6 Eylül 1938 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 3

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

UÜULUS 6 -9 - 1938 K İNÖNÜ HAVACILIK ŞEHRİNDEN' RÖPORTAJLARI havacılık * tarihimizde | Sovyetlerden — gördü- bir ?a faslı vardır. Türk- ç sene evel kurulduğu za- Sovyetli mütehassıs gel- ©£ ve Anohin.. İki se- tıktan sonra B. Romanof, dönmüş ve onun ye- iş gelmiştir. Bugün, B. arviş, İnönü'nde grup vil havacılık bakımından en ileri memleketleri a- Bilhassa, adet fazlalı- ılığın gençlik arasında e yayılmış olması iti- fta geliyorlar. “—Mmemleketlerinde de birçok ibi olan iki Sovyetli mü- icaba bizim havacılığımız * düşünüyorlardı? C tepesi- ken yolda B. Anohin'e bu- lum, Anohin, mükemmel türkçe ko- ktadır. Hattâ bazan lügat bi- lanıyor. Meselâ, nereden öğ- “fevkalâde, mükemmel, li” kelimelerini bol bol . Şivesine dikkat ettim: bir İstanbul şivesi... Asıl su- evap vermeden evel,, türk- lay öğrenilir ve cidden ir lisan olduğunu ve çok tavrayabildiğini söyledi: Şimdi sualinize cevap vere- Biliyorsunuz ki havacılık her evel bir istidat meselesidir. ve sağlam vücut bu istidat irleşecektir. İşte bu iki şart ımçlerinde, umumiyetle var- hem sıhatleri, hem de isti- t, bir havacıda bulunması lâ- n normal ölçünün üstünde- gelen gençler her bakım- ife tabi tutuldukları için ki bir kalite gençliğidir. eğer Türkkuşuna müracaat rin hepsinin buraya alınma- tân olmuş olsaydı, gelen mçlerin buradakiler kadar affak olacağına emindim. Ça- iğreniyorlar, öğrenmek isti- esurdurlar ve tabit kuvet- hikmetmesini biliyorlar. | onra, devamlı olarak kalite — yükselmektedir. Meselâ ge- ile bu sene arasında bir farkı vardır. Havacılık, öyle mevzudur ki, onun prensipleri, ı eri, formülleri, zamanla birle- Misali biraz garip bulacaksınız meselâ göre göre veya baka öğrenilen şeylerden yemek yazı yazmak falan gibi... ki, ananeleşmek adını veri- â sizde üç, beş nesil asker ak yetişmiş ve büyümüş olan ler vardır. Bunlar da kendi leklerine, veraset halinde geçi- K hava içinde yetişen çocuk ftalim devresine girmeden bilgilere sahip olmuş olu- Hına bilhassa havacılıkta lü- vardır. Çünkü gökler, yerlere re bilinmiyen bir varlıktır. Şim- Gbancı mütehassıslar havacılığımız hakkında neler düşünüyorlar ? Kampta B. Anohin ve Gavrişle bir konuşma B. Fuat Bulca, Gavriş'ten izahat alıyor B. Anohin, Türkkuşu'na ilk gelen sovyet mütehassısıdır di buy sene İnönü kampına gelen ta- lebeler, geçen sene arkadaş KÜZON S erİ (Cemal Kutay müdafaa köyündeki kurs bu d in ilk a- T n dımıdır. P inde büu Bu l neti yakın, ben de Kültür âleminde 1936 yılında Kültür Bakanlığı Es- kişehir'in Mahmudiye köyünde ilk eğitmen kursunu açtığı vakit bazı kimseler tarafından tereddütle karşı- lanmıştı. Halbuki Bakanlık Parti programımızın kırk ikinci maddesin- deki B fıkrasını gerçekleştirmek yo- lunda ilk adımını atmış bulnuyordu. Bu fıkra şudur: “Köy çocuklarımıza kısa zamanda pratik hayat için lüzumlu bilgiyi ve- rebilecek üç veya dört sömstrli köy okulları açılacaktır. Bunların, çocuk- ları yüksek öğretim derecelerine ha- zırlıyan ilk okullardan ayrı bir tip olarak kurulup artırılması plânlana- caktır. Bu tip, köy okullarında, ço- cukların daha olgun yaşta okumağa başlamaları ve okumanın arasız de- vam etmesi ve bu işi devletin, asker- lik borcu gibi, sıkı tutması lüzumlu- dur.” Kültür Bakanlığı bu “lüzumlu” işi gerçekleştirmek için ne yapabilirdi? İlk okullara öğretmen yetiştirmenin güçlüğü karşısında, sayısı belki otuz bini bulan köylerde okul açmağa ve- ya açtırmağa muvaffak olsa da, öğ- Tetmenlerini nereden bulacaktı? As- kerlikte iyi başarılar gösterenleri, bir kaç aylık bir kurstan geçirdikten sonra, bu işte kullanmak mümkün ©- labilecek miydi? Bunu denemek lâ- zımdı ve Eskişehir'in (Mahmudiye) lâzımgelen şartlardır. Sizin genç- leriniz buradaki faaliyetleriyle bu şartları taşıdıklarını göstermişler- dir. Tayyarecilikte esas olan mal- zeme değildir. Malzeme, nihayet milletin maddi fedakârlıklariyle temin edilir, fakat esas elemandır. Bu da bir kabiliyet meselesidir. Ki, sizde bu fazlasiyle var.” izim havacılığımız üzerinde konuşan yabancılar, daima aynı şeyi söylemişlerdir: Milli ka- biliyet! İki Sovyetli mütehassıs, bu kabiliyet üzerinde işlemiş ve çalışmış olarak konuşuyorlardı. B. Garviş, İnönü'nün tabit im- kânlarının bir havacılık şehri ku- ru ne kadar müsait olduğu- dan kamp hayatını dinlemişler, bu- radaki çalışmanın zevkine karşı bir hasret duymuşlar ve hiç«bilmedik- leri bir yere gelir gibi değil de, ar- zuladıkları bir yere gelmenin zev- ki içinde aramıza katılmışlardır. 'Tabit bu hal, seneler geçtikçe ar- tacak ve şimdi üzerinde konuşmak- ta olduğumuz, yüzler rakamları binlere, on binlere çıkarak Türkiye için havacı kadroyu kuracaktır.” B. Anohin, Türk ve Soövyet genç- lerini mukayese ettiği zaman, ora- da havacılığın daha eski tarihine rağmen hiç bir fark olmadığını söy- lüyor ve diyor ki: “— Havacılık, bir mertebeye gel- dikten sonra şahsi istidada kalıyor. İstidat ve kabiliyet bahsinde de türk genci şüphesiz ki mükemmel- dir.” B. Garviş, gençlerimizin intibak kabiliyeti üzerinde durdu: “— Bakınız, diyor. Otorömork yepyeni bir şeydi ve çok kolay de- ğildir. İnsan elinin makine kuveti temposuna uyması lâzımdır. Türk gençleri çok az bir zaman içinde bunu muvaffakiyetle benimsediler. Bütün bu kabiliyetler, bir milli GÖKLERİN CASUSU Yazan: Alfred Maşar —18 n kısa bir an şaşmış gibi ona Mühendis bu bakışı farketmiş- ınun mânası neydi? Düşündü... şı istihkar edici sen diye hi- *tmekten ilk defa olarak vaz geç- ni şaşmıştı? hi, ona neden “siz” demişti? An- buna hayret etti. Muhakkak ki ' bir nezaket beklemiye © hakkı nla beraber, şimdi sanki, ona ) ederken kaba davranmaktan ıki bir şey kendisini menediyordu. Hiddetinin sükünet bulması mı?... nlığa karşı hürmet hissinin u- 1 mı? Fakat sebebini daha faz- tahlile lüzum görmedi. “Sen” veya İz” sanki bunun ne ehemmiyeti var- ? O, kendisinin can düşmanı olarak ı e nunların, nizamların, şekillerin i UA olmadığı bu uüzlet diyarında onu& yefsinin müdafaası için bi: gideceğim... Burada, yakında su bul- dum! Bu cümlede ne “sen”, ne “siz” var- dı. Mahsus cümleyi bu şekle sokmuş- tu, Tabif bu şekil gururunu ve ani sıkıntısını tatmin ediyordu. İlâç çantasında, itina ile katlanmış, açılınca içine bir kaç litre mayi ala- pilecek şekle gelen kauçuktan derin bir kap vardı. Onu alıp su birikintisine gitti. Gene birkaç defa kulaklarına motör gürültüleri gelir gibi oldu. Her seferinde, kalbi yerinden hop- lryarak, yaprak kubbelerin arasından çıkarak kurtarıcı göğün altına doğru koşmıya hazırlanıyordu. — Heyhat! farketmekte gecikmiyordu ki o gü- rültüler iri böceklerin kanatlarından gelmektedir. Wartrer hayvanların hücumuna ma- Adu. Hnaktan korktuğu için karabi- er buldu, 'v. yanından” ayırmıyordu. 'tti. Rober, bis göğüse bir mücadele YA Şi m için bir de nu bilhassa tebarüz ettirdi: “— İnönü'nde termik cereyanlar pek boldur. Vadi ve dağlar pek müsaittir. Bu kadar elverişli yer- ler az bulunur. Bu itibarla daha u- zun seneler, İnönü'ndeki havacılık şehrinin ihtiyaç nisbetinde inkişa- fiyle hava kadronuzu burada yetiş- tirebilirsiniz. Fakat Türkiye'nin toprakları ârızalı olduğundan bu- rada havacılık tesislerine müsait yerler kolaylıkla bulunabilir.” B. Anohin, bir muallim kadrosu yetiştirmenin lüzumu üzerinde is- rarla duran Türkkuşu teşkilâtının bu yolda iyi neticeler almış oldu- ğunu anlatıyor : “— On beş muallim namzedi, va- sati olarak 25 saat uçuşla mükem- mel bir varlık göstermişlerdir. 12 kişi, bin metreden fazlaya çıkmış- lardır. Üç kişi, iki bin metreye ka- dar yükselmiştir. n Bütün bu uçuşlar rekor maksa- diyle de yapılmış değildir. Unut- mamalıdır ki, rekor, bir ihtisas ve tecrübe devresinden sonra başlıyan bir tekâmül halidir. Böyle olmakla beraber bü uçüşlar, birer rekor u- çuşunu andırmaktadır.” (Sonu 5. inci sayfada) Ağzına kadar suyla dolu kabı taşı- yarak geri döndü ve onu kadının ya- nına koydu. Kadın,. derhal ferahlatı- cı suya eğilecek kadar kuveti kendin- de buldu. Acele ile ellerini içine sok- mak üzereydi ki Vidal mâni oldu : — Durun! Diye emretti. Bir şişe aldı, güçlükle tapasını aç- tı, suya dezenfektan mayiden bir kaç damla akıttı. Ancak o zaman, kendisine bir avuç pamuk uzatarak: — Şimdi temizlenebilirsiniz, diye müsaade etti. Kadın, suya bir an evel kavuşmak için duyduğu büyük arzuya rağmen bu ihtara itaat etmişti. Belki şuurlu olarak.. Belki de, şimdiden, farkında olmadan, hâmisinin otoritesine inki- yat ediyordu. Kadın bir teneke kutunun kapağını eline almış ayna yerine kullanıyor- du. Rahata kavuşmaktan gözleri yarı kapalı, burun kapakları ürpererek, çizilmiş yanaklarını, vurulmuş alnı- nı, şişmiş kaşlarını yıkıyordu. Mühendis, endişeli bir bakışla boş ufukları tarassut etmekle beraber, ka- dının kan ve tozdan yıkanan yü- zünde yaraların hakiki mahiyetlerini görmeyi bekliyordu. — Çok geçmeden — elektrik lâmba- Yabancı kadına arkasını dönmüş- sını attığı zaman kaşların üzerinde | tü. Şimdi lükle soyunuyor Ca ürük n yeni eğitmenlerin nasıl yetiştirildi- ğini görmek istedim. Eskişehir'den elli altı elli yedi kilometre uzakta bulunan kurs yerine gittim; eğitmen- lerle konuştum; çalıştıklarını gör- düm. İçimde uyanan ümitleri o vakit mecmuamda yazdım. Erler arasından seçilerek yetiştiri- len bu eğitmenleri köylerde iş başın- da da görmek lâzımdı: Bir kaç ay sonra Ankara'nın on sekiz kilometre kadar şimalindeki (Saray) köyüne gittim. Başlarında eğitmeniyle otuz kadar kız erkek köylü çocuğunun ça- yırda toplandıklarını gördüm. Bun- lar, biraz daha garpte — görünen (Mahmudiye) köyünün çocuklarıydı. ©O günkü ders üniteleri (köy ve köy sınırları) olduğu için, tarlalar ara- sında geze geze bu köye kadar gel- mişlerdi; Saray köy arkadaşlarını bekliyorlardı. Onlar da, eğitmenle- riyle koşa koşa geldiler. Çayırda oturduk; çocuklarla ko- ş Bana eği den öğrendik- leri manzumeleri, şarkıları okudular. Hepsi de gri gömlekliydi; saçları ta- ranmış, yüzleri yıkanmıştı. Orada e- ğitmenlerin köy kalkınmasında çok faydalı işler yaptıklarını gördüm. Bu denemeden başarılar alan Kül- tür Bakanlığı, geçen yıl kursların sa- yısını, sanırım, altıya, bu yıl da daha fazlaya çıkardı. Üzüm bayramı dola- yısiyle geçen gün Manisa'ya gittiğim vakit, bayramı görmeğe gelen yirmi kadar eğitmenle görüştüm. — Bufilar, Manisa'nın üç kilemetre garbi şimali- sinde (Horosköy) deki eğitmen kur- sundan idiler. Onlarla Halkevinde o- turduk, uzun uzun konuştuk. Yanım- da kültür direktörü Rauf vardı. Bu genci, öteden beri, değerli yazılariy- le iyi bir eğitmenci olarak tanırım. O, yeni terbiye sistemini ilk önce kurmağa muvaffak olan şu Delfus"- tan önceki Viyana'da tahsilini bütün- lemişti. Bunu müşahade etmekten birdenbi- re içinde gizli bir ferahlama duydu. Demek ki uzlet arkadaşının mevcudi- yeti tehlikede değildi. Gizli bir ferahlama mı?... Hadi canım! Onu adaletin pençesi- ne teslim edecekti.. Hoşnutluğuna gösterdiği sebep bu oldu. Kadın, tuvalet odasındaymış gibi, kirli pamuk parçalarını, ihtimamla bir yosunun üzerine bıraktı. Leğen- deki suyu kirletmemeye de itina et- tiği aşikârdı. Bu işler bittikten sonra rica etti: — Dönünüz! Vidal ilk önce anlamamıştı. Hayretle: — Ne? Dedi. Kadın, izah etti: — Yıkanacağım, dönünüz! Mühendis kayıtsızlıkla: — Ha! Peki... dedi. Onun yıkanırken arzedeceği cazip manzaraya karşı tam mânasiyle alâ- kasız olduğunu göstermekten mem- nundu. O zaman tüfeğini önüne bırakarak yere uzandı. Şimdi yüzü güneşin tu- tuşturduğu kıra karşıydı. Uzakta, tayyarenin pencerelerinden biri sü- küti kıvılcımlardan bir buket halin- de ışıldıyordu. Bir eğitmen kursunda Eğitmenler, bana Eşme, Kula, So- ma gibi yerlerin başka başka figür- lerdeki zeybek oyunlarını oynadılar; bunların içinde en hoşuma — gideni beş altısının birden, insicamlı hare- ketlerle oynadıkları oyunlardı. As- kerliğe yakışan, oyuna başka bir er- tik çeşnisi veren hareketleri derin bir zevkle seyrettim. Ertesi gün (Horosköyü) ne gittim. Bu vakarlı arkadaşları bir de iş ba- şında çalışırken görmek istedim. Bir ikısmını atölyede buldum. Bu atölye- de mar luk, bir köşesinde tenek cilik yapılıyordu. Başlarındaki Anka- va Gazi Hastitilsünün resim-İş gubesi den yetişen genç öğretmen, on gün içinde onları yalnız âlet tutmağa de- ğil, etajer, dolap, elbise askısı, kar- yola... gibi bir köy evi için en lüzum- lu eşyayı temiz ve düzgün yapmağa alıştırmıştı. Tenekeciler — maşraba, kandil, huni yapıyorlardı. Yapılan şeyleri burada sayıp dökmeğe imkân yok; yalnız şurasını söylemeliyim : Her işi yapan bir kere krokisini çi- ziyor, ölçüp biçiyor, sonra çizdiğine uygun olarak, istediği şeyi yapıyor- du. Buradan göğsüm kabararak çıktım; istasyon sundurmasında çalışanların yanlarına gittim. Eğitmenlerden biri türk yurdu haritası üzerinde istiklâl harbinin tarih©hi anlatıyordu. Biri- RADYO Ankara : Oğl i z 4 geNeşnyau 14.30 Karışık plâk neşriyatı — 14,50 Plâkla türk musikisi ve halk şarkıları — 15,15 Ajans haberleri, Akşam Neşriyatı : » v a Gans musikisi — 1915 Türk musikisi ve halk şarkıları (Hikmet Rıza) — 20 Saat ayarı ve arapça neşriyat — 20.15 Türk musikisi ve halk şarkıları (Mustafa Çağlar, Müzeyyen Senar) — 21 Keman solo- Prof. Necdet A- tak, piyanoda Georg Markovitz) — 21.15 Stüdyo salon orkestrası: 1- Walter Noack: Flitter Wochen. 2- Ciovanni Brusso: Gpn- zonatta. 3- Bernard Derksen: Tarantella Napoletana, 4- Franz Grothe: Barcarole, 5- Bartholdy: Ruy Blus — 22 Ajans haber- leri ve hava raporu — 15 Yarınki program ve son. 4 İstanbul : Üğle Neşri : 8 Senyatı 12.30 Türk musiki- kisi _(glşk) — 12,50 Havadis — 13.05 Türk musikisi (plâk) — 13.30-14 Muhteli fplâk neşriyatı Akşam Neşnyatı t 18.30 Dans musi- kisi (plâk) — 19 Konferans- Eminönü hal- kevi namına, muallim İbrahim Kongar (Mel lerde disiplin lesi) — 19.30 Dıp.ı müsikisi (plâk' — 19.55 Borsa haber- leri — 20 Saat ayarı: Grenviç rasatanesin- den naklen - Suzan ve arkadaşları tarafın- dan türk müsikisi ve halk şarkıları — 20.40 Hava raporu — 20,43 Ömer Rıza Doğrul ta- rafından arapça söylev — 21 Saat ayarı: Orkestra: 1- Tomas: Rymond. 2- Çaykov- sky: Şm_dotomn. 3- Vagner: Sen dö fet dö Tohengrin — 21.30 Cemal Kâmil ve arka- daşları tarafından türk musikisi ve halk şarkıları — 22.30 Gitar solo: Flarder, 1- Arp takliti. 2- Albeniz: Asturya fantazisi. 3- Mugribin inzi » Mosk, 4- E: da - Kaleodoskop. 5- Yanık kalp - Vals, 6- Marş — 22.50-23 Ajans haberleri ,ertesi gü- min eksiğini öteki lryordu; su- allerime sıkılmadan, yılışmadan ce- vap veriyorlardı. Yemek vakti gelmişti; öğle yeme- ğini birlikte yedik: Bir sahan dolusu köfte ve istediğin kadar soğuk ay- ran. Güle oynıya, eğlene konuşa ye- meğimizi yedik. Yemeğin sonunda biri ayağa kalktı; o günkü kuryenin getirdiği haberler arasında (Kızılçul- lu) daki eğitmen kursu arkadaşların- dan gelen bir mektubu okudu.! Bu mektuybun birkaç satırını buraya ge- çirmek kendimi al dim : “Biz arkadaşlarınıza yapmış oldu- ğunuz işleri anlatıyorsunuz. Arka- daşlarım bizleri de soracak olursa- nız çalışıyoruz. Sabahleyin 7 den se- kize kadar eğitim bilgisi dersi yapı- yoruz. Sekizden ona kadar ziraat dersleri yapıyoruz. Ondan on ikiye kadar da atölye işlerinde çalışıyoruz. 'On ikiden sonra da kültür dersleri iyapıyoruz. Çok güzel bilgiler öğren- mekteyiz. Biz kursa yeni geldiğimiz zaman bayağı bir cahildik. Şimdiyse bayağı bir canlılık ve bilgi edindik. 'Arkadaşlarım merak etmeyin. Yalnız çok çalışın. İnşallah iyi bilgi sahibi olacağız... Yalnız dünyada her güç- lüklere göğüs vermeliyiz....” Bu sözler, kâfi derece beliğ değil mi? Onları şerhetmeğe Jlüzum var mı? Eğitmenlerden tatlılık ve hoşnut- lukla ayrıldıktan sonra, yakındaki fi- danlığra gittiğimizi, orada eğitmen- ler için yapılan ziraat dersleri hina- Lşım gezdiğimizi. şunu bunu anlatma- “Ae vaktim, ne de yer müsaittir. Bu kurs bana, kursu idare edenle- Tin iki yıl içinde ne kadar dikkate değer ilerlemeler ve başarılar kazan- dıklarını gösterdi. Programımızın 42 nci maddesindeki B fıkrasının ger- çeklenmek yoluna girdiğine inandım ve sevindim. Eğitmenler, bir kere köyden gelip köye gidiyorlar. Askerlikte geçirdik- leri hayat onlar için terbiye edici ve cuduna çarptığı suyun sesini duydu. Şimdi çıplak olmalıydı. Fakat bun- dan ne merak, ne de arzu duyuyordu. Yıkanma uzun sürdü. Sonra süküt avdet etti. Nihayet, kadının sesi haber verdi: — Bitti! Ve hattâ ilâve etti: — Mersi! Vidal geri döndüğü zaman onu gi- yinmiş buldu. Yalnız makinist caketini giymemiş- ti. Onun gibi üzerinde erkek gömle- ği ve pantalonunu taşıyordu. Önünde, leğen boş duruyordu. Ge- niş bir sahada, kuru ve sert toprak, bir şampanya fışırdamasiyle suyu içi- yordu. Mühendis birden kızdı: — Benim de yıkanmak isteyip iste- mediğimi sormadınız bile! Kadın, samimi olarak yahut da ta- riz maksadiyle: — Düşünmedim!... Dedi. O zaman erkek tehdit etti: — Ya size gidip bu sefer de siz su doldurun dersem! Kadın hiddetini yendi, otoriter yü- zü takallüs etti: — Müsterih olunuz! Ayakta dura- cak kadar kuvet topladıktan sonra sizden bir şey istiyecek değilim. KA VAA nün , Saat ayarı son, Avrupa UFLKA vE OPERETLER: 16 Kolon- ya — 17 Königsberg, Sottens — 18.50 Ko- lonya — 20 Brüksel, ORKESTRA KONSERLERİ VE SEN- FONİK KONSERLER: 18 Kolonya — 18.30 Droytviç — 19 Hamburg — 20.10 Ko- penhag — 21.10 Prag — 21.45 London - Rec- yonal — 24 Ştutgart. DOODIA âauîlmst: 11 Droytviç — 15.15 yçlandzender — 17 Brüksel — Dosyâtsdzıe(nder. çe OÖNSERLERİ: 14 Laypsig — 15.15 Keza ve Strazburg — 15.25 H?m:urı — 1715 Milano — 17.40 Prag — 18 Doyç- landzender — 18.30 Keza, Paris - P.T.T. — 19 Laypsig — 19.15 Beromünster — 2140 Milano. NEFESLİ SAZLAR (MARŞ V.S.): 5 Königsberg — 6.30 Frankfurt — 13.40 Kö- nigsberg — 17 Doyçlandzender — 18.30 London - Recyonal — 22.45 Budapeşte. ORG KONSERLERİ VE KOROLAR: 20.15 Beromünster — 21.40 Keza, HAFİF MÜZİK: 6.10 Hamburg — 6.30 Kolonya — 7.10 Keza — 8.30 Frankfurt, Kolonya — 10.30 Hamburg — 12 Ştutgart 13.30 Berlin, Breslav, Laypsig — 18.15 Frankfurt — 18.20 Münih — 19 Alman is- tasyonları — 19.30 Varşova — 20.15 Ştut- gart — 22.30 Hamburg, Ştutgart — 22.35 Droytviç — 23 Doyçlandzender, HALK MUSİKİSİ: 11.30 Ştutgart — 18 Sarbrük — 19 Breslav, Frankfurt — 22.5 Droytvic. DANS MÜZİĞİ: 22.30 Milano — 22.35 London - Recyonal — 23 Floransa, Milano, Roma — 23.30 Droytviç. Aleni teşekkür 14 sene acı ve istirabını taşıdığım çenemdeki yarayı diğer tadavilerden başka müstosma DIT maharetle beni sı- hate kavuşturan Nümune hastanesi Rontken Dr. $ Üstel'e bütün ailem ve yakınlarımın da iştirakiyle teşekkürlerimizi bildiri- rim, Hacer Çarkçı öğretici oluyor. Millt ve sosyal ka- rakterleri bozulmadan köyün ihtiyaç- larına karşılık olan bilgilerden bir haylısını ediniyorlar. Yaşama tarzın- da köylüye örnek, ziraat işlerinde ö- ğgütcü oluyorlar. Kâzım Nami DURU Sonra kalktı, yerden evelâ karabi- nasını, sonra kauçuk leğeni aldı, ve çeneleri kısık, sessiz, su birikintisine doğru yollandı. Ağacın altına varınca, evelâ yüzü- nü yıkadı, bu iş bitince elbiselerini çıkarmıya başladı. Çıplak soyunduktan sonra, iki e- liyle leğeni tutarak başının üstüne kaldırdı, sonra birdenbire tersine çe- virerek üstüne boşalttı. Bu ferahlatıcı duş ona büyük bir haz verdi. Soyunmadan kadına dönmesini ih- tar etmemişti. Bu suretle onu bir ka- dın hattâ insan yerine bile koymadı- ğını, kendi nazarında bir taştan, bir çalıdan, bir saman çöpünden farksız olduğunu ona anlatmak istemişti. Fakat, daha o soyunmıya başlar başlamaz, kadın kendiliğinden başını çevirmişti. Fasıl VII “ Ağaçta ,, — Kırdaki otları alevsiz kavuran kız- gin günün devamınca, Vidal kurtarı- cı tayyarelerin gelmesini hep ümitle beklemişti. Nafile. Tutuşmuş gökte hiç bir iz belirmemişti. ç ÇY ) SAĞ

Bu sayıdan diğer sayfalar: