23 Eylül 1938 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 7

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

TTT ğ ULUS T 'Fî '23'-5-1938 Ankara radyosu spiker odası Etimesgut'ta verici istasyon DÜNYANIN EN GÜZEL STÜDYOSU: ANKARA RADYOSU Sesimizi dünyaya yaymak için nasıl çalışılıyor! esimizi dünyanın en uzak köşelerine ulaştıracak olan yeni radyo istasyonumuzun kalbi, stüdyoyu, son şekliyle görmek, na- sıl çalıştığını Ulus okuyucularına bildirmek için, hu işle alâkalı dai- relerimizin büyüklerinden, daha e- vel müracaat ederek izin almıştım. Tecrübelerde bulunmak üzere saat tam 12,30 da stüdyo binasında idim. İçeri girer girmez radyomu- zun teknik müdürü B. Hayrettin'- le karşılaştık. Daha evel İstan- bul radyosunun fen müdürü idi. Tanışıyorduk. Kendisine has ne- zaketle beni karşıladı. — Çok iyi oldu dedi geldiğiniz. Harikulâde bir eser. Çok beğene- ceksiniz. B. Hayrettin, ya mesleğinin icabı ve yahut öyle itiyat edinmiş, gayet yavaş konuşur. İlk merdivenleri çıkmağa başlamıştık. Bana da yavaş konuşmam icabettiğini hatırlattı. Sanki bir çocuk yatakhanesinde u- yuyan mini minileri rahatsız et- mekten sakınır gibi ayaklarımızın ucuna basa bâsa ve yavaş yavaş ko- nuşarak merdivenleri bitirdik. Se- simizi dünyanın en uzak yerine kadar duyuran bu koskoca müesse- sede çıt yok. B. Hayrettin merdivenin hemen bittiği yerde küçük bir kapıyı ya- vaş yavaş hiç gürültü çıkarmadan açtı. Burası üç metreden fazla ol- mıyan uzunlukta ve bir metreden az genişlikte küçük bir koridordu. Koöridorun ucundaki kapının üze- rinde mustatil şeklinde kırmızı bir lâmba yanıyordu. Kırmızı lâmbayı göstererek, “a- man !” dedi. “Gayet yavaş, mikrofon açık. Şimdi spiker konuşuyor!” Gizli bir iş yapıyor gibi yavaş yavaş bir kapıyı daha açtı. Küçük bir odaya girmiştik. Burada Anka- ra radyosunun Türk musikisi neş- riyatı şefi B. Mesut Cemil ve garp musikisi şefi B. Cemal Reşit otu- ruyorlardı. İki sanatkâr 0 sırada neşredilmekte olan bir plâğı odada bulunan büyük bir hoparlörün de- laletiyle dinliyorlar ve beğeniyor- lardı. Bu küçük oda muhakkak ki stüd- yonun en enteresan yerlerinden bi- ri. Eşyası çok şık ve aynı zamanda çok basit. Birkaç sandalya, bir bü- yük hoparlör ve bir de masadan ibaret. Masanın üstünde radyoya benzer bir makine var. Bu makine- nin üzeri birçok elektrik düğmele- riyle dolu. Verilen izahattan anla- dığıma göre o küçücük makinenin rolü dehşetli büyük. Sesleri ayar ediyor. Büyütüyor, küçültüyor, tat- lılaştırıyor. Velhasıl boyundan bek- lenmiyen büyük işler yapıyor. O- danın iki tarafında üçer kat camlı iki pencere var. Bt pencereler içe- riye gün ışığı girsin diye değil, Zaten stüdyonun hiç bif tarafında gün ışığı yok. Her taraf elektrik. Bu pencerelerin biri hemen aynı odanın yanındaki spiker odasını, teekisi de ortanca stüdyoyu görmek tçin açılmış. Üç katlı cam pencerenin arka- sından spiker odasına bakıyorum. Yeni radyo istasyonu Türk musikisi için bir kültür kaynağı hizmetini de görecektir Ankara radyosu stüdyo binası Tatlı sesli spikerimiz Bayan Emel önünde bir takım kâğıtlar, kendi kendine bir şeyler söylüyor. Konu- şuyor. O sırada bulunduğum oda- daki hoparlörü susturmuşlardı. Spi- * kerin neler söylediğini bilmiyorum. Fakat tahmin etmek güç değil. Ya çalınan bir plâğın bittiğini, yahut da yeni çalınacak parçanın adını söylüyor. Bayan Emel'in konuşması bit- ti. Şimdi plâk çalınıyordu. Onun çalıştığı odaya girdik. Spi- kerimiz fransızca, ingilizce ve al- mancayı çok güzel bir telâffuzla söylüyor. Ben vakit vakit Tradyo dinlerken Avrupa istasyonlarında birkaç lisanı birbiri arkasına gayet güzel telaffuz eden spikerlerin se- sini işittikçe içimde bir gıpta his- si uyanır memleketimin böyle ku- vetli bir istasyona malik olacağı ve orada güzel sesli türk spikerlerinin yabancı dilleri, yabancılar kadar iyi konuşacağı günün hasretini du- yardım. Müziği radyoyu seven her yurddaşın da benim gibi duyduğun- dan emin olduğum bu tahassür bu- gün artık kalmamıştır. Ben böyle düşünürken duvarda kırmızı bir lâmba yandı. Söndü ve bir daha yandı ve bir daha söndü. Aman dediler; çıkalım. Şimdi mik- rofon açılacak ve spiker konuşa- cak. Bayan Emel'i bronz mikrofoni- le başbaşa brakarak odasından çıktım, Artık yeni rodyomuzun ileri ge- len teknisiyenleriyle stüdyoyu gez- meğe başlamıştık. Verilen izahat çok enteresandı. Size mümkün ol- duğu kadarını anlatayım; tüdyo binası bodrum ka- tiyle beraber dört katlıdır. Alt katta sanatkârlar ve memurla- rın yemek yemesi için bir kantin, telefon santralı ve bir takım maki- neler var. Burasaı fazla enteresan değil. Yalnız kantin dahi bir stüd- yo halinde. İcabında hoparlör ve mikrofon konabilecek tertibat var. Yazan: Rı"ışlı“ı' Seıginoğlu_ Yani günün birinde kendine kan- tinin güzel yemekleriyle mükellef bir ziyafet çeken artistin şişkin mi- de ile kat kat merdiven çıkmadan dinleyicilerine çekeceği musiki zi- yafetini hemen orada oturduğu yer- den vermesi kabil olacak. Bu katın üstü yani binaya giril- diği zaman ilk kat idare işlerine ayrılmış. Burada memurların büro- ları var. Binanın en mühim yeri ve hattâ kalbi ikinci kat. Bütün stüdyolar, mikrofonlar, sanatkârların, grup şeflerinin oda- ları burada. Bu katta tamüç ta- ne ayrrayrı stüdyo var. En bü- yük stüdyo 80 kişilik bir orkestra heyetini aldıktan başka iki yüze ya- kın dinleyiciyi de istiap edecek bü- yüklükte,.. Tamamen kapalı büyük bir kutu. Hiç bir tarafından ziya girmiyor. Orada ışık yalnız lektrik. Bu salonu şöyle anlatıyorlardı: — Tavan birkaç katlı ve asma- dir. Kayayünü tabir edilen bir madde ile yapılmıştır. Bu madde sadayı nakletmez. Duvarlar da aynı şekilde yapılmıştır. Buradan dışarı- ya yahut dışarıdan içeriye ses sız- masına imkân yoktur. Söylenenler tamamen doğru idi. Ben kulağımın bütün kabiliyetini kullanarak dışarıdan bir ses duy- mağa çalışıyordum. Hiç bir şey işitemedim. Biraz sonra bu salondan çıktık. Hemen onun dış köşelerinden bi- rinde, binadaki inşaat henüz tama- men bitmediği için müthiş bir çe- kiç ve keser sesi kulaklamızı dol- durdu. Şayanı hayret... Salonun dı- şındaki gürültü duvarı ve kapıları geçmeden orada kalıyor. undan sonra birçok kapıtlar- dan, karanlık dehliz gibi yerlerden geçerek biraz evel gör- düğümüzden daha küçük bir stod- yoya gelmiştik, Burası 30 kişilik bir orkestranın çalışmasına müsait bir yer. Verilen izahattan anlaşıl- dığına göre bu stüdyo daha fazla ti- yatro temsilleri için kullanılacak. Buranın tavanı, duvarları da büyük stüdyoda olduğu gibi sesi naklet- miyecek şekilde yapılmıştır. Bu izahatı dinler ve not eder- ken: — Gelin dediler size çok entere- san bir yer daha gösterelim. Stüd - yonun dip tarafında bir kapı açtı - lar. Koyu bir karanlık bizi karşıla- dı. Bir hamam veya banyo dairesi olmalıdır diye düşündüm. O sırada karanlıktan önümdeki — merdiveni görmediğim için ayağımın biri bir- denbire kısa bir boşluğu geçerek alt beton basamağa hızla vurdu. Benim farkında olmadan çıkardı- ğim bu gürültü müthiş aksi sadalar yaparak bir müddet çınladı. Sonra sustu» Tahminimde aldanmadığıma karar verdim. Hamam dairesinde idik. kendi kendime, her halde yo- rulan sanatkârların işleri bittikten sonra banyo alacakları yer olacak diyordum. Fakat acaba bu kadar modern bir müessesede böyle ala- turka bir hamâamı neden yapmışlar diye düşünürken elektrikler yan- dı. Kendi kendimden utandım. Bu- Tası ne hamam ne de banyo dairesi. Sadece içinde eşya namına bir kib- rit çöpü bile bulunmıyan her tara- £fr beton uzunca bir oda idi. İzahat vermeğe başladılar. — Burası aksi sada odasıdır. E- linizi birbirine vurun, bakın ses ne kadar büyür... Stüdyolarda aksi sa- da pek azdır. Fakat aksi sadasız ses hiç te tatlı değildir. Sese tatlı bir ahenk vermek için biraz da ak- si sada lâzımdır. İşte bu oda onun için yapılmıştır. İcabında buradan aksi sada alınarak mikrofona veri- len sese ilâve edilir. Aksi sada bir madde değildi, bu- radan, bu boşluktan ne şekilde ak- si sada alınabileceğini bulmağa ça- lışıyordum. İzahat imdadıma ye- tişti. Bunu şöyle anlattılar: — Odaya bir mikrofon konur. Mikrofondan çıkan ses burada dal- galandıktan sonra anten vasıtasiy- le havaya dağılır. Aksi sadanın ne kadar lâzım olduğunu bulmak ve bunu icabettiği kadar vermek eli- mizdeki tesisatla kabildir. ekrar ortanca stodyaya dön- T müştük. İzahata devam et- da bir de spiker odası vardır. Şu du- varlarda gördüğünüz lâmbaların her birisi ayrı ayrı iş görürler. Me- selâ yeşil lâmba yandığı vakit stüdyonun faaliyete hazır bir halde olduğu anlaşılır. Onun altındaki kırmızı, mikrofonun açık olduğunu bildirir. O zaman hiç konuşmamak lâzımdır. Aksi halde konuşulanlar her taraftan duyulur. Stüdyolara dışarıdan doğrudan doğruya hava girmediği için her tarafta vantilâs- yon tertibatı vardır. Bu tertibat içeride pislenen havayı alır atar ve yerine taze hava getirir. Fakat bu- nun da hususiyeti vardır. Meselâ yazın dışarıda hava sıcaktır. Stüd- yoda mutedil bir hava yaratmak lâ- zımdır. Vantilâsyon tesisatı dışa- rıdan getirdiği sıcak havayı, iste- nildiği kadar soğutur veya kışın " da aksine olarak soğuk havayı ılık bir şekilde içeriye verir. Buradın da üçüncü ve en kü- çük stüdyoya gittik. Bu stüdyonun da daha az kimseden te- rekküp eden müzik heyetleri için olduğunu söylediler. Sonra ortan- ca ve en küçük stüdyoların arasın- da küçük bir odaya girdik. Burası üç stüdyonun merkezi halinde. Ve- rilen izahata göre iki stüdyodan ge- len ayrı ayrı sesleri burada toplı- yarak tek mikrofonla neşretmek kabildir. Meselâ ortanca stüdyoda bir tiyatro temsili yapılırken üçün- cü stüdyoda hazır bulundurulan bir orkestra heyetinin çalacağı parça- larr o tiyatro sahnesine uzak ve- ya yakın seslerle musiki ilâve et- mek mümkün olmaktadır. Bu odanın da vazifesi bu. Bütün bunlardan başka aynı katta bir de gramofon ve sesli film neşriyatı i- çin hususi tertibatı haiz bir oda bulunmaktadır. Bu odada artistik temsillerde su şırıltısı ve herhangi bir şekilde su sesi çıkararak bunu mikrofon delâletiyle neşretmek için hususi tertibatı haiz bir de havuz vardır. İkinci katta artık görülecek ve gezilecek yer kalmamıştı. Hep bir- likte yukarıya çıktık. Burada aşağı- da stüdyoda verilen konser veya nu- tukları icabında bir plâk üzerine tespit etmiye mahsus mükemmel bir atölye ve ayrı bir odada da makine dairesi bulunuyor. Bütün stüdyola- rın merkezi de burası.. Ses burada toplanıyor. Aletler vasıtasiyle her tarafdaki tesisat, ses her şey bu- rada kontrol ediliyor. Hariçten na- kil suretiyle alınarak neşredilecek konserler burada geçerek antene gi- diyor. tüdyonun gezilecek ve görü- lecek tarafı . kalmamıştı. Büyük bir nezaketle bana izahat ve- ren ve her tarafı gezdiren sayın rad- yocularımıza teşekkür ettikten ve muvaffakiyet temennisinde bulun- duktan sonra ayrıldım. Muhakkak ki gördüklerim Ve dinlediklerim bu- rada yazdıklarımdan çok daha gü- zel ve daha mükemmeldi. Cümhuriyet hükümetinin enerjik ve çok kıymetli Nafıa Vekili sayın Ali Çetinkaya, her üzerine aldığı iş- te olduğu gibi, bu gün dünyanın her tarafında en mühim işlerden biri o- lan radyo işini de zaten kendisin- den beklendiği kadar bir mükem- meliyette başarmış bulunuyor. O bugün cümhuriyetin bu parlak ese- riyle ne kadar iftihar etse, biz onu ne kadar övsek gene bu parlak ba- şarıyı hakkiyle anlatmış olamıyaca- ğız. B uraya kadar anlatmıya çalış- tıklarım stüdyonun teknik ve madde tarafı, Fakat radyomuzla se- simizi sade dünyanın her tarafına du- yurmakla vazifesini eksiksiz yaptı- ğına kani değildir. Bu güzel başarı bütün dünya medeniyetlerine ana- lık eden büyük türk medeniyetinin sanat musikisi için mükemmel bir mektep olacaktır. Dünyanın en güzel radyo istasyonundan, dünya- nın en eski medeniyetinin ses ve a- hengini de yüksek takatiyle bize ve bizden başkalarına tanıtacak ve sev- direcektir. Sevinerek öğreniyoruz ki yeni radyo idaremiz en salâhi- yetli elemanlarının delâletiyle asır- larca evel yaşamış bedil türk ses sa- natı etrafında araştırmalara başla- mıştır. Bunlar toplanarak mükem- mel bir usulle programlaştırıldıktan sonra, milli musiki neşriyatmızın e- sasını teşkil edecektir. Zaten asırla- rı tarihine gömen bir milletin milli musikisi ve kendi sesi olması kadar tabii bir şey tasavvur edilemez. İş- te radyo idaresi bu milli sesi bize ve bütün dünyaya vermek için çalı- şacaktır ve çalışmaktadır. Nasıl ki, Atatürk'ün yüksek ir- şatlariyle uzak tarihimiz etrafında yapılan araş lar, türk deni yetinin eskiliğini bir kere daha is- pat etmiş ve ilim dünyasında büyük taktir uyandırmışsa radyomuzun gene Büyük Önder'den aldığı di- rektiflerle türk sanat musikisi et- rafındaki çalışmaları da sanat ve kültür varlığımıza ölmez eserler kazandıracaktır. Yalnız bu araştırmalar pek kolay olmıyacaktır. Çünkü-nihayet mad- de halinde tarihi eser bulmak müm- kündür. Fakat yüzlerce sene evel söylenmiş ve bestelenmiş türk mu- sikisini bu gün bir madde halinde bulmak elbette kolay bir iş değildir. Maamafih alâkalılarımızın söyle- diklerine göre yüzde on nispetinde elde edilecek eserlerin dahi bize te- miz musikimizin kaynağını bulmı- ya kâfi gelecektir. Bu husustaki çalışmalar çok müs- pet bir istikamette yürümektedir. Radyomuz yüksek sanat musi- kimizi ve halk şarkılarımızı arar ve bunları neşrederken diğer taraftan da, tereddi etmiş ve sanat kabiliyetini kaybetmiş olan fasıl musikisiyle de mücadele edecektir. Fakat bu zararlı musiki tedrici bir tasfiyeye tâbi tutulacaktır. Nasıl ki sigara, insana hiç faidesi olmryan ve hattâ zararı dokunan bir şey ol- masına rağmen ona alışanlara cemi- yet bunu satmıya razı oluyorsa, fa- sıl musikisi de, ona alışanları müte- essir etmeden fakat asıl sanat musi- || kisiyle mukayesesini yaparak onun kıymetsizliğini madde halinde gös- tererek ve anlatarak tasfiyesine doğru gidilecektir. Netice olarak şunu söyliyebiliriz ki, yeni radyomuz, sadece bir eğlen- ce vasıtası, güzel hislerimizin tat- mini için bir âmil olmakla kalmıya- cak, memleket musiki sanatı için kültür kaynağı olacaktır. Radyo- muzla iftihar edebiliriz. Paris belediyesi şoförlere göz açlırmıyor Son aylar zarfında Paris'te 3477 şo- för poils mahkemesine verilmiştir. Bunlardan 553 ü lâmba yakmadığın- dan, 639 u nizama uygun olmıyarak durduğundan, 427 si bilini bıra- Dünyayı yerinden oynatmak için Ne kadar kuvet lâzımdır ? Bir iş adamından bahsederlerken, çok kere: “Dağı devirir!,, derler. Bu iltifat boşuna değildir. Hakikaten bir istatistik âlimi, dağı değil, dünyayı kımıldatmak için ne kadar kuvete ih- tiyaç olduğunu hesap etmiştir. Her âlim gibi, tuhaf düşünen bu a- dam, dünyayı omuzlara kadar kaldır- mak değil, yerinden bir kadem oyna- tabilmek için lâzım olan kudreti bul- mak için senelerce kafasını yormuş, milyarlar tutan rakamlara gözünün nurunu dökmüştür. Bu âlim yaptığı hesaplarla şu neti- ceyi bulmuştur: — Dünyayı yerinden 30 santimetre kımıldatabilmek için, 10.000 beygir kuvetinde olan bir makinenin yetmiş bin milyon sene çalışması lâzımdır. Bu hesapta dünyanın 6.1 (önüne yir- mi sıfır koyarak okuyunuz) ton oldu- ğu nazarı itibara alınmıştır. Buhar üzerindeki tecrübe hesapları- na göre, bu kadar müddet içinde bu makinenin buhar kazanı yer yüzünü 90 metre yüksekliğinde bir buhar ta- bakası ile kaplıyacak kadar buhar çı- karacaktır. Bu kadar buharı hasıl etmek için de dört milyon kere milyar ton kömüre ihtiyaç vardır. Bu kömürü, her birisi 10 ton istiap eden ve uzunluğu 9 met- re olan dört yüz bin milyar vagon ta- şıyabilecektir. Bu kadar vagonun u- zunluğu, dünyanın çevresinden kırk beş milyon kere büyüktür. Bu vagonların teşkil ettiği tren, sa- atte 40 kilometre süratle hareket e- derse son vagon baştaki lokomotifin bulunduğu yere gelinciye kadar beş milyon sene geçecektir. Buü trenin uzunluğu, arzla güneş a- rasındaki mesafeden on bir bin beş yüz kere büyük olacaktır. Bu tren için, Avrupa kıtasının 770 misli genişliğinde bir hangar yapıl- ması lâzımdır. —— Fransa'da bir köy kayboldu Dünyada bir çok köyler, insanları başka taraflara dağılarak, ortadan si- linmiştir. Fransa'da da, Alp dağları mıntakasında Pome isminde bir köy vardır. Burada bundan elli sene evel üç yüzden fazla insan yaşıyordu. Fa- kat köyde oturanlar, yavaş yavaş köyü terketmişler ve ya ortadan kaybol- muşlardır. Şimdi ihtiyar köyün hara- belerinden başka bir şey yoktur. Yal- nız bu köyde, o harabeler arasında oğ- lu ile birlikte ihtiyar dul bir kadın ya- şamaktadır. Sessizlikten bunaldıkları vakit, oğ- lu annesine, ağır ağır, ölen köy hak- kında bir şairin yazdığı şu mısraları okumaktarr; “Toprağına göz yaşları dökülen. bu tarladan Bir sabahtı babaların tabutunu aldılar Birbirinin arkasından bir bir göçüp gittiler Nihayet tek bir eve, bir ihtiyar kapandı. Zaman geçti kapıları, boşluğa kapandı Avluları karanlıklar bürüdü...,, Yerlerine 3 senede varan mektuplar Her memlekette, bir çok adamlar, mektuplarının kendilerini çok geç bulduğundan şikâyet ederler. Halbu- ki, medeniyeti ve doğruluğu ile meş- hur olan İsveç'te, mektupların sahibi- ne ne kadar geç verildiğini öğrenir- lerse, kendilerini bir az teselli etmiş olurlar. İsveç'te Gotemberg adında bir şehir vardır. Bundan üç sene evel bu şehrin postanesine, içinde bir çok mektup bulunan bir paket atılmıştı. Geçenlerde mektup kasaları açılmış, bunlardan birisinin içinde tahtaların arasına sıkışmış bir halde bir paket kıp başka yere gittiğinden, 238 i de geçilemez işareti verilen yerlerden geçtiği için ve 212 si de çivili geçitler« de yavaşlamadığı için yakal lar- bul Ştur. Paketten eylül 1935 ta- rihli bir sürü mektup çıkmıştır. Posta idaresi mektupları sahipleri- ne derhal dağıtmıştır. Bir taraftan da bu “görülmemiş gecikme,, den dolayı dır. Yaya yolculardan 240 kişi de, çivi- siz yerlerden geçtikleri için cezaya çarpılmışlardır. af dilemiştir. Fakat iddia edildiğine göre, posta i- daresi ihmalinden dolayı mahkemeye verilerek külliyetli para tazmini ceza- sına çarptırılacaktır.

Bu sayıdan diğer sayfalar: