Ulus 7 Eylül 1938 sayfa 4 | Gaste Arşivi

7 Eylül 1938 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 4

7 Eylül 1938 tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| n ÜREEİDKÜ n : | İ HE j . 1Ğ Öİ | .,. İNÖNÜ HAVACILIK ŞEHRİNDEN RÖPORTAJLARI Havacılık şehri, göklere asık halk yığınları yetistirmektedir Kağnıdan tayyareye geçen insanlar arasında Kağm vetayyare, biribirinden asırların ayırdığı iki medeni- yet tasılasıdır. Birisinden diğerine geçmek için çok uzun zamanlar lâ- zımdı. Eğer biz, şu “tedricii tekâ- mül” nazariyelerine saplanıp kal- saydık... Inönü'nde kağnıdan tayyareye. geçmek için kampın iki senelik ha- yatı kâfi geldi: Bugün İnönü köy- lüleri, tayyareye, bir pilot ıtıyadı i- le bakıyorlar. Havacılık şehrinin; talebe, mual- lim ve idare memurlarının dışında kalan bir kadrosu daha vardır. Bun- ların hepsini, hemen hemen civarda- ki köylüler teşkil ediyor. Paraşüt salonunu geziyorduk. Ter temiz giyinmiş bir ihtiyarca kadın, arkadaşına seslendi: “— Şu paraşütün bağları açılmış, vidalarını takıver! Diğeri, senelerdenberi bu iş üze- rinde çalışmış ve kalifiye bir işçi iti- yadiyle arkadaşının dediklerini ya- pıyordu. Paraşütten; su ve havadan bahis kadar tabii konuşan bu yaşlıca ka- dın, İnönü nahiyesi sakinlerinden- dir. Kendisine'kampta sık sık söyle- nen bütün havacılık tabirlerini sor- duğunuz zaman cevap verebiliyor, Bir fabrika civarında oturan, nasıl bacaya ve makinesine, alışmışsa bu çevrede oturanlar da havacılık şart- larına öylece intibak etmişler. Hava şehri, kendi yakınında bir ha- vacı halk da yaratıyor. Kampta bozulan plânörleri tamir işlerinde kullanılan bir Ali oğlu Mehmet var... Yeni askerliğini yap- mış bir genç.. Yazma okuma bili- yor. Ali oğlu Mehmet, ayda 20 lira ma- aş almaktadır. Bu 20 lira, İnönü'nün kazanç seviyesine göre mükemmel bir paradır. Fakat asıl enteresan o- lan, Mehmet'in öğrendiği türlü iş- lerdir ki, onu, kendi muhiti ölçüsün- de türlü sınıflara sahip bir şahsiyet yapıyor. Meselâ makinelerin basit arızalarını tamir etmeyi, ufak tefek marangozluk işlerini, basit bir tesvi- yeciliği öğrenmiş. Asıl öğrendiği i- yi yaşama itiyadıdır. Elektrik kui- lanmasını bilmek, karyolada yatmak, çeşitli yemek yemek, radyo sesi duy- mak, sinema seyretmek... Ali oğlu Mehmet, hem motörlü tay- yareye hem plânöre bindiğini, bü- yük bir iftihar hissi duyarak anlatı- yor ve içini çekiyor: “— Ah ne olur, ben de mektebe gitmiş olsaydım, şimdi ben de tay- yareci olurdum”” İnönü'lü çocuklar arasında ilk mektebe gidenlerin çoğu, havacı o!- mak arzusundadır. Bizim bazı mes- lekler üzerinde rekoru “linde tutan şehirlerimiz vardır. İnönü, bu şöh- reti havacılık bakımından kendisin- de toplayacak... [nönü'nde bugünkü öğle ye- meği pek neşeli geçti: Bu- Yazan (emal Kufay zerinde tesir yapıyor. Bir kere hava, gayet güzel ve sağlamdır. Bu sağ- lam hava ve vücut çalışması, çocuk- larımızın bol ve zevkle yemelerini mümkün kılıyor. Sonra sıhi kayıtla- rı büyük bir titizlikle tatbik ediyo- ruz. Vüvutca zayıf olanların uçuşu- gün türk hava kurumu başk B. Fuat Bulca ve Türkkuşu baş öğret- meni kahraman Gökçen kampın kıy- metli misafiridirler., Hep beraber, baş başa bir yemek yenecek... Burada tam bir karargâh hayatı olduğunu her şeyden anlıyoruz. Me- selâ saat on ikiye doğru, kamp ku- mandanına bir tepsi içinde üç tabak yemek getirdiler. Her gün hazırla- nan yemeklerin evelâ kamp kuman- danı tarafından tadılması âdettir. Bayan 'Gökçen, başkana gülerek di- yor ki: “— Buranın pilâvının tadını hiç unutamıyorum. O kadar nefis bir pi- lavı var ki..” Yemekte sorulan şu suali, bir me- sul insan alâkasının en güzel örne- ğidir: Sıra yemişe gelmişti. Sofra- ya kesilmemiş karpuzlar getirdiler. Talebe, bunları ancak kendi kesip taksim ediyor. Reis, kamp direktö- rüne sordu: “— Peki, ya karpuz fena çıkarsa? “— O zaman hemen değiştiririz, na müsaade etmiyoruz. Bu mıntakada bulunan sıtma ile devamlı bir mücadele yapmaktayız. Koruma tedavisi çok iyi neticeler verdi. Bu sene, hiç bir vakaya rast- lamadık.” Kampın bir de ufak reviri var. Ec- zane, bir lâboratuvar, lüzumlu ilâç- lar, her hangi bir vaka halinde der- hal müdahele için bütün tedbirlerin alındığını anlatıyor. Eskişehir'den bir diş doktoru haftada iki gün ge- lerek muayeneyi yapmaktadır. Ço- cukların uçuş yaptıkları A. B. C. te- pelerinde üç sıhi imdat çantası, dai- ma hazır bulunduruluyor. Burada her şey düşünülerek ya- pılmıştır: Plân program ve imkân... Türk çocuğu bu üç varlığı bir arada bulduğu gün derhal örnek olmak vasfını kazanmıştır. Bir milli muadeleyi hallederek, dört sene evel sessiz ve 1ssız olan bu Anadolu yaylasında, bir istiklâl ga- rantisi olarak koca bir tesis yapan Türk Hava kutumunu takdir tm k bir günâh işlemiş kadar Çünkü mütcahhitle anl. böy- ledir. Bir çok kimselerin, değil hayat mesuliyetini, iyi ve güzel meyve ye- mek ihtiyaçlarını temin etmek bile insanın hislerini değiştiriyor. İyi kalp, şefkat ve ince görüş; âmirlik- le birleştiği zaman çok güzel hâdi- seler yaratabiliyor. Yemekte şu hâdise de dikkati çek- ti: Bir genç, kuvetli, çelik vücutlu çocuklar, evelâ tabaklarını dolduru- yorlar, doymadıkları zaman istedik- leri yemekten yeniden alıyorlardı. Biradü 'bir istikkâk Tset üleye zuubahis değil ki!.... Başkan bunun sebebini anlatıyor: “— Buraya gelen talebe, dokuz ay süren devamlı bir talim devresinden yorgun çıkmaktadır. Enerjisini har- camıştır, hattâ zayıf düşmüştür. Sonra, mekteplerimizde bütün tale- benin, tam sıhat şartlarına uygun bir hayat geçirdiğini iddia edeme- yiz. Halbuki buraya gelen talebenin, dinç, sıhatli, kuvetli, gürbüz olması şarttır. Bu itibarla bir yemek tahdi- di yoktur. Enerji sarfeden ve gün- de on bir saat emek harcıyan bu ço- cuklar için bir yemek tahdidi ka- bul etmiş değiliz. Günün birinde milli müdafaamız emrinde büyük hizmetler göreceğine kani olduğu- muz bu gençliğin bütün ihtiyaçları- nı düşünmeyi bir vazife sayıyoruz.” Yemekte yan yana oturduğumuz kampın genç doktoruna, talebenin sıhi vaziyetini sordum: “— Mükemmel, dedi... Burada 2 - 3 kilo almıyan talebemiz yok gibi bir şey... Burası, inanınız ki bir sa- natoryom kadar çocukların sıhati ü- insanı muazzep ediyor. Kaymakamlar arasında yeni fayin ve nakiller Manavgat kaymakamlığına Gölköy kaymakamı A, Rıza Köstepenin, Çumra kaymakamlığına maiyet me - muru Feyzi Göngerin, Tosya kayma: kamlığına Bulanık kaymakamı Şahap Oral'ın, Bulanık kaymakamlığına Mu- cur kaymakamı Cemil Sarutun, Çor- lu kaymakamlığına Bor kaymakamı Niyazi Ülkü'nün, Bor kaymakamlığı- na Beytüşşebap kaymakamı — Eşref Aygün'ün, Beytüşşebap kaymakamlı- ğima Ürgüp kaymakamı Necmi Ka- laşlar'ın, Erbaa kaymakamlığına Çor- lu kKaymakamı Nedim Aker'in, İski- lip kaymakamlığına Darende kayma- kamı Memduh Payzen'in, Turgutlu kaymakamlığına Kırkağaç Kaymaka- mrı Salâhattin Kıpçak'ın, Kırkağaç kaymakamlığına Geyve kaymakamı Hamdi Kalcı'nın, İnebolu kaymakam- lığına Prnarbaşı kaymakamı Faik Türegün'ün, naklen ve yeniden — ta- yinleri yüksek tasdikten çıkmıştır. Erzurum'da zelzele Erzurum, 6 a.a. — Dün sabahaha karşı 3.25 de şimalden cenuba hafif bir yer sarsıntısı olmuştur. Zayiat yoktur. BİBLİYOĞRAFYA RADYO İlâhi komedi Edebiyatta ileri merhalelere eriş- miş milletlerden her birinin haklı 0- larak iftihar ettikleri birer dev şair veya edibi vardır. Eski Yunanlıların Omiros'u, ingilizlerin Şekispir'i, al- manların Göte'si, rusların Tolstoy'u gibi. İtalyanların da en büyük edip- leri Dante Alighieridir. İtalyan dili- nin bir yazı dili haline gelmesine pek büyük hizmeti dokunmuş olan bu şa- ir İtalyan edebiyatının temel taşı sa- yılan muazzam bir eser vücude getir- miştir: İlâhi komedi. Bu eser, yalnız İtalyan edebiyatının değil, edebiyat sahasında dünyanın başlıca büyük kıymetlerinden biridir. Dante'nin “İlahi komedisi” bütün bir cihandır. Zamanının en büyük mütefekkirle- rinden ve âlimlerinden biri olduğu bilgisinin derinliğinden — anlaşılan Dante, bu eserinde, zekâ, his ve fik- rin mükemmel bir sentezini vererek insana, en ulvi heyecanlar ve ürper- meler veren bir kemale erişmiştir. İlâhi komedi, Dante'nin muazzam şöhretini tek başına yapmış eserdir. Bu dâhi edip ona bütün ömrünü vak- fetmiştir. Cehennem, ârâf ve cennet olmak üzere üç kısımdan mürekkep olan eser birinci kısmında 34, diğer iki kısmında 33 er manzumeden te- rekküp eder. Klâsik edebiyatın bu eşsiz şahese- rini dilimizde okumak imkânı olma- yışı kütüphanemizin başlıca eksikle- rinden biriydi. Şimdi bu mahrumiyet sona ermiş bulunuyor. İlahi komedi, 510 sayfalık kalın bir cilt halinde neşredilmiştir. Eseri itina ve dikkat- le tercüme eden Hamdi Varoğludur. Kitap İbrahim Hilmi Kitaphanesi se- risi arasında çıkmıştır. Başında tâ- biin Dante hakkında 16 sayfalık bir önsözü, M. Turhan Tan'ın bir takrizi, mütercimin bir izahı vardır. Bütün bu mukaddimeler, gerek Dante ge- rekse eseri hakkında etraflr malümat vermek suretiyle karii bu derin ve büyük esere mücehhez olarak girmiye hazırlamatadır. 510 sayfalık kitaba ayrıca, bu ese- rin en meşhur ressamlara ilham et- miş olduğu birçok kıymetli tablolar ilâve halinde eklenmiş ve bu suretle bu büyük esere lâyık nefis bir tabı hazırlanmıştır. Fiyatı 175 kuruştur. Mütercimi bu kadar çetin, uzun ve nankör bir işi azimle muvaffakiyetle sona erdirmiş olduğu için tebrik e- derken Hilmi Kitapevini de, klâsik edebiyatı memleketimize tanıtmak hususunda gösterdiği gayretten do- layı takdir etmeliyiz. Bu kitabın türkçeye kazandırılması hakiki bir hizmettir. Harp ve sulh Rus ediplerinin, Dostoyevski ile beraber en büyüğü sayılan Tolstoy bize yabancı değildir. Bu dev mu- harririn kıymetli eserlerinden bir çoğu şimdiye kadar müteaddit defa- lar dilimize çevrilmiş ve halkımızdan büyük bir rağbet görmüştür. Fakat hiç şüphesiz onun eserleri arasında en kıymetlisi “Harp ve Sulh” dur. Bu romanın 2000 sayfaya yaklaşan metni, tercümesine karşı en büyük engeli teşkil ediyordu. Hiç şüphesiz bu kadar kıymetli bir eserin aynen tercümesi lâzım ve faydalıdır. Ancak birçok memleketler, büyük eserlerin hulâsa tercümelerini de vermek ci- hetine gitmişlerdir. İşte İbrahim Hil- mi Kitapevinin bize şimdi verdiği tercüme de bu nevidendir. Aslında dört cilt olan eser türkçeye bir cilt halinde, yani en canlı pasajları alın- mak suretiyle tercüme edilmiştir. E- seri tercüme eden, daha evelce bize aynı muharririn Kroyçer Sonatı isim- li romanını da tercüme etmiş Ali Kâ. midir, 328 sayfalık bir cilt tutan bu ter- cümenin başına tabi yazdığı bir izah- ta, bu hulâsa tercüme cihetine gidil- mesinin sebeplerini anlatarak ileride eserin tam bir tercümesini neşretmek imkânını bulmayı da temenni ediyor ki biz de bu temenniye iştirâk ederiz, Bundan başka Makorney'in Harp ve Sulh romanı hakkında yazılmış uzün ve vesikalara müstenit tetkiki de mü- tercim tarafından hulâsa edilerek ki- tabın başına eklenmiştir. 100 kuruş fiyatla satılan bu eseri edebiyata meraklı olan bütün karile- rimize bilhassa tavsiye ederiz. Boğaziçi - Yakından Ruşen Eşref Ünaydın, on sene evel bir gündelik gazetede neşretmiş ol- duğu Boğaziçine dair mensurelerini, yeni baştan üzerlerinde işliyerek, yeni tadil ve ilâvelerle “Boğaziçi- Yakından” başlığını taşryan 150 say- falık bir kitapta toplamıştır. Müellif eserinin “önce” kısmında, eserinin neden bu kadar gecikmeyle neşredildiğini izah ediyor ve yazıla- rını Boğaziçi'nin güzelliğine lâyık li bulamadığı için uzun müddet beklet- tiğini, daha iyilerini yazmaktan ümit kesince, üzerinde işlemek suretiyle neşrettiğini söyliyerek büyük bir te- vazu gösteriyor. Eser boğaz dekorunu anlatan muh- telif parçalardan mürekkeptir. Bu ya- zılarda her şeyden evel üslübun iş- lenmişliği ve mükemmeliyeti göze çarpmaktadır. Üslüpcu bir muharrir olan Ruşen Eşref, Boğaziçi'ni anlatan yazılarını mevzuunun güzelliğine yaklaştırabil- mek için azami bir itina ile işlemiş- tir. Ruşen Eşref'in kendine hâs üs- lâbu, muhakkak ki, bu yazılarda ke- mal derecesini bulmuştur. Türkçenin bu mensurelerde eriştiği ahenk bize Boğazı yüksek bir hassasiyetin men- şurundan süzerek Aduytrmaktarirr öRaname me badel di ü mızın özlediği mükemmel ve yaşıya- cak nadir eserlerden biridir. Müellif bize, Boğaziçi'ne dair o- kuduklariyle hatıralarinin intibala- rından mürekkep “Boğaziçi - uzak- tan” isimli bir eser daha hazırladığı- nt haber veriyor. Bu nefis eserin son sayfasını çevirdikleri zaman, duy- dukları hazın bu kadar kısa sürmüş olmasına üzülenler, yeni eseri elbet- te ki sabırzıslıkla bekliyeceklerdir. Muharriri tebrik etmeyi ve eseri bütün okurlarımıza tavsiye etmeyi zayit addediyoruz. Kıbrıs Türkleri Denizli lisesi tarih öğretmeni İs- met Konur, “Kıbrıis Türkleri” ismiy- le dikkate değer ve vesikalara müste- nit bir eser neşretmiştir. Müellifin kitabının başında da işaret ettiği gi- bi üç asırdan fazla türk idaresi altın- da kalmış olan bu ada hakkında muh- telif dillerde yazılmış binden fazla Ankara : ÖğleNekiyat e 8ıe Neşnyatı "14.30 Karışık neşriyatı — 14.50 Plâkla türk musikif halk şarkıları — 15,15 Ajans haberleri Akşam Neşriyatı : BR plâk neşriyatı — 19.15 Türk musiki halk şarkıları (Makbule) — 20,00 Sal yarı ve arapça neşriyat — 20.15 Türk sikisi ve halk şarkıları (Muzaffer İ Safiye Tokay) — 21.00 Sıhi konuşma (( tor Vefik Vassaf) — 21.15 Stüdyo salofi kestrası: 1 - Alfons Plânk: Melodic| Sterne, 2 - Reiny Rolant- Verklungene| ga. 3 - Tschaik ky: Dorarösek Becce: Sc&ne passiann&e. 5 - Rossini; €red — 22.00 Ajans haberleri ve hava fi ru — 22.15 Yarınki program ve son. İstanbul : Öğle İ : YeraR DAt ni ci 5 si (Plâk) — 12.50 Havadis — 13.05 müusikisi (Plâk) — 13.30 - 14 Muhtelif neşriyatı. Akşam Neşriyatı * 18.30 Dans mi kisi (Plâk) — 19.00 Konferans: Emif halkevi namıma: Dr. Hilmi Ziya Üi (Efsanelerde türk tefekkürü) — 19.30 )) musikisi (Plâk) — 19.55 Borsa haberlef 20.00 Saat ayarı: Grenviç rasathanesifi naklen Faide Yıldız ve arkadaşları tarâ dan türk musikisi ve halk şarkıları — Z Hava raporu — 20.48 Ömer Rıza Doğrul rafından arapça söylev — 21.00 Şan- £ riye Tüzün, stüdyo orkestrası refaka! — 21.30 Nezihe Uyar ve arkadaşları tâl fından türk musikisi ve halk şarkılafi 22.10 Darültalim musiki heyeti, Fahi arkadaşları — 22.50 - 23 Ajans haberi ertesi günün programı. Saat ayarı: Sof Avrupa OPERA VE OPERETLER: 12 Bi münster — 19 Sarbrük — 20 Beromün — 20.55 Brno — 21 Milano — 21.30 Bi in. ORKESTRA KONSERLERİ VE Sf FONİK KONSERLER: 14.10 Frankfurj 17.15 Roma — 17.35 Beromünster — İ! Münih — 19 Doyçlandzender — 20 Bri sel, Droytviç — 20.10 Stokholm — Kolonya, Paris - P. T. T. — 21.20 Strazbi — 22.20 Münih. ODA MUSİKİSİ: 22 Varşova — Zi Kopenhag. SOLO KONSERLERİ: 15.25 Hambi — 15.30 Sarbrük — 17 Paris - P.T.T. — | Königsberg — 18.10 Varşova — 18.15 Dof landzender — 18.25 London - Recyoni 21.10 Varşova — 22.30 Prag. NEFESLİ SAZLAR (Marş v. s.): & Breslav — 8.30 Keza — 22.20 Droytviç. ORG KONSERLERİ VE KOROLA 21 Strazburg. HAFİF MÜZİK: 5 Breslav — 6.10 Hij burg — 6.30 Kolonya — 9.30 Berlin — Ştutgart — 13 Berlin — 13.15 Kolonyâ 14 Laypzig, Ştutgart — 14.10 Kolonya 14.15 Berlin — 15.30 Keza — 16 alman ist| yonları 17 Berlin — 18 Frankfurt — 18 Hamburg — 18.30 Kolonya — 19 Be! Breslav — 18.12 Post Parizyen — 19 Monte Ceneri — 20.10 Laypzig — 20. PESİR of do PElAN — 2280 Laypzig HAL KMUSİKİSİ: 11:30 Ştutgart — Berlin, Ştutgart — 23.10 Budapeşte (S müziği). DANS MÜZİĞİ: 21.40 Floransa — Budapeşte — 22.10 Brüksel — 22.15 Strfi burg — 22:25 London - Recyonal — 22 Laypzig, S — 22.40 Kön 22.50 Lüksemburg — 23 Droytviç, Florf sa, Roma. KA eser bulunmasına rağmen dilimiz! bir tek kitap bulmak mümkün deği dir. İşte muharrir, kütüphanemi bu eksiğini doldurmak düşüncesiy| hareket ederek bize Kıbrıs adası bahusus Kıbrıs'ta oturan türklef tarihi, etnoğrafik, folklorik ve $f hususiyetleri hakkında etraflı mali mat veren kıymetli eserini meydâ/ getirmiştir. 104 sayfalık esere ayrıca Kıbrıs dasının bir haritası ve birçok resif| leri ilâve edilmiştir. 75 kuruş fiyat satılan bu eseri tavsiye ederiz. —— AUA Tenha adada oturan bir garson, iki iskemle, bir masa, bir piyano ve bir sedirle mefruş bir kır oda- sında onlara çay getirdi. Divarın alt kısımlarını süsliyen ahşap kısım çürük, yerde tahtalar biribi- rinden ayrıktı. Felisi pencereden çimenliğe ve ko- taman ağaçlara baktı. Sordu : : — Ihlamur ağacındaki bu toparlak şey ne? — Ökse otu yavrum. — İnsan onu üzerine çömelip dalr kemiren bir hayvan zannediyor. Zevksiz bir manzara... Sonra, başını hafifçe dostunun omuzuna dayı- yarak: — Seni seviyorum, dedi, Rober onu sedire doğru götürdü. Felisi sevgili- sinin, ayaklarına doğru kayarak, sabırsızlıktan be- ceriksizl elleriyle kendisini okş kta oldu- ğunu hissediyor, ve bunun beyhude bir şey oldu- ğunu tahmin ederek cansız, cesaretsiz, sesini çı- karmıyordu. Kulakları çın çın ötüyordu. Bu çınla- na dinince sağ tarafından acaip, sarih, ve buz gibi bir sesin: “sizi biribirinizin olmaktan menedi- yorum,” dediğini işitti. Öyle zannetti ki ses bir ay- dınlık arasında yukarıdan söylüyordu. Fakat başı- nı çevirip bak cesaret ed di. Bu çhul bir sesti. İstemiyerek ve kendi rağmına, onun sesini hatır- lamağa çalıştı ve tonunu unutmuş olduğunu, ve ar- tık onu katiyen bulamıyacağını farketti. Düşündü: *Belki bu onun şimdiki sesidir., Korkarak, acele acele etekliğini dizlerine doğru çekti. Fakat, çıldır- nış olduğu zannedilmemesi, ve her ne olursa olsun, Ş bir hakikat olmadığ diği için bağır- maktan kendini dip işitmiş olduğu sesten de N g 44 K Yazan: ANATOL FRANS Çeviren: NASUHİ BAYDAR Linyi uzaklaştı: — Eğer beni artık istemiyorsan açıkça söyle. Sana zorla tasallut edecek değilim. — Kalabalık içinde, herkesle beraber bulundu- ğumuz müddetçe seni arzulıyor, seni istiyorum; yalnız kalır kalmaz korkuyorum. Rober buna kolay ve kalp kırıcı bir alayla cevap verdi: — Ah! Seni tehyic etmek için bir seyirci kala - balığı lâzım ise bilmem!.... Felisi kalkıp pencerenin önüne geçti. Yanakla - *rından bir damla yaş aktı. Uzun zaman sessiz - ce ağladı. Sonra çabuk çabuk onu çağırdı: — Hele bak! Ona, çayırda genç bir kadınla dolaşmakta olan Jan Perren'i gösteriyordu. Bunlar biribirinin belle- “ine kollarını dolamış, biribirine menekşeler kok - latıp gülümsüyorlardı. — İşte! Bu kadın rahat ve mesut. Ve Jan Perren, uzun itiyatlarm sükünunu tada- rak, acaip tercihlerinin gururunu bile göstermiye- rek, mutmain ve sakin, yürüyordu. Felisi ona, bizzat kendine itiraf etmediği bir te- bakıyor ve sükünetine imreniyord — O korkmuyor. — Birak şunu, Bize ne fenalıklar ediyor? Rober böyle diyerek Şşiddetle Filisi'nin beline sa- rıldı. Felisi, titriyerek kendisini kurtardı. Rober niha- yet, münkesir, mahrum, mahcup, hiddetlendi, Feli- si'yi ahmaklıkla itham etti. Bu gülünç hallerine da- ha fazla tah ül edemiyeceğine yemin etti. Felisi ona hiç cevap vermiyerek tekrar ağlamağa başladı. Rober, bu göz yaşlarına sinirlenerek ona çıkıştı: — Mademki senden istediğimi bana artık vermi - yorsun, buluşup görüşmemiz beyhude. Artık biribi- timize bir söyliyeceğimiz yok, Zaten beni hiç sevme- diğini pek âlâ görüyorum, Ve eğer bir kerecik doğ- ru söyliyebilirsen itirâf edersin: Sen ancak bu sefil- tiyatrocuyu sevdin, O zaman, Filisi, kizdı ve ümitsizce inledi : — Yalancı! Yalancı! Söylediğin feci bir şey. Ağ- ladığımı görüyor, ve beni daha fazla mustarip et- mek istiyorsun. Beni betbaht etmek için seni sev- memden istifade ediyorsun. Bu kahpece bir şeydir! Pek âlâ, işte artık seni sevmiyorum. Defol! Seni ar- tık gözüm görmesin. Defol.. Sahih, burada ne işimiz var? Bütün hayatımızı böyle biribirimize kinle, ümitsizlikle, gayızla bakarak mı geçireceğiz? Ka - “ bi bahat bende değil... Y um, y y li Canım, beni affet, sevgilim. Seni seviyor, sana tapı- nıyor, seni istiyorum, Fakat onu sen kov. Sen erkek- sin. Ne yapılacağını bilirsin. Onu sen öldürdün. Ben değil; sen. Haydi onu iyice öldür... Deli oluyorum, Allahım, deli oluyorum. Ertesi gün, Linyi, Lahey'e üçüncü kâtip olarak gönderilmesini istedi. Bir hafta sonra tayin edildi, ve Felisi'yi bir daha görmeden, derhal hareket et- ti. XVI Madam Nantöy yalnız kkızımı düşünüyordu. Klişi sokağındaki tablo taciri Toni Meyer'le olan müna- ,sebeti ona boş zaman ve gönül serbestliği temin e- diyordu. Tiyatroda mösyö Bondua adında henüz genç, işlerinin fevkinde ve fevkalâde terbiyeli bir elektrik âletleri fabrikatörüne tesadüf etti. Bu, aşık mizaçlı ve çekingen tabiatli bir adamdı ki güzel ve genç kadınlardan ürktüğü için ancak diğerlerini ar- zulamağa kendini alıştırmıştı. Madam Nantöy he - nüz çok cazipti, Fakat iyi giyimli ve keyfli olmadı- ğı bir al ösyö Bondua ona kendini arzetti. Ma- dam ,evinin idaresi ve kızının hiç bir şeyden mahrum olmaması için bu teklifi kabul etti. Sadakati ona saa- det verdi. Mösyö Bondua onu seviyor ve hara- retle alâkalâtıyordu. Madam, ilk önce şaşırdı, ve sonra, bununla saadet ve sükünet buldu. Sevilmek ona tabii ve iyi göründü. Aksi ispat edildiği zaman da mevsiminin geçmiş olduğuna inanmamak iktiza ederdi. Madam Nantöy daima hayırhah, uysal karakter- li ve sakin görünmüştü. Fakat o vakte kadar evinde (Sonu var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: