ULUS Yabancı basında okuduklarımız Madrid'in ölüm saçan gökleri altı M adrid'in garb tarafındaki Rosales'de tayyarelerden atı- lan 100 kiloluk bombalar, altı katlr evlerin' damından girip temeline kadar girmiştir. Bir tak:m odalar, biribirlerin- den ayrı, biribirine bakıp duruyor. Bunlar, dördüncü - dıvarı olmıyan bir tiyatro sahnesini andırmakta ve görünmiyen se- yircilere dünyanın en müthiş trajedisini temsil edecek gibi durmaktadırlar. Burada yaşayan halkın, bütün hayatlarını bomba patlayış- ları, tarraka'lar, çöküntüler arasında geçmiş sanırsınız. Şimdi nda a «Burada yaşıyan halkın bütün ha- yatlarını bomba patlayışları, çö- küntüler arasında geçirmiş sanır- sınız. Rast geldiğiniz insanların çehresinde ölüm saçan bombalar- dan yüz yarda uzakta bulundukla- İMADRİD | Mektubları hepsinde hayvanlarda görülen bir nevi egoizm, huy ve ahlâk yerine geçmiştir. Gran via sağınızda kalmak üzere bir gün leden sonra Alcala'ya doğru yürüyünüz. Rastgeldiğiniz insan- ların çehresinde ölüm saçan bombalar- dan yüz yarda uzakta bulunduklarını anlıyamazsınız. Bu sırada bir bomba- nın patlaması, nihayet bu insanların gi- riştikleri geçici bir konuşmayı kesme - lerine sebeb olur. Kadınlar alış verişlerine, “çocuklar oyunlarına devam etmektedirler. 100 yarda uzakta bir bomba patlamıştır; bu- nun insanı heyecana düşürecek bir ta- rafı var mı? Onlar, bir ikinci bombanın bütün konuşmayı, alış verişi ve oyunu kese - ceğine inanmazlar. Böyle bir şeyi akıl- larına bile getirmediklerini görürsü « Nüz. Şehirde bir ev vard r ki birçok de- falar bombalanmıştır. Bu bombalama, öğleden sonra saat dörtle beş arasında vukua gelir. Bunun önünden geçen cadde, şehrin en tehlikeli bölgesidir. Bu- nun önünden günde dört beş defa geç- mek mecburiyetinde olan biz gazeteci- ler, oraya geldik mi, koşar adımla yü - Tür köşe başını dönünce rahat bir ne - fes alırız. Biz koşarken oralarda topaç çeviren çocuklar ve onların yanı başın- da duran sakin annelere rast geliriz. B ombardıman başlayınca milisler halkı bu binanın önünden geçir. memek için canla başla çalışırlar; fakat muvaffak olamazlar. Bir bomba patlayın ca sokak bir sihirbaz tarafından bo- şaltılmış gibi olur; fakat bir dakika sonra kalabalık yeniden meydana çıkar ve patlayan bombanın ne gibi zararlar yaptığını araştıramağa başlar. Eğer bunlara bir başka bombanın da orada patlayıp başlarına belâ geti- receğini söyliyecek olursanız, hayret- ünüze bakarlar. Ölecek olan on- eğildir; başkalarıdır. İspanyollar kuvvetli ve canlıdır. Hakikat budur. Bundan ötesi gelip geçer. Bir bom- banın vücudünü param parça etmesi fazla bir hayaldir. Bunun için Madridli sakin ve nazik, ağır ağır yolunda yü. rümeğe devam eder. M adrid'in kışı pek fenadır. Hara- Tet derecesi sık sık değişir ve in. sanı rahatsız eder. Hele ata sözlerine Birmiş olan bir Guaddaramas rüzgârı vardır ki “insant öldürürde kandili söndürmez.,, bu sene, görülmemiş bir Sis ve yağmur oldu; soğuk o kadar şid. detli değildi. Kömür pek az. Madride Yefrika No: 4 gelen demiryolları, üç aydan beridir, işlemiyor. Yük vagonları ancak asker zahiresi ve harp malzemesi — taşımak- tadır. Ateş yakmadan ısınmak imkânları var, Fakat yemek yapmak için ateşe muhtaçsınız. Bunun için habire odun ararsanız; ne çeşitten olursa olsun, o- Soğuk Ruzgâr insanı öldürür fakat mumu söndürmez dun. Bir kaç hafta evvel, Castellana'ya bir bomba düştü; beş altı kişi öldü, on iki kişi yaralandı. Hemeni telefonika bi- nasının yanına koşup neler olduğunu an- lamak istedik. Hasta otomobilleri yara- lr ve ölüleri götürüyorlardı. Başı adam. akıllı sarılmış bir adamı, arkadaşları götürüyorlardı. Fakat dikkatimize çar. pan bu olmadı. Bomba bir ağacı devirmiş ti. On kişi bu ağacın dallarına yapış- mışlar, sürüklemeğe uğraşıyorlardı. Bir çeyrek saat içinde ağaçtan bir parça bile kalmamıştı. Hattâ bir çocuk elini açılan çukura sokmuş, orada kalan en ufak kökleri ve yongaları bile topla- yordu. Madridin en ziyade bombalanan kı. sımlarında kadınların, çocukların ha- rabeler arasında bir lâta, bir direk par. çası bulmak için araştırmalar yaptıkla. rını sık sık görürsünüz. Bir aralık hü. kümet memurları Rosales'de halkın, harabelerde böyle araştırmalar yapma- sını yasak etmiş, fakat bir parti gidince öteki parti buraya üşüşmüştür. Bir kaç gün önce bombardıman edi- len bir evin pancorları sokağa düş- Müştü; iki şişman adam ateş altında gi. dip bu tahtaları aldılar. gülleler üçer dakika fasrla ile patlayordu. Fakat o- dun denilen madde o kadar kıymetli idi ki bu tehlikeyi göze almışlardı. Bu adamları daha tamamiyle kaçamadan i- kinci bir gülle daha patlayıp ortalığa taş parçaları saçtı. Fakat bu adamlar, kendilerini yere atarak, bin tehlikeyi göze alarak yakalarını kurtardılar. Yine tahta parçaları, bu dehşetli harb geni- rını anlıyamazsınız» YAZAN: Herbert Mathevs NEVYORK TAYMİS GAZETESİNİN MADRİD MUHABİRİ meti ellerinde idi. On dakika sonra, — ayni yerde bir ço- cuk geriye kal- mış parçaları toplayor- du. Biraz son- ra kaçarken bir gülle patladı. Bu hâdise hakkında çektiğim telgrafda, “eğer delikanlı sağ kalmışsa büyük talii varmış” demiştim. Bir gün sonra öldüğünü öğrendim. * Y emeklerimi yediğim lokantada bir başgorson var; Sebastian her ye- meğe oturduğum zaman elime uzun bir yemek listesi verir. Bu listenin matbu kısmında yazılı et, balrk, vesaire nefis yemeklerden hiç birisi yokdur. Yalnız nihayette mürekkeple yazılı bir kaç ye- mek vardır. Fakat Sebastian yine âdet yerini bulsun diye sorar; — Ne emredersiniz? Yemekler, gayet entipüften şeyler. dir; karnınız zor doyar; fakat şehrin en zengin ve mükemmel lokantasını Se. bastian işletmektedir. Bu tabii bir vaziyettir. Harbde bil. M hassa muhasarada bulünan bir şehirde her kes kemerini sıkmağa mecburdur. Madride yeni gelen bir insanın gö- çarpan ilk manzara dükkânların önünde yapılan kuyruklardır. Kadınlar, hele sabahları, saatlerce bir parça yiyecek alabilmek için bek- leşmektedirler, Bazen kuyruğun ucun- dakiler, dükkânın önüne gelinceye ka- dar, yiyecek bitmiş bulunur. Buna rağ- men yine halk istifini bozmaz. Bazen şehirden lahana yüklü bir araba geçer. Bunun geçişi bir alay ge- çişi gibidir. Halk da, dükkâncılar da bundan memnundur. Ahali arabanın arkasına takılır ve durduğu yerde du- rup alabilmek için bekler, Bazen bu sırada tayyareler belirir. bombalar savrulmağa başlar. Bundan zül bir kaç hafta önce Tetuan'da asilere aid bir takip tayyaresi çok alçaklara kadar inmiş ve; şehir caddesinde kuy- ruk halinde bulunan halkın Üüzerine zalimce makineli tüfekle ateş etmeğe başlamıştı. Bu zavallılardan on üç, on dört kişi ölmüştü. Yirmi dakika sonra vak'a yerine git- tim. Ölüler morga, yaralrlar hastaha- neye kaldırılmılardı; ondan sonra dizi tekrar teşekkül etmiştir. Eğer yerlerde kan izleri olmasaydi, hiç bir şey anla- şılamıyacaktı. Sorduğum suvallere bir az heyecanlı, biraz acı cevaplar veriyor. lar, fakat hiç biri sıralarından ayrıl. mağı akıllarından bile geçirmeyorlardı. karanlıktır. * ehir, bütün geceler Ş Saat ondan sonra kimsenin so- kağa çıkmasına müsaade edilmez. Bu satırları gece Amerikan Elçi- liğinde yazıyorum. Pancorlar, dışarıya ışık sızdırmayacak şekilde kapatılmış- tır. Sırtıma ısınmak için bir battaniye almış bulunuyorum. Uzaktan üniver- site mahallesinden top sesleri geliyor. Bundan önce elçiliğin pek yakınana düşmüş olan bombalar, acaba bu sefer üzerimizde patlamıyacakmı? Madridde de geceleyin, aydınlık bir taraf ve bir yol görmek mümkün değildir. Dokuzdan sonra bütün el a- yak çekilmektedir. Buradan telefonika binasına kadar yirmi dakikalık bir yol vardır ki gece- leri, bastığınız yeri göremiyeceğiniz kadar zifiri karanlıktır. Burada yürür- ken bir nöbetçi seslenir: — Alto! (dur!) Siz yerinizde mıhlanırsınız. O ya. nılıp parola sorar, yahut vesikaları gör- mek ister ve vaziyeti anladıktan sonra nezaketle eğilir: — Salud! Sizde yolunuza devam e. dersiniz. Bir gece, bir kaç İngiliz muhabiri, İngiliz elçiliğine dönüyorlardı. Çok de- fa bizi vesika göstermekten kurtaran, fakat bazen de hiç lâzım olmayan pa. rolayı almayı unutmuşlardı. Nöbetçiler seslendiler: — A donde vamos? (nereye - gidi- yorsunuz?) Şu cevabı verdiler: — A vencer, (muzafferiyete) Bir iki nöbetci için mesele yokdu; fakat üçüncüsü bunları şiddetle dur- durdu ve nereye gitiklerini sordu. Ce- vab verdiler: — İngiliz elçiliği: Yanılmışlardı. Çünkü doğruca ha- pishaneyi boylamışlar ve bir gece ora- da kalmışlardı. . * adridin içinden ve dışından şa. rap kayıp oldu. Yemeklerini şa- rapsız yiyemeyenler sıkıntı çekiyorlar. Geçenlerde bir yemekte 1918 tarihli bir şişe Tondonia şarabı ele geçirdm. Ar. tık onu içerken bendeki neş'eyi görmeli idiniz. Sokaklarda işleyen otomobiller ara. sında çeşid çeşid markalar ve model. ler görüyorsunuz. Büyük evler ve sa- raylarda oldukları gibi kalmıştır. Çün- ki aristokratlar bunları bırakıp git- miş bulunuyorlar. Şimdi buralara evsiz kalanlar, ve civardan gelen göçmenler oturtulmuştur, Yıllardan beri yoksulluk içinde ya- şayan bir çok fakir kimseler, şimdi bu haşmetli binalarda oturuyor ve hayatın öte tarafı nasılmış anlıyorlar. Acaba bunlar harb bitince eski yoksul kulübe. lerine dönmek isteyeceklermidir? 16 -3 - 1937 — Amatör temsilleri Ankara Halkevinde Ceza Kanunu Dün gece Ankara halkevinin amas! tör sahnesi bize ümitlerimizi kuvvet« lendiren bir muvaffakiyet daha göster. di. Üstad İbnirrefik Ahmet Nuri Seki«s zincinin (Ceza kanunu) adlı 3 perdelik vodvilini oynadılar, Eeseri sahneye rejisör Ercümend Behzad koydu. Oynayanların hepsi de Halkevinin değerli amatörleriydi. Saat 20,30 da evvelâ, iki yıl evvel ars kadaşları arasından göçmüş olan tiyat, ro üsatdı İbnirrefik Ahmet Nuri Seki« zincinin hayatı ve sanatının bariz va« sıfları anlatıldı. Üstada hürmeten hatı« rasının taziz edildiği bu gecede hazır bulunanlar bir dakika aykta süküt et« tikten sonra eserin temsiline başlandı. Az çok güzel temsil edildi. Daha bu günden tiyatronun inkilâb e saflarında ne büyük bir boşluğu doldure makta olduğunu gösterecek kadar büs yük muvaffakiyetler kazanmağa başlas mış olan Halkevi amatör sahnesinde ça. lışanlar tiyatro davasının inkilâb ölçü« sündeki manâsını idrak etmiş bulun« maktadırlar. Sahne, ışık ve dekor itibariyle mü, kemmeldi. Dekoratür Mahmut ve ışık doktoru Haminin eseri olan Halkevi sahnesi “bütün bir halde ayrı bir sanat eseri o« larak daima göze çarpmaktaydı. Eserdeki roller birbirine girift, öye leki, birbirinin lâzımı gayri müfariki gi biydi. Bütün tiyatro eserlerinde tip« lerin hep birden biribirlerine sıkı bir sua rette bağlanmaları bir esas olmakla be«< raber Ceza kanununda bu husus daha hassas ve titiz bir tevziat gösterebilmişa tir. Bunun için rollerinde en çok mus vaffak olanlar, bu muvaffakiyetlerini rollerinin icabı en az muvaffakiyet gös, terenlere çok medyundur. Birinci plânda Dava vekili Sebati rolünde Sadi; Zümbül Teber Zade An, beri rolünde Mes'ut, Ali İrfan Arif Ür. fi rolünde Fethi, Serseri rolünde Bedri Hâkim rolünde Galip, Leylâ rolünde Bayan Nigâr*Madmazel Karolin rolün« de Bayan Dürnev çok iyi oynadılar. İkinci plânda; Sacide rolünde Ba« yan Kadriye, Lüksandra rolünde Bayan Mesrure, Sadberk rolünde Bayan Dil; furuz, Ziver rolünde Hakkı çok iyi oy, nadılar. Bize çok zevkli bir tiyatro gecesi yaşatan gençlerimizi candan tebrik ede« riz. —— — İstanbulda: ULUS Satılan yerler Köprüde: Kadıköy iskelesinde Beyoğlunda: Haşet şubelerinde Fatihte: Tramvay durak yeri gaze- teci Mehmet Bıyık Bayazıt meydanında: Aksaray Top- kapı tramvay yeri tütüncü Hamdi İshak Sultanahmet Ayasofya karşısında: Tramvay durağında tütüncü Kâmil, — - — Kendime Dair Tanıdığım ve tanımadığımı — dostlarıma Yazan: . Çeviren Rudyard Kipling Nurettin AR. Hele hepsinden iyisi, teyzemin akşamları bize bir taraftan kanapeye uzanıp kahve içer- ken “korsanlar,, ve “binbir gece,, hikâyele - Tini okuması, arada sırada, bize seslenmesi oluyordu. Arada bir, amcam tablolara çerçeve yap- Mmak için uğraşırken biz de atelyesinin bir tarafında bulunan Orgdan sesler çıkarır, bundan büyük bir zevk ve heyecan duyar - dık, Bu ses, teyzemin kulağına gidince ka - dıncağızın canı sıkılır, fakat asla kızmazdi. Fakat bir gün gelirdi ki artık bu bahtiyar ruya günleri sona erer ve kapatılacağımız evin yolunu tutmak zamanı gelirdi. Birkaç sabah ağlaya ağlaya uyanış... Ondan sonra daha sıkı bir sorgu ve daha şiddetli cezalar başlardı. Sıkıntılarım bir iki senede yatıştı. Göz- lerim bozulduğu için okurken iyi göremez ol- muştum. Fena ışıkta çok fazla okumam bu- na sebeb olmuştu. Bunun neticesi, gönderil- mekte olduğum gündüz mektebindeki çalış- malarımda görülmüştü. Ay başlarında aldı- ğım karneler de bunu gösteriyordu. Mekteb- te aldığım kötü neticelerin evdeki cezası da okuma zamanımı kaybedişim oluyordu. Bir karnem o kadar fena idi ki bunu fırlatıp at- mış ve eve hiç almadığımı söylemiştim. Fakat bu dünyada amatör yalancı olmak zor şeydir. Kurduğum aldatma ağı çabucak meydana çıkmıştı. Kadının oğlu bankadan döndükten sonra bu işle meşgul olmuş ve yalanım anlaşılmıştı. Bunun üzerine güzeli bir dayak yemiş ve sırtıma takılan bir “ya- lancı” yaftasiyle southsea sokaklarından ge- çerek mektebe gönderilmiştim. Bu ve buna benzer cezalar ve sıkı tedbirler yüzünden fena halde canım sıkılmıştı ve artık ondan sonra gelecek günlerimden nefret eder ol- muştum. Bir hayatı dolduracak bir ihtirasın bunun tam zıddı olmak lâzımdır. “Elması öğrenmiş olan bir kimseyi cam parçası tat- min eder mi?” Sinirlerim o kadar bozulmuştu ki, artık, şurada burada, gerçekten mevcud olmıyan gölgeler görmeğe başlamıştım ve bunlar be- ni “kadın” dan ziyade rahatsız ediyordu. Sevgili teyzem bu halimi duymuş olacak ki bir adam gelip gözlerimi muayene etmiş ve benim yarı kör bir halde olduğuma dair ra- por vermişti. Bu halim de gene “bir palavra” sanılmış ve benim maneviyatım üzerinde en mMüthiş tesirler yapan bir tedbir olmak üze- re kız kardeşim de benden ayırtılmıştı. Biraz sonra - kendisine haber gönderdim mi gön- dermedim mi idi, hatırlıyamıyorum - bir gün annem Hindistandan çıkageldi. Sonradan bana anlattığına göre gece “allah rahatlık versin” diye beni öpmeğe geldiği zaman ben, alışkınlık yüzünden, kollarımı dayak atacak bir insandan kendimi korurmuşum gibi uza- tıp kendimi siper almışım. WESTWARD'DAKİ MEKTEB Ondan sonra İngilterenin tâ öteki başın- daki bir mektebe devama başladım. Burada başöğretmen mülâyim, yavaş konuşur, sa« kallı ve renkçe arabları andırır bir adam o« lan Cormell Price'di ki ben amucamla tanı« şıklığı yüzünden kendisine “Krom amuca"”, diyordum. Annem Hindistana dönerken be« ni ve kız kardeşimi Addison yolu karşısında ve Kensington bulvarının sonunda içerisi kitablarla dolu bir evde oturan üç nazik ba«s yana bırakmıştı. Bu evde sabır, nezaket, hu« zur ve sükün, kitablar, kısaca, kültür vardı, Yani burada normal bir atmosfer içindeydik, Bayanlardan birisi odadaki lakırdıya ka« rışmaz ve şöminenin yanında dizlerinin üze« rinde roman yazardı. Odanın bir yerinde si« yah bir kordela ile biribirine bağlı iki pipo dururdu ki bunları bir zaman Karlagl içmişti, Burada benim her şeyle oynamama mü-< saade ediliyordu. Fakat ben her şeyden zi« yade bu iyi insanları görmekten zevk alıyors dum. | Kitab raflarında birçok kitablar da vardt ki bunları karıştırıp okumak hoşuma gidi« yordu. (Sonu var)