7 Eylül 1938 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 6

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Tar P —— O Bi Ddi e RCER FŞT TTRAŞO ULUS XY. 7-9-1938 30 Ağustos bayramından intıbalar | B. Cevdet Kerim İncedayı o günlerin büyük heyecanını tekrar yaşatıyor Afyonlular Kocatepe'de Meçhul asker anıtıönünde Büyük zaferin kazanıldığı fepelerde Yapılan büyük tören çöreerennss — YAZAN eseremnnış B. K. Çağlar içim bozkırın güneşine hasret; İs- Ankara'ya dö- Dışım, plâjların güneşinde yanmış, z tanbul'daki 30 günlük bir ruh ve vücut xeMvetınqen s_om'a, n nerken, Ankara'yı Ankara yapan yerleri görmek, ııneane k.oştugum anatop- rağın bir kalb gibi çarptığı noktalarda onu dinlemclf ıst.edım. Geçen sene olduğu gibi bu yıl da Meçhul asker â?ıdesınde, Bîşkumndan meydan muharebesi yerinde, Dumlupıinar'da merasim yapılacağını gafıetf— lerde okumuştum; memleketin dört bucağından gelecek halk ve par'tı Si messillerinin, izciler ve mekteplilerin ve bir kısım ordunun bu merasime iş- tirâk edeceği yazılıyordu. İ 4 k Bu soğukkanlı satırlardan orada bütün bir milli heyecanm_ bir nab'ız .gıb'ı atacağını, o günleri yaşamış ve çocuklarnı bu uğurda topr:îga vermiş ıh.tı— yarlarla başbaşa yalnız o günleri anmak değil, tam o günlerin havasına gir- mek kabil olacağını, orduya mermi taşımış kadınların meydana çıkarak kagî nılarının başında ve çocuklarının kundağı yanında mermi taklit?eriyl'e ayni yollara dökülüp seyredenleri gururla ağlatacağını nasıl kestirebilirdim; fakat içimde coşan hisler, bana oranın bir milli ziyaret yeri olduğunu.'du- rulmak ve arınmak için, coşmak ve hızlanmak için en iyi ve güzel çarenin o topraklarda dolaşmak olacağını tâ içimden haber verdiler ve günlerce gön- lüme fısıldayıp durdular. Geldim. Ankara istasyon binasının bir az küçük ve güzel bir eşine kavuşmak üzere olan Afyon'un garında trenden indik. İstasyonda İstanbul'dan ve Ankara'dan gelen mümessillerle karşılaştık, Bir az sonra Cevdet Kerim İncedayı ile Atyon Valisi'ni getiren hususi va- gonlar önümüzde durdular, koşup yer aldık ve âbideye en yakın olan Sil- kisaray istasyonuna doğru yola çıktık. Tepeler, kırlar, sâkin ve mahmur uzanıyorlar; 16 yıl evel üzerlerinde kopan kıyameti unutmuşlar gibi; yahut hâlâ o muhteşem hâdisenin şaşkın- lığı içinde dalgınlar.. Arada bir, sanki bir tepe, bu durgunluktan silkiniyor, şöyle bir başını kaldırıyor ve bize yassı sırtların ardından görünüyor; Cev- det Kerim, derhal parmağını uzatıyor, onu işaret ediyor, adını söylüyor ve © büyük günlerdeki durumunu bir kaç kelimeyle belirtiyor. Düşmanın, na- sıl canlı bir arz dairesi denecek kadar geniş çelik bir çemberle sarılmış ol- duğunu gözlerimizde iyice canlandırabiliyoruz. Dudaklar'ımda eski bir mıs- râ, yepyeni bir mânayla dolaşıyor; Dağlar lisana gelse de anlatsa hepsini, Dağların dile gelmesine ne lüzum var? O dağlarda bütün bir dünyayı hayretten dilsiz bırakmış olan En Büyük ve O'nun silâh arkadaşları, bu gün- leri buralarda anlattılar ve anlatıyorlar; onları dinlemek, insanı böyle bir mucizenin içinde yaşatıyor. Bu topraklardan böyle trenle hızlı ve âvare geçmek, insanın içine sinmi- yor; inmek, bu topraklara yalınayak, yüzsürmek için, basmak istiyor. Kız- gin bir yaz güneşinin susamış dudaklar gibi çatlayıp halsiz bırakırken can- landırdığı bu topraklara yalınayak basınca; sıcak, deriden sinirlere tesir et- mekle kalmıyacak, ruha bile sinecek ve kalpteki gündelik kaygıları dağla- yıvericek sanki... Şehit askere daha buralardan sesleniyorum: Bozkır, engin, güneşli, alımlı, zorlu, sıcak; Neredeyse ruhun tütüp topraklardan çıkacak, #tatürk, bu tepelerin adlarını da kendi adlariyle beraber ebedileştirmiş. Görenler, anlatıyorlar : bu tepeden şu emri verdi, şu tepeden vaziyeti gördü, öteki tepe karda bir kaç dakika dinlenmek için uzandığı yer ve nihayet işte, eli çenesinde, bir adım daha atarsa gökte bile yürüyecek gibi bütün vücudu Âbidenin etrafını dolduran binlerce kişi büyük günün yıldönümünü heyecanla kutluyor Zafer âbidesi bir ayağı üzerinde ileride, büyük taarruz plânımnı kafasından geçirdiği Ko- catepe.. Bu kadar dilsiz fakat bu kadar müuhteşem ve tesirli destan olur muymuş yarabbil., ğ Silkisaray'dayız. Küçük bir derenin yanıbaşında, on onbeş aileden ibaret yapıcıları, gözümüzde bir kat daha aslan ini kesilen yerden bitme evlerde o- turan, bir çiftlik - köy.. Biricik çeşmesinin soğuk ve kireçli suyunda yüzü- müzü yıkarken, etrafımızı küçük köylü kızları alıyor: Emeti, Emine, Gü- listan, Kezban, Bulduğu taşın içindeki cevheri meydana çıkartmıya uğra- şan bir mâdenci gayretiyle epiyce bir zahmetten sonra, yüzlerini ova ova yı- kayıp, onların renkli yanaklarını ve pırıltıli gözlerini hazla seyrediyoruz. Ötede, yaşlı karakavakların altında, büyük bâdireden arta kalan bir uşak- lı meyvacının küçük pazarı yanında, merasim âmirliğini deruhte eden Ge- neral Tevfik'i birkaç subayı, Kütahya ve Balıkesir delegelerini buluyoruz. Öteki mümessiller âbideye daha evel yollanmışlar. Beş, altı kamyon, hiç durmadan civar köylerden dün geceden beri yollara düşmüş kalabalığı âbi- deye götürmek için sıksık seferler yapıyor.. İki büyük askerin ortasında, iyi tesviye edilmiş toprak bir yoldan, yassı tepeleri geçerek, âbidenin göründüğü tepeye doğru ilerliyoruz; şimdiye kadar ancak maketini ve fotoğrafını görmüş olduğum âbidenin sad2 ve ulvi hüviyeti beni daha geriden büyülüyor; & kekel den farksız. Komutan, “Abide ne gibi yükseliyor,, diye sorarak benden bir mârifet ve bir teşbih bekliyor. “Büyük şeyleri başka bir şeye benzetmek zor; türk bay- rağı gibi, türk bileği gibi, kendisi gibi yükseliyor,, diyorum, Geriden tepenin, âbidenin etrafındaki dıvarlardan dışarıda kalan sırtla- rı, rüzgârla kımıldanan bir çiçek tarlası gibi renk renk: bayramlık fistanla- Yını giymiş köylü delikanlılar, kızlar ve çocuklar arasında izciler, sporcular, yüksek tahsil gençleri, askerler var.. Yalnız adalesinin kuvetini değil, ruhunun itimadı nefsini de belirten bir vekar ve kıvraklıkla, mermerden çıkmış bir tunç kol, tunçtan yapılmış bir türk bayrağını tutuyor, Yüksek, temiz, sâde mermer kaide ve çevresi, yur- dun dört bucağından gelmiş yüze yakın çelenkle kaplandı. Bir komutan nutuk söylüyor Behçet Kemal Çağlar nutkunu Abideyi binlerce yurttaş sardı; mermer ve tunç. Bu eşsiz şefkat ve mir netle yumuşıyacak ve bütün kalabalık birden onu canlanıyormuş sanara kucaklıyacak farzedilebilirdi. Genç bir subay ve iki yüksek tahsil genci, biribiri ardına, mehmetçiğ seslendiler ve bıraktığı emanetin uyanık bekçileri olduklarını anlattılar “Büyükler ve şehitler! Bize güvenilebilir,, diye haykırdılar. Civar vilâyet ler halkı adına söz alan bir yurttaş, türk milletinin, bu günlerin yaratıcıs eşsiz Başkumandan'a şehit asker'e ve kahraman türk ordusuna duyduğu dt rin şükran hislerini dile getirdi. Yolda gelirken, bu şehamet diyarının müstesna havasını koklıyarak b ülvi sermesti içinde mırıldandığım ve başka birisinin söylediğini notediyo gibi bir kâğıda kaydettiğim mısrâlarımı haykırmama fırsat düştü: Sayende yaşıyanlar, bu gün sana kul, şehit! Görmiye geldik seni, kalk, doğrul, meçhul şehit! Kalk, doğrul, yaklaş bize ve bağrımıza yaslan; “Her yiğitin gönlünde yatar, derler, bir arslan”; Hepimizin gönlünde şimdi bir mehmetçik var. Çok mu bu çoraklara getirmişsek bir bahar: Fâni vecdi değil bu eskimiş bir masalın. Gökte sana değecek gibi şimdi her alın, tabutunu taşıyor gibi şimdi her omuz; On yedi milyon birden alnından öpüyoruz! Sen nasıl ulaştınsa “İlk hedef Akdeniz” e Ve nasıl getirdinse dünyayı orda dize, Şehit asker! Bizde de aynı hamle, aynı hız, Sana lâyik bir vatan yapmak dâvasındayız! Cevdet Kerim İncedayı, sesinde bu tepelerin içli vekariyle türkün bütür tarih boyunca üstünlüğünü anlatan bir mukaddemeden sonra, birden Sakar: ya gibi taşarak, şiir olmak için yalnız vezne muhtaç, bir epope söyledi; za- ferin safhalarını ve sevincimizin mânasını göz önüne koydu; sıra generalin: di; muazzam eserin nasıl hazırlandığını salâhiyetli bir ağızdan dinliyerek heyecanlandık ve birden 16 yılın ötesine varmış olduk.. Adamakıllı işliyen bir hoparlör, sesleri bütün sahraya yayıyor, hitaplar o kadar içten, alkışlar © kadar candan, merasim o kadar gönülden kopmaydı ki: eski devirlerin hu- rafelerle uyuşmuş ve mucizeler beklemiye alışmış bir halkı olsaydık, mu- hakkak âbidenin kımıldanmasını ve kolun altındaki muhayyel vücudun ha- rekete gelip görünmesini bekliyebilirdik., Biraz aşağıdaki düzlükte, dünden kurulmuş beş, on çadırın altına bir türlü sığamıyan misafir kalabalık, geçit resmini seyre toplandı. Bir kıta pi- yade, bir kıta topçu, bir kıta süvari geçti; bu topraklarda daha 16 yıl önce, isterlerse, emir alırlarsa geçişlerinin bütün bir düşman dünyayı mahvede- bileceğini ispat etmiş olan kahramanları alkışlamak için fırsat arıyan halk, nasıl çoştu tarif edemem; hizasını geçen askeri alkışlamakta ve alkışını du- y_urmakta devam etmek için kıtaların arkasından koşarak alkışı kolay kolay kesmemiye ahtedenler görüldü. İzcileri ve yüksek tahsil gençlerini; yeni fetihlerin aydın mehmetçiklerini de uzun uzun alkışladık. Bu kutsal savaş yerlerinin sivil erleri köylüler, atlarına binmişler, tozu dumana katarak, a- kınnakm önümüzden geçtiler; onların seyrine doyamazken bir yepyeni ve ulvi m.anzarşyl_a karşılaştık: kağnılarının başında, sırtlarındaki kundak ço- cıfkl.arıy4le birlikte cepheye mermi taşıyan kadınların kafilesi göründü; he- pimiz ağlıyorduk; gidip onların mintanlarının veya kundaklarının bir u- cundan bir bez koparmak ve onu ilerideki her bunalışımda öpmek istiyor- dum. (Gittikçe maddileşen bir asır içinde, öksüz ve âvare gördüğümüz ruhları- mıza niçin sevgili şu bu diye iğreti analar arıyoruz? İşte asil ve ulvi ruh ana- ları.. Onların yüzünü güldürmek ve alnını ağartmak için çalışmaktan daha güzel ne olabilir?.. Gece; çetin kayalıkların gölgesinde, eski devirlerin bütün ihmallerini parçalıyarak cümhuriyetin bir beton ve demir kayalığı gibi fakat süslü ve alımlı yükselmekte olan Afyon, ışık ve şenlik içinde. Kayalıklar ve tepeler, karanlıkta daha sık, daha müphem görünüyor; sanki bu gün gördüğümüz o uzaklardaki bütün şehamet tepeleri de karanlıkta, kimseyi şaşırtmıyacağın- dan emin, yolalmış ve şehrin dört bir yanına sıralanmış gibi. Bütün silüetler yavaş yavaş siliniyor; koyu gecenin ortasında, kaldırımlarda yürünürken ancak başı yıldızları görecek gibi kald görülebilen tepe üstünde am- "pullerle yazılmış “Kurtuluş” kelimasci gMi--- aivi; gee - ,? ÜÜ Z ae gibi d hcel h dolup taşıyor; milli havalar oyna- nıyor, yerli türküler söyleniyor. Belediye gazinosunda merasim için gelen- lere verilen büyük ziyafetteki konuşmalar biribirinden güzel.. Bir an geli- yor, bütün Afyon, bütün bir memlekete terceman olmuş, bir tek ağız gibi, bu günleri yaratana sesleniyor: Sağol! Oturduğu yerde yazmıya mevzu bulamıyan, heyecansızlıktan katılaşan, gündelik dertler ve kaygılarla betbinleşen, içindeki ateş ve cevheri küllen- miye yüztutan münevverlere candan bir tavsiyem var: On beş günlük bir seyahat bileti alrp bu mübarek gaza topraklarını gör- miye; bu şehit askerin huzurunda yeni baştan dolmıya, arınmıya gelsinler. Buraya hissiz gelen heyecanlı; umutsuz gelen, imanlı gider. Başka yerde tılsım, büyü filan hepsi yalan; fakat burada hepsi doğru, hepsi var... Meçhul asker âbidesi ve konan celenkler

Bu sayıdan diğer sayfalar: