eden Avrupa gazeteciliği ile... Lâkin, bahsettiğimiz Avrupa ga- zetecilikleri bu nevi gazetecilikle olan münasebetini - ender istisnalar- la - çoktan kesmişlerdir. Bu gazete- cilikler arasında başı baş olan, başı tamamiyle bağlı olan, siyasi ve ik- tısadi menfaatlerin hizmetinde bu - lunan, çeşitli zümrelerin renk renk ideolojilerini yaymak rolünde olan, ve nihayet yalnız bir ticaret mevzuu telâkki edilerek işletilen gazeteci- likler vardır. Bu gazetecilikler, hu- susi maksatlarına göre faaliyette bul lar, polemik yapar, l ler ihdas eder, meselelerin örtbas dil çalışır, k , kaybe- der, ve ekseriya mensup oldukları milletlerle beraber dünyaya da za- rar verirler. Bizim gazeteciliğimiz bunlara benzetilemiyeceği için an- cak ideal gazeteciliğe yakındır. Büyük Millet Meclisinin açılışı münasebetiyle Ankara'da bulun- makta olan İstanbul, İzmir ve diğer bazı vilâyetler gazetecileri arka- daşlar, evelki akşam, Ankara'daki meslekdaşlariyle birlikte bir toplan- tı yaptılar. Bu toplantıda Başvekili- miz, Dahiliye ve Hariciye vekilleri- miz de bulundular. G tecilerin dahili ve harici meseleler hakkımda sordukları suallere Başvekilimizle Dahiliye ve Hariciye vekillerimiz iktıza eden cevapları verdiler ve bu mevzulara dair kendilerini aydın- lattılar. Dün, Dahiliye Vekilimiz, gazetecilere verdiği öğle yemeğin - detürk gazeteciliğini nasıl anla- makta olduğ fırsat bularak, izah etti. Bu toplantıda ve bu sofra- da bul ş olanların Kinü « bat o idi ki türk gazetecilerinin faa- liyetinden memleket hesabına an- lmak lâzımdır. ve işi aksatıyordu. Fakat milli servetin ataletine sebep mani- aları ortadan kaldırmakta, radikal tedbirler almakta tereddüt etmedi. Yabancı hisseler 1936 senesi niha- yetine doğru satın alındı. Bu suret- le idaresi tamamen millet malı o- lan Etibank'a geçen Ergani made- ni de türk sermayesi, türk tekniği, türk bilgisi, türk azmi ile — maden işletmelerinde baş döndürücü bir sürat diye tavsif edebileceğimiz kı- sa bir müddette — Blister tabir e- dilen saf bakırı 21 mart 1939 dan i- tibaren akıtmağa başladı. İşte dün- kü madenciliğimizin izi, bugünün de hızıt... Si rej z türk gazet iiseancak memle- kete hi t etmek | dadırlar. Zaman zaman gazetelerimizden hengi b falsolu sesler işitilmi yor mu? Olabilir, fakat milli şuur o y » Ve ŞŞ C ki h ah (| “e._i verenler hatâlarını anlamakta - ge- cikmiyor, ve netice, gene müsbet bir | inde tecelli edi; Vakıa, bazılarına göre gazetele - rimiz sütunları kâfi derecede gü- rültülü ve mahalle kahvesi dediko- dulariyle kâfi derecede dolu değil- dir. Halbuki gürültüyü ve dediko- du?'ıı istemiyenler bizzat gazeteci- lerin ekseriyetidir. Çünkü onlar, ç sur yolcusu? Ha? Şişman karıda da tam esnaf kılığı tikalık yapmak istersen hayat -c'ı'.-on gündelik hâdiseler çıkarıyor. (Sonp 9 uncu sayfada) üne o kadar Korkuyorum ki bu ömrünün sonuna kadar böyle devam edecek ve sen dım doğrusu, d dünyanın parmağını ağzında ceremeden rahmeti r k daha kâinatın t bırakacak bir iş be- l l Bayıl. h rabadan imiş! şekkülü sıra- larında ahbaplık tesis ettiğini söylediğin taze ak- Çocukluğunuzda İhtimal haf ihtimal beraber bir köşesinde o eski çocıl_ı çehresinin bir kaç çizgisi canlandı. Ve senin o dı_ıı_ıı kırk bir derecei hararette çalışan dima - ızı işi derhal esrarengiz örtülere bürüdü. Komik lüm !9? Ömer başını salladı: “Evet, tanışmamız hakikaten pek barcıâlem bir şekilde oldu, fakat ona karşı duyduğum hisler hep ayni halde. Onunla beni bizim iradelerimizin üstünde bir bağın bağladığına eminim. Görecek- sin, bundan sonra Emine teyzenin evini ne kadar sık ziyaret edeceğim!...” Nihat kahkahayı bastı: kım işaretler yaptı. Ömer merakla başını eğ yıf bir sesle çabucak mırıldandı: “Sus! Sorma başımıza geleni! anlatırım!” Gözleri bir çok şeyler söylemek ister gibi oyna- dı. B arında kıza kat lâka ve acınmayı an- ı. Bakışl a kıza karşı a Sağnide giden Ma- sonra Ömer'e dö- latmak istiyen bir ifade vardı. cide'ye süratle bir göz attıktan nerek: # “Zavallıcığın liyemiyorum, bir hafta evel babası öl pacağım bilmem!” Diye mırıldandı. ince, şişman kadın za- Bize uğra da daha haberi yok... Bir türlü söy- dü... Ne ya- Fakat o, ince ve güzel vücudiyle, alçak ökçeli iskarpinlerinin üzerinde, süzülür gibi gitti ve o &- rada gelen bir tramvaya atlıyarak Emine teyzeye elini uzattı. 4 Gözleriyle hâlâ onları takip eden Ömer, omu- zuna hızla vuran bir elin tesiriyle sıçradı. Nihat kavga edecek gibi bir tavır alarak ondan izahat bekliyordu. Ömer'in ağzını açmadığını görünce: “Amma adamsın yahul” Dedi. “Vapurda çı- pazeliği gör k için size arkamı dönmüştüm, bir de baktım ortada yoksunuz. Son- ra köprüde onlarla ahbapca h giderk gördüm, arkanızdan geldim. Kız galiba o yolun h & h pek sükünetle karşılıyacağına inanamam!” Ömer mühim bir sır veriyormuş gibi: “Akraba çıktık azizim!....” Dedi. “Ben kıza bakmaktan dünyayı görmemiş, yanındaki kadın bizim mahut Emine teyze imiş. Küçük hanım da yakın akrabadan Macide h K ' gidiyormuş. Bir hafta evyel babası ölmüş. Daha ken- disinin haberi yokmuş.” Nihat başını sallıyarak: “Allah bakilere ömür versin!” Dedi. Sonra a- laylı bir bakışla Ömer'e sordu: “Mevcut ölçülerin dışındaki fevkalâde tanışma bu mu?” Dedi. “Oğlum, sen dünyada ne kadar an- “Ve bu çok orijinal aşkınız bir akraba sevişmesi halinde sona erecek değil mi? Dünyada teyze za- desini baştan çıkaran yegâne delikanlı diye anıla- caksın. Ne diyelim, allah muvaffakiyet versin!” Ömer cevap vermedi. Sözü değiştirdiler ve ak- şam nerede içeceklerini konuşarak Bayazid'e doğ- ru yürüdüler. i 3 Macide bir kaç gündenberi evdekilerin kendi- sine karşı olan muamelelerinin tuhaflaştığını far- ketmiyor değildi. Bunun hayırlı bir şeye alâmet olmadığını da seziyordu. Fakat kime sordu ise; (Sonu var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: