Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
LA . “ULU $ S Yazan: Yüzbaşı F. W. von Herbert Yollar kötü, bazı taraflarda berbat bir halde idi. Bazı yerlerde o kadar darlaşıyordu ki iki araba- nın yan yana geçmesine imkân ol- muyordu. Arada bir, Mithat paşa- nın ye terenin bi, duk; fakat bunlar çabuk tükeniyor- du. ” Toplarını ve ağırlıklarını berlerinde götüren topçular, hepi- mizden fazla eziyet çekiyorlardı. O derecede ki bazan onların cephane- sini ve ağırlığını götürmelerine biz de duk. Bütün bu sefer esnasımda biz za- bitlere hiç bir zaman bir harta ve- rilmemiştir. Benim gibi bazı zabit- lerin elinde Avusturyada basılmış bir yordu. Türkçe hiç bir harta görme- dim. İhtimal ki böyle bir şey de yok- tu. rı, öyle sanıyordum ki, yabancılar tarafından yapılmış hartalar üze- rin diler. Efradın münevâ kuvvetleri, disi j $ lin çok mük ldi. Bell ile Vidin arasında ancak on iki defa ufak ihtarlarda bulunmaya lüzum duydum. Hiç kimseden bir şikâyet RR M NGİL ise mildi; fakat himmeti ile başlanmış bir şose- İ e aşağ ğglafaaşında Bir iz ZABİTİ Çeviren: Nurettin ARTAM Plevnede hepsi benden iyi otuz bin kişi şehit düştü; ben onların hikâyesini yazmak üzere yaşıyorum Sofya ile Vidin arasındaki mesa- fe düpedüz gidilecek olursa yolların dolaşması, kıvrılması yüzünden bu mesafe 140 mil oluyordu. Biz, ilk önce Tuna kı- yılarında ve Vidinin otuz beş mil aa ğ v e prR c tEzZz IN TU TON H VK A YTE $ | 100 | duğum otele yakınlıklarına ve gezin- tilerimin icablarına göre birer birer ziyaret ettim. , Çifte minareler şehrin merkezı'nde. dir. Daha çok mavi, yer yer yeşil ve Lom Palanl rastlayor, bunun üzerinde ingil- taşra yollarında imişiz gi- bir iki mil rahat rahat yürüyor- bera- bulumaktadır. Balkanları Ginçi yardım mecburiyetinde kalıyor- takım hususi hartalar bulunu- Kumandanlar ve erkânıharbla- de hareketleri idare etmekte i- ettiği görülmediği gibi hiç bir ça- pulculuk vakası da olmamıştır. Nisanın 9 ncu günü karanlık çö- kerken münbit arazi ve sıra dağlar arasında merkezi bir vaziyette bu- lunan Sofyaya vardık. Bugünkü günde Sofya, Bulgaris- tanın payıtahtıdır. O zaman Türk- ler idaresindeki Rumeli vilâyetinin merkezi 14,000 nüfuslu bir şehirdi. Bugünkü nüfusu (1911) 80,000 ki- şidir. Şehrin civarında bir çok karar- gâhlar vardı. Biz, bunlardan biri- sinde bir gün mola verdik. O gün ben, kendifğine tavsiye mektubları getirdiğim bir de gizlice sivil elbise giyerek ©o zaman da balsımsız olan, fakat bu- günkü kadar hearab Ayasofya klisesine gittim. Orada diz çökerek girişeceğimiz bize yardım etmesini Tanrıya yal- vardım. Sonradan giriştiğimiz bu se- ferde hepsi benden iyi otuz bin ki- şi şehid düştü; ben de onların hikâ- yesini anlatmak üzere işte yaşıyo- rum., 11 nisanda gün doğarken iki yü- rüyüş alayı ve dört ağır batarya ile birleşerek büsbütün büyüyen kafi- lemiz, yeniden yola düzüldü. Kafi- lemizde beş bin kişi, otuz top, on sekiz topçu cephane arabası, 800 araba, 800 beygir, 500 baş ta sığır vardı. Ş DÜ A p * (kazalar da oluyordu. 'a * lar ve doğru yöneldik. Böylece yolu misli uzatmış olduğumuza kaniim, Pirot yolu daha kısa olacaktı. Fakat bu yolu takib etmedik. Bence bu- nun sebebi, bu ikinci yolun o za- manki Sırp hududuna 20 mil mesa- feden geçmesi idi. Bugünkü günde Pirot bölgesi ile Niş Sırbistana aid tik, Bundan geçildikten sonra Ber- koviçe kasabası geliyordu. Balkanda manzara, çok göz alı- cı, bazan da haşmetlidi. Bu geçid, yalnız acınacak bir kaza ile geçil- di : Bir öküz arabası, iki öküzü ve arabacısı ile birlikte içine, insan yardımının erişemiyece- ği ve insan gözünün göremiyeceği yerlere yuvarlandı. Topları bu sarp, dik keçi yolarından geçirmek çok zor ve tehlikeli bir işti. Bir top öyle tehlikeli bir hale geldi ki onu kesip arabadan ayırmaktan başka çare |: Zavallı top büyük bir gürültü —ile uçuruma — yuvarlanıp parçalandı. Arada bacak kırılması, mafsalların yerinden çıkması, ların çarpışması gibi, kırmızı renkler ve altın yaldız kulla- nılarak, bildiğimiz çiçek ve her.ıdesî şekilleriyle, kitabelerle süslenı:mş o- lan çinilerdeki zengin ahenk, ziyaret- çiyi, ilk bakışta, bu sanat nefisesine hayran eder. Hi Çifte minarelerin bekçisini buldum. Koruduğu eser hakkında esaslı malü- matr yoktu. Yabancı memleketlerde bu gibi eserlere bekçilik edenlerin ne- ler bildikleri ve bu bilgilerini nasıl “istismar ettikleri hatırıma geldi: E- sere aid bütün masallarla tarihleri bi- ribirine mezcederek sizi dakikarca iş- gal eden rehber - bekçiler, kagıdan çıkarken bir kaç kartpostalı da elini- ze sıkıştırarak ve sizi bir çok şeyler öğretmiş olmakla minnet altıfıda bı- rakarak ömürlerini rahat geçirmenin en kısa yolunu bulmuşlardır. Bekçi bana buranın Darülhadis diye anılmış olduğunu ve daha geniş malü- matı müze muhafızı Bay Hüsrev'den alabileceğimi söyledi. Müze muhafızını görmeği bekçiye vaad ederek ilk önce çifte minareleri ve karşısındaki şifahiğ medresesini e- peyce gezdim, bir kaç resimlerini al- dım. Bekçi, bu iki binadan birinin medrese ve diğerinin hastahane olarak yapılmış olduğunu söylüyordu. Med- rese ve hastahane bugün birer yarı ha- iki geçidinden geç- uçurumların araba- ufak tefek Bir takım at. 1 öl- dürmek düştüler; b ye (jandarma) da bul iyetinde Yalnız bu kazaların, bereket sin, yüzde nisbeti pek yüksek değil- di. Ginçi geçidinin en yüksek yeri de- niz sathından 4800 kadem irtifamda idi. Etraftaki dağların yüksekliği ise 6500 kademe kadar yükseliyordu. Yanımızdaki hususi buralarda eşkıyalık etmiş olan bir ta- kım adamları yardımcı ve kılağuz 0o- larak kullanıyorduk. Kılâğuz - olarak yanımızda iyi giyimli bir takım zabti- rabe halindedir. Darülhadisin kapısı ile iki minaresi ve Şifahiğ medresesi- nin gene kapısı ile höcreleri kalmış- tir. Bugün eski eserler müzesi halinde kullanılan Gökmedreseye doğru Bay Hüsrevi ziyarete giderken yol üzerin- deki Büruciye medresesine de uğra- dık. Ağustos sicağında Sivas sokakla- rı beni “sağdan mrı, soldan mı geçe- yim?” diye saniyelerce düşündürecek bir çirkef kanalı halinde idi. Eğri büğrü geçidler kenarında büyücek bir ev yanında yıkık bir bahçe kapısı a- ralığından iki odalı bir kerpiç kulü- $ ver- hayatlarında yordu. Bun- Avrupalının evin- İzeb idi. Bu rakaml yan harbda fazla kıymet verirler. Berkoviça ile Lom geçmişti. İkinci yarısı resan sayılamazdı. ta enternasyonal bir sahne üzerinde aleni bir re- : zalet mahiyetini alıyor. Doktor Hikmet'in, bu hâ- disenin içinden, mutlaka gülünç olmadan, rezil ol- madan sıyrılması lâzımdı. Fakat nasıl ? Fakat na- sıl ? Papas, hâlâ vaazında devam ediyordu ve yü- zü doktor Hikmet'e yönelmi l b sözleri artık umumi bir hitabe şeklini alıyordu. Doktor Hikmet, dinliyenlere döndü ve eliyle pa- pası işaret ederek : — Acayib adam; dedi. Fakat kusuruna bakma- malı; mekteb hocası değil mi ? Ders vermeğe a- Lışmış. Yalnız bir şeyde yanılıyor bizi mekteb ço- cuğu sanıyor. Ve arkasını çevirib uzaklaştı. Fakat bu kadar- cık bir mukabeleyle bütün h almış değildi. Yine o boğazındaki düğüm, yine o kalbindeki taz- yıkla tir tir titriyen bacaklarının üzerinde yürü- yerek gitti; güvertenin tenha bir noktasından de- nizi seyre dalar gibi göründü. Lâkin gözleri ne Korsil som silluetini, ne daha yakındaki kü- çük adaların kayalıklarını, ne de bunların ara- sında dolaş yell görebiliyordu. Birden bire, bu güzel deniz ve bu tarihi hatıralar- la dolu kara parçaları manalarını kaybetmiş, sili- nivermişti. Doktor Hikmet'in önünde yalnız o ka- ra sakallı Papasın galiz ve küstah kalıbı dimdik - di- kili kalmıştı. Kendi kendine : — Menhus herif; diyordu. Bütün seyahatımı ba- na zehir etti. Şimdi ne Marsilya'ya çıkmanın, ne de belki Parise v zevkini tadabileceğii Ve hakikatte de öyle oldu. Marsilya; Doktor kl b ÜEr vi anı ların eşkiyalarla aralarının iyi - oldu- ğunu görüyorduk. Bu zabtiyelerden beş bini atlı olmak üzere 14.000 kişi 1877 deki rakamlar- dır. Şimdi (1911) jandarmaların mik- tarı elli iki bin kişiyi bulmuştur. Bun- lar, harb çıktığı zaman taburlara ve alaylara taksim olunur ve türkler, bunları muallem efrad saydıkları için da ehemiyet verilebilecek hiç bir yer yoktu. Garbi Bulgaristanda belli baş- h* şehirler az, ufak köyler ise sayıla- mıyacak kadar çoktur. Yolculuğumu- zun bu safhasında yolun yarısı dağlık ve gayet güzel manzaralı be, önünde oynayan kirli çocuklar; bir başka kulübe kapısından baş örtüsünü ağzına doğru indirmeğe çalışarak ta- kunyalarını şakırdata şakırdata ve e- lindeki bakracı sallaya sallaya çeşme- ye giden bir yaşlı kadın; önünden ge- çerken b " tıkamağı b eden yere gömülmüş bir eski hamam... Gök medreseye giden yolun manzara- sından işte size bir iki siluet.... Gök medresenin önünde yere mıh- lanmışcasına durup kapıyı ve kapının yan taraflarını seyretmeden içeri Bi- remezsiniz. Bu kocaman bina bir fağ fur kâse kadar hurda tefarruatlı bir sanat eseridir. M üze muhafızı Bay Hüsrev, be- yazı daha çok kırçıl sakallı, kısarak boylu, gayet sevimli, güler Palanka arasın- 4 okk yerlerden ise hiç de ente- Gene farihiğ Sıvas Selçuk anıtlarından daima ilham alab“l_iri_; İ Sîvasm tarihi anıtlarmnı inşa ta- rihleri sırasiyle değil, otur- Gökmedresedeki tarihi eserler rasyonel bir tasfiye beklemiyor mu? Yazan: Nasuhi Baydar temiz badalanarak hazırlatmış oldu ğu odasında yalnız başına yaşıyor. Tanışıyoruz. Bay Hüsrev kitabeler, lahid parça- ları, türbeler arasında eski kitablar 0- kuyarak gününü geçirmeği âdet etmiş her yaşlıca adam gibi ikrama bayılı- yor: — Size bir kahve pişireyim... Ça- yımdan da tadınız... Hayır, hayır, hiç zahmet değil zaten çaydan mangalın kenarında duruyor.... Bay Hüsrevle gördüğüm ve görece- ğim Selçuk eserlerine dair görüşüyo- ruz: — !Gökmedrese, babası Kılıçarslanın KlANeHİmaci Tizarima AKvk şraçrmda - hükümdar olan Gıyaseddin Keyhüs- medrese olarak dir, S Bir çay daha içerken Bay Hüsrev Selçuk eserlerini anlatıyor: — Buraya gelirken gördüğünüz ve halk dilinde çifte minareler denildi- ğini işitmiş olacağınız Şemsettin Mehmet tarafından Sifâiğ hastahanesi İzzettin Keykavus tara- fından 1217 de, Hacı Maksud medre- sesi adiyle de anılmakta olan Büruci- ye ise gene 1250 de, tarafından yaptırılmıştır. Sonra Bağ- dad kapısı civarında göreceğiniz Gü- dük minare Alâettin Erdana'nın oğ- !u küçük Hasana türbe olarak 1328 de inşa ettirilmiştir. Bütün bu eserlerde d_iıkkati celbeden cihetler tuğlacı!'ık ve çinicilikte Selçuk türklerinin erişmiş oldukları sanat merhalesinin ileriliği- Bir tarafdan Bay Hüsrev, diğer ta- rafdan avluda gürül gürül akan çeş- menin sacimi Adinlisensinzen Dasaf allm aa içinde, yüzlerce kırık taş parçaları, rev devri devlet adamlarından Sahipa- ta Fahrettin Ali tarafından, 686 sene evel inşa ettirilmiştir. Bu medrese i- ki katlı idi. Günün birinde yıkılmış ve bir asır evel Sivas müftüsü olan Abdullah efendi ve otuz sene kadar evel de vali Reşid Akif paşa tarafın- dan tamir ettirilmiştir. Burası bir za- manlar imam ve hatib mektebi ve bü- yük harbte askeriğ depo olarak kulla- nılmıştır. On sene evel müzeye tahsis edilmiştir. Müzemizi görmek ister mi- siniz? Soldaki kapıdan çıkıp asma kilidler- le de tahkim edilmiş koca anahtarı bir başka kapıyı açarak tahta döş kitabe kırığı.ı. * 4 nüz yapı. kiminde Devaniğ hatla yazılmış birkaç satır, beride bir arslan Bütün bu eserlere kültür bakanlığı lâyik oldukları ehemiyeti vermekte, mütehassıs gönderip temizl k tamir ettirmektedir. Yalnız Gökmed- resenin, onu çirkinleştiren sonradan ilâve edilme bir çatı parçası kaldırıl- mış, fakat bu suretle üstü açılan dıvarlar örtülmemiştir. rıldığım iki aydan beri, bilmem, bu dıvarlar örtüldü mü? Ankara;: ÖĞLE NEŞRİYATI — 12.30 M plâk neşriyatı. 12.50 Plâk: Türl_ " ve halk şarkıları. 12.15-13.30 Dahili © rici haberler. Ş AKŞAM NEŞRİYATI — 18-30 lif plâk neşriyatı. 18.45 İngilizct * Azime İpek. 19.00 Türk musikisi şarktları. (Makbule Çakar ve arkâ " 19.30 Saat ayarı ve arapça neşri Türk musikisi ve halk şarkıları GÜ Rıza Sesgör ve arkadaşları). 20.15 y dans musikisi. 21.00 Ajans haberllfî'î Stüdyo salon orkestrası. (1- Masdâ gö ris, 2- Lugmam: Wiener Graumbilt” Crandos: Macenais Paticas. 4- L. Si Primier baiser). 21.55-22.00 Yarmkh ram ve istiklâl marşı. İstanbul: ÖĞLE NEŞRİYATI — 12.30 © türk musikisi. 12.50 Havadis. 13.05 #” lif plâk neşriyatı. 14.00 Son. AKŞAM NEŞRİYATI — 18.30 Ti Cemil plâkları. 19.00 Çocuk tiyatrosti fat ve arkadaşları tarafından türk mt” ve halk şarkıları. 20.30 Ömer Rıza ti dan arabça söylev. 20.45 Belma ve af47 larr tarafından türk musikisi, halk ? ları (Saat ayarı). 21.15 Radyo fonik ” ra (La boheme). 22.15 Ajans ve borst berleri ve ertesi günün programl. Plâkla sololar, opera ve operet part 23.00 Son. Avrupa: BERLİN — Orta dalga: 6.30 Hafil " cuk şarkıları. 17 Küçük konser. 18 Y& eski marşlar, 19.10 Telli âletlerle KO 22.15 Alman müsiki üstadlarınım eserlt” BRESLAV — Orta dalga: 1345 könseri. 14 Keza 15.30 Radyo oörke$” tarafından konser: Drorak, Donizetti, ” eg, Sarasate, Enesko, Rivier v.s. der | çalar. 21.20 Opera aryaları ve şar$ 21.40 Piyano. BUDAPEŞTE — Orta dalga: 125 yano ve keman konseri: Mozart, £ Bartok, Ravel ve Paganiniden mul parçalar. 13.30 Sergey Smirnov balalt orkestrası, 17 Macar halk şarkıları. " Plâk konseri. 20.10 Konser. 22.25 Sigaf kestrası. 23.5 Caz. BÜKREŞ — Orta dalga: Darülhadis İsadan sonra 1250 Muzafferettin 17 Kof ri, 20.15 Radyo orkestrası tarafından * ser. 21.45 Konser, konseri. 8 Konser. 16 Konser, » LAYPZİG — Orta dalga: güşeni badr Ş MA AAA Şarkılar, 18.30 Plâk. 19.30 Şarkılar. (M mazel Fay tarafından), 19.45 Şarkılar. Plâk konseri. bir Eeti iyeroğlifi, başı, ötede bir n ri. 10,40 Keza. l1 Keza, 11.35 Keza. Keza. 13.40 Keza. 17.40 Keza. 18,55 B 21.20 Çaykovski. 22.35 Plâk konseri. te ve beş metre yüksekliktedir... neşine daima tahammül edebilet” T lerdir: Aradan altı yedi yüz sene & Sivastan ay- çiniler en sağlam sıvalara sanki bil 'Şayet bu iş he- | altından gülmektedir. Ga li basık tavanlı bir salona giriyoruz. Yerde ve camekânlar içinde eski za- manlardan kalma silâhlar, elbiseler, gürzler sıralanmış. Bir yanda da bir çok bayraklar var: Kapanan tekkele- rin bayrakları.... — Müze fakir değil mi? — Evet, fakirce, yavaş yavaş zen ginleşecek... Bulunan eşyayı getirip buraya yerleştirmek için çok para lâ- yorum. —) (Sonu var) "yüzlü, pek nazik bir zat.... Beyaz, ter zım..., kış yağacak karlar altında ne hale ge- leceğini yüreğim sızlayark düşünü- * * 4 ivasın bu eski eserlerinde dik- katime şunlar çarptı: — Selçuk türkleri çağında inşa e- dilen binaların ölçüleri gözlerimizin alışmadığı kadar geniştir. Çifte mi- narelerin arasınlaki kapı tasavvür edi- niz ki, 73 ayak, yani şöyle böyle yirmi d in bu| —— Renkler, bozkır ortasında, en cek kadar parlak ve tatlıdır. Selçuk anıtlarını tetkik eden art mimarlarımız onları ölçü, renk, ziyf? malzeme itibariyle bir ilham hazif” sayacaklardır. Anadoluyu iki dt bayındırmıştır: Selçuk devri ve #” türk devri- Sivas kongresi bu yeni devrin V langıç tarihidir. BİR SÜRGÜN ÇU 4 —10 — arâsından, can sınmıcı vır agırırkla, ilerliyerek kirli ve balı bir rıhtıma yanaştığı vakit - yüreğini adeta nedamete benzer bir his burktu. Bu rıhtım boyunca bir takım mavi gömlekli, siyah kasketli ha- mallar yukarıya doğru bağırıyorlar, işaretler edi- yorlar, numaralarını uzatıyorlardı. Biraz sonra bunlar vapuru, adeta, muzaffer bir ordunun piş- tarları salvetiyle zabt ve istilâ ettiler. Ve vapurda her zaptedilen şeyde olduğu gibi bir baş Prğ YAKUB KADRİ geçtiği mesafe boyunca hemen hiç bir şeye dikkat etmedi ve garda tren saatini beklemek için bir kö- şeye sindi, oturdu. Ermeni komitecisi Vahan'ın bir müddet Marsilya'da kalacağmı biliyordu. O men- hus papas da ihtiyar anasını ziyaret etmek için Pro- vansa'da bir köye gideceğini söylemişti. Lâkin ka- marasındaki diğer iki adam Paris'e ilk trenle hare- ket edecekti. Bunlardan başka paapsın nutku es- gösterdi. Hiç kimse elinde tuttuğu numaranın sahi- bi olan hamalı bulamıyor, hamalını bulan da eşya- sını kaybediyordu. Işte bu kargaşalığın içinden bir da dolk Hikmet'in yüzüne sırıtarak bakan- lardan birkaç kişi daha vardı ki onların da bu postada ge | h ı çok ldi. Doktor Hikmet: “Far adam, Doktor Hikmet'i ve eşyasını aldı, ite kaka, söğe saya iskelelerden aşağıya indirdi. Pencerele- rini örümcek ağları sarmış bir gümrük odasına tıktı ve orada iki saat süren bir intizardan sonre onu tekrar önüne kattı. Bir arabaya kadar götür dü. — Paris trenine daha elli dakika var; siz şimdide gidin, beni orada bekleyin; dedi. Doktor Hikmet trende ve vapurdaki yol arkada; larına yast gelmemek için dua ediyordu. “Eğer ras Hikmet'e, sert ve l çizgileriyle, li tat- sız kalabalığiyle oldukça sevimsiz göründü. Hele (Nigere) vapuru sık bir direk ve baca ormanının gelirsem treni değiştiririm, yarına kalırım,, diyor du. Zihni bu çocukça korkular ve bu garib endişe lerle o kadar meşguldü ki, limandan gara kadaı l ki bunlarla, bir de, aynı kompartima- na düşmüşüm, O vakit çıldı k işten değilî,, dedi ri daima aynı helecanla koridordan gelip geçenleri 4 yokluyordu. O, sanki kaçak bir mücrimmiş de bir takipten korkuyormuş ğibiydi. Bir an evel büyük — şehre varıp o yabancı kalabalığın içinde kaybolmak istiyordu. Vagonun koridorundan gelip geçen, kay- : naşan alacalı bir - kalabalık Tıpkı d . »e vapur 1815 Romen şarkıları. 19.10 Plâk köf — Bu anıtları kuranlar Anadolu £| miş olmasına rağmen hala canlı 0" savetli ruhları bahar neşesile titr! KOLONYA — Orta dalga: 6.30 587 15.40 $8 xWt PRAĞ — Orta dalga:10.11 Plâk kof' malzeme ile onları süslemeği bilt" çıkışını hatırlatan ve ne çocuğun, ne kadının, ne ih- ; tiyarın aczini hesaba katmıyan egoistçe bir itişip kakışma... Doktor Hikmet, İstanbul'da, vapur iske- — lelerinde olsun, banliyö treni istasyonunda olsun — el a a ai ĞE i lıştiğ teşrifaz * tW, o “buyurun efendim ” leri, o “ zatı âlis- — lerinden sonra,, ları, o “Evlâdım bana da bir bilet alrverir misin” leri, o “Aman efendim, ben ayakta da dururum” ları teaccüble hatırladı ve — ilk defa olarak bir şarklının bu gördüğü insanlara J nisbeten ne kadar yumuşak, ne kadar pelte, ne kar — dar tatlı bir hamurdan yapılmış olduğunu düşündü- Bu sırada kalabalık bir aile kompartimana girmek istedi. Fakat, yalnız üç kişilik yer kaldığı için gerf : döndü. Bunları kip şi kırmızı çehreli Zavallının bu adamlardan o kadar gözü yılmıştı ki, ikide bir garım kalabalığı içinde birini bunlardan “irine benzetti mi, yüreği çarpmağa başlıyor ve he- yen yerinden fırlayıp kaçmağa hazırlanıyordu. Bu helecan içinde nihayet tren saati geldi. Dok- r Hikmet'in hamalı da elinde ikinci mevki bir - bi- tle göründü. Biraz sonra girdiği kompartimanda orta yaşlı bir ka- ınla bir küçük çocuktan başka kimse yoktu. Dow likmet, seyyar satıcıdan aldığı gazete ve 5* bel tevnk birE yağlı ada pirdi Elnde'' tü tuğu ağır bir bavulu ıkına sıkına ve kendi kendin.. bir şeyler söylenerek eşya rafının üstüne yerleştirdi- Kendisi de geçti; doktor Hikmet'in karşısında yef — aldı. Onun arkasından sıska, uzun boylu bir gent geldi. O da, çocuklu kadınm yanına oturdu ve tref hareket etti. Doktor Hikmet geniş bir nefes aldı. O* turduğu yer, koridor tarafında olmakla beraber de. — şarıyı kâfi derecede seyredebiliyordu. Fakat bütün — ları dizlerinin üzerine kokyup oturdu. Fakat gözle- yi n.lfetiığığen gözünün önünden geçen maf” larda henüz alışmadığı veya hayran kalacaği hti (Sonu var) * K siz oturun, —